ewliyalerın yeri - zazaların tarihi


DAYLAM (Deylemliler) V. Minorsky Daylam, coğrafi bölge olarak, Gilan'ın dağlık kesimidir. Gilan düzlükleri güneyde Elbruz sıra dağlarına dayanmaktadır. Burada yarım-ay şeklini alan bu ikinci kesimin doğudaki boynuzu Hazar Denizi'ne yaklaşır (Lahican ile Kalus arası). Orta İran platolarında oluşan Safid-rûd, bu yarım-ayın orta yerindeki bir yarıktan geçerek Hazar Denizi'ne yönelir. Batıdan doğuya doğru akmakta olan nehir vadiye girmeden, Mencil'de önemli bir kol, Şah-rûd, Katılır ve çoğalan nehir Talakan bölgesinde doğudan batıya doğru akarak Elbruz dağlarının güney eteklerini dolanır. Güney kesiminde Şah-rûd havzası, Kazvin ovasından bir dizi tepe ile ayrılırken sağ tarafında Elbruzların güney eteklerinden aşağılara dökülen birçok çay ile beslenir. Bu kaynakların başlıcası, Alamut vadisini sulayanıdır. Şah-rûd vadisiyle ona kaynak oluşturan vadiler Daylamit soyunun beşiği gibi görünmektedir. Büyük Gilan nehri, Safid-rûd havzasında olmasına rağmen "asıl Daylam" (el-Daylam el mahd) ondan Elbruz duvarıyla ayrılmaktadır. Daylamitler, dağın kuzey eğimlerine ve onların denize olan uzantılarına da yerleştiler (bkz. Hudud el-Alem). Burası Daylam ile Tabaristan arasına sıkışmış bir bölgedir. Gilan, bataklık ve sağlıksız olmasına karşın oldukça verimlidir. Daylam'ın yüksek yerleri ise doğa tarafından daha az kayırılmıştır. Ancak buralarda her zaman göçetmeye ve çalışmaya hazır, girişimci ve güçlü bir insan ırkı yaşamaktadır. Coğrafi terim olarak "Daylam" 4./10. yüzyıllardaki Daylamid yayılmacılığıyla ortaya çıkmış ve giderek birçok komşu yerleşim alanını kapsamına almıştır. İlk dönem Daylamitlerin ilk kökenleri belli değildir. Bir eski İran halkı olmaları olasılığı vardır. Sâgid-rûd vadisinin sağ yakası üstünde Mencil'in kuzey doğusunda yeralan Dulfak (ya da Dalfak) tepesinin adı eski soyunun adını çağrıştırıyor. Daylamit adı birçok eski yazarca bilinmektedir. M.Ö. II. yüzyılda, Polbius, cilt 44'te Medya'nın kuzey komşularından sözetmektedir: (Arî olmayanlar),. M.S. II. yüzyılda Ptelemi VI, 2'deChromithrene'nin kuzeyine (Khuxru Waramin'i, Ray'ın güney doğusuna) ve Tapurinin (Tabaristan) batısına yerleştirniştir. İran yönünden bilgi, yalnızca Sasaniler döneminden başlayarak ortaya çıkmıştır. Sasani Ardaşir'in Ardavanlı Arsasidé karşı kazandığı kesin zafer öncesi Arsasid'in "Rey, Demewend, Daylamân ve Patihkwargar askerlerini harekete geçirdiği" söylenmektedir.1 Bu olay, Elbruz dağlarının güney yüzünde yaşayan halk üzerinde Arsasid nüfuzunun yerleşmiş olduğunu göstermektedir. Önceleri Sasaniler, Daylamitlere karşı ihtiyatlı davrandılar.2 Ancak, giderek Daylamitler hem askerlik hem de hukuk alanında ön plana çıkmaya başladılar. Kawadh İberya'ya (Gürcistan'a) karşı, adı Boes (Boya) ve ünvanı (*Wahriz) olan bir "İranlı"nın komutasında sefer düzenledi. Bu ad ve ünvan, onun Daylamit olduğunu gösteriyor.3 Lazica'daki Archeopolis'in (şimdiki Tsikhe Godji) Husrev Anuşirevan komutasında kuşatılması sırasında (M.S. 552) Türk sabirler ileri hücumları yönetirken, usta dağcı olarak Daylamit bağlantısına değinilmektedir.4 Birkaç yıl sonra Daylamitler, Bizanslılar tarafından korunan diğer bir Sabir birliğine başarısız bir gece baskını düzenlediler.5 Procopios'a göre Dolomit'ler, erişilmez dağlarda yaşıyorlardı; hiçbir zaman İran hükümdarlarına boyun eğmemiş, yalnızca paralı asker olarak hizmet etmişlerdir. Yaya savaşıyorlardı. Her adam, bir kılıç ve kalkan kuşanıyor ve üç tane mızrak (acontia) tasıyordu. Bu bilgiler, daha sonraki İslamî kaynaklarla benzerlik göstermektedir. Hüsrev I.'in ünlü Yemen seferinde (M.S. 570), ordusu içinde Daylam ve çevresinden 800 mahkum vardı ve bu mahkumlara gene mahkum olan Vahriz namında biri komuta ediyordu. Kâwâdh ve Hüsrev hakimiyeti altında Kafkasya geçitleri tahkim edilip yakınlarında askeri koloniler kurulunca Hüsrev'in hakimiyetinde kökeni Daylam ve çevresine ait ismler ortaya çıktı (bkz, aşağıda "Toponomy"). Hüsrev'in ardılı Hurmizd IV.'e karşı yapılan ve onun tahttan indirilmesiyle sonuçlanan suikast M.S. 590 yılında "Dilimitik" halkının lideri Zoanap tarafından yönetilmiştir.6 Daylam ve Araplar Arap istilası sırasında, Kazvin halkı kendilerinden yardım istediği zaman, Daylamitler kararsız bir tavır takındılar, ancak Rey halkı tarfından destek görünce, Halife Ömer tarafından gönderilen Nu'man b. Mukarrin'e karşı koydular. Kralları (lider) Mutâ (ya da Murthâ) önderliğinde Daylamitler, Dastabay'daki (*Dest-pey, yani "avuç ardı", Rey ve Hamadan arası) Vac ırmağı boyunda yenilgiye uğradılar.7 Belâdhun, 317-25, ve diğer tarihçiler Halife Ömer I. zamanından al-Me'mun'a kadar Daylam üzerinde on yedi islam seferi düzenlendiğinden sözetmektedirler. Bu seferler, Arap şiirine de yansımıştır. Ozan Asa Hamdan'ın verdiği yer adları (K. Lism, Kayûl, Hâmin Lahzamin) Dewâmend bölgesini (wima?) çağrıştırmaktadır. Oysa kendisi aslında Daylamitler tarafından mahkum edilmiştir. Her şeye rağmen, Daylam, bağımsızlığını korumuştur. Onlara karşı müslüman tahakküm bölgeleri güneyde Kazwin ve kuzey doğuda Tabaristan sınırında Kalâr ve Câlûs nehirleri üzerindeki kalelerdir. Dil ve Din Kral Mûthâ'nın adı pek alışılmadık bir ad, ancak M.S. 9. ve 10. yüzyıllarda Daylamit liderleri çoğalmaya başladıktan sonra ortaya çıkan adlar açık bir şekilde putperest İran adlarıdır, güney batı İran adları degil. Kuzey batı ağzında, bundan hareketle Gorangec (ilk başlarda Kürankic diye bilinmekle birlikte, değil) Farsça'daki görgengez 'i "vahşi sıpaları kovalayan" çağrıştırmaktadır. Sher-zil ise sher-dil'i "aslan yüreği" andırmaktadır, vb. gibi. İstakhari, Parslarla Daylamitleri birbirinden ayırır ve Daylam'ın yüksek yerlerinde Gilan Daylamlarından farklı bir dil konuşan bir boyun varlığından sözeder. Daylam'da bir kısım Zarduşt ve Hristiyanlar olabilir, ancak özellikle putperst Daylamitlerin varlığına ilişkin hiçbir şey bilinmemektedir. Biruni'ye (al-Athâr, 224) göre bunlar efsanevi Afridûn tarafından konan, ve erkeklere, ailelerinin reisi "kethûda" olmalarını emreden yasaya uydular. Oldukça karmaşık bir biçimde, Birûni bu yasanın Alid el- Nâşur el-Utruş tarafından ilga edildiğini, bu yüzden de onların, insanların, zalim Dahhak Biwarsp döneminde yaşadıkları koşullara benzer koşullarda yaşadıklarını ve "şeytanlarla cinler" (al-şaytan' wa'l-merada) bunların evlerine yerleştiğinde, bunlara karşı güçsüz kaldıklarını söyler. Kethudalar pater aileler haklarını kullandıklarının ötesinde Daylamitlerin yerel yöneticileri -ki biz bunların varlığını Vardan-Şah, Vahriz9: Vahric-i Vahricay "Vahriz'in Vahriz'i" gibi ünvanlardan anlıyoruz- ve hatta kralları (yukarıda, Mûtâ) olmuştur. Kralların rolü M.S. 9. ve 10. yüzyıllarda Alidlerle olan işbirliklerine bağlı olarak daha belirgin hale gelmiştir. Alidler İlk başlarda Daylamitler denetimindeki güvenli dağlar, Abbasiler'den kaçmak zorunda kalan Alidlere bir göç yeri olarak hizmet vermiştir. Bilinen ilk mülteci Yahya bin Abd Allah'tır. Bunun iki kardeşi idam edilmiş, kendisi de Harun el Reşid'in direnişçi kardeşine katılmıştır. Daha sonra, 175/91'de Daylam'a gelmiş, çok geçmeden de Barmakid Fadl bin Yahya'ya teslin olmuştur. Bu durum, o sıralarda, halifenin, gerek zora dayalı olarak, gerekse para önererek Daylam kralı üzerine baskı uyguladığını göstermektedir.10 Custanidler 189/805'te, Harun, Rey'e uğradığı zaman Hazar bölgesindeki bütün hükümdarları topladı. Fakat Daylam yöneticisi Marzuban bin Custan'a para hediyesi verip onur kisvesi giydirerek gitmesine izin verdi. Öteki krallar vergiye bağlandığı halde o bundan bağışık tutuldu. Custan ailesini ilk kez burada duyuyoruz. Harun'un ona karşı yumuşaklığı, 175/791 olaylarına bağlanabilir. O sırada, yine kendisi (ya da babası?) yönetimdeydi. Buna bağlı olarak Marzuban'ı, Banû Custan'ın yönetim listesinin ilki olarak görebiliriz. Custan: Marzuban (189/805)'te adından sözedilmektedir. Ve Vahsuda (259/872)'de daha hayattadır,11 aradaki boşluk, bu ikisini kardeş düşünemeyecek kadar büyüktür. Şimdi varılan ortak kanı (Justi, Vasmar, Kasrevi, Kazvini) Custan I.'i (No: 2), örneğin, No: 1 Mazubân'ın oğlu ve No: 3 Vahsudân'ın babası olarak ikisinin arasına alma doğrultusundadır. (201/816)'nın altında Tabari Abd Allah b. Khurdadhbih'in Daylam'a yaptığı zaferle sonuçlanan seferi ertesinde Abu Laylî adında bir kralı tutsak aldığını yazıyor. Laylî (ya da Lili), Daylam'da bir erkek adı olarak biliniyor. (Maceraperst Layli b. Nu'man). Bilinmeyen, onun Custan mı (No: 2), bir gaspçi mi, yoksa (Lahican'ın) bir yerel yönetisi mi olduğudur. Daylam'da durum, Hasanid Seyyitleri silsilesinin Daylam sırasındaki maceralarıyla açıklık kazanır. Bunlar, akıllı politikacı ve yetenekli savaşçılar olup amaçlarında ve mücadelelerinde Daylamitleri başarıya götürmüşlerdir. O sıralar, bunlar henüz İslamlığı kabule zorlanmamıştır. Seyyid Hasan b. Zayd al-da'i at Kabir (No: 1) Calus ve Kalârda (250/864)'te bir direnişin başını çekti, ve halkı, onların yakacak odun alanı ve otlak olarak kullandıkları meralarını ellerinden almak isteyen Tahîrid valisine karşı ayaklandırdı.12 İştakhari, 205'e göre Hasan b. Zeyd'in döneminden önce Daylam "imansız bölge" olarak (Dar-el Küfr) bilinmiş ve köle kaynağı olmuştur. Fakat Alidler Daylamitlerin yerini aldılar. Vahsudan b. Custan (No: 3) Hasan b. Zeyd'e bağlılık yemini etmişse de çok geçmeden arayı bozmuş, sonra da ölmüştür. Tarih-i Gil wa Daylam13 (246/860)'da bir Custanid'in Alamut dağında, bir binanın yapımına başladığı söylenmektedir. Olasıdır ki bu girişim, Vahsudan'ın uzun süren hükümdarlığının sonunu değil, enerjik oğlu Custan II.'nin (No: 4) hükümdarlığının başlangıcını belirlemektedir. Custan II. da'i'nin, temsilcisini Daylam'a göndermesini istedi ve Alidlerin himayesinde Tahiridlerden Rey'i alarak Kazvin ve Zancan'ı işgal etti. (253/867)'de halife al- Mu'tazz Mûsa b. Bughâ komutasında bir ordu göndererek Custen'in başarılarını silip süpürdü. (259/883)'te Hasan b. Zayd öldü ve yerine al-da'i al Şaghir diye çağrılan kardeşi Muhammed b. Zayd geçti. Custen buna da bağlılık yemini etti (No: II). Daylamın başına gelen bu kötü şey, Samadiler adına hareket eden Horasanlı maceracı asker Raf'i b. Harthama'nın (276/889)'da Muhammed b. Zeyd'i Curcan'dan atması oldu. Dailer, Daylam'a sığınma olanakları aradılar. Rafi'nin birlikleri Calûs'u işgal etti. Ancak Custen'den yardım alan Seyit onları kuşattı. Sonra, Raf'i'nin kendisi ileriye doğru harekete geçti. Rafi, Custen etekleri boyunca Calustan Talakan'a geçerken Muhammed b. Zayd, Gilan'a geri çekildi, ve bu bölge işgalcilerce üç ay boyunca (278/891 yazı) yağmalandı. Custen, Seyit'e yardım etmeyeceğine dair söz verdi ve Rafi, Kazvin ve Rey'i işgal etmeye yöneldi.14 (279/892)'de Rafi kendisini birçok yönden tehdit altında görünce, hemen da'i'ye bağlılık yemini etti ve onun kendisine 4000 güçlü kuvvetli Daylamit göndereceği düşüncesiyle Curcan'ı ona geri verdi. Kimi kez tehdit, kimi kez ikna ederek, Layth, da'i'nin Rafi'ye yardım etmesini engelledi. Bunun üzerine, Rafi Kharizm'e kaçmak zorunda kaldı ve (283/ Kasım 896'da) orada öldürüldü. Dört yıl sonra (287/Ekim 900) Muhammed b. Zeyd, bir Sâmânid komutanıyla savaşa tutuştu. Kısa bir aradan sonra, Alid yönetimini Juseyin Hasan b. Ali devraldı.15 Hükümdarlığı kısa sürmesine rağmen (301-4/904-7) Alid hükümdarlarının en büyüğü olarak kabul edilmektedir. Taberi'ye (III. 2296) göre, dünya hiçbir dönemde al-Utruş'unki kadar adalete tanık olmamıştır. Daylamitler arasında on üç yıl yaşadı ve Safid-rûd ile Amul'un en uzak doğu kıyısı arasındaki insanların önemli bir bölümünü Zeyd inanışına çevirmeyi başardı. Bu başarıyı doğrulamak için, al-Utruş, Calus kalesini yerle bir ettirdi. Custen tarafından tanındı ve her ne kadar Samanidler üzerine yaptığı ilk sefer başarısızlıkla sonuçlandıysa da, bir yıl sonra yapılan ve kırk gün süren bir meydan savaşı sonrası, Samaidler, Hazar eyaletlerinden atılmışlardır. Naşir'in, kethudaların eski otoritelerini bozmasıyla ilgili Biruni'nin yukarıda geçen kapalı tümcesi, ayrı yerleşimler üzerinde kurulmuş İslam kurumlarının kontrolünü hedef almış olabilir. Olayların bu yönde gelişimi Daylamitleri gücendirmiş olabilir. Bazı tarihçiler16 , Custan'la Nâşir arasında geçen bir mücadele döneminden söz etmektedirler. Bu mücadele, Nâşir'in ortaya çıkışından önce olmuştur. (301/913. 5 Şaban 304/31 Ocak 917'de) yerine kayınbiraderi Hasanid Hasan b. al-Kâsım'ı (No: IV) tayin ettikten sonra ölmüştür. Hemen hemen o sıralarda kırk yıllık bir hükümdarlıktan sonra, Custan suikaste uğradı. Bu suikastı yapan kişi, kardeşi Ali b. Vasudan'dı (No: 5). Bu kişiyi daha önce (300/912)'de Abbasiler İsfahan'a mülkiye amiri (ıst-a mala) olarak atamışlardı. 304'te görevinden alındı. Fakat 307/919'da, Abbasi komutanı Mûnis daha önceden Yusuf b. Abi'l Sâdi'yi alıp hapsettiği için Ali'yi onun yerine Rey, Kazwin ve Zencan valiliğine atadı. İki yıl sonra, Custan b. Wahsudan'ın zeki kızı Kharasuya ile evli olan Muhammed b. Musafir (No: 4) (Taram'un ikinci Daylamit hanedanının Kangarisiya'da Sallarisi) tarafından Kazwin'de öldürüldü. O kayınpederinden öç almak istiyordu. (İbn al Athir, VIII., 76'da belirtildiği gibi yeğeninden değil.) Politik yönüyle tanınmıyordu. Oysa öğreniyoruz ki, Hasanid Hasan b. al-Kâsım (da'i no: IV) Tabaristan'da yakalanıp Bağdat'a gönderilmesi için Ali'ye teslim edildiğinde, Ali onu "ata yadigarı" Alamut kalesine hapsettirmiştir.17 Alinin ölümünden hemen sonra ise diğer kardeşi Husrev Firuzan (No: 6) Sayid'i serbest bırakmıştır. Husrev Firuzan Ali'nin "locum tenens"i (onun yerine geçecek olan, çn.) gibi hareket ediyordu. Husrev Firuzan İbn Musafir'in üzerine yürüdü, ancak onun tarafından öldürüldü. Hüsrev'in oğlu Mehdi (No: 7) de Kangarid'lere başkaldırdı fakat yenilgiye uğrayarak Daylam'ın belirmeye başlayan yeni ismi Asfar b. Şiraya ya da Şirawa'yla birlikte sürgüne gönderildi. Epigonlar: Bu olayla (315/927) Custanidlerle ilgili doğrudan bilgimiz son bulmaktadır, ancak hanedanın arttıkları, özellikle dominyonlarında varlıklarını korumuş olabilirler. İbn Musafir Custanid muhalifleriyle (No: 5, 6, 7) uğraşırken, Alid ve Custanidlerin ilk emirleri İran platosuna yayılmış durumdaydı, ve asıl Daylam, İbn Musafir'in merhametine kalmıştır. Buyid veziri İbn Abbad18 için bir memurun yazdığı "Samiran (Tarom) Tarihi"nde (379/989)'den önce Musafiridlerin tüm dağlık Ustaniya bölgesini denetim altında tuttuklarını (böylece ?) Daylam'ın bir kısmını ilhak ettiklerini ve buna bağlı olarak Wahsudan (No: 3) b. Custan soyunun kendisini Laiciya bölgesine mahkum etmek zorunda kaldıklarını belirtmektedir. Aynı durum, Tuğrul Bey'in veziri al-Kunduri'nin yardımcısının kendisine sunduğu pro-Türk anti-Daylamit adlı kitapçıkta da açıklanmaktadır (450/1058). İbn Hassut, Ostan'ın, Daylam'ın düzlüklerini, La'idi'nin ise (burada yanlışlıkla Lanc diye basılmış) yükseltilerini oluşturduğunu söylüyor. Ostan, Wahsudanid (burada Kangarid) valilerinin mülkiyeti altında, La'idi ise Custanid krallarının elindedir. Bu iki bağımsız rapordan anlaşıldığı kadarıyla Custan b. Wahsudan (No: 4) Ölümünden hemen sonra mülkiyeti parçalanmış ve Wahsudanidler (Taromlu Kangarid Wahsudan b. Muhammed'in çocukları) Daylam yüksekliklerini mülk edinmişlerdir.(Bir olasılıkla "Oste" yani Custanidlerin ana yurdu) Sonrakiler Lahican komşu bölgelerine göçmüş olabilirler (Daylam'ın kıyı bölgesi... Hudûd'da bunlar on bölge olarak ele alınmıştır. Tersine, Sultan Tuğrul, Kazwin yakınlarında operasyonlarını sürdürürken19 , Daylam kralı yüklü bir sunuyla önüne çıktı. Gene bundan ayrı olarak İbn al-Athir Tarmlı (Tarom) Salar'ın teslim olduğundan sözetmektedir. Sonuç olarak şunu belirtmemiz gerekir: Ya Custanidler, dominyonlerını yeniden almayı başardılar, ya da haraç Lahican kolu tarafından verilmiştir. İkinci olasılık daha makul görünüyor. Çünkü Naşir-i Hüsrew, Şerefname'sinde, Daylaman krallarından olan Emir-i Eminan adına Şah-rûd kesitinde (Safid-rûd'la birleştiği yere yakın) (438/1046)'da zorla para (baç) topladığından sözetmektedir. Sonra, Nasir, kendisinin Marzuban al-Daylam Gil-i Gilan "Abu Salih" diye anılan birinin hükümranlığındaki Samiran'ı ziyaret ettiğinden bahsetmektedir. Bunun adı "Custan İbrahim" olup Daylam'da pek çok kalesi vardı. Bu adam, Taronlu Wahsudan'ın torununun torunu olabilir.21 Şah-rûd üzerindeki bacın, onun adına toplandığı anlaşılıyor. Da'ilerin hikayesi, al-Utrus'un damadı (khatn) yukarıda adı geçen Hasanid Hasan b. Kasım'ın (No: 4) yönetimiyle son bulmaktadır. Her ne kadar kendisi Naşir tarafından önerilmişse de, onun yerine tahta geçmek için Naşir'in oğullarıyla aralarında mücadele başlamıştır. Onların ölümünden sonra ise Daylamit emirleri karmaşık kavgalar içine girmiş ve salt kendi üstünlükleri için mücadele etmişlerdir. Hasan b. Kasım, o zaman Asfar b. Şıroya'nın müttefiki olan Mardawic b. Ziya tarafından (316/928)'de öldürüldü. Daylamit Yayılması Alid eylemlerinin sonucu olarak Daylamitler kısmen Zeydi tarikatına girdiler, halifeye karşı güçlü bir muhalefet geliştirdiler ve Alidler için yaptıkları yoğun mücadeleler sonucu askeri yeteneklerini büyük ölçüde geliştirerek güçlerinin bilincine vardılar. Sacid Yusuf b. Diwdâd'ın başkaldırıları (295/907 ve 304-7/916-9'da) ve ölümünden (315/928) önceki son azledilişi Samanid valilerinin Rey'de ardıllanma sürecinde, Türk köleler arasında ve Daylam Alidleri arasında kaoslu bir dönemin yolunu açtı. Târom Musafiridlerinin büyük bir kolu Azerbaycan ve Transkafkasya'ya doğru yayılırken,22 İran merkez platolarında yeni unsurlar belirmeye başladı: Önce, (315/927)'de kendini kral ilan eden Asfar b. Şiroyâ; sonra kısa bir süre için İsfahan Rey'de (316-434/928-1042) ve daha sonra da Hazar Denizi'nin güneydoğu kıraçlarında ortaya çıkan, ancak daha önemli olan Buyidilerin baskısı altında geri çekilmek zorunda kalan Ziyaridler...23 İran platosunun büyük bir kısmını (Samanidlerin elinde bulunan Horasan dışında) işgal ettikten sonra (320/932)'de ortaya çıkan Buyidiler, (334/946)'da Bağdat'ı alarak halifeliği 109 yıl boyunca Alid vesayeti altına soktular. Onların gölgesinde İran kökenli bir dizi hanedan (Daylamit ve Kürt) çevre bölgelerde ortaya çıktı: Musafiridler; Ganca Şaddadileri (340-409/951-1018) ve onların Ani kolu (451-559/1059-1163); Humadan ve İsfahan Kakuyidleri (398-443/1007-51); Kirmanşah bölgesinde Hasanuyid Kürtleri24 (348-406/959-1015); Zagros dağlarının batı etekleriyle Huluwân'da Annazid Kürtleri (381-511.991-1117); Mayafarkin ve Diyarbakır'da Merwan Kürtleri (380-478/990-1085) vs... Daylamit rejiminin zayıflığı birçok unsurun geniş bir alana yayılmasında değil, hanedanın birçok rakip kanada bölünmesinde ve son olarak oradaki Türk-Daylamit çelişkisinde yatmaktaydı. Buyidi gücüne ilk darbe, Gazneli Mahmud'un (420/1029)'da Rey şehrini almasıyla indirilmiş oldu. Kesin sona, son Bağdat Buyidi al-Malik al-Rahim'in, Tuğrul Bey tarafından esir alınmasıyla birlikte gelen baskıya bağlı olarak vurulmuş oldu (447/1055). Fars'ta Buyidilerin son çocukları birkaç yıl daha Selçukluların vasalları olarak yaşamlarını sürdürdüler.25 Daylamitler, ülkelerinin dışında paralı asker olarak hizmet gördüler. Nizamül Mülk, Siyasetname XIX'de Selçuk sarayının koruması olarak 100 Daylamit ve 100 Horasanlı'dan sözeder. Daylamitlerin izole olmuş kolonileri yerel nüfus tarafından yutulmadan önce daha bir süre birçok yerde ayakta kalabildiler. Yer Adları Çağlar boyunca Daylamit boylarının yerleştiği alanlar, oldukça geniş bir alanı kapsar. Bu nedenle, kronolojik güçlükleri gözönünde bulundurarak referansları tek bir başlık altında toplamak daha uygun olacaktır. Bir Babil adı olan Dilmun adası (Bahreyn), bugün bile güncel bir adken Fars'ın güney kıyısındaki Bender-i Daylam adı gerilere, Buyid dönemine kadar dayanan bir ad görüntüsü vermektedir. Aşağı Kafkasya bölgesinde, Sasaniler devrinden kalma askeri yer isimleri Lahican'la bağlantılı gibi görünen (şimdiki Lahic) Layzân ya da Lâizan adlarını çağrıştırıyor. Şirvan adı, muhtemelen Talakan ve Alamut nehirlerinin birleştiği yerde bulunan Şir (Arapça, Şirriz) ile benzerlik gösteriyor.26 Hatta Baladhuri'de Wahrazan-Şah olarak geçen Sarır (Avaria) kralının ünvanı bile Wahriz ünvanı ile ilintili görünüyor.27 Diyarbakır'ın kuzeyinden Palu ve Dersim'e kadar uzanan bölgede yaşayan ve bugün hala İran kökenli bir dil konuşan "Zaza"lar kendilerine Dımli demektedirler. F. C. Andreas, bu durumu, Daylam benzerliğine yoruyor. Bugün Türkleşmiş olan ve 19. yy. başlarından beri Hoy bölgesinde aktif olarak yerleşik bulunan Dümbüliler de Dımli ile bağlantılı gibi görunmektedir. Özellikle belirtmekte yarar var; Agathias III, 17'de Lasica'da savaşan Dilimnitai askerlerinden bahsederken onların yurtlarının (belki de özellikle bu grubun?) Orta Dicle havzasında Fars topraklarına komşu topraklarda olduğunu söylemektedir. Yani (eğer Dicle, Safid-rûd yerine yanlışlıkla kullanılmıyorsa) Zazaların bugün yaşadıkları bölgedir bu. Gezgin Abu Dulaf,28 Şahrazur'un yedi fersah doğusunda Daylamistan diye bir yerden bahsetmektedir. Bu yer, "Eski Pers kralları döneminde" Daylamitlerin oradan Mezopotamya ovalarına akınlar düzenledikleri yerdir. Lahican'ın batısındaki Daylaman kazası, Daylamand merkezinin Ostân'dan Lahican bölgesine aktarılmış olduğunun kanıtı olabilir. Urmiye gölünün kuzeybatısı, yani Salmas'ın merkezi çok yakın zamanlara kadar Dilmakan diye adlandırılmaktaydı. Urmiye gölünün güney batısında önemli bir Zagros geçidi üzerinde Lahican diye bir bölge vardır.29 Gene Lahican adını taşıyan birkaç köy daha vardır, bunlar Urmiye gölü havzasında, Savalan dağının kuzeyindedir, (Lahi) vb. gibi. Ülke ve Halklar Khuradadhbih, Yakubi, İbn Rusta, İbn Fakih gibi ilk müslüman coğrafyacıların, Daylam ülkesi ve halkı üstüne söyledikleri çok az şey vardır. Ancak ayrıntılı bilgi 4./10. yüzyılda Daylam hanedanının yükselmesinden sonraki tarihçi ve coğrafyacılardan elde edilmiştir. İştakhri, Hazar Denizi'nin tüm güney kıyısını ve (Rey ve Kazwin dahil) Elbruz sıradağlarının güneyini bir kuşak gibi saran toprakların tümünü Daylam diye tanımlıyor. (Daylamid dominyonunun en parlak günlerinde yaşamış olan) Mukaddesi, bunlara Volga ağzındaki Hazar Hanlığı'nı da içine alacak şekilde tüm Hazar kıyılarını katar. İştakhri (Balkhi'den sonra olma olasılığı var), Custan hanedanının merkezini Rûdhbâr olarak verir. Cuvayni'nin yazarı M. Kazwini (III, 434), bunun Alamut'daki Rûdhbar olduğuna ilişkin yoğun tartışma açmıştır. Bu da Alamut valisinin Daylam hanedanının yurdu (Ostân) olduğunu göstemektedir. Başlıca İştakhri üzerine kurulmuş olan İbn Hawkal'ın kitabında Daylam'ın başkenti al-Tarm'a yerleştirilmiştir. Ancak bu yazan ya da yazdırandan da kaynaklanan bir sürçme olabilir, çünkü al-Tarm (Tarom) gerçekte Custanidlerin değil, Musafiridlerin merkezidir. Daha anlaşılmaz olanı, Mukaddesi, 360'a göre bir Daylam (kasaba) merkezi olan B'rwan'dır. Burası, yazara göre merkez olmak için daha uygun olan (Şad-rud vadisindeki) verimli Talakan'a bakarak daha elverişsiz ve yoksun bir yerdi. B'rwan'daki hükümet konutuna (mustakarr-al-sultan) Şehristan deniyordu. Hazine, burada derin bir kuyuda korunuyordu. (Zahir al-Din Shehristan'ın Şehr-Ostan, yani "Ostan'ın Şehri" olabileceğini söyler.) Mukaddesi, birbirinden ayrı olarak, Samirum'u Taron bölgesinin (Musafiridler) Salâarwand yöneticilerinin merkezi, Keşm'i ise Alid-da'ilerin bir köprünün yanına kurulmuş doğu Gilan'daki bir kenti olarak verir. İştakhri, 205, Daylamitleri zayıf, kumral (bir olasılıkla kabarık tüylü) kaba ve gözüpek diye tanımlar. Tarımla uğraşıp sürü beslemişler, ancak atla ilgilenmemişlerdir. Mukaddesi'ye göre, 368-9, Daylamitler, yakışıklı olup sakal bırakıyorlardı. Bazı değerli bilgiler "Daylam Anayurdu" ve Gilan'a ilişkin olarak Hudud al-Alam, XXXII, s. 24-5'te verilmektedir. Daylam'ın, Hazar ovalarında on bölgesi vardır. Diğer üç bölge Wustan, Şir (Arap kaynaklarındaki Şiriz olduğu açık) ve Pazhm dağlık bölgelerdeydi. Gelenekler Daylamitlerin birçok alışkanlık ve gelenekleri çağdaş yazarları etkilemiştir. Erkekleri oldukça güçlü olup yokluklara son derece dayanıklıydı.30 En önemli silahları mızraklar (zhopin) ve yardımcı adamlar tarafından taşınan çarpıcı renklerle boyanmış yüksek kalkanlardı. Bu kalkanlar yan yana konduğunda saldırgana karşı bir duvar oluşturuyordu. Ordularında, yanan neftli mızraklar atan (mazari al-neft) özel adamlar vardı.31 Daylamit savaşçılığının şiirsel anlatımı Gurgani'nin Wis wa Ramin, Mihoul, bl.XCIX'de vardır. Daylamitlerin en büyük dezavantajları süvari birliklerinin olmayışıydı. Bu yüzden, (daha iyi silahlanmış olan) Türk paralı askerleriyle savaşa çıkmak zorunda kalıyorlardı. Aralarındaki bu temel farklılık ve rekabet, daha sonra ordunun parçalanmasına sebebolmuştur. Daylamitlerin, ölülerinin ardından ve hatta işleri ters gittiğinde aşırı derecede yas tutup etkilendikleri görülmektedir.32 Mu'ziz al-Dewle, İmam Hüseyin için Bağdat'ta genel yas ilan etmiştir.33 Ve durum daha sonra İranlıların Muharrem ayında yaptıkları taziyelerin temelini oluşturuyor olabilir.34 Suriyeli bilge Bardesanes, M.S. 200'de Gilan kadınlarının tarlalarda çalıştığını belirtmektedir.35 Sekiz yüzyıl sonra Hudud'un yazarı, Daylam kadınlarının erkekleri gibi tarla işlerinde çalıştıklarını aktarır. Rudhrawari, Edipse II, 313'e göre, onlar, "beyin gücü, karakter özellikleri, işlerin düzenlenmesi gibi konularda erkeklerle eşit idiler". Daylamitler kabile içi evlilikler yapmışlardır. Evlilklerde her zaman tarafların doğrudan uzlaşması sözkonusudur.36 İsmailîler Fatimi İsmaililerin Rey dolaylarındaki propagandaları daha 3./9. yy. başlarında yaygınlaşmaya başlamıştır. Daylamlı Asfar ile Gilanlı Mardawic, yeni öğretiyi kabul ettiler, Son Buyidilerin yönetiminde Fars'taki Daylamitler yedi imam doktrinine bağlandılar ve sondan bir önceki Buyid Marzuban Abu Kalicar (ölümü 440/1408) vaiz al-Mu'ayyad'ın sözünden dışarı çıkmaz oldu. Bu vaiz, sonradan Fars'tan sürülmüştür.39 Daylam'ın güçlü durumu ve nüfusunun karşı koymacılığı doğal olarak Hasan-i Şabah'ın ilgisini çekmiştir. Hasan-i Şabah, ilkin propagandistlerini Daylam içine göndermiş, daha sonra (483/1090)'da Mehdi adlı bir Alid'in Melikşah'ın tımarı olarak elinde bulundurduğu bir Alamut kasabasını almıştır.40 Böylece, sonraki 166 yıl boyunca güçlü Daylam, Selçuk topraklarının hemen bitişiğinde büyük bir tehlike odağına dönüşmüş ve tüm sunni dünyası için bir korku unsuru oluşturmuştur. Selçukluların Alamut'u yoketme çabaları boşa çıktı, ancak, yerleşik nüfusa pek çok zarar verdiler: Aslantaş'ın (485/1092), Nizam-ül Mülk'ün oğlunun (503/1109) ve Şirgir'in (511/1117)'den önce yaptıkları seferler, Buyidilerin Daylam'daki en son kalıntısı Cuvayni'nin raporu III, 239'da veriliyor. Bu, kayınbiraderi olduğu halde, propagandalardan hoşlanmadığı için İsmaililerin efendisini hançerleyen Buyid oğullarından Hasan b. Nâmâwar'dır, (561/1166). Moğollar ve Sonrası Haşaşilerin (Alamut, Lamassar, Maymun-diz) kalesinin Hulagu orduları tarafından 654/1256'da yerle bir edilmesi ve Haşaşilerin son liderlerinin izleyicilerinin ortadan kaldırılması, Daylam dağlarında bir fırtına gibi esti. şah-rud, Kazwin'den kolayca koparılabilir duruma geldi. (706/1307)'de Gilan'ı istila edip Lahican'a ulaşan Olcaytuhan'ın seferlerini de hesaba katmak gerekir.41 Daha sonraki bir dönemde Daylam'ın dağlık bölgeleri, Doğu Gilan'ın (Biyapış) Karkiya hanedanınca yönetilmiştir denebilir. Bunların merkezi Lahican'daydı. Bunlar, giderek, Alamut İsmaililerinin son çocukları olan Aşkawarlı Hazaraspi prenslerini ve Daylaman ile Rudhbar'ın Kuşidi Han'ını ortadan kaldıdılar. (819/1416)'da Lahicanlı Seyid Radi, Daylamitleri Safis-rûd kıyısına davet etti ve bunların iki ya da üç binini liderleriyle birlikte katletti.42 Daylam tarihindeki en yakın hareket, Ehl-i Hak lideri Seyid Muhammed'in Kalar-Deşt'te Ekim 1891'deki başkaldırısıdır.43 Daylam anayurdu üzerine tam bir soruşturma yapılmış değildir, ancak, H. Robino, Le Guilan, 280'de, asıl Daylamitlerin yalnızca (kışın) Kalavdeh ve Cawsal, (yazın) Kalac'khani'de bulunduklarını söylemektedir. Daylaman sakinleri (Lahican'ın güney batısı) topraklarını satmış, şimdi Berfcan'da yaşamlarını sürdürmektedirler. (Hudud'da, Befcan, Daylam ovalarında bir kanton olarak verilmektedir.) KAYNAKLAR 1) Kârnâmak'i Artakşir, çeviri Nöldeke, 47 2) Marquart, İranşar, 126 3) Procopius, De bello persico I, 14 4) Procopius, De bello gothico, IV, 14. basım, Dindorff, s. 529-30 5) Agathias, III, 17 6) The ophylactus Simocatta, 1V, 3, 1 7) Tabari, I, 265 (ve 22/642) 8) Kasrawi, 4-20 9) Hubschemann, Ermenice Grammeri, 78 10) Tabari, 176: yakub II, 462 11) Tabari , III, 188 12) Tabari, III, 1524 13) Cuwayni, III, 271 14) İbn al-Athir, VII, 303 ve İbn İsfendiyar, Eghbal, 252-4 15) Naşir al-Din, al-Tha'ir, al-Utrûsh "Sağır" (No: III) 16) Evliya Amuli, Tarikh-i Rûyan (750/1349). Tahran 77. İbn Vaşil, al-Tarikh al-Şalihi, Dorn'da, Muhamm. Quellen 2. Gesch, d. Kasp. Meres, IV, 474 17) İbn İsfendiyar, ed. Eghbal, 281 18) Yakut, III, 149-50, Kasrawi, I, 130-4'te açıklandığı gibi 19) Fada il al Atrak, Osm'A al Azzawi, Belleten,IV.14-5. 1940 20) İbn al Athir, alıntı 439/1042) 21) Bkz. Musafirids 22) Minorsky, BSOAS, XV/3. 1953. 514-29 23) Bu dönemle ilgili bilgiyi şu kaynaklardan alıyoruz: Ma'sudi, Muruc, IX, 4-15; Miskawayh, Eclips'te; İbn İsfendiyar, bsm Eghbal, 224-301, çv. Browne, 162-223; ve Samanid tarihçileri Gardizi, Zayn al-akhbar; İbn Fadlan'ın Rihlası vs. gibi yan kaynaklardan. 24) Bkz. Hasanawayhidzer 25) Bowen, JRAS, 1929, 229-45 26) Bkz. Hudud bl XXXII, 24 ve Cuveyni, III, 425 (Kazwini'nin notu) 27) Minorsky, Sarvin arihi, 1958, 23-5 28) Bsm. Minorsky, Kahire 1955, s. 25 29) Bkz. Sawdi-Bulak, El' 30) Miskawayh, Eclipse, I 31) İbid., s. 282 32) Mukaddesi, 369 ve op. cit., II, s.162; III, s. 260 33) İbn-al Athir, VIII, 406; Tanukhi, Nişwar, ç. Marqoliouth, 219; Uygulamanın çağdaş karakteri için bkz. Hilal b. Muhassin, Edipse, III, 458 altyazı 393 34) A. E. Krimsky, Persky Teatr, Kiev, 1921 (bkz.) 35) Lages regionum, Patrologia Syriaca, II/I, 1907, bsm 586 36) Mukaddesi, 368-9 37) Bkz. M. Stern, BSOAS, XXIII, 1960, 56-90 38) Baghdadi, Fark, ç. A. Halkin, Tel Aviv 1935, 113; Raşid-el Din, İsmailiyan, bsm. Danispazhuh, Tahran 1338/1959, 12 39) Sirat el Mu'ayyad fi'ldin, Kahire 1949, 43-64; Bkz. Farsname 115 40) Curyani III, 174 41) Tarih-i Olcaytu, Bibl. Ulus. Ek 4197, 42 v 42) Zahir-el Din, Tarikhi Gilan, bsm Robino, Raşt 1330, 57, 118, 122-6 43) Bkz. Minorsky, Ehli-Hak Tarikatı Üzerine Notlar, Paris, 1920-1, 51 Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi arzu ederdim! DERSİM VE ZAZA TARİHİ Sözlü Gelenek ve Tarihsel Gerçek (BÖLÜM I + II) ÖNSÖZ Bu çalışmanın amacı Dersim/Zaza Sorunu’nun kavranmasına ve çözümüne katkıda bulunmaktır. Beni bu çalışmaya yönelten başlıca nedenlerden biri Dersim’e ilişkin yazılı kaynaklar ve politik iddialar ile Dersimli’nin tarih ve kimlik bilinci arasındaki çatışmadır. Çünkü Dersimli dış dünyanın kendisine yakıştırdığı Kürt veya Türk nitelemelerini redetmekte, ne Türk ne de Kürt olduğunu söylemektedir. Bende bu çatışmanın bilinci ilk kez 12 Eylül 1980 sonrasında İç Dersim köylüleri arasında geçirdiğim iki yıllık gizlilik döneminde oluştu. Dersim’in zengin sözlü geleneğiyle asıl bu yıllarda tanıştım. Bu dönemde Dersim direnişlerini bizzat yaşamış yaşlı kuşaktan insanlarla buluşma ve sohbet imkanı buldum. Bu kuşağın öyküsünü, görüşlerini ve ozanlarını dinledim. Dersim’in hafızasını yitip gitmekten kurtaran, onu bugünkü nesillere aktaran da sözü ve sazıyla bu kuşağın insanıdır. Eldeki miras bu kuşağın taşıdığıdır. Bu birikimi tanıdıkça Dersim konusunda o güne değin okuduklarımdan kuşkulanmaya, bildiklerimi sorgulamaya, hatta unutmaya karar verdim. Konu yeni baştan ele alınıp incelenmeye değerdi. Ama o günkü koşullar bir kütüphane çalışmasına elvermiyordu. Bu fırsatı ancak 1982 yılı sonlarından beri sürgün bulunduğum Avrupa’da yakaladım. Eldeki kitap o tarihten beri yapmakta olduğum araştırmanın ürünüdür. Dersim, destanların ve efsanelerin yatağıdır. Bu rivayetlerde, öykü ve türkülerde yüzyılların insan ve bilgi birikimi var, doğrusu ve yanlışıyla bir köken, kimlik ve tarih bilinci var. Bu kitapta kuşaktan kuşağa taşınagelen bu sözlü birikimi ayrıntılı bir yazılı tarih çalışmasıyla aydınlatmaya ve tarihsel gerçeği kurmaya çalıştım. Dersimli kimdir, bugün yaşadığı topraklara neden, nereden, nasıl ve ne zaman gelmiştir, sonraki tarihi nasıl bir seyir izlemiş ve bugüne nasıl gelinmiştir? Bu çalışmanın amacı işte bu ve benzeri sorulara yanıt aramak, doğru bir tarih ve kimlik bilincinin oluşmasına katkı yapmaktır. Bu bilinç olmaksızın Dersim davasının başarısı da düşünülemez. İnsanımızın ve özgürlük kavgamızın ihtiyaç duyduğu günlük gazete manşetlerini andıran sansasyonel başlıklar altında piyasaya araştırma değeri olmayan kağıt desteleri sürmek değil, konusunu ciddiye alan, hiç değilse araştırdığı konunun bazı boyutlarını açıklığa kavuşturup mesafe alınmasına yardımcı olan katkıcı çalışmalardır. Bir kitabın veya makalenin değeri, gerçeğin bilince çıkarılmasında, bilinmezlere yanıt bulmada yaptığı katkıyla ölçülür. Başlangıcını ve gidişatını bilmediği şeyi başlangıcından beri anlattığı iddiası taşıyan, ama ne yazık ki konusuna aşina dahi olmayan veya artık herkesin bildiği ama anlamadığı efsaneleri çözümleme girişimi yerine kendi zevkini ve hayal gücünü de katıp daha da gizemli ve tanınmaz hale getirdikten sonra yeniden piyasaya süren türden kitaplar gördük. En asgari seviyede bile olsa sistemli bir genel tarih bilgisinden ve bir genel perspektiften yoksun diplomalı tarihçi müsveddelerine, akademisyen geçinen Dr. veya Prof. ünvanlı cehalet abidelerine tanıklık etmekteyiz. Ne katkı yaptığı yerine ne kadar çok kitap okuduğunu göstermeye çalışan, okumadığı, hatta belki hiç görmediği veya bilmediği bir dile ait kaynakları okumuş görünen, üstelik neyi nereden veya kimden aldığını doğru dürüst söylemeyen, adını verdiği kaynağın fikrini bile doğru aktarmayan, kaynakları çok kötü kullanan sözde yazar, tarihçi ve araştırmacı tipolojisi ortalığı adeta istila etmiş durumda. Oluşmasında hiç bir katkısı olmasa da, kar peşinde koşan iş adamı misali nerede yeni uyanan bir talep görürse o alana yönelen, bu nedenle de yeni bir ışık getirmek yerine zaten yeterince karışık olan konuları kendi yetmezliği ve kafa karışıklığı yüzünden daha da bulandıran yazarlığın ve tarihçiliğin bu türü, terkedilmesi gereken bir yığın kompleksin dışavurumu olmanın yanısıra, yalnız konusuna değil, başkalarının emeğine, yazarlık ve araştırmacılık etiğine, hitap ettiği kitleye ve ne verilirse kabul edeceği sanılan okuyucuya da büyük bir saygısızlıktır. Bilineni farklı bir perspektifle yeniden harmanlamak gerekebilir. Ama ordan burdan devşirilmiş görüşleri kendi imzasıyla yeniden yazmak bir tür korsan yazarlıktır. ‘Benim de bir kitabım olsun’ kompleksiyle veya sırf kitap yazmış olmak için kitap yazılmaz. Bir kitap, insanlığın kütüphanesine yeni bir şey katmıyorsa kitap değildir. Avcılık ve toplayıcılığı bırakıp yaratıcılık ve üretkenlik evresine adım atan aydınlara ve araştırmacılara ihtiyacın daha da büyüdüğü bugün, yukarıda örneklediğimiz zihniyetin protesto edilmesi ve bir fikir haysiyetinin daha fazla gecikmeden artık yeretmesi gerekir. Özcesi, kitap başlıklarına aldanmayalım. Ne yazık ki Dersim ve Zaza tarihi henüz yazılmış bir konu değildir. Bu konuda ciddi, güvenilir ve bütünlüklü bir eser olsaydı zaten böyle bir çalışmaya, bunca zaman ve emek harcamaya ihtiyaç olmayacaktı. Böylece bu kitap bir tarih temeli atmak ve bir çerçeve koymak gibi zor, ama halkımızın geleceği bakımından hayati bir görevi üstlenmek zorunda kaldı. Bu çalışmada yola çıkış noktası şimdiki zamandı. Yani acil amaç bugünü anlamak ve açıklamaktı. Ama modern Dersim’i anlamak için onun içinden çıktığı geçmişi tanımak gerekti. Tarihimizi mitolojiden kurtarmak, zamanda belirli referans noktalarına dayanarak bir kronolojiye oturtmak ve içsel bir bakışla aşamalandırıp anlatmak zorunluydu. Bu kitapta yapılmaya çalışılan tam da budur. Bir Dersim-Zaza tarih yazımı başladığına göre, sonraki araştırmalar için de ortaya bilimsel bir tarih görüşü, sağlam bir temel ve çerçeve konmalıydı. Henüz aydınlatılmayan bazı noktalar, boşluklar ve eksiklikler elbette vardır. Bunların hangileri olduğu işlendikleri yerde altı çizilerek belirtilecek, bu konular üzerinde yoğunlaşmak isteyenlere yardımcı olmak için eldeki ipuçları da verilecektir. Herşeye karşın bu çalışmayla birlikte başka araştırmacıların üstüne kendi tuğlalarını koyabilecekleri, varsa hatalarını giderip eksik bıraktığını tamamlayacakları bir temelin atıldığı inancındayım. Dileğim, bu çalışmanın bir Dersim-Zaza tarih ekolünün doğuşuna ve bilimsel bir yürüyüş hattı üzerinde ilerlemesine katkıda bulunmasıdır. Ama unutmayalım ki, tarih sadece yazılmıyor, yapılıyor da. Bu kitap bu yapılışa katılanların elinde etkili bir araca ve motivasyona dönüştüğü ölçüde asıl işlevini gerçekleştirmiş olacaktır. Onu oğlum Baran ve kızım Evrim’e, ayrıca 1915 ve 1938 soykırımlarında yaşamını yitirmiş onbinlere, onların anısını günümüze taşıyan kuşaklara, Dersim ve sosyalizm davası için savaşanlara ithaf ediyorum. Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi arzu ederdim! DERSİM VE ZAZA TARİHİ Sözlü Gelenek ve Tarihsel Gerçek (BÖLÜM III) ESKİ DERSİM (ESKİ DERSİMLİLER) Dersim’in limitleri hakkında kısa bir açıklama ile başlamam gerekecek. Binlerce yıllık tarih yolunda çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olan Zazalar, bugün Anadolu’nun doğusunda, Dicle-Fırat kaynakları, Yukarı Fırat, Murat, Harçik (Pülümür Suyu) ve Munzur havzalarında yerleşiktirler. Bu coğrafyanın alan itibariyle en büyük ve en Zaza-yoğun parçası Dersim adıyla bilinen Karasu ve Murat nehirleri arasındaki bölgedir. Dersim (=Zazana) adını geniş manada Zaza topraklarının tamamına karşılık olarak kullanıyorum. Bu tarihi Dersim’in sınırlarıyla bağdaşan bir yaklaşımdır. Sözcüğün geniş anlamında Dersim, başka türlü ifade edilirse, Koçkiri, Şeyh Sait ve İç-Dersim direnmelerinin toplam etki alanı demektir. Dar anlamda ise resmi dilde Tunceli adı verilen iç kesimlere denk düşer. Ben buna İç-Dersim diyorum. Çünkü Tunceli adı verilen topraklar tarihi Dersim’in bütünü değil, sadece çekirdek parçasıdır. Bir halkın veya ulusun tarihi onun oluştuğu ve geliştiği bölge eksene konarak anlatılmalıdır. Bu çalışmada da genelde Urartu (Kırmanciye, Ermenistan), özelde Dersim adını taşıyan coğrafyanın kendisinde yaşanan şekillenme esas alınmıştır. Dersim geleneği modern Dersimliler’in Eski Dersimliler ve Geç Dersimliler (Sonradan Gelenler) olmak üzere iki tabakadan bileştiğini söyler. Bu gelenek tarihsel gerçeklerle örtüşüyor. Orijin ve tarih problemini çözmek için farklı göç veya istila dalgalarına ait bu iki katmanın tespit edilip tanımlanması gerekti. Bu nedenle Dersim tarihini Eski Dersim ve Geç Dersim olmak üzere iki ana bölüm halinde işlemek zorundayım. Bu bölümde esas olarak Eski Dersimliler’i, onların orijini ve tarihlerini ele alıyorum. Daha sonra Geç Dersimliler konusuna gelinecektir. DERSİM’İN ESKİ HALK TABAKASI (Genel Bir Bakış) Dersim; kale ve kent harabeleri, kervan yolları, hamam, köprü, kervansaray, pagan dönem ile Hristiyanlık ve İslam peryodlarına ait tapınak ve türbeler gibi tarih kalıntılarına sıkça rastlanabilen bir coğrafyadır. Bu kalıntıların bir bölümü taş çağı kadar gerilerden kalmadır. Örneğin İç Dersim’in en önemli iki vadisi olan Kutu Dere ve Ali Boğazı’nda taş çağı insanı tarafından barınak olarak kullanıldığı kuşku götürmeyen sayısız inler ve mağaralar mevcuttur. Bunlar, Dersim içinde Eski Taş Çağı’ndan beri insan topluluklarının yaşadığının açık kanıtlarıdır. 1937-38 Dersim katliamına dek halen bu vadilerdeki ilkel barınaklarda yaşayan kabileler ve aileler vardı. Sözgelimi Koçan grubu aşiretleri 1920’lere ve 30’lara kadar Çemişkezek’in oldukça sarp Tağar Deresi ve Ali Boğazı mıntıkalarındaki mağaralarda yaşar ve Dersim’in erken sakinleri gibi hayvancılık yaparak geçinirlerdi. Onların bir bölümü yurt edindikleri bu vadilerden devlet tarafından zor yoluyla veya çeşitli vaadlerle çıkarılabildiler. Devlete karşı direnen veya devlet zulmünden kaçan Dersimliler için bu vadiler ve oralardaki ilkel barınaklar son zamanlara kadar sıkça kullanılmıştır. 1937-38 katliamı sürerken binlerce Dersimli ailenin hayvanlarıyla birlikte aylarca bu vadilerde ve barınaklarda yaşadığı bir sır değildir. Bugün dahi onbinlerce yıl öncesine ait bu barınaklar gerillalar tarafından yer yer sığınak olarak kullanılmaktadır. Dersim içinde Neolitik Devrim’in, yani göçebelikten yerleşik yaşama ve tarıma geçişin kanıtları da bir o kadar açıktır. Bu geçişin izleri doğal olarak ülkenin tarıma en elverişli kesimlerinde ve ırmak boylarındadır. İç Dersim’in tarıma elverişli kesimleri ise, Çemişgezek, Pertek, Çarsancak, Ovacık, Mazgirt, Pah (Parçik) ve Türüşmek gibi merkezlerdir. Dersim’de ilk siteler (kentler) de Mazgirt, Çemişgezek, Sağman, Pertek, Peri, Kığı, Bağin, Kemah, Palu ve Ovacık (efsanelere bakılırsa) gibi merkezlerde kurulmuşlardır. Ama bu sitelerin bir bölümünün ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu henüz kesin olarak bilinemiyor. Dersim ve çevresinin en eski sakinlerinin Hattiler ve Hurriler olduğu sanılıyor. Tarihsel Değişim Sürecinde Tunceli (1985) adlı çalışmasında Bilal Aksoy’un aktardığına göre, Arthur Ugnad, Dersim ve çevresinin M.Ö. 2200’lerde Subartular’ın ülkesi olduğunu yazmaktadır (Bk. Aksoy, a.g.e., s. 31). Bu araştırmanın Giriş kısmında Subartular adının daha çok Hurriler’e karşılık olarak kullanıldığını, ama zaman zaman Asurlular’ın da bu adla bilindiklerini not etmiştim. M.Ö. 2. Milenyumda Dersim ve çevresinin Hurriler’le (Hurri kökenli İşuvalılar) yerleşik olduğunu başka bazı kaynaklar da yazmaktadırlar. Örneğin Türkçe Britannica’ya göre o zamanki Dersim halkı Hurriler’di. Hurrice’nin Hozatça olduğunu öne süren görüşler de var. Dersim ve yakın çevresinin zaman zaman kısmen veya tamamen Mitanniler’in yönetimine girdiği sanılıyor. Mitanniler de Hurri orijinli idiler. Daha sonra Dersim ve çevresinde Hititler’le Asurlular etkinlik kurmuşlardır. Bazı tarih atlasları M.Ö. 1600-1300 arasında Dersim’i Hitit imparatorluğunun sınırları içinde gösterirler. Dersim içinde Hititler’e ait yazıtların bulunuşu da Dersim’in en azından bir bölümünün Hitit hakimiyetini yaşadığına işaret eder. Ama Hitit imparatorluğunun kuruluşu gerçekte 15. Yüzyıl ortalarına rastlıyor ve Hitit tarihinin imparatorluk adı verilen bu döneminin Hurri orijinli yeni bir hanedan tarafından belirlendiği sanılıyor. Dersim’de bir Asuri (Süryani) öğenin varlığı da kesindir. Bunun en açık kanıtlarından biri Aşuran (yani Asuriler) adını taşıyan Dersim aşiretidir. Ama bu Asur kolonisinin Dersim’e ne zaman geldiği veya yerleştirildiği konusunda şu anda kesin konuşamıyorum. Munzur ve Suran gibi aşiret adlarının Asuri-Süryani öğeyle ilişkisinin ne olduğu konusunda da henüz kesin değilim. Bazı yaşlılarımız Haydaran ve Demenan aşiretlerinin soyağacında da Asur adında birinden sözeder ve onu Demen’in torunu gibi tanıtırlar. M.Ö. 1200 yılında Hititler yıkıldıktan sonra bazı tarih atlaslarına göre Dersim’de Yeni Hititler (Geç Hititler) olarak tanımlanan prensliklerin yönetimi kurulmuştur. Örneğin M.Ö. 1000 yılında Dersim Yeni Hititler’in egemenlik alanında gösterilmektedir. Dersim’in bazı kesimlerinin Yeni Hitit olarak tanımlanan Tabal Konfederasyonu’na dahil edilmiş olması mümkündür. Sözgelimi Peri kentinin bu konfederasyonun bir parçası olduğuna işaret eden verilere rastladım. Yeni Hititler’le Muşkiler’in ilişkileri neydi? Çünkü tarihsel kaynaklara göre, Hitit yıkılışı sonrasında Anadolu’da yeni bir denge oluşmuş, bu yeni dengede Frigyalı fetihçilerle aynı veya en azından onlarla akraba oldukları sanılan Muşkiler öne çıkmıştır. Bu nedenle de Asur kaynakları Hitit yıkılışından başlayarak Kızılırmak doğusundaki halkı veya halklar grubunu Muşkiler olarak adlandırırlar. Tevrat yazarlarına göre Muşki ve Tabal adları Anadolu orijinlileri temsil ederdi (Bk. The Cambrıdge Ancient History). Hitit iktidarının dağılmasından yararlanan Muşkiler, M.Ö. 1160 yılı civarında Asurya’ya tabi Alzi (Azzı) ve Purulumzi (Purukuzzi) bölgelerine, yani yukarı Fırat bölgesi içlerine ve Murat Suyu boylarına girdiler. Onların M.Ö. 1170 yılında Samsat civarındaki Kummukh, Karçemiş ve Malatya arasına yerleştikleri, böylece Asur sınırlarına kadar dayandıkları kaydediliyor. The Cambrıdge Ancient History, Muşkiler’in Fırat havzalarındaki doğu grubunun Hurriler’in liderliği altında göründüğünü söyler. Maspero, Muşkiler’in Alzı ve Purukuzzı eyaletlerini Asuriler’den aldıklarına işaret eder. King, Muşki istilasını Tiglat-Pileser I döneminden elli yıl kadar önceye yerleştirir. Ama bu istilalar sürekli sonuçlar üretmedi. Örneğin bu Muşki istilasından Hitit benzeri bir imparatorluk doğmadı. Asur kaynakları Muşkiler’e bazen Muşki, bazen de Tabal (Taballar) olarak referans vermekte, bir Muşki ve Tabal özdeşliği kurmaktadırlar. Muşkiler’in Asurlular tarafından yer yer Kaskalar’la da ilişkilendirildikleri görülür. Belki de Muşkiler’in Hititler’i Kaskalar’la ittifak halinde yıkmalarından dolayıdır bu. (Bk. The Cambrıdge Ancient History, II, Part 2, Demir Çağında Frigya ve Anadolu Halkları başlıklı XXX. Bölüm). E. Yavuz, kendi kaynaklarına dayanarak Muşki (Maski)’lerin bir aralık Frig topluluğuna dahil olup daha sonra onlardan ayrıldıklarını ve bağımsız bir krallık kurduklarını yazmaktadır. O’nun dayandığı kaynaklara göre, bir Milit-Muşki ittifakı vardı ve daha sonra Komuklar da bu Milit-Muşki topluluğuna katıldılar, Dicle ve Yukarı Balik civarında Kurhi (Hurri)’leri buyruklarına almayı başardılar. Tiglat-pileser I’in seferi, ona göre, bu ittifaka karşı yapılmıştı. Yavuz’a göre Komuklar da Hititler’den ayrılmış bir krallıktı. Sanırım onun kastettiği Milli (Milan) aşiretiyle ilişkisini kurduğu Militler (Melitenler)’in yanısıra Komuklar’ın da Geç-Hitit devletlerinden biri olduğudur. Asur kralları elli yıl kadar bu yeni gelenlerle uğraşmak zorunda kalırlar. Tiglat-Pileser I, M.Ö. 1113 veya 1120 yılında işte bu Muşkiler’e karşı bir sefere çıkar, onları yenilgiye uğratıp Alzi-Purukuzzi bölgesini bir eyalet olarak geri ilhak eder. Tiglat-Pileser bu seferi sırasında Muzri’ye de girdiğini kaydeder. Bu kayıtlarda geçen Muzri’nin Dersim’in eski bir kantonu olan Munzur havzalarına ve civarlarına, geniş manada Batı Dersim’e referans olması büyük bir olasılıktır. Kısacası, Asur kralı Tiglat-Pileser I’in yazıtlarından anlaşılıyor ki, Dersim, Muşki istilası öncesinde Asur hakimiyeti altındaydı. Aynı yazıttan hareketle Azzı (Azza)-Purulumzu ve Munzur gibi adların Dersim ve çevresine referans oldukları söylenebilir. Tigalt-Pileser I’in kaydına bakılırsa Asurlar Dersim’de kendi hakimiyetlerini yeniden kurmuş olmalıdırlar. Türkçe Britannica’nın Tunceli maddesinde verilen bilgilere göre, Dersim halkı M.Ö. 9. Yüzyılda Asurlular tarafından Muşkiler olarak adlandırılıyordu. Kendi incelediğim Asur yazıtlarında böylesine spesifik bir referansa rastlamadım. Britannica’nın aktardığı bilgi doğruysa Tiglat-Pileser’in yenilgiye uğrattıklarını ve kovduklarını söylediği Muşkiler sonunda Dersim’de tutunup yerleşmiş olmalıdırlar. Muş adının yanısıra, Dersim’in Bozku (Keçel) ve Maskan aşiretlerinin adları da belki Muşki adıyla ilişkilidirler. Bu aşiretlerin (Bozku ve Maskan) Dersim içine bahsi geçen Muşki istilasıyla girmiş oldukları düşünülebilir. Asur yazıtlarında Salmaneser I’den itibaren Muzri adının yanısıra Dersim ve çevresinde de tanışık olduğumuz Gilkhi, Gilzan, Tsugi (Tuskan, Tuskhan, Tsukhi), Zimaki, Lukhi vd gibi halk, aşiret, kent ve bölge adları ile karşılaşmaktayız. Sözgelimi Salmaneser I’in Asur kolonileri yerleştirdiği Tsugi kentinin adı bir dönem Dersimliler’in genel adı olarak da kullanılmış olan Tujikler adını hatırlatır. Bu ad ‘Gilkhi ülkesine ait Tsugi topraklarına vardım’ diyen Tiglat-Pileser I’in yazıtında da anılır. Asur-nasir-pal II’nin kayıtlarında geçen ve Asurya civarında görünen Zimaki adı antik bir yerleşme olduğu açık olan Dersim’in Zımek köyünün adıyla aynıdır. Daha birçok örnek gösterilebilir. Asur tarihinde Dicle kaynakları kuzeyine doğru yayılışın ve buralarda koloniler kurmanın en belirgin safhası Salmaneser I ile başlıyor. O, The Struggle Of The Nations adlı eserinde Gaston Maspero’nun deyişiyle Asur tarihinin kahramanlık döneminin en parlak yöneticisidir. Asurlar’ın Dicle kaynaklarında, Chanigalbat, Muzri, Ergani, Tushkan gibi bölgelerde ilk görünmeleri ve bu bölgelerin Asur egemenliğine giriş süreci onunla başlatılabilir. Salmaneser I’in oğlu Tukulti-Ninurta/Ninib I ve daha sonraları Tiglat-Pileser I ile birlikte kuzeydeki Asur ilerleyişi devam ettirilir. Asurlular egemenlikleri altına aldıkları ülkelere kendi kontrollerini sürekli kılmak için askeri koloniler yerleştirdiler. Tiglat-Pileser I’in kendi kayıtlarında fethettiği ülkeleri Asur egemenliğinin yanısıra Magi dini altına soktuğunu söylemesi üzerinde durulmaya değer bir noktadır. O’nun bu kaydı Magi dininin Zerdüşt’ten önce de varolduğunu, ama zamanla artık Zerdüşt-olmayan Magiler’in kalmadığını söyleyen El Biruni’nin ifadeleriyle birlikte ele alındığında, bu dinin başlangıcı konusundaki görüşleri gözden geçirmek gerekebilir. Biruni’ye göre Zerdüşt ve Buda’nın ikisi de Harranlılar olarak da bilinen Sabiler sektine mensuplardı. M.Ö. 9. veya 8. yüzyıldan itibaren Dersim ve çevresi Urartu krallığının sınırlarına dahil edilir. Bazı kaynaklara göre Urartu kralı Menua’nın bölgedeki fetihlerini anlatan Bağin’deki yazıtta Dersim ve Elazığ yörelerine Supani denmektedir. Bu adın sonraları Sofene (Sophene) şekli altında yaşadığını görmekteyiz. Mazgirt, Palu, Bağin, Kayalıdere (Muş ovasında ve Varto civarında), Altıntepe, Aznavur ve Kömürhan’daki Urartu kalıntıları, Dersim ve çevresinde Urartu varlığı ve hakimiyetine işaret ederler. Urartular da, Hurri kökenli idiler. Dersim’in en azından bir kesiminde M.Ö. 8. yüzyıl sonrasında Urartu (Hurri) varlığı ve hakimiyeti kesindir. Urartular-öncesi çağlar hakkında yeterli kanıtların yokluğundan dolayı aynı kesinlikte konuşamasam bile, Dersim ve çevresinin eski halk tabakası içinde Hatti, Hurri ve Asuri (Suri) öğelerin önemlice bir yer tuttuğuna kesin gözüyle bakılabilir. Urartular sonrasında Dersim ve çevresi kısmen Lidya’nın, kısmen de Asur ve Urartu devletlerine son veren Medler’in kontrolü altına girer. Dersim ve çevresinin bu dönemde kısmen Lidya imparatorluğunun yönetiminde olabileceğini söylerken Heredot’un yazdıklarına dayanıyorum. Çünkü o, Chalyb’leri de Lidya kralı Croesus (560-546 M.Ö)’un tebaları arasında saymaktadır ki, onların esas üsleri Kızılırmak doğusuna düşüyordu. Strabo, Chalybler’in Haldiler (Chaldaei), yani Urartulular olduklarını düşünüyordu. Grammatik bir analizden hareketle N. Adontz da Strabo’nun Chalybe (Chalube) ve Chal-daei (Haldi) özdeşliği kuran görüşüne katılır. Ona göre bu adlardaki –ib ve –di çoğulluk takıları olup asıl kök aynıdır, yani bu sözcükler bir ve aynı adın farklı şekilleridir ve bu farklılığın kaynağı da tarihin farklı aşamaları veya yaşadıkları farklı bölgeler olmalıdır. Strabo, Ermeniler’in Karen (Erzurum)’in yanısıra Derxene bölgesini (Tercan ve Eski Dersim) de Zariadris ve Artaxias döneminde Chalybler (Haldiler)’den ve Mossynoechi’lerden ele geçirdiklerini yazmaktadır. Bu bilgiler hep birlikte ele alındıklarında Haldiler (Urartular)’i anılan dönemin Eski Dersim sakinleri olarak görmek gerekir. Adontz’un Chaldia (Haldi ülkesi) ve Tzanika özdeşliği kurması da bu görüşümü pekiştirir (Bk. Adontz, a.g.e., s. 43, 47-49, 306-7). O halde; Eski Dersim, Tercan ve Tzanika’nın Croesus’un Lidya imparatorluğuna dahil olmaları ihtimali vardır ve bu durum Dersimliler’le Tyrsenoi’ler (Etrüskler) arasında kurduğum akrabalığın bir diğer kanıtı gibi görünüyor. Lidyalılar ve Medler sonrasında ise Dersim ve çevresi bu iki imparatorluğu yıkan Akamenidler’in eline geçer. İlk kez Akamenidler dönemindedir ki eski Urartu coğrafyası Ermenistan adıyla bilinmeye başlar. Böylece Akamenidler (Farslar) çağından itibaren Dersim artık Ermenistan’ın bir parçasına dönüşür ve Ermenistan’ın ortasında yeralan konumu nedeniyle ülkenin kaderi bu tarihten sonra Ermenistan’ın kaderinden ayrılamaz hale gelir. Dersim, Akamenidler’i yıkan Makedonlar’ın hakimiyeti altına girdi mi? Bu noktada kesin bir şey söylenemez. 1851 yılında Urmiye’de Amerikalı misyoner Rev. Dr. Justin Perkıns tarafından bulunup İngilizceye çevrilen İskender romanının bir Süryanice versiyonunda (tarihi ve yazarı bilinmeyen) Büyük İskender’in ordusuyla birlikte Dersim’e girdiği anlatılmaktadır (Bk. American Oriental Society Journal, vol. 4, New York, 1854 içinde Notice Of A Life Of Alexander The Great, s. 429-440). Notes Of Researches In The Deyrsim Dagh (JRGS, cilt 38 içinde, 1866) başlıklı gezi notlarında J. G. Taylor da İskender romanının bu Süryanice versiyonuna değinmekte ve bazı yorumlar yapmaktadır. Taylor’a göre bu romanda geçen Moses Dağı (Musa Dağı), Munzur Dağı’nın adının bozulmuş Süryanice (Aramice) şeklidir. Adı geçen romana göre Büyük İskender Moses Vadisi (Musa Vadisi)’ne, yani Ovacık’a girmiştir. Bu aynı romanda İskender’in kamp kurduğu söylenen Bahelipta ise Taylor’a göre Dersim Dağı’nın kapısı olan Mazgirt’tir. Böylece sözünü ettiğim Süryanice roman Büyük İskender’i Dersim’de göstermektedir. Taylor’un yorumuna göre bu romanın yazarı Dersim’i bizzat görmüş olmalıdır. Çünkü ilgili kısımda tarif ettiği coğrafya gerçekten de Dersim’dir. Ama Taylor, bu romanın yazarının İskender’i yanlış ve imkansız bir coğrafyaya yerleştirdiğini, yani İskender’in Dersim’e gelmiş olamayacağını düşünür. Makedonlar ve Selukidler sonrasında Dersim Ermenistan’la birlikte Roma, Part, Bizans ve Sasaniler’in yönetimi altında kalır. Daha sonra da Sasaniler’i deviren Araplar’ın etkinlik alanına dahil edilir. Eski Dersim (Esas Dersim) Bugünkü Dersim’in belirli bir bölgesi, kabaca Munzur Nehri ile Pülümür Suyu (Harçik) arasındaki dağlık kesim, kaynaklarda Eski veya Esas Dersim olarak tanımlanmaktadır. Bu bölgenin kuzey sınırı Çin Seddi’ni andıran Munzur-Mercan dağ kümesidir. Güney ucu ise Türk askeri kaynaklarında (Jandarma Umum Kumandanlığı tarafından 1932 yılında hazırlanmış olup yakın zamanlara kadar gizli tutulan Dersim adlı kitapta) Munzur ve Harçik (Pülümür) ırmaklarının birleştiği kavşak noktası olarak gösterilir. 1866 yılında Dersim’i dolaşan Britanya’nın Erzurum konsolosu J. G. Taylor da benzer bir tarif yapmaktadır. O’na göre Esas Dersim (Gerçek Dersim), Halvori, Mazgirt ve Kiğı’nın gerisindeki dağlık bölgedir. Bu bölgenin kapısı Mazgirt, kuzey hududu ise Karasu Nehri’dir (Bk. Journal Of A Tour In Armenia, Kurdistan And Upper Mesopotamia With Notes Of Researches In The Deyrsim Dagh, Journal Of The Royal Geographical Society, cilt 38, s. 281-361). 19. Yüzyıl sonunda Dersim’i gezen Ermeni Andranik, sonraları Tunceli adı verilen topraklara ek olarak Tercan kazasını da Dersim’in bir parçası olarak tarif eder. Ama Esas Dersim (Gerçek Dersim) ayırdı Andranik’te de mevcuttur. O’na göre de Esas Dersim, Tujik (Abasan) ve Kutu Deresi mıntıkalarıdır. Bu bölge Antranik’in gezisi sırasında Dersim’in bağımsızlığını hala koruyabilen yegane parçasıydı (Bk. Andranik, Dersim, Tiflis, 1901). Kısacası, hemen tüm kaynaklarda bugünkü Dersim’in belirli bir bölgesinin Esas Dersim (Eski Dersim) olarak tanımlanıp ayırt edildiğini görüyoruz. Bu ayrımın anlamı Dersim sözcüğünün ilk olarak tarif edilen bölgenin adı olmasıdır. Dersim, Tercan’ı ve Tzanika (Çanestan)’yı şimdilik hariç tutarsak, başlangıçta sadece bu bölgenin adı olarak kullanılmış ve bu tanım Tanzimat’a kadar egemen olmuştur. Dersim Kavramının Ortak Bir Ulusal Ada Dönüşümü Tanzimat (1839)’tan 1938’e kadar süren Dersim direnişleri çağında Dersim adının anlamı da, limitleri de değişir. Dersim Sorunu’nun gündeme oturduğu bu süreçte, özellikle Birinci Savaş sonrasında Dersim kavramı giderek daha geniş bir coğrafyayı, başka deyişle Dersim Ulusal Sorunu’nun etki alanını tanımlamaya başlar. Böylece Dersim kavramı bir ulusun ortak ve genel adına dönüşür. Bu ulusun özgürlük sorunu da tarihe başka bir adla, sözgelimi Zaza Sorunu diye değil, ama Dersim Sorunu adıyla geçer. Dersim olayının süreklilik kazandığı sahayı Dersim adına ve sınırlarına bağlayan az evvel adını verdiğimiz askeri kaynakta Dersim Sorunu’nun evrimiyle doğrudan bağlantılı olan bu dönüşüm karşıt bir cepheden gayet açık bir biçimde ifade edilmekte ve izlenen karşı-strateji de açıklanmaktadır. Bu strateji; Pertek, Çemişgezek ve Mazgirt gibi pasifize edilip devlet otoritesi altına sokulan yerleşmelerin Dersim direnişleri çağında artık özgürlük ve direniş anlamına gelen Dersim kapsamından çıkartılması, bir bölümünün başka illere bağlanması ve kitlesel sürgünlerin de yardımıyla Dersim coğrafyasının ve halkının parça parça dağıtılmasını hedefliyordu. Nitekim devlet tarafından önceden planlanmış bir hareket olan 1937-38 katliamı ve sürgünü arefesinde aynı stratejinin bir gereği olarak Dersim’in adı Tunceli olarak değiştirilip tarihten silinmek istenmiştir. Türk devletinin çeşitli biçimler altında hâlâ yürürlükte tutulan Dersim’i imha stratejisi etkili bir karşı-stratejiyle boşa çıkartılmadığı sürece de devam edecektir. Munzur ve Pülümür vadilerinde yapımı başlatılan bir seri baraj projesinin amacı da çok açık ki Dersim’i sular altında bırakıp insansızlaştırmaktır. Tarihsel Kayıtlarda Dersim Bugünkü Tercan ve yukarıda tanımını yaptığımız Eski Dersim antik kaynaklarda Xerxene (Derxene) adı altında görünürler. Xerxene veya Derxene adı ilk kez M.Ö. 401/400 yılında Onbin Yunan askerinin yürüyüşüne öncülük eden Anabasis’in yazarı Xenophon’da geçer. Bu adın Esas Dersim (Eski Dersim) ve modern Tercan’a referans olduğu genel kabul gördü denebilir. Prof. N. Adontz, Armenia In The Period Of Justinian adlı çalışmasında Xerxene, Derxene ve Derjan (Tercan) adlarının modern Dersim adının erken formları olduğunu ikna edici bir biçimde açıklamaktadır. Xerxene adı Pontus’un Amasya kentinden olan coğrafyacı Strabo’da da geçer. Strabo (M.Ö.58-M.S. 25), Selukid kralı Büyük Antiochus’un satrapları Zariadris ve Artaxias zamanındaki Ermeni fetihleri arasında Xerxene’yi de saymaktadır (Bk. The Geograph Of Strabo). The Natural History adlı eserinde coğrafyacı Pliny (M.S. 23/24-79) de Fırat’ın güzergahını tarif ederken Derxene’den sözeder (Bk., The Natural History Of Pliny, cilt 1, İngilizce’ye çev. John Bostock ve H. T. Rıley, London, 1855, s. 441). Taylor’un da dikkat çektiği gibi Pliny’nin Fırat adı altında tarif ettiği gerçekte Munzur ırmağıdır Eski Dersim ve Tercan, çok erken bir tarihten beri, en az Zariadris ve Artaxias döneminin fetihlerinden itibaren nominal anlamda bile olsa artık Ermenistan’ın birer parçası olarak görünürler ve bu durum sonraki asırlarda süreklilik kazanır. Esas Dersim ve Tercan coğrafyasına daha geç tarihlerdeki referanslar da doğal olarak hemen tamamen Ermenice kaynaklarla sınırlıdır. Ermeni literatürünün başlangıcı ise, Ermenice’nin ilk kez yazı dili olarak kullanılmaya başlandığı M.S. 5. Yüzyıldır. Agathangelos, Lazar Parpetsi’nin sıralamasına göre ilk Ermeni tarihçisidir. Dersim adı Agathangelos’ta ve sonraki Ermeni kaynaklarının birçoğunda Derjan (Derxene) şekli altında geçmektedir. Dersim, Mamekiyê ve Khalmem Ocağı Adlarının Anlamı ve Eski Dersimliler’in Temel Çekirdeği M. Khorene, History Of The Armenians adlı eserinde ünlü Tufan olayı ve bu olayın kahramanı olarak bilinen Nuh (Khorene’de Xisut’ra) ve oğullarına ilişkin efsanenin bir versiyonu olan aşağıdaki rivayeti aktarmaktadır: “Gemisi Ermenistan’da karaya oturan Xisut’ra’nın oğullarından Sem, keşif amacıyla kuzey-batıya doğru gitti. Uzun bir dağın yanındaki küçük bir ovaya vardı. Bu ovanın içinden Asurya istikametine doğru akan bir nehir geçiyordu. Bu nehrin yanında iki ay kalan Sem, ordaki dağa kendi adıyla Sim adını verdi. Daha sonra geldiği yere geri döndü. Ama onun en küçük oğullarından Tarban kendisinin otuz kardeşiyle on-beş bacısını ve onların eşlerini de alarak gidip aynı nehrin havzasına yerleşti ve orayı kendi adıyla Tarawn Eyaleti olarak adlandırdı...” (Bk. Khorene, a.g.y., s. 79-80). Hübschmann’a göre Sim, Sasun (Sason)’da bir dağ, Tarawn ise Van Gölü batısında bir eyalettir. J. G. Taylor, az önce adını verdiğim yazısına düştüğü bir dipnotta Moses Khorene’deki bu pasajın enteresan bir yorumunu yaparak burada Dersim adının ve Esas Dersimliler (Eski Dersimliler)’in orijininin verildiğini düşündü. O’na göre yukarıdaki pasajda Muş ovası kastediliyor gibi görünse de, yapılan tarif gerçekte Dersim’in Ovacık ovasına ve bu ovadan geçen Munzur ve Mercan ırmaklarına daha çok uymaktadır. Sim adı verildiği söylenen dağ da ona göre Dersim’dir. Taylor’un vardığı sonuç, Dersim adının Nuh’un oğlu Sim’in adından geldiği, Eski Dersimliler’in de Sim’in soyundan olduklarıdır. Taylor’un bu yorumunda tek önemli nokta, Dersim adını bölmesi ve bu adın Sim sözcüğünden geldiği görüşüdür. O’na göre Dersim adının aslı Sim’dir, fakat yanlışlıkla Dersim olarak çağrılmaktadır. Prof. N. Adontz, Armenia In The Period Of Justinian adlı çalışmasında Dersim adının etimolojisi konusunda gerçeğe öylesine çok yaklaştı ki, benim için arta kalanını açıklayıp onun analizini tamamlamak ya da kesinleştirmek olanaklı hale geldi. İlkin Adontz’un analizini özetlemeliyim: Buna göre klasik literatürde ve daha eski çağlarda iyi bilinen Derjan (Xerxene, Derxene) adı, günümüze kadar Tercan ve Dersim olmak üzere iki şekil altında yaşadı. Dersim adı, Adontz’a göre, Ermenice söylenişteki Derjan’ın Arapça ve Farsça telaffuzudur. Derjan (Terjan, Derxene) adı ise iki kısımdan oluşur: Dar (Der) ve Jan. Diğer şekiller de benzer biçimde Ter-Jan ve Der-Xene (Xer-Xene) olarak düşünülmelidir. Adontz, bu adın ilk kısmı olan Dar (Der) sözcüğünü Colchis (sonraları Lazika) halklarından birisi olan Darili’lerin adıyla (-ili, -eli bir sonektir), ikinci kısmı olan Jan (veya –Xene) sözcüğünü ise ülkeleri antik Derjan bölgesinin yanıbaşında bulunan Tzanlar’ın etnik adıyla ilişkilendirdi, daha doğrusu ilişkili olabilecekleri ihtimalinden sözetti. Tzanlar’ın adı kaynaklarda San (Sani) ve Çan (Can, Caneti) olarak da geçer. Ülkeleri ise Tzanica, Caneti ve Moses Khorenatsi’de rastladığımız Caniwk (San-ebi-k) gibi değişik biçimler altında görünür. Sonuç olarak Adontz, Derjan (Dersim) adının bahsi geçen iki etnik adın bir kombinasyonu olabilecekleri savını öne sürdü (Bk. Nicolas Adontz, a.g.e., s. 47). Adontz, Ermeni kaynaklarda Mamikonyanlar olarak bilinen Mamanlar (Mamakanlar)’ın orijinine ilişkin Mamik-Konak rivayetini yorumlarken belki farkında olmadan bize bir yardımda daha bulundu. Bu rivayet Mamakanlar’ın Çin orijinli olduklarını, Çin’den geldiklerini söyler. Adontz, bu rivayette kendisinden Çin olarak sözedilen ülkenin gerçekte bildiğimiz uzak Çin değil, ama San (Çan, Tzan) halkının ülkesi Tzanika olması gerektiğini savundu. (Bk. Adontz, a.g.e., s. 312-13). Bu yorumlarında bir eksiklik görsem bile gene de Adontz’un bana büyük yardımı dokunduğunu teslim etmek zorundayım. Dersim adının orijini ve anlamı konusunda kendi son sözümü söylemeden önce Ocağê Khalmem’i (Türk askeri kaynaklarında Kalman Ocağı) ve Mamekiyê adları üzerinde de kısaca durmam gerekecek. Dersimliler, Eski veya Esas Dersim olarak bilinen bölgeye Khal Mem Ocağı (Ocağê Khal Mem’i) olarak da referans verirler. Jandarma Umum Kumandanlığı yayını olan Dersim (1932) adlı kitapta da Eski Dersim mıntıkasında oturan aşiretlerin, hatta bütün Dersim aşiretlerinin Eski Dersim’e aynı zamanda Kalman Ocağı dedikleri kaydedilmiştir. Öte yandan her Dersimli bilir ki, Dersimliler bu aynı bölgeye Mamekiye de demektedirler. Bu ad Ermenice kaynaklarda Mananalı (Mamanalı, Manan-alı, Maman-alı) olarak geçmektedir. Toparlarsak; Dersim (Eski Dersim), Ocağê Khalmem’i (Kalmem Ocağı) ve Mamekiye adları bir ve aynı bölgenin veya ülkenin alternatif adlarıdır. İşte bu çalışmanın nihai görüşü: Khalman veya Khalmem adı, önüne Khal ünvanı getirilen Man veya Mem (Mam, Maman, Mamakan, Mamikonian) kavim adının ta kendisidir. Kavim adları destanlarda kişileştirilerek ifade edilir. Burdaki Man veya Mem, Eski Dersimliler’in kendi orijinlerine ilişkin geleneklerinde kendi cedlerinden biri olarak gösterdikleri ve adının önüne Khal ünvanı koyarak Khal-Mem dedikleri kişilik olup, ilk Ermeni tarihçilerinin aktardığı Mamakanlar’ın geleneğinde onların atalarından biri olarak da anılan Mamik (Mamık)’le tamıtamına aynıdır. Yani Eski Dersimliler’in çok önemli bir bölümü kaynaklarda Ermeni olarak tanımlanan, ama Ermeni asıllı olmayan Mamanlar (Mamakanlar)’dan gelmedirler. Eski Dersim’in alternatif adlarından Ocağe Khal Mem’i (Kalmem Ocağı, Kalman Ocağı) ve Mamekiye kavramları da etnik Mamakan adından gelirler. Ermeni kaynaklarda Mamakanlar’la Saniler (Tzaniler)’in bir ve aynı halkın kolları oldukları görüşü kaydedilmiş bir olgudur. Adontz’un Der-Sim adının ikinci kısmını Sanlar (Tzanlar)’la ilişkilendirdiğini ve benim de bu görüşü paylaştığımı yukarda zaten izah etmiştim. San ve Sin sözcükleri sık sık birbirinin yerini alan bir ve aynı adın biçimleridir. Yani ülkemizin adının Dersim şekli gelenekte Çin (Sin) orijinli oldukları da söylenen Sanlar’dan, Mamekiye ve Khal Mem Ocağı şekilleri ise Sanlar’la aynı halka ait bir diğer boy olan bu dağların erken halkı Mamakanlar’dan gelmedirler. Böylece ülkemizin Dersim, Mamekiye ve Kalmem Ocağı gibi alternatif adlarını çözerken, aynı zamanda halkımızın orijini sorununun en azından bir yarısını, ona adını veren ve Eski Dersimliler’in hakim öğesi olarak görünen Mamakanlar (Tzanlar) gerçeğini de ortaya çıkarmış bulunuyorum. Eski Dersimliler’in bileşiminde bir ikinci etnik unsur daha vardır ki, bu fetihçi öğeye de az ilerde Eski Dersimliler’in Orijini başlıklı kısımda değinecek, böylece Dersimliler’in temelinde yatan ikili sentezi açığa çıkartacağım. Kırmanc Terimi Üzerine Az önce söylenenler, öyle görünüyor ki, Kırmanc teriminin orijinini de açıklayıcı niteliktedirler. Şöyle ki, bu ad Kır-Man-c şeklinde bölünebilir. İlk kısım olan Kır, Kal ve Kar sözcüklerinin bir şekli veya benzeri; ikinci kısım olan Man, Mamakan ve/veya Manna etnik adı; son kısım olan –c ise bazen –z veya –j şeklinde de karşılaşılan mensubiyet bildiren köken soneki olarak yorumlanabilir. Kir (Kyr, Kiwr), Ermenice’de efendi (senyör, soylu) demektir. Kır ve Kar sözcükleri sık sık kent anlamı da taşırlar. Buradan hareketle Kırman sözcüğünün Mannalar’ın Kenti (Yurdu) ve/veya Mamakanlar’ın Kenti (Maman Yurdu) anlamlı olduğu söylenebilir. Kırman adı, basitçe, Khalman (Khalmem) sözcüğünün bir diğer şekli olarak düşünülebilir. R ve L seslerinin birbirine dönüştüğü ve sesli harflerin birbiri yerine geçtiği sıkça görülür. Bu nedenle Khalman > Karman > Kırman dönüşümü oldukça mümkündür. O taktirde Kırmanclar adı Khalmanlar (Khalmem Oğulları, Domane Khalmemi, Mamakanlar) anlamına gelebilir. Bazı kaynaklarda Dersim’de Karaman (Karman) adında bir aşiretin varlığına işaret edildiğini de hatırlarsak burdaki muhakeme üzerinde ciddi olarak durmak gerektiğini düşünüyorum. Ermeni (Armanc, Dersim dilinde Hermeni) ve Kırmanc adlarının ilişkli olmaları da bana olanaksız görünmüyor. Enc. Of Islam’ın Maraş maddesi Roma hakimiyeti döneminde Markasi (Maraş)’ye Germanikeia (Germankiye) adı verildiğine işaret eder. Ermeni tarihçisi Moses Khorene’ye göre bu ad sonradan Sezar adını alan Roma imparatoru Germanicus’un adından gelmedir. Madeni paralarda Caesarea Germanike olarak görünen Germanikeia adı, Enc. Of Islam’a göre, Maraş kentine Roma imparatoru Caligula’nın onuruna verilmiştir. Ermeni kaynaklarda, sözgelimi Urfalı Matthew, Vehram ve diğer bazılarında Maraş (Germanikeia)’ın adı Germanik veya Kermanig olarak geçer. Benim görüşüme göre Germanikeia (Kermanig, Germanik) adının bir Roma imparatorunun adından gelmiş olması zayıf bir ihtimaldir. Bu terimin orijin olarak Roma hakimiyetinden daha gerilere dayandığını, Moses Khorene’de ve Enc. Of Islam’da söylenenin aksine adı geçen Roma imparatorunun adını buradan aldığını sanıyorum. Çünkü o dönemin töresi, Bizans tarihçisi Agathias (ölm. M.S. 579)’ın The Histories adlı yapıtında anlattığı gibi iddia edilenin tam tersiydi. İşte Agathias’ın dedikleri: “Vahram IV’e Kermanşah ünvanı verildi. Bu tür ünvanların neden verildiğini daha önce açıkladım. Kerman, galiba bir halkın veya bir yerin adıydı. Şüphe yok ki, Vahram, bu ünvanı o halk ya da ülke kendi babası tarafından fethedilince almıştır. Tıpkı bir kimsenin zaptettiği bir diğer ulusun adıyla ilişkili olan özel bir ad aldığı eski Roma törelerinde olduğu gibi. Örneğin Afrikanus ve Germanicus örneklerindeki gibi.” (Agathias, a.g.e., II. kitap, IV. kısım, s. 129). Agathias’ın dedikleri Khorene’nin yanısıra otorite sanılan kalemlerin yazdığı Enc. Of Islam’ın Maraş maddesi yazarını da tekzip ediyor, Germanikeia adının Roma-öncesi devirlere ait olduğunu kanıtlıyor. Ben bu adda Dersimliler’in kendi ülkeleri için kullandıkları Kırmanciye teriminin tıpkısını buluyorum. Germanikeia kavramı, Kırmankiye veya Kırmanciye okunabilir. Bu bölgede benzer başka adların varlığına da işaret etmem gerek. Eski Tabal-Melid toprağına tekabül eden Kapadokya’nın bir zamanlar Ermeniler tarafından Kimmerler’le ilişkilendirilen bir adla Gamir olarak bilinmesi gibi. Kırım adının Kimmerler’in adından geldiği kabul edilir. Kırım çevresinde bu adın Kirman şekline dönüştüğünün de örnekleri var. Ayrıca başkenti Sis (Kozan?) olan Ermenek’in eski adı Germanikopolis ve başkenti Ermenek olan sonraki dönemlerin Karaman beyliği ile Germiyanlar’ın adlarını da hatırlamak gerekir. Bu bilgiler, Kırmanc ve Ermeni adlarının bazen birbiri yerine geçtiğini ve her ikisinin de Kimmer bağlantılı olabileceğinin yanısıra, Kırmanc ve Kırmanciye adlarının Dersim’e Kapadokya’dan taşınmış olmaları ihtimalini, bu adların Kapadoklar’la veya daha eski Tabal-Melid’lerle ilintili olabileceğini akla getirirler. Agathias’ın yukarıya aldığımız açıklamasından görülebileceği gibi, İran’ın Fars eyaleti yanındaki Karman bölgesi ve halkının adıyla Kırmanc kavramı arasındaki yakınlık da dikkat çekmektedir. Son olarak Mamik-Konak rivayetinin kaynaklarda Gog ve Magog olarak referans verilenlerle bir ilişkisi olup olmadığı konusunu araştırılmaya değer bulduğumu söylemeliyim. Gog ve Magog denenler iki İskit (Saka) boyu veya Kimmerler’le İskitler olmalıdırlar. Dersim Rivayetinin Khal Mem’i Urartu Kralı Menua Olabilir Mi? Khalman Ocağı adı daha eski ve başlangıçta farklı veya daha geniş bir coğrafyanın adı olabilir. Dersim ve Mamakan geleneklerindeki Mem (Khal Mem) ve Mamık adlarının bana tekrar takrar ünlü Urartu kralı Menua (810-785 M.Ö)’yı hatırlattığını not etmeliyim. Prof. Sayce O’nun adını Mennas olarak okumuştu. O’nun zamanındadır ki Urartu batıda ve kuzey-batıda yayılmaya ve büyük bir güç olmaya başlar. Supa (Sofene, Harput-Dersim bölgesi), Khuzana, İzolu, Sasilu, Zua ve Utu gibi kentlerin yanısıra Palu’yu fetheden oydu. Dersim içindeki en eski sitelerden biri Mazgirt’tir. 1071 savaşında adı geçen Manazkert (Manzikert, Malazgirt) kentinin adı gibi, Mazgirt’in adı da Urartu kralı Menua’nın adından gelmedir ve onun tarafından inşa edilmiştir. Bu adların ikisi de Menua’nın Kenti (Manaz-Gert, Manaz-Girt) anlamına gelmektedirler. Khal Mem (Khal Man) adındaki Khal sözcüğünün kent anlamlı Kar veya Kir, Mem’in Man/Maman kavmi olduğunu düşünürsek, Dersim geleneğindeki Khal Mem adı Manlar (Mamanlar)’ın Kenti anlamı verir ki, Menua’nın Kenti anlamlı Manaz-Girt veya Mazgirt ile aynı sözcük olabilir bu. Duzgı Bava (Düzgün Baba) eteğindeki Ocağê Khalmemi (Khalmem Ocağı) ve yine o çevrede bulunan ve Dersim rivayetlerine bakılırsa adeta Dersim içine girişte zorunlu bir menzil veya kapı gibi görünen Khalmem köyünün bu adları Urartu kralı Menua’ya referans olabilirler ve bütün Mazgirt (eskiden Pah, Türüşmek, Mameki ve Şıxmamed yörelerini de kapsardı) ve Nazımiye yöresinin Urartular çağındaki adı da Khalman Ocağı olabilir. Mümkündür ki Dersim geleneğindeki Khal Mem, Urartu kralı Menua (Mennas)’nın kendisi olsun. Mazgirt (Manaz-Girt) adı da Khalmem Ocağı demek olabilir. Bu olasılık doğru çıkarsa, Dersim’in kabesi Duzgı Bava ve yanıbaşındaki Khalmem adlı yerlerin Dersimliler için taşıdığı büyük önemin arkaplanı da açıklığa kavuşabilir. Dersim içi ve çevresinde Urartular’dan kalma başka tarih kalıntıları da var ve bunların büyük bölümü Menua dönemine aittirler. Bu olgu sözünü ettiğim kalıntılarda tespit edilen Urartu yazıtları tarafından kanıtlanmaktadır. Mazgirt Kalesi’nin yanısıra Palu kalesi ve Mazgirt’e bağlı bir yerleşme olan Kiğı Suyu üzerindeki Bağin kalesi de birer Urartu yapısıdırlar. 1911 yılında Dersim’i gezen L. Molyneux-Seel, The Geographical Journal (Temmuz-Eylül 1911) adlı periyodikte yayınlanan A Journey In Dersim başlıklı gezi notlarında Bağin Kalesi’nde rastladığı bir yazıtı kopye ederek Prof. Sayce’ye tercüme ettirdiğini ve Sayce’nin kendisine bu yazıtta Van Krallığı (Urartu Krallığı)’nın Kral Mennas dönemindeki sınırının kaydedildiğini bildirdiğini yazmaktadır. Sayce’nin Mennas olarak okuduğu kral Menua’nın adıdır. Bağin köyü kalesinde bulunan Urartu kralı Menuas’a ait yazıt şimdi Harput Müzesi’nde korunmaktadır. Patnos’a yakın Aznavur’da da Urartu kralı Menua döneminden kalma kale, tapınak ve saray tespit edildi. Ayrıca Kömürhan, Kayalıdere (Varto civarında) ve Erzincan’a yakın Altıntepe’de Urartu kalıntıları (tapınak, saray ve mezarlar) bulundu. Kayalıdere’de bulunan kale ve tapınağın Urartu krallarından Sarduri II (760-730 M.Ö) veya Rusa I (730-714) tarafından yapıldığı sanılmaktadır (Bk. D.M. Lang, The Peoples Of The Hills-Ancient Ararat And Caucasus, 1971). Mazgirt’e bağlı Kale ve Anbar köylerindeki kaleler de Urartular tarafından yapılmıştır. Tunceli adlı kitabında Yusuf Cengiz’in aktardığına göre, tümü Urartular’a ait olan bu kalelerin haberleşme ve barınma amaçlı olduğu sanılıyor. Hepsinde taşlar oyularak evler, sulama kanalları, havuzlar, tüneller ve yeldeğirmenleri yapılmıştır. Aynı kaynaktaki bilgilere göre Mazgirt Kalesi’nin M.Ö. 9. Yüzyılda yöreye hakim olan Urartular tarafından yapıldığı Mazgirt Kalesi’nde bulunan Rusa II (685-645)’ye ait yazıttan anlaşılmaktadır. Mazgirt, Palu, Bağin, Kale, Anbar, Kayalıdere (Muş ovasında), Altıntepe, Aznavur ve Kömürhan’daki Urartu kalıntıları, Dersim ve çevresinde Urartu varlığı ve hakimiyetine işaret ederler. Palu, Mazgirt ve Bağin gibi eski kentler sıradan mevkiler olmayıp Dersim ve Zaza tarihinde önemli roller oynamış merkezlerdir. Tüm bu verilerin toplamıdır ki, Mamakanlar’la ilişkilerini açıkladığım Eski Dersimliler’in geleneğindeki Khal Mem’in aynı zamanda Urartulular’a (Urartu kralı Menua’ya) referans olabileceğini düşündürtmektedir. Dikkatli okuyucu yukardan beri Man (Manna) ve Maman (Mamakan) adlarını bazen birlikte anmak zorunda kaldığımı farketmiştir. Çünkü kayıtlara Urmiye Gölü çevresinde girmiş olan antik Manna (Tevrat’ta Minni) halkının adıyla Mamanlar’ın adı arasındaki büyük benzerlik ister istemez onlar arasında bir akrabalık olabileceğini akla getirmektedir. Tam da bu nedenledir ki bu kitabın girişinde onlara da bir bölüm ayırmak zorunda kaldım. Benim görüşüme göre Urartular diye bilinen halkın Manlar ve/veya Mamanlar’la ilişkili olması olasılığı vardır. Öte yandan Manlar ve Mamanlar ile Medler (Marlar) arasında bir akrabalık olup olmadığı da kesinlikle araştırılması gereken bir konudur. BİRKAÇ DİĞER GENEL VE LOKAL AD ÜZERİNE Tarihin belirli dönemlerinde ülke veya halk adı olarak Dersim ve Dersimliler’e karşılık kullanılmış adlardan birkaçı üzerinde daha durmak zorundayım. Aşağıda bunlardan Dujik, Çemişgezek, Hozan, Pulur ve Munzur adlarını ele alacağım. Dujik Coğrafyacı Pliny (M.S. 23/24-79), The Natural History adlı kitabında Fırat Nehri’nin güzergahını tarif ederken, bu nehrin Büyük Ermenistan’daki Caranitis (modern Erzurum) eyaletinde doğduğuna işaret eder ve çeşitli yazarların Fırat’ın kaynağına ilişkin görüşlerine değinir. Domitius Corbulo, O’nun aktardığına göre, Fırat’ın Aba Dağı’nda doğduğunu, Licinius Mucianus ise bu nehrin Capotes Dağı dibinde doğduğunu söylemektedirler. Capotes Dağı’nın Zimara’nın 12 mil yukarısında bulunduğunu söyleyen Licinius, Fırat nehrinin doğduğu bu yerde Pyxurates adını taşıdığını belirtir. Pliny’nin çevirmeni burada bir not düşerek Capotes Dağı’nın Ermenistan’daki modern Dujik Dağı olduğu açıklamasını yapar. Pliny, Fırat’ın doğduğu yerden sonra ilkin Derxene (Xerxene, çev.)’den, sonra da Anaitica’dan geçerek Kapadokya’da Ermenistan bölgelerinden çıktığını kaydeder. Fırat’ın Ermenistan’dan ayrıldığı söylenen yer, Pliny’nin çevirmenine göre, Fırat’ı oluşturan iki suyun birleştiği Keban Madeni’dir (Bk. The Natural History Of Pliny, cilt 1, İng.’ye çev. John Bostock ve H. T. Rıley, London, 1855, s. 441). Pliny’de geçen Anaitica, Adontz’a göre, o bölgede tapılan tanrıça Anahit’in adından gelme olup Akilisene’ye verilen ikinci bir isimdir. Aba Dağı ve Xerxene adları coğrafyacı Strabo’da da geçerler. Pliny’deki Aba Dağı’na Strabo Abus Dağı der. Yani Capotes (Dujik) dağı, Abus sıradağının bir parçası olarak tarif edilir. Abasan aşiret adının Aba ve Abus terimleriyle bir ilgisi olabilir. Tujik ile Munzur adlarını aynı dağın adları gibi kullanan Taylor, Pliny’nin tarifinden hareketle Romalılar’ın Munzur Dağı’na Capotes demiş olabileceklerine işaret etmektedir. St. Martin’e göre Capotes adı genelde yüksek dağlar için kullanılan Ermenice bir sözcük olup mavi anlamına gelen Gaboid’den türetilmedir (Akt. Dictionary Of Greek And Roman Geography, cilt 1, 1853, s. 505-506, Capotes/Dujik Dağ maddesi). Capotes’in Dujik Dağı veya Fırat’ın iki kolu olan Murat ve Karasu arasındaki dağlık bölge olduğu diğer bazı kaynaklarda da (örneğin: Ritter, Erdkunde, cilt x) kaydedilmektedir. Böylece Dersimliler için kullanılan genel adlardan biri olan Tujik teriminin bir keresinde bütün Dersim’in alternatif adlarından biri olduğu da açığa çıkıyor. Dujik Dağı’nın diğer adı olduğu söylenen Capotes sözcüğünün sonundaki Yunanca –es eki atılırsa artan kalan Capot kökü bana Dersim’deki Kafat adını, ayrıca Kapadokya ve Kapadoklar’ın adını anımsatıyor. Çemişgezek Çemişgezek, ortaçağlarda Dersim tarihinde önde gelen bir rol oynamıştır. Nitekim uzun bir dönem boyunca Dersim coğrafyası Çemişgezek adıyla bilindi. Bu kentin antik çağlarda da benzer bir önem taşıdığını düşündüren işaretler vardır. Kendi ideolojik ve Kemalist tanımı gereği Mazgirt’i Dersim hudutlarına dahil etmeyen Türk gazeteci Naşit Uluğ, Tunceli Medeniyete Açılıyor adlı kitabında, Dersim içindeki en eski sitelerin Çemişgezek, Pertek ve Sağman merkezlerinde kuruldukları görüşündedir. O’na göre üçü de tarih-öncesi çağlarda kurulmuş olan bu sitelerin en eskisi Tağar Deresi üzerindeki Çemişgezek Kalesi’dir. Bu kalenin etrafında kurulan Çemişgezek kenti Uluğ’a göre Dersim’in en ilk sitesidir. Esas/Eski Dersimliler’in Kürtleşmiş Tuharlar(Tağarlar) olduğunu söyleyen Jandarma Umum Kumandanlığı’nın Dersim adlı yayınındaki görüşleri kopye eden Uluğ, Tağar adını Tuhar olarak yorumlamakta ve buradan hareketle Çemişgezek sitesinin Ortasya’dan gelen Tuharlar tarafından kurulduğunu düşünmektedir. Yolu Ortaasya’ya veya Horasan’a düşen veya oralardan gelen herkesi Türk gibi gösteren Kemalist literatürün bu tür gülünç iddialarını ciddiye almak için sebep yoktur. Tuharlar’ın Türk değil, fakat genelde İskit stoktan İrani bir halk olarak görüldükleri de biraz tarih bilen herkesin farkında olduğu bir ayrıntıdır. Ama Çemişgezek’in Dersim’in en eski sitelerinden biri olduğu doğrudur. Çemişgezek’in Pulur (Sakyol) köyü civarında 1960’ların sonunda yapılan kazılarda tarımın keşfedildiği Yeni Taş Çağı’na ait bulguların yanısıra tunçtan yapılmış aletlere ve eşyalara rastlandı. Pulur Höyüğü, Erken Tunç (Bronz) Çağı’na ait bir kültürün temsilcisi olarak tanımlanıyor. Çemişkezek adının orijini henüz saptanabilmiş değil. 1473 yılında Erzincan’dan Malatya’ya giderken Mercan Boğazı yoluyla Dersim içinden ve Çemişgezek’ten geçen Akkoyunlu Uzun Hasan’ın elçisi Joseph Barbaro’nun gezi notlarının editörü, Taylor’un aktardığına göre, bu adın Cimis ve Casseg sözcüklerinin bir kombinasyonu olduğunu düşünüyordu. 1866’da Dersim’de bir gezi yapan Erzurum’un Britanya konsolosu J. G. Taylor, Çemişgezek adının bu şekilde bölünmesinin yanlış olduğuna inandı. (Bk. Taylor, a.g.y., JRGS, cilt 38, Türkçe çevirisi için bk. Dış Kaynaklarda Kırmanclar-Kızılbaşlar ve Zazalar, Desmala Sure Yayınları, s. 18-27). Çemişkezek’in eski Hierapolis kenti olduğunu söyleyen Ermeni kaynakları, daha çok Tchimish-Gadzak (Taylor’a göre bu ifade Çemiş’in Doğum Yeri demektir) adıyla bildikleri bu kentin adının Bizans tarihinin kahramansal figürlerinden biri olan ünlü Bizans generali ve imparatoru Çemişgezek’li John I Tzimisces (M.S. 969-76)’in adından/soyadından geldiğini ve Tzimisces’in Kenti anlamlı olduğunu kaydederler. Dağar (Tağar) Suyu havzasında bazı antik taş-odaların varlığına işaret eden M. Seel’in A Journey In Dersim (1911) adlı gezi notlarında aktardığı bir geleneğe göre de, Bizans generali ve imparatoru Çemiş bir keresinde buraya sığınmış ve kente onun adı verilmiştir. M. Seel, aktardığı gelenekle uyumlu olarak Çemişgezek adının Çemiş’in Sığındığı Delikler anlamına geldiğini yazmaktadır. Ermeni orijinli olduğu söylenen bu imparatorun adı kaynaklarda Chimishk (Yunanca’da Tsimisc), Chimishkik, Tsimisces, Zimiskes, Zimisces (Bk. Gibon), Tzimiskes, Shimishkik (Bk. E. Honıgmann), Jan (Hovannes) ve sair gibi değişik şekillerde yazılmaktadır. Ermeniler onu Kiwrzhan (Lord John, Kir Jan) olarak da adlandırır. Kiwr (Kyr, Kir), efendi/soylu demektir. Tsimisces’in kendisinden önceki Bizans imparatoru ve Focas (Phocas) aşiretinin reisi Nicephorus II Phocas (963-969)’ın akrabası olduğuna işaret edilir. Ermeni rahip Urfalı Matthew (ölm. 1144?), kendi kroniğinde 969-70 yılı altında bir Çemişgezek’li olduğunu söylediği John Tzimisces (Ermenice’de Hohannes Ch’mshkik)’in kısa bir hayat öyküsünü anlatır. O’nun kaydına göre, 969/970 yılında hapishane olarak kullanılan bir adada ölüm cezasından hapis yatmakta olan Tzimiskes, Bizans imparatoru Romanus II’nin dul karısı imparatoriçe Theophano tarafından gizlice İstanbul (Bizans)’a getirtilir. Tzimiskes’le evlenmeye ve onu imparator yapmaya karar veren bu kraliçe, Tzimisces’i kullanarak ikinci kocası olan o tarihteki imparator Phocas’ı öldürtür. Böylece bir saray darbesi/komplosu ile Tzimisces oturur Bizans tahtına. İşlediği cinayetten pişmanlık duyan Tzimisces, kendisiyle işbirliği yapan kraliçenin ilk kocası Romanus’tan olma iki oğlu Basil ve Constantine’yi Handzit bölgesindeki Vasakavan’a gönderip onları koruma altına alır. Çünkü kraliçenin onları da öldürtebileceğinden kuşkulanır (Bk. Armenia And The Crusades Tenth To Twelfth Centurıes, The Chronicle Of Matthew Of Edessa, İng.’ye çev. Ara Edmond Dostourian, 1993, Armenian Heritage Series). Handzit ve Vasakavan adlı yerlerin ikisi de Dersim ve çevresindedirler. Handzit (Anzitene), Bizans yazarlarında Chanzit olarak geçer. Bu adın Chanzit şekli Çan (Tzan) adını hatırlatır. Matthew’in yazdığına göre sonraları Basil’i tahta çıkartan Tzimiskes’tir. Urfalı kronikçi 972-73 yılı altında Tzimisces’in Bizans’ın Doğu generali olarak atadığı Melias (Ermenice’de Mleh) adlı birinden de sözeder. Bu ada bakılırsa onun Mil (Milan) aşiretinden bir Dersimli olduğu anlaşılmaktadır. Bu ad bazı nüshalarda Damyaligos Mıleh veya Mıleh Demeslikos olarak geçmektedir. Ama Dersim’li Bizans imparatoru Tzimisces gibi, Melias ve daha niceleri kaynaklarda Bizanslı (Rum, Romalı) ve Ermeni olarak tanımlanırlar. Bunların Hristiyan olmaları ve Müslümanlar’a karşı savaşmaları bu tür tahrifatları kolaylaştırmakta, bu ve benzer yöntemlerle resmi tarihlerin Dersim’i tarihsiz ve kimliksiz bırakma mekanizması işleyip durmaktadır. Dersimliler, Eski Dersimliler (Mıleto Qan) denen tabakanın eskiden pagan, daha sonra da en azından kısmen Hristiyan olduklarını farkedip pagan ve Hristiyan geçmişlerine de sahip çıkmadıkları sürece bu oyun devam ettirilecektir. Mark Sykes, The Caliphs’ Last Heritage - A Short History Of The Turkish Empıre (1915) adlı eserinde bizzat ziyaret ettiği Çemiş-Gezek’in antik adının Jemshidabad olduğunun söylendiğini aktarmaktadır (Bk. Sykes, a.g.e., s. 368-370). Sykes’ın kaydettiği ad Cemşitabad (Cemşit-abad) olarak okunmalı. Cemşit, İran ulusal efsanesinin en önemli figürlerinden birinin de adıdır. Medler’le ilişkilendirilen efsanevi Pişdadiler’in krallarından biridir. Cemşit adının son kısmı olan –şid, Hurşit (Güneş) adında da karşılaştığımız bir ünvandır. Adın aslı Cem (Jam)’dir. Çemiş adı da –is soneki almış Cem’den gelebilir. Bu adları Çan, Sim veya Sem okumak da mümkün. Tam bu noktada Munzur Efsanesi’ni hatırlamamız gerek. Çünkü bu efsanenin M. N. Dersimi’nin Kürdistan Tarihinde Dersim adlı kitabında yeralan versiyonunda rivayetteki Munzur’un efendisi Cemşit adında bir Dersim (M. N. Dersimi’de Kürdistan) prensidir. Cemşit adlı bu prens Ovacık’ın Kedak köyündendir. Bu prens cenge gider, cenkte iken canı eşinin elinden helva ister ve bunu hisseden çobanı Munzur helvayı yaptırıp ona ulaştırır ve döner. (Bk. Dersimi, a.g.e., s. 9-10). Dersim’de Munzur kaynağındaki Ziyaret Köyü’nde Hızır adlı bir Dersimli’den dinlediği bu aynı efsanenin bir versiyonunu da Tunceli Medeniyete Açılıyor adlı kitabında Naşit Uluğ aktarmaktadır. Gedek Köyü bu versiyonda da geçer ve Munzur Suyu boyunda Ziyaret Köyü’ne varmadan biraz önceki bir mevki olarak tarif edilir. Ama efsanedeki Munzur, Gedek Köyü’nden Karahacı adında zengin bir adamın çobanı olarak tanıtılır. Munzur helvayı daha dumanı tütmekteyken hac için Hicaz (Kabe)’da veya Kerbela’da bulunan Karahacı’ya götürür. Karahacı kendi köyü Gedek’e dönünce halk tarafından karşılanır, ama kendisini karşılayanlara kendisinin değil Munzur’un elini öpmelerini söyleyince, bu köyden Ziyaret Köyü’nün olduğu yere doğru kaçan Munzur’un elindeki süt dolu tas dökülür. İşte kaynağı Dersim’in en yüce mihrabı olan kutsal Munzur ırmağı böyle doğar. (Bk. N. Uluğ, a.g.e., s. 81). Benim ilgilendiğim nokta efsanenin bu versiyonlarında, özellikle N. Dersimi’nin aktardığında Cemşit ve Kedak adlarının birlikteliğidir. Cemşit, Kedak’lıdır. Bu iki adın kombinasyonu bize Çemiş-Gezek adını vermez mi? Acaba Munzur efsanesinde geçen Çemşit, adını Çemişgezek’e verdiği söylenen Bizans imparatoru mudur? Çünkü o, adının yanısıra, yaptığı fetihler ve savaşlar nedeniyle de Munzur’un efendisi gibi tanıtılan Cemşit’in kişiliğine uyuyor. N. Dersimi’nin aktardığı versiyonda Cemşit’in bir kral (prens) olarak tanıtılması da Bizans imparatorunu akla getirmektedir. Urfalı Matthew, Bizans imparatoru Tzimiskes’in savaşlarını uzunca anlatmaktadır. O’nun Bağdat dolaylarına dek fetihler yaptığını, ardından geri döndüğü Amida’dan ayrıldıktan sonra Kudüs üzerine yürüdüğünü, kendisine karşı gelen Mısır Fatımi kuvvetlerini yenilgiye uğratıp Fenike ve Filistin’e yöneldiğini ve büyük zaferler kazandığını kaydetmektedir. Efsanedeki Kerbela veya Kabe, adı geçen Bizans imparatorunun Bağdat civarları ve Kudüs gibi mevkilere dek seferler yapmış olmasının anısı olabilir. Gedek, bir Dersim aşiretinin de adıdır. Yukarı Karabal aşireti ile Munzur dağ silsilesinde oturan Arslan Uşağı aşiretinin birer kabilesi Gedikler adını taşırlar. Efsanedeki Munzur sözcüğü de aslında bu adı taşıyan Dersim aşiretine (Munzur aşireti) referanstır. Tarihsel kayıtlarda Dersim’in Munzur aşiretiyle aynı adı taşıyan ünlü bir halkın varlığını da biliyorum ve bu ikisi arasında bir ilişki olduğuna inanıyorum. Bu noktaya az sonra Munzur bölümünde değineceğim. Cemşit’in ünlü Bizans imparatoru olduğu doğru varsayılırsa, onun döneminde Munzur aşiretinin Dersim’de bulunduğu, belki de bu dönemde Dersim’e yerleştirildiği veya bahsi geçen Bizans imparatorunun seferlerine katıldığı düşünülebilir. Munzur rivayetinin daha gerilere ait olaylarla ilişkili olması halinde benim aklıma iki olasılık geliyor: O vakit ya Mısır’la Hititler arasındaki ünlü Kadeş Savaşı ile ilişkilidir ya da Dersim efsanesindeki Munzur İbrani geleneğindeki Musa Peygamber’dır. Son olasılığı güçlendiren başka kanıtlar (Munzur adının İskender romanında Musa olarak geçtiğine işaret etmiştim) ortaya çıkarsa o zaman İbraniler’in efsanesindeki Mısır’ın Dersim veya Dersim’deki Munzur, taştan tabletlerin alındığı rivayet edilen Sina Dağı’nın da Dersim dağı olması gerekir. Geç-Hitit devletlerinin en önemlisi olan Karçemiş’in adıyla Çemişgezek ve ünlü Kadeş kenti ile Gedek arasındaki yakınlık da dikkat çekmektedir. Heredot (II. kitap, s. 375 ve sonrası), Mısır’ın Theban eyaletinde Chemmis adlı bir büyük kentten bahseder ki, bu ad da Çemiş’le aynı türden görünüyor. Tevrat’taki biçimiyle Karchemish olarak bilinen ad A History Of Egypt Under The Pharaohs (London, 1881, ing. baskı) adlı eserin yazarı H. Brugsch Bey’de Qir-Kamosh şeklinde verilir ve ‘Kamosh’un Kenti’ olarak açıklanır. Brugsch Bey’e göre bu adın ilk kısmı olan Qir (Kir, Kirjah) İbranice’de kent/kasaba demektir ve Asurca karşılığı ise Kar’dır. Asurca’da Gar-gamis dendiği de görülür. Bu ad Kar önekiyle Karkamış olarak söylenir. Böylece Qir-Kamoş, Kar-kemiş, Kairkamaşa, Karkamaş (Sandars’a göre Klikya’daki Coracesium) gibi adlar ve şekillerle karşılaşılır. Prof. Sayce’ye göre Karçemiş bir keresinde Ninus adıyla biliniyordu. Henry George Tomkins, Sayce’nin bu görüşünden hareketle, Kadeş Savaşı’ndaki Hitit müttefiklerinin adlarını kaydeden Mısır yazıtında geçen Ni adlı yerleşmenin ve Salmaneser II’nin yazıtında Ninni olarak kaydedilen yerin de Karçemiş kentine referans olabileceklerini düşünür (H. G. Tomkins, The Campaıgn Of Rameses II İn His Fifth Year Agaınst Kadesh On Orontes, London, 1882). Brugsch Bey Mısır yazıtlarında adı Dema-n-Ni olarak geçen kuzey Suriye’deki bir kentin bu adını Ni Kenti olarak açıklar ki, Tomkins’in Karçemiş olabileceğini söylediği aynı kent olmalıdır bu. Ama Brugsch Bey Dema-n-Ni’nin Kadeş’in daha kuzeyinde yeraldığını tahmin eder ve bileşimindeki n harfinin ikilenmesiyle adının Nenni olarak da okunduğuna işaret eder. Brugsch Bey, Ni kentinin sık sık Nineveh olduğunun düşünüldüğünü de not etmektedir. Bu tahminler doğruysa Karçemiş bir dönem boyunca Ni (Ninus, Ninni) adıyla bilinmiş olmalıdır. Efsaneler Ninus’u Bal (Belus)’ın oğlu, Semiramis’in kocası, Asur krallığının kurucusu ve ilk kralı olarak tanıtır ve Nemrut (Nimrod)’la aynı olduğunu söylerler. Nineveh, Calah (Kalchi, Kalkhu, Nemrut), Resen ve Urfa kentlerini de onun kurduğu rivayet edilir ve kendisine tanrılık atfedilir (Bk. J. B. Segal, Edessa: The Blessed City, 1970). Burada Nemrut’un Salmaneser I’in oğlu Tukulti-Ninib (Tukulti-Ninurta) I olduğu şeklindeki görüş de hatırlanmaya değer. Çünkü Ninib (Ninurta) öğesi ile Ni (Ninus, Ninni) sözcüğü birbirlerine oldukça benzerdirler. Çemişkezek’in eski Hierapolis kenti olduğunu söyleyen Ermeni kaynaklarından sözetmiştim. Hierapolis adını taşımış olan iki kent biliyorum. M.Ö. 37 yılında Partiya tahtına oturan Dördüncü Ferat’tan kaçıp Roma’ya sığınan ünlü Part kumandanı Monaeses’e Roma generali Mark Antony’nin verdiği kentlerden biri Hierapolis (Membic) adını taşıyordu. Kapadokya’daki ünlü Comana kenti de sonraları Hierapolis olarak adlandırılmıştır. Çemişgezek ile bu kentler arasında ne gibi bir ilişki olduğunu merak ettimse de yeterli veriler edinemedim. Son olarak bir diğer olasılığı, Cemşit ve Munzur adlarının her ikisinin de Mamanlar veya Medlerle ilişkili olabileceğini not etmeliyim. Hozan (Balahovid, Balabitene) Urfalı Matthew, 972-73 yılı altında, Bizans imparatoru Tzimisces’in Çemişgezek’li olduğunu kaydederek, kendi zamanında (M.S. 11./12. yüzyıl) Ch’mshkatsakk (Çemişgezek) adıyla bilinen bölgenin daha eski tarihlerde Khozan adını taşıdığını belirtir. Bir dönem Dördüncü Ermenistan’da yeralan bir kentin de adı olan Khozan, bugün Çemişgezek’in yanıbaşında bulunan Hozat ile aynı olmalıdır. Açık ki, Khozan, eskiden Çemişgezek’i de içeren geniş bir bölgenin, muhtemelen Batı Dersim’in tümünün adıydı. Koçan, Kozluca, hatta Pülümür’ün adlarından Kuzuçan da Khozan adıyla ilişkili olabilirler. Bu sözcüklerin bir ve aynı adın versiyonları olmaları halinde bütün Dersim’in bir aralık Khozan (Hozan) adı taşıdığı söylenebilir. Khozan (Hozan) adı ile birbirlerine dönüştüklerine tanık olduğumuz Gozan ve Zozan sözcükleri de çok benzerdirler. Gozan adı Mısır kayıtlarında geçmektedir. Belki de Zaza adı o çağda bu şekil altında göründü. Hozan (Khozan, Hozat), İncicyan’a göre, Dördüncü Ermenistan’ın bir bölgesiydi ve merkezi Palu kenti olan Palahovid (Palu Vadisi, Balahovid) mıntıkası da Hozan’a dahildi. Urfalı Matthew ise, Hozan’ın daha eski zamanlarda Palakhovid (Palahovid) olarak bilindiğini yazmaktadır. Sonradan Çemişgezek adını alan Hierapolis kenti de Hozan bölgesine dahildi. Pulur Dersim’de sıkça rastlanan Pulur adı da eski bir tarihte tüm Dersim’i ve çevresini tanımlayan bir kavram olabilir. Çünkü sözgelimi Ovacık’ın Zeranik (Yeşilyazı) köyünün ve Ovacık’ın kendisinin de eski bir adı Pulur’dur. Çemişgezek’te Pulur adını taşıyan yerleşmeler var. Pülümür adı da Pulur adıyla ilişkili olabilir. Dersim çevresinde de (örneğin Erzurum’da) bu aynı adı taşıyan yerleşmelere rastlanmaktadır. Böylece Dersim içi ve çevresinde yaygınca rastlanan bir adla karşılaşmaktayız. Bu ipuçlarından hareketle Muşki istilasında ve Asur kralı Tiglat-Pileser I’in Muşkiler üzerine seferinin kayıtlarında anılan Prulumuzi adının Dersim’e ve çevresine referans olduğunu veya olabileceğini düşünüyorum. Nitekim daha önce bahsini ettiğim bazı kaynaklar o dönemin Asur kayıtlarında Dersimliler’e Muşkiler olarak referans verildiğini yazmaktadırlar. Pulur ve Bal adlarının benzerliği üzerinde de durulabilir. Munzur Bu ad Asur yazıtlarında sık geçer. Ama bu yazıtlarda bir değil, iki Muzur (Muzri) var. Bunlardan biri Mısır’a karşılık düşer. Asur yazıtlarında geçen diğer Muzur (Muzri) ise, Ermenistan (Doğu Anadolu)’da bir ülkedir. Mısır, Asyatik bir ad. Bugünkü Mısır’a bu ad Asya halkları tarafından verilmiştir. Bu adı kendi dillerinde Asurlar Muzur olarak, İbraniler Mazor veya Mizraim (Misraim), Persler Mudraya, Araplar ise Mısr olarak söylemişlerdir. (Bk. Dr. Henry Brugsch-Bey, A History Of Egypt Under The Pharaohs, 1876-77, 1881 tarihli ikinci İngilizce baskı, Almanca’dan İng.’ye çeviren Phılıp Smith, Cilt I, s. 18 ve 231). Berlin Üniversitesi eski Professörlerinden Brugsch-Bey’e göre Mısır adının burada anılan bütün şekillerinin orijini üç harften oluşan M-z-r sözcüğüdür kesinlikle ve bu sözcüğün aslı ise tahminen İbranice’deki Mazor/Misraim ya da Arapça’da halen mevcut olan Mısr kelimesidir. Mısır adının anlamı üzerinde henüz bir fikir birliği oluşmuş değil. Bu adın başlangıçta tüm Mısır’a değil, sadece Nil deltasının doğusundaki parçasına verildiğini ve bu bölgenin özelliğinin de pek çok kalenin varlığı olduğuna işaret eden Brugsch Bey, buradan hareketle Mısır adının kaleli (surlu, takviyeli) anlamına gelen Mazor’dan türediğini öne sürer. O’na göre zor sözcüğü, kale veya sur demektir; Mazor ise kaleli ya da surlu anlamı vermektedir. Böylece kalelerle kaplı bu bölgeye Kaleli/Surlu Toprak anlamında Mazor denmiştir ki, doğudaki bu sınır kesime yine kaleli-surlu ülke anlamında Tamazor adı da verilmiş olabilir. Yazıtlara göre Mazor adını taşıyan bu bölgenin halkı yabancı orijinli idi. (Brugsch Bey, a.g.e., s. 18 ve 230-231). Asur yazıtlarında geçen diğer Muzur (Muzri)’un ise Ermenistan’da bir yer ve halk-aşiret olduğunu söyledim. Ama Muzri adının anlamı ve Muzri olarak adlandırılan toprakların yeri konusunda farklı görüşler var. Asur yazıtlarına göre Salmaneser I, Khali-Rabbat (Malatya?)’ı zaptettikten sonra Muzri’ye dek sızar. Bazı yazarlar Salmaneser I’in girdiği veya istila ettiği burdaki Muzri’nin yerinin saptanamadığını, Muzri sözcüğünün ‘sınır topraklar’ anlamına geldiğini öne sürerler. Muzri teriminin Asur genişlemesinin hudutlarını tanımlayan bir sözcük olduğunu ve ‘sınır topraklar’ anlamına geldiğini düşünen yazarlara göre, bu anlamı nedeniyle Muzri olarak tanımlanan saha sürekli değişmektedir. Salmaneser I’in girdiği söylenen Muzri, bu görüşteki yazarlardan Tiele’ye göre Klikya’nın sınır kesimleriydi, Winckler’e göre ise Salmaneser’in bu seferi sırasında Muzri adı Kuzey Suriye’ye referanstı (Bk. Bab. Assy. Gesch. ve Alttestamentliche Untersuch., akt. J. Garstang, The Land Of Hittites, 1910). Winckler, Muzriler’in Salmaneser-I zamanı kadar erken bir tarihte tüm Kuzey Suriye sathına yayıldıklarına işaret eder (akt. Maspero, a.g.e., s. 608, dipnot). Maspero, Winckler’in bu sözlerinde Muzriler’in öneminin abartıldığını düşünür. Maspero’ya veya onun kitabını İngilizce’ye çeviren Sayce’ye göre, Salmaneser I’in yazıtında geçen Muzri (ve Muzriler), Klikya civarında olup, büyük ihtimalle klasik coğrafyacıların Sofene (Sophene) ve Gumathene dedikleri sınır topraklarda, ya da Dicle-Fırat havzaları arasındadır (a.g.e., s. 607-609). Tiglat-Pileser I de istilacı Muşkiler’e karşı M.Ö. 1113 veya 1120 yılındaki seferi sırasında Muzri’ye girdiğini kaydeder. O’nun seferinin coğrafyası da farklı yorumlanıyor. Tiglat-Pileser I, kendi yazıtına göre, Milid/Milidia (modern Malatya’ya tekabül eden bu ad Milidiye okunabilir ki, Hitit yazıtındaki Dımılkiye/Tamalkiye ile aynı olabilir) topraklarına yakın yerdeki Musri’ye girmiş ve bu sırada Kumaniler’in saldırısına uğradığı için, bu kez Kumaniler’in üzerine yürüyerek onlara üstünlük sağlamıştır (Maspero, a.g.e., s. 654). O bölgelerin (Yukarı Fırat) fethini tamamlamak amacıyla, Tiglat-Pileser I, yönetiminin beşinci yılı başında Yukarı Fırat eyaletlerinde yeniden göründü. Seferine Musri’ye saldırarak ve yıkarak başladı. Az evvel işaret ettiğimiz gibi bu Musri, Milid toprağına yakındı. O, Musri ile uğraşırken Kumaniler’in saldırısına uğradığını söyler. Bu yüzden Kumaniler’in üstüne yönelir ve onlara üstün geldiğini, Kuman’ların geri kalanını Aisa Dağı’nın dibindeki Arini Kalesi’ne hapsederek orada onları kendi ayaklarını öpmeye zorladığını kaydetmektedir (Maspero, s. 655). Maspero, T-P I’in bu seferine değinirken Kharusa, Musri, Khunusa ve Tala Dağı gibi mevkilerin birbirlerine göre coğrafi konumlarını açıklar. Elimde H. Rawlinson’un çevirdiği metin var ki, burada Aisa adı bu şekilde değil, fakat Ayatsa olarak geçer, Ayatsa ülkesi altındaki Arin kenti denir. Ayatsa, Hitit kayıtlarının Azzı-Hayasa’sı olmalı ki, bu da, T-P I’deki Musri’nin Dersim’deki modern Munzur ırmağı vadisi ve çevresi olduğunu kanıtlar bence. Muzri’nin yanısıra yazıtlardaki Purulumuzi adının da Dersim ve çevresine bir referans olması gerektiğini düşünüyorum. Togarmah adı da Tağar’a referans olabilir. Dersim’in antik tarihi bakımından önemli bulgular veya ipuçlarıdır bunlar. Bunlara yazıtlardaki Tamalkiye ve Milidia (yani Milidiye)’yı da eklemek gerekir. Tiglat-Pileser I’in Muşkiler’e karşı seferinde Karadeniz’e kadar ilerlediğini tahmin eden J. Garstang’ın yorumuna göre, Tiglat-Pileser I (1115-1077), bu seferinde Karçemiş civarında Fırat’ı karşıya geçip Antep-Karçemiş arasındaki Bişri Dağı’nı kılıçtan geçirir, hemen sonra kuzeye ilerleyip Muzri adı verilen sınır topraklara girerek bu bölgeyi yıkıma uğrarır. Garstang da Muzri adını sınır topraklar anlamında yorumlar ve Tiglat-Pileser I’in Muşkiler’e karşı bu seferi sırasında (1120) Muzri’nin Salmaneser I’in seferi sırasında olduğundan daha kuzeyde yeraldığını, bu kez Kummukh denen bölgenin ötesinde olup Malatya Krallığı yakınında bulunduğunu düşünür. Bu Asur saldırısı sırasında büyük bir olasılıkla Comana çevresindeki dağlarda yaşadıkları sanılan Kumaniler, kendi halklarının (yani Muzri’de oturanların, Muzriler’in) yardımına koşar, ama Kumani birlikleri Asuriler tarafından yenilgiye uğratılıp Arinni kalesine hapsedilirler (Bk. J. Garstang, a.g.y). The World’s History yazarlarına göre Muzri (Mussri), Kapadokya’nın bir parçası olan Anti-Toroslar’daki Komana (Kammanu)’dır. Ama aynı kaynakta bir diğer yerde Mussri’nin Sangara (Shancar) olduğu da söylenmektedir. Belli ki, bu kaynağın görüşü de Muzri’nin sınır topraklar anlamlı olduğudur. The Cambrıdge Ancient History ise Malatya ve Kammanu özdeşliği kurmaktadır. Komana ve Kumani aynıdır. Garstang’a göre klasik zamanlarda Comana olarak bilinen Kumani’nin başkenti Kibshuna idi. Comana, Garstang’a göre, tıpkı Malatya gibi bir papaz-hanedanlık idi. Her ikisi de kadınların toplumdaki yüksek konumlarının erken örnekleri sayılmaktadırlar. W. Wright’a göre Comana Kuru-Bel civarındaki modern Shahr köyüdür. Anti-Toroslar’da yeralan ve Tevrat’ta Tubal olarak anılan Tabal Krallığı, daha doğru bir tanımla Tabal Konfederasyonu, Ekrek, Mazaca ve Fraktin (Ferahettin, Dastarkon) bölgelerinin yanısıra Komana/Kammanu prensliğini de içeriyordu. Eğer bu bilgiler doğruysa, Muzriler’le ilişkilendirilen Kumanlar’ın Tabal (Tubal, Tibar)’lara dahil oldukları anlaşılıyor. Yazıtları dikkatle inceleyip karşılaştırınca Ermenistan’daki Muzriler’i Dersim’de veya bir zaman sonra Dersim’de ve çevresinde yerleşmiş buluruz. Bu, Dersim’deki kutsal Munzur Dağı, bu dağdan çıkan ünlü Munzur/Muzur Nehri ve Munzur aşiretinin adını ve orijinini de açıklar. Böylece eski çağlarda Dersim’e, en azından bir yarısına yer yer Muzur adıyla referans verildiğini öğrenmiş oluyoruz. Muzri’yi fethettiğini kaydeden Salmaneser I, bu nedenle kendisini “Musri fatihi” olarak nitelemiştir. Tiglat-Pileser I de Muzri Ülkesini fethettiğini söyler. Salmaneser II’de ise Muzri ülkesinin haracını (vergisini) tahsil ettiği kaydı vardır. Muzri’nin adı Tiglat-Pileser II’nin yazıtlarında da geçer. Sargon, Sennacherib, Asurbanibal ve Nebuchadnezzar’ın yazıtlarında, ayrıca Behistun yazıtlarında (Mizar olarak) da geçer bu ad. Bu referansların bir bölümü bugünkü Mısır’a, bir kısmı da Ermenistan’daki Muzur’a ilişkindir. Edwin Norris, Assyrian Dictionary adlı çalışmasında Asur yazıtlarında bu adın Muzri, Muzrai, Muzuri, Muzurai ve Muzur şekilleri altında geçtiğini, Behistun’da ise Mizar olarak göründüğünü tespit ediyor. İlk iki formuyla Tiglat-Pileser I’de, sonraki iki şekliyle Sennacherib’de, Muzur olarak da Assurbanibal’de rastlandığına işaret ediyor (Bk. E. Norris, a.g.e., London, Nisan 1872, s. 760-761). Sözcüğün bütün biçimlerini ele alan Norris, bunlardan bir bölümünün bugünkü Mısır’a, geri kalanın ise Mısır’la aynı adı taşıyan Dicle’nin kuzeyi veya kuzey-doğusundaki bir ülkeye referans olduğunu belirtiyor. Muzri şekli, Norris’e göre, kesin her iki ülkeyi de temsil ediyor, ama diğer şekiller onun tahminine göre, genelde Mısır’a referans olmalılar. Yazıtlarda geçen Muzri ile Mısır’ın değil de, “Dicle ötesindeki” bir ülkenin tarif edilişine çok kesin ve net bir örnek olarak Tiglat-Pileser I’in şu yazıtını verir: “ana kasad Muzri Asur bili umahra-ni ma birti Elamuni Tala va Harusa lu azbat Muzri ana şiharti-sa aksud”. (akt. E. Norris, a.g.e., s. 760-761). Türkçesi: “Lord’um Asur beni Muzri’nin fethine çağırdı. Elamuni, Tala ve Kharuşa içlerinden geçerek, bütün Muzri’yi zaptettim”. Aynı yazıtta: “Ummanat Qumani ana nirarut Muzri lu illikuni ina sade itte-sunu lu amtahiz” (akt. Norris, a.g.e., s. 760-61). Tercümesi: “Koman (Coman)’ların askerleri Muzriler (Muzri’nin)’in yardımına geldiler. Dağlarda onlarla savaştım”. Tiglat-Pileser I’in bu yazıtındaki Muzri’nin bugünkü Mısır olmadığının hiç bir kuşku ve tartışma götürmediğine işaret eden Norris, Mısır adına benzer başka bir adın varlığının kendisine Heredot’un Colchiler’in Mısır orijinli olduğunu söyleyen satırlarını hatırlattığını, o halde bu yazıtta sözü edilen Muzriler’in Colchiler olabileceğini öne sürer (a.g.e., s. 760-61). Norris, Tiglat-Pileser I’in bu yazıtında geçen Muzri’nin Dersim’le ilişkisini kuramıyorsa da, o mekana hayli yaklaşıyor. Bence bu yazıttaki Muzri Dersim’e veya Dersim’in bir parçasına (Munzur ırmağının kaynağı ve Munzur ırmağı havzası) referanstır. Komana adlı yer ve buranın Ma adlı tanrıçayla ilişkisine bakılırsa, Komanlar’ın da Mamanlar’a referans olması olanaksız değil. Comana adında iki ayrı yer vardı. Biri Kapadokya’da, diğeri Pontus’ta idi. Pontus’taki adını Kapadokya’dakinden aldı. Kapadokya’daki Comana sonraları Hierapolis, daha sonra da Şar diye bilindi (Cataonia). Pontus’taki Comana Pontica (Hierocaesarea) olarak da adlandırılırdı. Pontus’taki Comana’nın Zile (Zela) ile Niksar arasındaki modern Gümenek olduğu söylenir. Pontus’taki Zela (Zile), Anahita (Anaitis, Artemis)’ya adanmış eski ve otonom/bağımsız bir tapınak toprağıydı. Norris’in dediği gibi, Muzriler’le Colchiler’in aynı olmaları mümkündür. Belki Comanlar da bu ikiliyle ilişkilidirler. Salmaneser; Suriyeli Benhadad, Ahab, Jezreel, Arvad kralları, Hamath ve diğerlerinin ordularıyla savaşırken kendisinin yardımına gelen Muzrai’lerden sözetmektedir. Bunların vergi veya haraç olarak “çift hörgüçlü develer” verdikleri de söyleniyor. Bu tip develerin Bactrian cinsi olduğunu belirten Norris, buna bakarak Baktrian tipi develeri olan buradaki Muzrailer’in de Asya’nın bir parçasında olmaları gerektiğini söylerse de, aynı develerin belki Mısır’da da bulunabileceği olasılığı nedeniyle Salmaneser’in yazıtında geçen Muzrai’nin (veya Muzrailer’in) hangisi olduğu konusunda kesin konuşmaz (a.g.y., s. 760-61). Salmaneser II’nin yazıtını çeviren A. H. Sayce, O’nun bu yazıtında geçen Muzri’nin, Mısır değil, Ermenistan’daki Muzri olduğunu yazar (Bk. Records Of The Past, Cilt 5, Sayce çevirisi). E. Norris, Muzri adının, bazı durumlarda (yukarda verdiği örnekler dışındaki), sınır veya toprak anlamlı ya da komşu yer/toprak anlamında kullanıldığını da düşünmektedir. O’na göre yazıtlarda sınır veya toprak anlamında kullanıldığı bütün durumlarda bu sözcük Mizr (yazım farklarıyla mizri, mizir, mizra; çoğulu mizriti sınırlar/topraklar demek) olarak geçmekte, Mısır’a karşılık kullanıldığında ise Muzr (Persçe şekliyle Mizar veya Misar) şekline girmektedir. Böylece O, bu terimin yazım farkları ile anlam farkları arasında bir ilişki kuruyor. Sargon’un, “O, Elam sınırındaki Rasi’den....Muzri’nin büyük nehrine kadar geniş Fenike ve tüm Hitit toprağını yönetti” denen yazıtındaki Muzri ile Sennacherib’in “Muzuri kralları (sarranı Muzuri), kral Meroe’nin askerleri,...atları,...toplandılar ve onların yardımına koştular” şeklindeki yazıtındaki Muzuri, Norris’e göre, Mısır’a referanslardır (a.g.y., s. 761-62). Muzri, Hommel’e göre, saf Asurice bir addır ve tarihinin değişik çağlarında Asurya krallığının veya imparatorluğunun askeri sınırlarını tarif etmektedir. (Akt. Gaston Maspero, The Struggle Of The Nations, A. H. Sayce’nin edite ettiği II. baskı, London, 1910, s. 608, dipnot). Maspero’ya göre, Hommel’in bu görüşü benimsenirse, Muzri adının neden sık göründüğü açıklanabilir. MODERN DERSİM’İN İÇERDİĞİ ESKİ KANTONLAR Dersim’in andaki sınırları Eski Dersim (Derjan, Derxene)’in bir kesiminin yanısıra Ermeni kaynaklarda Xorjayn (Chorzene), Palnatun, Mzur (Muzuron), Daranalik, Ekelaç, Manalik ve Mardalik adlarıyla anılan bazı komşu bölgeleri de içermektedir. Klasik çağda ve daha eski çağlarda iyi bilinen bu bölgeler Ermenistan’ın sık değişen yönetsel bölünümünde zaman zaman aynı, bazen de farklı eyaletlerde görünürler. Bunlar hakkında bazı özet bilgiler vermem gerekecek. Derjan Adontz’a göre ana kenti Mamahatun olan bugünkü Tercan kazası adını taşıdığı antik Derjan’dan alan olarak çok daha büyüktür ve antik Derjan’ın yanısıra antik Manalik (Man-alik)’i de içermektedir. Munzur Dersim’in bir kesiminin, en azından Batı Dersim’in bir zaman için Munzur Eyaleti olarak bilindiği Ermeni kaynaklarda kaydedilen bir olgudur. Örneğin Lazar Parpetsi’nin Agathangelos’la birlikte ilk Ermeni tarihçisi olarak tanımladığı Faustos’ta bu eyaletten Mzur (Muzuron) adı altında sözedilir. Faustos’taki Mzur Eyaleti’nin Munzur dağı dibinde ve halen aynı adı koruyan Munzur ırmağı boyundaki topraklara referans olduğunu Prof. Adontz da yazmaktadır. Kıbrıslı George’nin listesinde Orzianines ve Palines’le birlikte Muzuron şekli altında geçer (Nicholas Adontz, Armenia In the Period Of Justinian, çev. Nina G. Garsoian, 1970, syf. 39-43). Munzur Dağı ve Munzur Nehri’nin adları ilk Ermeni tarihçilerinden Faustos’ta geçtiklerine göre Dersim’deki bu adlar Çemişgezekli Bizans imparatorunun döneminden çok daha eskidirler. Peri Dersim’in eski kentlerinden biri olan Peri’nin adı Asur yazıtlarında geçer. The Cambrıdge Ancient History’de verilen bilgiye göre Dersim’deki modern Peri’nin adı Asur kralı Salmaneser III’ün M.Ö. 836/835 yılına ait kayıtlarında Perria kenti olarak geçmektedir. Bu tarihte 23/24 kentten (prenslikten) oluşan Tabal konfederasyonunun yanısıra, Perria kenti de Salmaneser III’e boyun eğmek zorunda kalmıştır. Peri’nin o tarihte Tabal Krallığı’na dahil kentlerden biri olup olmadığı açık değil. Kiğı Korzene, Chorzane (Xorjayn) veya Khorceank adlarıyla bilinen modern Kığı ve çevresi eski bir sitenin yurdudur. Korzene (Kiğı), Adontz’a göre, büyük ihtimalle Ermeni kaynaklarda Hasteank (Asthianene) olarak bilinen Palu-Çabakçur (Bingöl) bölgesini de içerirdi. Kiğı, Agathangelos’ta Xorjanakon adı altında geçmektedir. Chorzane, ilk olarak tarihçi Procopius’ta Chorzianene ve Chorzane gibi iki biçim altında anılır (Bk. Adontz, a.g.e., s. 39). Palin (Bağin, Palnatun) Kiğı’nın batsında Palan Eyaleti (Palnatun, Palankatun) vardı. Bu eyalet Peri Suyu (eski adıyla Gayl, Keli)’na katılan kollardan biri üzerinde yeralıyordu. Peri kenti yakınında bulunan ve Dersim’in eski sitelerinden biri olan Bağin, bu eyalete dahil gelişkin bir kentti. Adontz’a göre bugünkü Bağin eskiden Palin adıyla bilinen kenttir. Palnatun bölgesi adını bu bölgenin ana kenti olan Palin (Bağin)’den alıyordu. Palin, kendisine komşu Balu gibi önemli bir kale olarak değerlendirilirdi. Adontz’un aktardığına göre hem Palin (Bağin) hem de Balu kalelerinin adları Kıbrıslı George’nin kitabında Palios ve Ba(iou)louos formları altında geçerler. Burdaki Palios, Palin’dir. Balouos ise Bilabetines’tir. Palin kenti Bağin adı altında küçük bir yerleşme olarak bugüne dek yaşadı (Bk. Adontz, a.g.e., s. 39). B. Aksoy’un aktardığına göre Bağin (Bagin), daha Urartular zamanında Palin adını taşıyordu. İshak Sunguroğlu’na göre Palin adlı yerleşme Mazgirt’e yakın Pah veya Muhundu’nun yukarıları olmalıydı (Akt. Aksoy, a.g.e). Palu ve Balabitine Palan Eyaleti’nin güneyinde ve Murat (Arsanias) nehri üzerinde Balahovit adını taşıyan eski ve önemli bir diğer kent daha vardı ki, bu kent modern Palu (Balu)’dan başkası değildir (Bk. Nicholas Adontz, Armenia İn The Period Of Justinian, s. 13-16, İng.’ye çev. Nina G. Garsoian, 1970). Palu, en az Hititler çağından beri önemli bir merkezdir. Cyril Toumanoff’a göre Ergani Sancağı içinde yeraldığı Osmanlılar dönemindeki sınırları itibariyle modern Palu kazası antik Paluni Prensliği’ne tekabül eder. Ermeni kaynaklarda Paluni adıyla anılan bu ev (kabile), Toumanoff’un görüşüne göre, Hitit kayıtlarında adları geçen Pala (Bala) halkının, yani Palalar (Balalar)’ın devamıdır. Pala (Bala) Prensliği, Hititler zamanında da sonraki çağlarda olduğu gibi Palu-Çapakçur ve Muş (Taraun, Daron) arasında bulunuyordu. Palunik, sonraları Mamikonyanlar’ın Taron Prensliği’ne ilhak edilir ve bunun üzerine Vaspurakan Eyaleti’ne göçen Paluni Evi prensleri orada kendi adlarını taşıyan başka bir prenslik kurarlar. Paluni Evi’nden son söz M.S. 6. yüzyılda işitilir. Paluni Prensliği’ne komşu Balabitene adı ve Balabitene hanedanlığı da Toumanoff’a göre gene Hititler çağından beri mevcuttur. Bunlar da Hititler çağının Pala (Bala) halkının arta kalan parçalarından idiler. Balabitene (Belabitene) adı Ermenice’de Balahovit olarak geçer, ama hiç bir Ermeni kaynağında bu ev anılmaz. (Bk. C. Toumanoff, Studies In Christian Caucasian History, Georgetown University Press, 1963, s. 171-172, 212). İncicyan’a dayanarak Balahovit adını Palahovid olarak yazan ve bu sözcüğün Palu Vadisi anlamına geldiğini söyleyen Edouard Dalaurer’in açıklamasına göre, Palahovid, merkezi Palu olan mıntıkanın adıydı ve bu mıntıka Dördüncü Ermenistan’ın bir kısmını teşkil eden Khozan bölgesinde yeralıyordu. Hitit Krallığı, çok sayıda halktan ve prenslikten oluşan bir konfederasyon olarak görünüyor. Hitit başkentindeki yazıtlarda tam sekiz dil kullanıldığı tespit edildi. Bunlar Hititçe, Hattice, Luwice, Palaik, Hurrice, Hurri orijinli Mitanniler’in ek olarak kullandığı Aryan dili, Akadca ve Sümerce’dirler. Adı geçen sekiz dilden üçü (Hititçe, Luwice ve Palaic) dil bilimciler tarafından Hint-Avrupa dil grubuna dahil edilmektedirler. Palaik (Palaumnili) denen dil Pala adlı bölgede konuşulan dildi. Bu bölgenin yeri konusunda başka kaynaklarda bir kesinlik yok. Ama Toumanoff’un söylediklerinden çok açıkça görülüyor ki, Pala adlı bölge Palu-Çapakçur ve Muş arasında yeralan Hititler çağının Paluni (Palu) Prensliği’ne ve çevresine tekabül etmekte idi. O halde Palaik denen dil de çok büyük olasılıkla bu bölgenin dili, yani Pala (Bala) adlı halkın diliydi. Bağin, Pah, Peri ve Kığı da öyle görünüyor ki, bu eyalete dahillerdi veya ona komşu kentlerdi. Burada ister istemez bugün Zazaca konuşan Palulular ve yine aynı dili konuşmakta olan hayli geniş bir alana dağılmış Dersim’in Bal (Balan) aşireti akla gelmektedir. Pal (Palu, Pala) ve Bal bir ve aynı addır. Balanlar (diğer adlarıyla Palulular), tüm bu verilerden anlaşılıyor ki, Hititler çağından beri Dersim içinde ve çevresinde varlardı. Onların Zaza olduğu bugün konuştukları dilin yanısıra, Tevrat’ta yerverilen uluslar şeceresinde Palu ile Zaza’nın kardeş olarak gösterilmesinden de anlaşılmaktadır. Bu durumda Hitit krallığında konuşulan ve Palaic denen dilin Zazaca ile aynı olduğunu düşünmek için ciddi nedenler var demektir. Soru şudur: Bal aşiret veya halk adıyla Babil’in süper tanrısı Bal’ın ilişkisi nedir? Babil ve Bal adları arasında bir ilişki var mıdır? Balanlar’la Eski Babil halkı (Babil milliyeti) aynı mıdır? Bu konudaki düşüncelerimi kısmen de olsa önceki kısımlarda ifade ettim. Daranalik Kemah bölgesinin bir adıdır. 680 tarihli Meclis’te temsil edilir ve adı bu meclisin protokollerinde geçer. Adontz’un aktardığına göre T’ordan ve Kemah (Ani)’ı içerecek şekilde bu bölgenin adı Faustos’ta geçmekte ve Agathangelos tarafından da bilinmektedir. Garni de Daranalik’in bir parçasıydı. Latince çevirilerde Daranalia adı Analiba/Aliwn ile özdeşleştirilir (Bk. Adontz, a.g.e., s. 39). Daranalia, Analiba (Aliwn) ve Ani (Hani, Ainia, Kemah)’nin bir ve aynı eyaletin adları olduğuna işaret eden Adontz’un görüşlerine göre bu adların orijini Mardlar gibi Atropatene (Azerbaycan)’den gelmiş olan Aniler’in etnik ismidir. Ona göre Sirak’taki Ani ile Daranalik’teki Ani (Kemah) aynı ulusun adlarıdır. Analia, Aniler’in ülkesi, Analiba ise Aniler demektir (Bk. Adontz, a.g.e., s. 46-47). Ekelaç (Acilisene, Ekeleats, Ekeleaç) T’il ve Xax ile birlikte Faustos’ta geçmektedir. Adını antik Erez’den alan Erzincan (Erzenka) bölgesine tekabül ederdi. Doğuda Fırat’ın bendine dek yaklaşan Ekelaç, bu kavşakta Manalik ve Derjan’la bitişiyordu. Strabo, bu eyaleti Zariadris’in toprakları arasında saymaktadır. Bir keresinde Sophene’ye dahildi. Akilisene, sonraları Akilisene diye bilinen eyaletin yanısıra, Daranalia (Kemah, Analiba), Mananalı, Aliwn ve Muzuron eyaletlerinin tümünün topraklarını içine alacak şekilde geniş bir eyalet haline gelmiştir (Adontz, a.g.e., s. 39, 44-45). Akilisen, açık ki Dersim’in belirli kesimlerini içermiş ve bu bölgeler bir dönem bu adla bilinmişlerdir. Pliny, Akilisene’den Anaetica (Anahtakan) diye sözeder. Bu ad Akilisene’de tapınağı bulunan tanrıça Anahit’in adından gelmedir ve bu eyalete onun onuruna verilmiştir. Strabo’ya göre Akilisene Derxene ile Dostal (Kemah-Eğin arasındaydı) civarındaki nehir bendi arasında yeralıyordu. Akilisene Ptolemy tarafından da bilinmektedir. Procopius’ta bu eyaletin adı Ekelesene olarak geçer. 387 yılındaki Acilisene barışıyla Ermenistan biri Roma’ya, diğeri İran’a tabi iki parçaya bölünmüştü. Manalik (Man-alik, Mananalı) Bu adın ilk kez Sebeos’ta geçtiğine işaret eden Adontz, Manalik Eyaleti’nin antik Derjan’a bitişik olup onunla birlikte bugünkü Tercan kazası sınırları içine girdiğini söylemektedir. Aynı yazara göre, Siri (modern Şirin), Kase (modern Konşa), Aliws, Jermay (Çerme) ve Xac (modern Haçköy) adlı yerleşmeler ile Paxr/Paxir Dağı (modern Bağırbaba), Mananali (Mananali) sınırlarında idiler. Fırat’a dökülen ve adını bu bölgeden alan Mananali Nehri vardı. Mananali Eyaleti’ni suladığı tahmin edilen bu nehir, Adontz’a göre Mamahatun önlerinde birleşen birkaç koldan oluşan modern Tuzla Suyu olmalıdır. Özetle Manalik (Mananalı, Man-ali, Man-ian), Haç (Xaç) Dağı ve bu dağın uzantısı olan Bağır Baba dağından kuzeyde Tuzla Suyu’na uzanırdı. Tuzla Suyu’nun ana kolu olan güney kolu eski Manalik ve Derjan eyaletlerini birbirinden ayıran sınırdı. Fırat ise (Kötür’e dek), Manalik’i Ekelaç’tan ayıran sınır olmalıydı. Tuzla ötesinde de Derjan toprağı başlardı. Derjan ile Karin (Erzurum) arasındaki sınır noktası Xaldoy-aric kalesiydi ki, burası Aşkale ve Sirçeme Deresi civarındaki modern Büyük Koğdariç’tir (Bk. Adontz, a.g.e., s. 39-42). Manalik adının kökü benim görüşüme göre Man-Maman etnik adıdır. Mardalik Adontz, bu ve benzer adlardaki –ali unsurunun –ian karşılığı Ermenice bir sonek olduğunu düşünür. Örneğin ona göre Mard-ali ile Mardian aynıdır. Bu adın kökü Mard (Mardi, Amardi) etnik adıdır. Mardlar, Adontz’a göre, Atropatene (Medya, Azerbaycan)’den gelme göçmenlerdir. Onları kendi adlarını verdikleri Mardastan ve Mardalik gibi Ermenistan’ın iki ayrı parçasında da görüyoruz. Khorzene (Chorzane, Kiğı)’ye bitişik bölgelere Mardali-k ve Manali-k adları veriliyordu. Mardalik, Bingöl dağlarının (eski adıyla Srmanc dağları) kuzey yamaçları boyunca uzanan bölgeydi. Batıda Meledux (Harhal) dağlarına bitişikti. Kuzey sınırı onu Erzurum’dan ayıran Erzurum güneyindeki Avc-Ptkunk idi. Aras’ın bir kolu olan Murç (modern Eğri veya Aras)’un kaynağı Mardalik’teydi. Böylece Mardalik; Aras, Licik (Peri Suyu) ve Tuzla Suyu adlarını taşıyan üç nehrin arasındaki bölgeydi. Harhal zinciri Mardalik için duvar/sur benzeri doğal bir sınırdı. Chorzene’nin bir parçası Manalik ve Mardalik’e değerdi (Bk. Adontz, a.g.e., s. 19). KIRMANCİYE KAVRAMI VE KIRMANCİYE TARİHİNİN ANAHATLARI Bu araştırmanın diğer bulgularını Kırmanciye ve Dersim-Zaza tarihinin erken aşamalarının bir özeti ile birlikte sunacağım. Urartu devleti, bulunduğumuz coğrafyanın tarihini ele alırken elverişli bir çerçeve ve zemin sunmaktadır. Bu nedenle düşüncelerimi onu başlangıç alarak açacağım. Sınırları netçe tarif edilemese de, merkezi Van Gölü çevresinde bulunan Urartu Krallığı, en parlak çağında tüm Doğu Anadolu’yu, Kafkasya’nın ve Batı İran’ın belirli parçalarını içeriyordu. Tarif edilen coğrafyanın politik birliği bilindiği kadarıyla ilk kez Urartu Krallığı ile birlikte sağlanmıştır. Urartular, Hurriler’in bir koluydu. Hurri orijinli Urartulular’ın bir diğer adı da Haldiler’dir. M. Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi (1948) adlı kitabında Doğu Anadolu’daki aşiretlerin neredeyse yarısı kadarının “Biz Halidi’yiz” dediklerini söylüyor ve “Zazalar kendilerini Kürt değil, en çok Halidi (...) sanmıştır” diye ekliyor. O’nun görüşüne göre buradaki Halidi sözcüğü aslında antik Haldi (Halti) halkına referanstır ve Zaza halkı gerçekten de Haldi’dir; ama Zaza şeyh ve ağaları islamiyeti kabul edince bu adı maksatlı olarak Arap generali Halit bin Velid’in adındaki Halit’le ilişkilendirdiler (Bk. a.g.y., s. 164). Toplulukların din değişince geleneklerini yeni dine uyarladıkları sık rastlanan bir olgudur. Bu nedenle Fırat’ın dedikleri anlamlıdır. Fırat’ın yazdıkları genelde amaçlı, karışık ve çelişkili. O; Guti, Hatti, Hitit ve Urartular’ı da birbirine karıştırır. Ama bu karışıklıklardan ayıklanırsa demek istediği oldukça açık. O’na göre Zazalar Urartular’dır veya en azından kısmen Urartu asıllıdırlar. Bu noktada Fırat’ın amaçlı düşündüğünü sanmıyorum ve burada önemli olan da, son derece sınırlı, derme çatma bir tarih bilgisiyle yazan Fırat’ın ne düşündüğünden çok, onun tarafından aktarılan Zazalar’ın kendilerini Haldi (Urartulu) olarak tanımladıklarına ilişkin sözlü gelenektir. Ben bu geleneği ciddiye alıyor ve üzerinde durulmaya değer buluyorum. Bizzat duymuş olmasam da Fırat’ın bu sözlü geleneği kendi kafasından uydurduğuna inanmıyorum. Dolayısıyla aklıma takılan “Urartu krallığı bir (veya ilk) Zaza devleti miydi?” sorusuna kesin bir yanıt veremesem de, en azından Urartu yıkılışı sonrasında ülkenin dağlarına sığınan ve Haldiler adı altında varlıklarını devam ettiren hakiki Urartular’ın da Zazalar’ın oluşumunda bir yerleri olduğuna inanıyorum. Genelde Hurri coğrafyasının, özelde Hurri orijinli Urartu Krallığı’nın yükseliş dönemindeki sınırlarının Zazalar’ın tarihi coğrafyasıyla uyuşuyor olması da bu inancımı pekiştiren bir durumdur. Tarih boyunda en eski ve en belirgin Zaza-yoğun bölgeler Urartu sahasında ve merkezlerinde görülür. Ayrıca Hurriler arasında daha önce işaret ettiğim gibi Zaza adına sıkça rastlanmaktadır. Urartu’nun yanısıra Urmiye Gölü güneyinde yeralan antik Manna Krallığı da bence önemli bir konaktır. Mannalar’la Urartular’ın ilişkisi neydi, açık değil. Manna (Minni) ve Urartu krallıkları aynı halka ait olabilirler. Bir görüşe göre ilk Urartu başkenti ve Urartular’ın ilk merkezleri Manna topraklarında, yani Urmiye dolayında ve modern Azerbaycan’da bulunuyordu. Urartu kralı Menua’nın adının Mannalar’la ilişkili olması bence büyük bir olasılıktır. Dersim içindeki Urartu kaleleri (Mazgirt, Palu, Bağin, Anbar, Kale vd) çoğunlukla onun zamanından kalmadır ve Mazgirt adı da tıpkı Manazgirt’inki gibi Menua’nın Kenti demektir. Ben Dersim geleneğindeki Kal Mem adı ile Dersim’in adlarından biri olan Kalman Ocağı (Ocağe Kalmemi) kavramının Menua ile bir ilişkisi olabileceğine inanıyorum, ama çok kesin konuşamıyorum. Mazgirt adının Kal Mem veya Kalmem Ocağı kavramının aynı olması olanaksız değildir. Mannalar ile Maman (Mamakan)’ların bir ve aynı halk olmaları veya bir ve aynı halkın farklı göç ve istila dalgalarıyla gelmiş kolları olmaları büyük bir ihtimaldir. Lidyalılar ve Etrüskler’le Man ve Maman’lar arasında da bir ilişki kurulabilir. Urartu krallığı yıkıldıktan sonra, ilk kez Akamenidler zamanında Ermeni ve Ermenistan adları duyulur. O tarihten itibaren eski Urartu coğrafyası Ermenistan (Akamenid yazıtlarında Armina) olarak bilinmeye başlar. Desmala Sure adlı dergiyle birlikte yıllar önce bilince çıkarıldığı gibi, Dersimliler kendi ülkelerini Kırmanciye olarak da tanımlarlar. Dersim geleneğindeki Kırmanciye kavramı, bu çalışmanın vardığı sonuca göre, sözcüğün dar anlamında Dersim için de kullanılmakla birlikte, geniş anlamıyla tarihi Urartu ve Ermenistan topraklarına referans olup, fiili planda tamıtamına Ermenistan (eski Urartu)’la örtüşmektedir. Desmala Sure dergisinde yayınlanan erken yazılarımda Dersimliler’in kendilerini Kırmanc olarak tanımladığını da sıkça ifade etmiştim. Kırmanc ve Ermeni (Arman, Armanc, Dersim dilinde Hermeni) adları arasındaki ilişkinin tam olarak ne olduğu konusunda henüz net değilsem de, Kırmanciye ve Ermenistan kavramlarının pratik olarak bir ve aynı coğrafyayı tanımladıkları noktasında hiç bir kuşkum yoktur. Bu nedenle de ben aralarında etimolojik bir ilişki olup olmadığından bağımsız olarak Ermenistan ve Kırmanciye kavramlarını bir ve aynı ülkenin alternatif adları olarak kullanmaktayım. Sözün kısası, yazılı kaynakların Urartu ve Ermenistan tarihi diye anlattıkları benim görüşüme göre Kırmanciye tarihinin ta kendisidir ve bize başkalarının tarihiymiş gibi kabul ettirilen bu durum yaşadığımız kimlik krizinin ve tarihsiz kalışımızın sebebidir. Konunun seyri içinde Kırmanciye kavramının geniş anlamı konusunda yaptığım bu yorumun tarihsel olayları ve gelişmeleri anlamakta ne denli açıklayıcı bir işlev gördüğüne okuyucunun (özellikle Dersimli okuyucunun) kendisi de tanıklık edecektir. Özcesi, Kırmanciye tarihinin Urartu ile başladığını düşünüyorum. Urartu, Kırmanciye tarihinin ilk evresidir. Bu aşamayı daha önce ayrıntılı olarak anlattım. Urartu’nun yıkılışı sonrasında Med imparatorluğuna dahil edilen Kırmanciye, Medler’den sonra Akamenidler’in yönetimi altında girdi. Daha sonra da Makedon (Selukid), Part, Roma, Bizans, Sasani, Arap ve en son Türk hakimiyeti dönemlerini yaşadı. Partlar’a kadarki dönemin ayrıntılarını da önceki bölümlerde anlatmış bulunuyorum. Her yönden sık sık istilalara uğrayan bir kavşakta bulunması, çevresinde yükselen büyük güçler arasında egemenlik savaşlarına sahne oluşu ve onlar tarafından genelde bölünerek yönetilmesi gibi nedenlerle ülkede süreklilik gösteren egemen ve birleşik bir yaşam oluşamadı. Ülkenin zor coğrafyasının ve politik kesintilerin yaşama ve gelişme gücü kazandırdığı çok başlı bir yönetim, kralların sadece sembolik bir iktidara sahip olduğu sayıları kabarık prenslikler tarzında bir varoluş (bazı kaynaklar bunu feodal sistem olarak tanımlar) hep yürürlükte oldu. Akamenidler döneminin Kırmanciye (Ermenistan) yöneticileri önde gelen Yedi İranlı evden biri olan Hydarnidler’den gelme satraplardı. Bunlar Orontidler adıyla bilinirler. Bu çalışmanın vardığı kesin sonuç, daha önceki bölümlerde ifade edildiği gibi, Haydarnidler’in ve Orontidler’in Gil (Geli, Gilani) orijinli olduklarıdır. Bunu Geli-Dımli olarak da tanımlayabilirim. Haydarnidler adı bana bazı tasniflerde Zilan grubuna dahil gösterilen Dersim’in Haydaran aşiret adını hatırlatmaktadır. Kırmanciye’de Orontid (Geli) yönetiminin başlangıcı, Moses Khorene’de korunmuş olan Ermeni geleneği ve bazı tarihsel veriler ışığında Medler çağına dek geriye yerleştirilebilir. Hydarnid orijinli oldukları söylenen Orontidler, Akamenidler’le karşılıklı evlilikler de kurdular. Ermeni kaynakları yalnızca Part orijinli Arsakidler’i değil, Orontidler’i ve Orontid (Geli) orijinli Artaxiadlar’ın Kırmanciye’de kurdukları hanedanlıkları da birer Ermeni monarşisi olarak tanımlarlar. Ben Orontidler’i ve Artaxiadlar’ı bu araştırmanın verdiği güvenle ve kesin bir dille Geli orijinli birer Kırmanciye monarşisi olarak tanımlıyorum ve eğer Ermeniler bunlarsa, o vakit kendi orijinlerini tartışırken Geliler’in adını dahi telaffuz etmek istemeyen ve Geliler’in Ermenistan sahnesinde ancak M.S. 9./10. yüzyıllarda ve sonrasında göründüklerini iddia eden Ermeni diye bilinenler hakiki Ermeni değillerdir diyorum. Bugün Ermeni olarak bildiklerimizin kendi aralarında kendilerini Ermeni değil fakat Hay olarak adlandırmaları ve Ermeni adının onlara başkaları tarafından yakıştırıldığını söylemeleri de bu olasılığı güçlendiren bir olgudur. Biliyoruz ki, sözgelimi Hititler ve Partlar tarihte başka halkların adlarıyla tanındılar ve bu durum adlarını aldıkları halkları boşluğa düşürdü, kimliksizleştirdi ve büyük ölçüde unutturdu. Ermeniler’in durumunda da pekala benzer bir örnekle karşı karşıya olabiliriz. Anadolu’da Gil ve Dımliler’i, Dersimliler’i, Zazalar’ı ve Kürtler’i kaynaklardan ve kayıtlardan sildirip neredeyse tarihsiz halklara dönüştüren sebep Ermeni etiketinin yanlış kapıya asılması veya muğlak ve yanlış kullanılması olabilir. Bir yazıttaki bir adın yanlış veya eksik okunması, Ermeniler’den ilk sözeden tarihçilerin vahim bir hatası bile çok şeyi karıştırabilir ve bu karışıklık kendinden öncekileri kaynak gösterip ilerleyen tarihçi kuşakların neden olduğu zincirleme kaza sonucunda zamanla düzeltilmesi olanaksız yerleşik bir yargı ve geleneğe dönüşebilir. Bu coğrafyada Ermeni sayılarak veya eski tabakaları görmezlikten gelinip bu coğrafyaya son göçleri ilk gelişleri gibi gösterilerek bilinçli veya bilinçsiz olarak tarihleri karartılan toplumlar var. Bu ve benzeri sebeplerle bu araştırmayı yaparken tarih denen uzun yolda Dersimliler’i ve Zazalar’ı tespit, batmış veya batırılmış kayıp bir kıtanın keşfine dönüştü. Bu yargının dayandığı diğer argümanlar konunun seyri içinde ileriki sayfalarda görülecektir. Yüzyıllar içinde Kırmanciye (Ermenistan) teriminin kapsadığı toprakların sınırı önemli değişiklikler gösterdi. Aynı şekilde bu adla bilinen toprakların yönetsel durumu ya da bölünümü de hep aynı kalmadı, sık sık değişti. Akamenid kralı Darius, kendisine miras kalan imparatorluğu eyaletlere böldüğünde, Ermenistan (Kırmanciye), Pactyic Ülkesi ve Karadeniz’e kadarki komşu topraklarla birlikte 13’üncü Eyalet (Satraplık) olarak organize edildi (Bk. Herodotus, III. kitap, s. 119-23). Nöldeke, Kipert, Minorsky ve başka bazı araştırmacılara göre Heredot’un 13. Eyalet’te gösterdiği burdaki Pakti/Paktiya, modern Bohtan (Bohti)’dır. Heredot’ta geçen diğer Pakti (Paktiya) ise, Afganistan’a veya Afganistan’ın bir parçasına referanstır. M.Ö. 401/400 yılında onbin Yunanlı askerle birlikte Kırmanciye (Ermenistan)’den geçen Xenophon, bu yürüyüşün öyküsünü anlattığı Anabasis adlı eserinde Kırmanciye (Ermenistan)’nin o tarihte iki parçalı olduğunu kaydediyor. O’nun yazdığına göre, bu parçalardan birinin satrapı Orontas, diğer parçanın (Batı Ermenistan) satrapı ise Tribazus idi. Bu tarihten yüz yıl kadar sonraki Gaugamela Savaşı sırasında da Kırmanciye (Ermenistan)’yi yine iki satrapın yönettiğini görüyoruz. Biri yine Orontes adını taşıyor, diğeri ise Mithraustus adında biridir (Bk. Nicholas Adontz, Armenia In The Period Of Justinian, İng.’ye çev. Nina G. Garsoian, 1970). Selukidler (Makedonlar) peryodunda Kırmanciye (Ermenistan)’nin Zariadris ve Artaxias arasında halen iki parçalı bir yapı arzettiği görülür. İlki Arzanene ve bazı komşu bölgeler de dahil Küçük Kırmanciye (Sophene, Little Armenia)’yi, ikincisi Büyük Kırmanciye (Greater Armenia, Asıl Kırmanciye)’yi yönetiyordu. Bu iki krallık fetihler yoluyla, komşu toprakları zaptederek genişlerler. Antiochus III’ün Magnezia yenilgisini takiben her iki krallığın yöneticileri de taraf değişerek Roma’ya bağlandılar ve bağımsız birer krallığa dönüştüler (M.Ö. 190). Kommagene de sayılırsa bu dönemde Kırmanciye (Ermenistan)’nin birkaç küçük parçadan, yani birkaç krallıktan ya da prenslikten bileştiği söylenebilir. Tekrarlarsak: İlk Kırmanciye devleti Urartu Krallığı’dır. Onu Orontid Krallığı izledi. Orontidler sonrasında Kırmanciye (Ermenistan)’de oluşan monarşilerin en büyüğü Artaxiad (Artaxias) Hanedanlığı idi. Daha sonra Arsakid ve Sasani hanedanlıkları gelir. Urartu, Orontid ve Artaxiad devletlerinin yöneticileri ve özet tarihleri bu çalışmanın Giriş bölümünde anlatıldığı için burada tekrara ve ayrıntılara girmiyorum. Artaxiad hanedanlığının en ünlü yöneticisi Büyük Tigran’dı. İlk kez Tigran II, yani ünlü Büyük Tigran(es) zamanındadır ki, Kırmanciye (Ermenistan)’deki tüm prenslikler zor yoluyla birleştirilir, başka toprakların da fethi ve ilhakıyla bir Kırmanciye (Ermenistan) imparatorluğu oluşur. Enc. Of İslam’ın Ermenistan maddesinde işaret edildiği gibi, Urartu sonrasında bu bölge yalnızca bir kez, M.Ö. 1. yüzyılda Büyük Tigran zamanında tek bir yönetim altında birleşik bir krallık olarak varolabildi ve Ermenistan (Kırmanciye) adı da coğrafi bir terim olarak aslında o tarihten itibaren geniş bir kabul gördü gibi. Böylece sonradan Ermenistan (Kırmanciye) adını alan toprakların politik/yönetsel birliği Urartu yıkılışından sonra ikinci kez bu sıralarda kurulmuş görünmektedir. Ermenistan (Kırmanciye) adı da daha çok bu sırada coğrafi bir kavram olarak içerik ve anlam kazanır. Bu kavram sonraki çağların politik koşullarına artarak aykırılık taşısa da, Enc. Of İslam’da söylendiği gibi, Tigran döneminin terminolojisi olarak sonraki asırlarda da korundu. Ama Tigran döneminde kurulan birlik uzun sürmez ve Selukidler çağındaki bölünme ta Bizans çağına kadar devam eder. Tigran zamanında belirli bir politik önem kazanan Kırmanciye (Ermenistan) sonraki asırlarda birbirini izleyen rakip dünya güçleri tarafından sık sık müdahale edilen ve sınırları değiştirilen bir “tampon devlet” konumuna itilir. Böylece kendi çevresinde daima büyük ve güçlü komşulara sahip olan Kırmanciye (Ermenistan), Urartular ve Büyük Tigran dönemleri hariç kendi coğrafyasında hemen hiç bir zaman öncü ve lider bir rol oynamamış görünmektedir. Selukidler sonrasında Kırmanciye (Ermenistan)’de rakip dünya güçleri olarak Akamenidler’in mirasını talep eden Partlar (Arsakiler, Eşkaniler) ile Roma karşı karşıya geldiler. Böylece Kırmanciye (Ermenistan), Selukidler ortadan kalkınca, ilkin Partlar’la Roma, daha sonra da Sasaniler (Zazalar)’le Bizans arasında ikiye bölünmüş kaldı. SONRAKİ DÖNEMLERDE KIRMANCİYE (ERMENİSTAN)’NİN YÖNETSEL YAPISI Kırmanciye (Ermenistan), Bizans İmparatoru Justinian tarafından M.S. 536 yılında Birinci, İkinci, Üçüncü ve Dördüncü Kırmanciye (Ermenistan)’ler tarzında dört eyalete ve yönetim bölgesine ayrılmıştır. Ülkeyi dört eyalete bölerek bu şekilde adlandıran Justinian olmuştur (Bk. M. Khorenatsi’nin History Of the Armenians kitabının çevirmeni Robert W. Thomson’un notu, a.g.e., s. 95). Moses Khorene, Ermenistan (Kırmanciye)’ın Mez-Haik (Asıl veya Büyük Ermenistan) ve Pokr-Haik (Küçük Ermenistan) olmak üzere iki eşit-olmayan parçasından sözetmektedir. Bunlardan Büyük Kırmanciye (Armenia Major)’nin hudutları batıda Fırat Nehri’nden doğuda Kur Nehri civarına kadar uzanıyor ve bu parça kendi içinde on-beş eyalete ayrılıyordu. Küçük Kırmanciye (Armenia Minor) ise Fırat Nehri ile Kızılırmak’ın kaynakları arasındaki topraklardan oluşuyordu. Justinian tarafından M.S. 536 yılında yapılan ve bazı değişikliklerle birlikte 591 yılında imparator Maurikios tarafından da benimsenen I., II., III. ve IV. Kırmanciye’ler şeklindeki numaralı bölünüm ile Moses Khorene’nin sözünü ettiği Büyük (Asıl) ve Küçük (Tali) Kırmanciye’ler tarzındaki ikiye bölünüm Arap istilasına kadar yanyana varolmuş görünüyorlar. Moses Khorene’nin kaydettiği tarzda ikiye bölünüm Araplar tarafından da biliniyordu. Arap kaynaklarda, örneğin coğrafyacı Yakut’ta, merkezi Hilat (Ahlat) olan bölgeden Arminiya al-kubra (Büyük Kırmanciye), Küçük Kırmanciye’den ise Arminiya al-sughra diye sözedilir ve ikincisinden Tiflis (yani Gürcistan) anlaşılır. Araplar, Ermenistan (Kırmanciye) terimini, Romalılar ve Bizanslılar’dan farklı ve daha geniş tanımlamış görünüyorlar. Çünkü, tarihleri Kırmanciye (Ermenistan) ile yakından bağlantılı olan Gürcistan, Arran (modern Kafkasya Azerbaycanı, eski Albania) ve İran Azerbaycan’ı dahil Derbend Gecidi’ne kadar Kur ile Hazar Denizi arasındaki tüm bölgeyi Ermenistan/Kırmanciye kapsamında tarif ediyorlar. Gürcistan ve Arran (Albania)’ı dışarda bırakan Ibn Hawkal ise, Asıl Kırmanciye’yi İç Ermenistan (Arm. Dahiliya) ve Dış Ermenistan (Arm. Hariciya) olmak üzere iki parça şeklinde tanımlar. İç Kırmanciye (İnner Armenia); Dwin (Dabil), Nahçivan ve sonraları Kalikala (Karin, Arzan al-Rum) bölgelerini kapsıyor. Dış Kırmanciye (Outer Armenia) ise, Van Bölgesini (Berkri, Ahlat, Erciş, Wastan, vd) ifade ediyor (Akt. Enc. Of Islam). Bizanslılar’dan Kırmanciye’nin başta gelen eyaletlerinden oluşan dört Kırmanciye (I-IV) şeklindeki bölünümü ödünç alan Araplar, M.S. 640’lardaki işgali takiben bu eyaletlerin sınırlarını önemli ölçüde değiştirmekle yetinmişler. Arap tarihçi ve coğrafyacılarının yazdıkları arasında ciddi farklılıklar olmakla birlikte Kırmanciye’nin Arap bölünümü Enc. Of Islam’ın Ermenistan Maddesi’ne göre genelde şöyle bir resim sunmaktaydı: Birinci Ermenistan (Birinci Kırmanciye): Arran (başkenti Barda dahil) ve Şirvan (Kur ve hazar denizi arasındaki bölge). İkinci Ermenistan (İkinci Kırmanciye): Gürcistan Üçüncü Ermenistan (Üçüncü Kırmanciye): Orta/Merkezi Ermenistan veya Asıl Ermenistan’dan oluşuyordu ve buna Dabil ve Vaspurakan bölgeleri de ekleniyordu. Dördüncü Ermenistan (Dördüncü Kırmanciye): Şimşat (Arsamosata), Kalikala (Erzurum), Ahlat ve Erciş ile birlikte Güney-Batı. Bazen İkinci Kırmanciye atılarak yukardaki dört parçanın üçe düşürüldüğü görülür. Yukardan beri anlatmaya çalıştığım bölünüm parçaların sayısında ve sınırlarında yapılan değişikliklerin de etkisiyle içinden çıkılması pek kolay olmayan karışık bir manzara arzetmektedir. Dersim geleneği ve dilindeki Kırmanciya Vırene, Kırmanciya Dersimi, hatta türkülerde de geçen Welate Cori ve Welate Ceri gibi tabirler yukarıdaki numaralı-numarasız bölünümlerle ilintili olmalıdırlar. Bir görüşe göre M.S. 591 yılından itibaren görünen Vaspurakan adı Moses Khorene’de Van Gölü doğusundaki toprakları tanımlamak için kullanılır. Vaspuhr sözcüğünden türediği söylenen Vaspurakan, Thomson’un açıklamasına göre, Ermenistan’ın Bizans ve Sasaniler arasında ikiye bölündüğü tarihlerde, Güneydoğu Ermenistan (Kırmanciye)’ın Sasaniler’in elinde kalan parçasıydı. Vaspurakan adının bu manada 8. yüzyıl başından sonra kullanıldığı sanılıyor. Richard N. Frye, Vaspurakan adını Vaspur ve –akan olarak ayırır ve bu iki öğeden bileşen bir sözcük olarak düşünür. İkinci kısım (-akan), bazen çoğul anlamı da kazandıran sıfatsal bir sonektir. Vaspur ve akan sözcükleri, Frye’nin açıklamasına göre Ermenice değil, Ermenice’ye girmiş İrani kavramlardır. O’na göre Partlar çağında Vispuhr (soylu, prens), Sasaniler zamanında ise Vaspuhr şekilleri mevcuttu. Frye, bu sözcüğün klan, prens, kral evi ve soylu gibi anlamlara sahip vais veya vis kökünden türemiş olabileceğini düşünür ve M.S. 3. yüzyıl sonrasında Vaspuhrakan teriminin soylular anlamı kazandığını tahmin eder. Bu eyalete bu adın kimler tarafından verildiği net değil. Medler veya Akamenidler döneminde var mıydı, bilinemiyor. Strabo, Ermenistan (Kırmanciye) sınırlarını genişleten Artaxias ve Zariadris ikilisinin Medler’den aldıkları topraklar arasında Basorope adlı bir bölge de anar. Frye, bu adın doğrusunun Basporakan olabileceği ihtimaline değinir. O’nun varsayımı doğruysa, bu sözcüğün ilk olarak en azından Strabo’nun zamanından beri kullanıldığı düşünülebilir (Bk. R. N. Frye’nin Tahran Üniversitesi yayınları arasında çıkan Yadnameye İraniye Minorsky içindeki Continuing İranian Influences On Armenian adlı makalesi, 1966). Ermenice’de Andzevatsik adı verilen bölge Zavazan/Zawazan (Zaza Ermenistanı? Zaza ülkesi?)’dır. Bu bölge Zaza Kırmanciye’si, yani Kırmanciye’nin Zaza parçası olarak tanımlanabilir. M. Khorenatsi’de Andzevatsi hem bir eyalet hem de Ermenistan/Kırmanciye prensliklerinden biri olarak geçer. El Mesudi (M.S. 943) Zawazan (Zauzan)’dan sözeder ve Cudi Dağı (Khorenatsi’nin haritasına bakılırsa Sim Dağı ile aynı olabilir?)’nın Zawazan’da bulunduğunu kaydeder. Buyid Deylemi hanedanlığının tarihçisi Mıskawaıhi, İngilizce’ye The Eclıpse Of The Abbasıd Calıphate (Abbasi Hilafetinin Çöküşü) adıyla çevrilen eserinde Zawazan adlı coğrafyadan ve M.S. 938 yılında Laşkari’nin Gilani-Deylemi kuvvetleriye Ermeniler arasında Zawazan’da (Thomas Ardsruni’ye göre Hadamakert adlı yerleşmesinde) yeralan bir savaştan sözeder (Bk. a.g.e., IV. cilt, s. 442-448). Zawazan, Yakut (M.S. 1225)’ta, Ermenistan dağları, Hilat (Ahlat), Diyarbekir, Azerbaycan ve Musul arasında yeralan büyük bir ülke olarak tarif edilir (Mesudi ve Yakut’un Zawazan hakkında dedikleri için bk. G. R. Drıver, The Dispersion Of The Kurds In Ancient Times, 1921. Türkçe çevirisi için bk. Dış Kaynaklarda Kırmanclar-Kızılbaşlar ve Zazalar, s. 45-50). Kırmanciye (Ermenistan)’nin Arap işgali öncesinde ve bu işgali izleyen Arap egemenliği peryodundaki sınırları ve yönetsel bölünümü kabaca böyleydi. Araplar Kırmanciye (Ermenistan)’yi genelde Azerbaycan ve Mezopotamya (Cizre) ile birlikte halifenin atadığı tek bir yönetici (vali) altına vermişlerdir. Bu vali Dwin’den yönetirdi. Dwin (Dabil), tüm Arap dönemi boyunca başkentti. Arap işgali öncesinde ise bu kentte bir Sasani marzbanı otururdu. Bu marzbanın ordusunun karargahı ise Azerbaycan’daki Erdebil’de veya Maragha’da idi. Asıl Kırmanciye’nin Arap ortaçağı boyunca Dwin’den sonraki en önemli kentleri Erzurum, Erzincan, Manazkert (Malazgirt), Bitlis, Ahlat, Erciş, Nahçıvan, Ani ve Kars idiler. Araplar’ın üslendiği kent merkezleri Dabil, Erzurum, Barda ve Tiflis idiler. Buralarda güçlü Arap kolonileri mevcuttu. Arap aşiretlerinin yerleşmiş olduğu başka kentler ve bölgeler vardı ayrıca. Anahatları ve esas bölümleri itibariyle Kırmanciye (Ermenistan)’de durum yukarda özetlediğim gibiydi. Kırmanciye’deki bu bölünümün kaba bir fotoğrafı ekteki haritalarda görülebilir. Bir de parçaların herbirinde irili ufaklı beylikler mevcuttu tabi. Kısacası, kontrolü zor bir coğrafya olan Kırmanciye (Ermenistan)’de merkezi yönetim nadiren görüldü. Genelde tanık olunan resim sayısız prenslikler biçiminde bir varoluştu. Şimdi de Kırmanciye’deki bu prenslikler hakkında bazı bilgiler vermek zorundayım. Harita 3 I., II., III. ve IV. Ermenistan Kaynak: A. H. M. Jones, The Later Roman Empıre (284-602), cilt 2 Harita 4 M. S. 5. ve 8. Yüzyıllar arasında Ermenistan ve Kafkasya Kaynak: The Cambrıdge Medieval History, cilt 4, kısım I Harita 5 Ermenistan Prenslikleri ve İberya Toprakları Kaynak: C. Toumanoff, Studies Harita 6 Moses Khorenatsi’de Ermenistan Kaynak: Khorenatsi, History Of The Armenians Harita 7 Doğu ve Batı Ermenistan Kaynak: Cambrıdge History Of Iran Harita 8 Küçük ve Büyük Ermenistan Kaynak: The Cambrıdge Ancient History, cilt 3 (1) KIRMANCİYE (ERMENİSTAN)’DE DEVLETLER VE HANEDANLAR Partlar’ı ve Kırmanciye’de Part hakimiyeti dönemini biraz ileride ayrıntılı olarak ele alacağım. Partiya’da Vologases I (Valarş/Valakş: M.S. 50/51-80) tahta çıktığında iki kardeşinden Pacorus’u Medya kralı olarak, diğer kardeşi Tiridates I’i ise M.S. 53/54 yılında Ermenistan kralı olarak atadı. Moses Khorene’de Part kralı Vologases (Valakş) I’e Arşak , Ermenistan tahtına oturttuğu kardeşi Tridates I’e ise Valarşak adıyla referans verilir. Khorenatsi, Ermenistan’da Arsakid (Part) monarşisini Valarşak ile başlatıyor. Partlar döneminde Kırmanciye (Ermenistan)’de çok sayıda prenslik görüyoruz. Ermenistan’da onlarca prenslikten sözeden Khorenatsi, daha önce adını andığım kitabında bunlar hakkında ayrıntılı bilgiler vermekte ve bütün bu prensliklerin Partlar tarafından (Partlar’ın Ermenistan tahtına oturttuğu Valarşak tarafından) oluşturulduğunu, onların döneminden kalma olduklarını öne sürmektedir. Khorene, Ermenistan kralı atandıktan sonra Valarşak’ın Makedonlar’a karşı yaptığı savaşları ve fetihlerini anlatıyor. O’nun anlattığına göre, Valarşak, ilkin Azerbaycan ve Orta Ermenistan’dan büyük bir ordu toplar. Bu orduya Bagarat ve O’nun emrindeki savaşçılar, Gelam’ın soyundan gelen göl kenarındakiler, Kenaniler, Sisak ve Kadmos’un soyundan gelenler, Asuryalı Senekerim’in soyundan ünlü savaşçılar (Giniler ve Artsruniler diye anlayın), kısacası Ermenistan’ın yarısı katılmıştır. Bu ordusuyla ilkin Aras havzalarına ve oradan da Khaltik/Canet (Yukarı Çoruh ile Karadeniz arasındaki bölge) sınırlarına gelen Valarşak, Coloneia adlı yerde Makedonlar’ın ve Makedonlar’la ittifaklarını hâlâ sürdüren Lazica, Pontus, Frigya ve Mazhak (modern Kayseri, Kapadokya çevresi) eyaletlerinin birleşik ordularını kanlı bir savaşın sonunda yenilgiye uğratarak o bölgelerde Makedonlar (Selukidler)’ın hakimiyetine son verir. Böylece Valarşak, tüm bu bölgelerde Partlar’ın egemenliğini kurar. Ardından Ermenistan devletini Part modelinde yeniden örgütler (Bk. M. Khorene, a.g.e., II. kitap, s.111-143). Valarşak (Trdat)’ın ordusunda Geliler’in de bulunduğu bu orduya katıldıkları söylenen Bagarat ve Gelam adlarından bellidir. İzadi’nin bahsettiği Dılaman prensliği Coloneia savaşı sonrasında kurulmuş olabilir. Khorene, Valarşak (Val-Arsak)’ın Ermenistan’ı prensliklere bölerek yönettiğine işaret eder ve onun Ermenistan’da kurduğu yönetsel düzeni, oluşturduğu prenslikleri tek tek ve uzunca anlatır. Bu örgütlenmenin M.S. 60 yılından kısa bir süre sonra yapıldığı anlaşılıyor Ama bu prensliklerin tümü Khorene’nin sandığı gibi Partlar döneminden kalma değildir. Adontz ve Toumanoff’un çalışmaları Ermenistan’daki devletleri ve hanedanları daha iyi tanımamızı sağladı. Özellikle Toumanoff’un çalışması Ermenistan’daki hanedanlıkları kronolojik yönden ve orijinleri bakımından tasnif etmemizi imkanlı kılmaktadır. Orijin yönünden bu hanedanlıklar veya evler, Hitit, Med-Manna, Urartu (Haykid?), Orontid ve Part orijinliler şeklinde gruplandırılabilir. Kronolojik bakımdan ise onları Hitit, Urartu, Orontid, Artaxiad, Part ve Sasani çağlarına dayananlar şeklinde bir tasnife tabi tutmak mümkündür. Aşağıda yanlış şekilde tümünün Valarşak tarafından oluşturulduğunu iddia ettiği bu prenslikler ve örgütlenme modeli hakkında önce kendi ağzından Khorene’nin dediklerinin bir özetini ve ek olarak bazı yorumları ve kendi görüşlerimi veriyorum. Bagratuni Prensliği “Makedonlar’la savaş sona erince Ermenistan kralı Part Valarşak, bir Yahudi olan Bagarat’ı Ermenice konuşan bölgelerin ve batıdaki 11 bin adamın prensi (Arsakidler’in prensi) yaptı ve onun ailesinden gelenlere Bagratuni adını verdi. Ermenistan’da büyük bir prenslikti bu” (Khorene, a.g.y., s. 133). Thomson’un notuna göre, Vahan Mamikonyan isyanı sırasında Sahak Bagratuni adlı biri Ermenistan marzbanı idi. Vahan Mamikonyan isyanı 482 yılında yer aldı. Ben Bagratlar’ın Gil (Gel) orijinli olduklarını düşünüyorum ve daha önce sözünü ettiğim gibi Ermeni geleneğinin de bu görüşü doğruladığına inanıyorum. Dersim’deki Pakra adı Bagarat adının bir şeklidir. Toumanoff, bu evin Orontidler’den çıkma bir kol olduğunu söyler ve daha Orontidler’in Ermenistan yönetimi zamanında bilindiklerine işaret eder. Tüm Orontidler’in ortak geleneği güneş tanrısı Angl’ın soyundan geldikleriydi. Bagratlar da Angl orijinliydiler. Ermenistan’ın Hristiyanlığa döndüğü 4. Yüzyıl başında Bagratlar’ı Bayburt kalesi de dahil Syspiritis’te yönetirken görmekteyiz. Gordyene’deki Tmorik (Tamoritis) de onların yönetimindeydi. Bagratlar orijinde evin efendisi anlamlı olan Aspet ünvanı taşırlardı. Onların irsi ünvanları olan Aspetuni kavramı buradan gelmektedir. Bu evin bilinebilen en ilk üyesi M.Ö. 83-69 yılları arasında Büyük Tigran’ın Suriye valisi olan Bagadates’tir. Toumanoff’a göre onların Aspetuni adını almaları ve onlara yakıştırılan İbrani orijinlilik görev yaptıkları bu coğrafyadan ileri gelebilir. M.S. 2. Yüzyılda Gürcistan’a göçtüğü anlaşılan Bagratlar’ın bir kolu 5. Yüzyıla dek burada yönetici konumlar işgal eder. 7. ve 9. Yüzyıllar arasında Bagrat evinden 12 isim Ermenistan Baş Prensi olmuşlardır. Bagratlar Arap peryodunda 771-72 isyanına katıldıktan sonra ve kısmen bu nedenle Tamoritis, Kogovit ve Vaspurakan üzerindeki kontrollerini geçici olarak yitirir ve bu rolü Artsruniler’e kaptırırlar. 428 yılında Ermenistan monarşisi yıkıldıktan çok sonra, Bagrat evinin 771-72 isyanında öldürülen Smbat VII’nin soyundan gelen yaşlı bir kolu 885 yılında Aşot V Bagratuni ile başlayarak Ermeni Krallığı ünvanını alır ve böylece 428 yılı sonrasında ilk kez yeni bir Ermenistan monarşisi oluşur (Bk. Toumanoff, a.g.e). Toumanoff da dahil bütün Ermeni yazarlarının ‘Ermeni’ olarak nitelediği bu monarşi bence Geliler’le ilişkiliydi. Pontus, Mazhak ve Diğer “Daha sonra Valarşak Ermenistan’ın batı ve kuzeyindeki Pontus, Mazhak ve Eğeria (aşağı Çoruh üzerindedir, çev.)’yı örgütledi. Ardından Gürcistan sınırındaki Tayk ve Parkhav’a döndü. Kafkas Dağı civarında yaşayan barbar yabancı ırkları (çevirene göre Bulgarlar kastedilir burda) eşkiyalığı bırakmaya mecbur etti , onları Tayk bölgesindeki Kol’da topladı ve vergiye bağladı. Sonra Nisibis (Nusaybin?)’e döndü” (Khorene, a.g.e). Khorkhoruni Prensliği “Valarşak, Khor Haykazn ailesinin (çevirene göre Khorkhoruni’lerdir bunlar) soyundan gelenleri de bir prensliğe dönüştürdü ve başına Malkhaz’ı atadı.” (Khorene, a.g.e., s. 137). Toumanoff’a göre Khorkhoruni evi Hurriler’in bir kalıntısıydı ve prensleri Malkhaz ünvanı taşırdı. Arap peryodunda silinen bu ev Ermeni geleneğinde Hayk orijinli görülmektedir (Toumanoff, a.g.e., s. 208-209). Varazhnuni Evi “Sarayın av işlerinin başına Gelam’ın torunu Garnik’in soyundan Dat adında bir adam kondu. İyi bir avcı olan bu adamın oğlu Varzh’a Hrazdan Nehri yanındaki köyler verildi ve onun adından hareketle daha sonraları (Valarşak’ın torunu Artaşes döneminde) bu eve Varzh veya Varazh dendi. Varazhnuni evi ve adı bu adamdan gelmedir” (Khorene, a.g.y). Bence bu evin Gil (Gelam) orijinli olduğu M. Khorene’de zaten söylenmektedir. Ama Ermeni geleneği Ayrarat eyaletinde (Sevan Gölü batısındaki Hrazdan vadisinde) aynı adı taşıyan kantonu yöneten bu evin Hayk orijinli olduğunu söylemektedir (Bk. Toumanoff, a.g.e., s. 222). Gabal ve Abel Prenslikleri “Gabel ve Abel adlı kişilere/ailelere köyler verildi. Onların prenslikleri Gabeli ve Abeli adlarını taşırlar” (Khorene, a.g.y). Khorene’nin Hayk orijinli olduklarını söylediği bu evlerin ve prensliklerin ikisi de Toumanoff’a göre Kamsarakan Evi’nin alt-kolları idiler. Kamsarakanlar’ın Hayk’la bir ilişkilerinin olmadığı, onların Part/Arsaklı soyundan oldukları iyi bilinen bir şey. Toumanoff’a göre Bizans imparatoru Romanus I Lecaperus (920-44) Gabel evinden olabilir. Artsruni ve Gnuni Prenslikleri “Valarşak, Artsruniler’i ve Gin adlı kişiyi/evi de birer prenslik yaptı. Artsruniler ve Gnuniler, Asuri kralı Senekerim’in soyundan gelirler. Asurya kralı Senekerim’in oğulları Adramelek ve Sanasar, babaları Senekerim’i öldürüp bize (Ermenistan’a) sığınmışlardı. Bizim atalarımızdan Skayordi, bu iki kardeşten Sanasar’ı Ermenistan’ın güney-batısına, yani Asurya sınırlarına yakın bir yere yerleştirmişti. Sanasır’ın soyu/sülalesi çoğaldı ve Sim adlı dağı doldurdular (Hübschmann, Sim Dağı’nın Sasun’da bir dağ olduğunu yazar. Hübschmann, A. O. N.’den akt. Thomson, dipnot, s. 112). Ermenistan kralı Valarşak, Sanasar Evi’nden (Sanasar’ın soyundan) gelenlerin içinden en güçlüsü olan ve Ermeni krallarına hizmet eden Sharashan’ı (bir yerde Şaraşan yerine Ardamozan der Khorene. S.C) o bölgelerin, yani Asurya sınırlarında ve Dicle nehri havzası üzerinde bulunan güney-batının büyük bdeaşkh’ı ve yöneticisi olarak görevlendirdi. Ardzn’ı ve çevresindeki bölgeyi, Toros Dağı (Sim Dağı)’nı ve tüm Kleisurae’yi eyaletler olarak Sanasar Evi’nden gelen Sharashan’a verdi. Aynı bölgenin güney-doğusunda yerleşik olan bu Ardamozan’ın (Sanasar?) soyundan gelenlere tarihçiler Artsruniler ve Gnuniler demektedirler. (Moses Khorene’de Sim Dağı, Toros’la aynıdır gibi. Thomson’un açıklamasına göre, Ardzn, Van Gölü’nün güneybatısıdır. Kleisurae ise, Bitlis geçidi veya geçitleridir). Artsruni adı aslında artsui-uni olmalı. Gnuni adının orijini konusunda Hadamakert’te anlatılan rivayet saçmadır. Gnuni adı gerçekte gini-uni şeklinde düşünülmelidir. Gin, saray için güzel şaraplar hazırlayan kişiye deniliyordu. Valarşak, çok hoşnut olduğu Gin adı verilen bu kişiyi de prens yaptı” (M. Khorene, a.g.y., s. 138). Thomson, Moses’in Artsruni adının etimolojisini artsiw (eagles) sözcüğünden çıkartmasını hayali bulur ve –uni sonekinin ise Ermenice’de aile adları için çok yaygın kullanılan bir takı olduğuna işaret eder. Ben burda sözü edilen Gnuni/Gini adının bugün Demenan aşiretinin bir kabilesi gibi görünen Dersim’deki Giniler’in ve onların adını taşıyan Gini köyünün adıyla kesinlikle aynı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Sarız ve çevresinde Zazaca’ya Ginice dendiğini de hatırlatmak istiyorum. Özetle, Ermeni olarak bilinen ve Asuri orijinli oldukları rivayet edilen Gini (Gnuni)’ler ve onların Vaspurakan eyaletindeki prenslikleri de, Artsruniler ve Artsruni prensliği de benim görüşüme göre Zaza (Geli) idiler. Artsruni, Gnuni ve Arzanene evleri hep birlikte pagan dönem geleneğinde Orontidler’in birer kolu ve Angl-soylu olarak görülürler. Hristiyanlık-sonrasında bu geleneği bırakıp Asurya kralı Senekerim’in oğullarının soyundan geldiklerini iddia ettiler. Toumanoff’un verdiği bilgilere göre 771-72 isyanından sonra Gnuniler kendi devletlerini Arap Uthman ve Kays aşiretlerine kaptırdılar ve bu isyanı takiben önce Tayk’ın güneyindeki Bagratid prensliğine, oradan da Bizans topraklarına göçtüler. Bu evden Mezezius I Gnuni 518-48 yılları arasında Sasaniler tarafından Ermenistan valisi olarak atanmıştı. Bizans imparatoru Leo V (813-20) Gnuni evindendir (Bk. Toumanoff, a.g.e). Artsruni evinin ayrıntılı tarihi bu evden biri olan Thomas Artsruni tarafından yazılmış bulunuyor. Spanduni ve Havuni Evleri “Spanduni ve Havuni (Havenuni)’lere de Valarşak tarafından görevler verildi. Havuni aile adı Haw (kuş, cock anlamlı) kelimesinden gelir” (Khorene, a.g.e). Ayrarat’ta aynı adlı kantonları yöneten Havenuniler ve Spanduniler, Toumanoff’a göre, Abel, Gabel ve Dziunakan evleri gibi Kamsarakan evinin askeri-silahlı birer kolu idiler. Adontz, Spanduni adının Kamsarakanlar’ın aile ünvanı Spandarat sözcüğünden gelebileceğini söylemektedir. Dziwnakan Evi “Kralın akrabaları olarak tanımlanan Dziwnakan’lara (adları kar anlamlı Dziwn’den gelir) sarayda muhafızlık görevi ve Ostan adı verildi. Valarşak, onların başına kumandan olarak Hayr’ı atadı. Hayr, Azerbaycan’dan Chuaş ve Nahçıvan’a kadarki bölgenin prensi de yapıldı” (Khorene, a.g.e). Ostan; saray toprağı, saray kenti demektir (Bk. Hübschmann, Grammatik). Chuaş, Vaspurakan’da bir bölgedir. Nahçıvan ise, Aras üzerinde bir kent ve eyalettir. Muratsean (Marats’ik, Medler) “Şimdi Muratsean denenler Med kralı Azhdahak’ın soyundan gelenlerdi. Onlar kendi ailelerinin prenslerini Muratsean diye değil, fakat Marats’ik (sözcüğün bu formu Medler demektir, çev) diye adlandırırlar.Valarşak’ın Ermenistan krallığında hiyerarşide kral Valarşak’tan sonra ikinci sırada geliyorlardı. Valarşak, Maratsikler (Medler)’in lordu Muratsean’e Medya’dan getirtilmiş esirlerin yaşadığı tüm köyleri prenslik olarak verdi” (Khorene, a.g.y., s. 139). Thomson’un notuna göre, Moses Khorene’nin zamanında, yani M.S. 8./9. Yüzyılda Murats’ean ailesi/evi soyca tükenmişti. Toumanoff, bu evi Arsaklı peryodu öncesinde kayıplara karışan bir ırk olarak tanımlar (a.g.e., s. 224). Moses Khorene, kitabının başka bir yerinde Cyrus’la ittifak halinde Med kralı Azdahak’ı yenilgiye uğrattığı ve öldürdüğünü söylediği Ermenistan kralı Tigran’ın bu savaşta içlerinde Azdahak’ın ilk karısı Anoyş ile Azdahak’ın soyundan pekçok prens ve prensesin de bulunduğu 10 binden çok kişiyi esir edip Golt’n bölgesi sınırlarına kadarki yerlere yerleştirdiğini yazmaktadır. Bu esirlerin yerleştirildiği yerleri, Tambat, Oskiolay, Dazhgoynk, Vranjunik de dahil nehrin havzalarındaki topraklar, Nahçıvan kalesine ve bu kalenin karşılarına kadarki yerler, nehrin öte yakasındaki Julay, Khram, Khorşakunik kentleri ve başkenti Azhdanakan olan tüm ova olarak saymaktadır. Bu yerler için ekteki hariya bakınız. Az yukarda Partlar çağında Valarşak tarafından prenslik olarak Murats’ean’e verildiği söylenen yerler buralardır. Khorene’nin anlatımına göre bu topraklar Azhdahak’ın soyundan gelenlerce tutulmuştu. Azhdahak, Ermenice’de dragon, Azhdahak soyu da dragon soyu demektir (Bk. a.g.e., s. 119-23). Azdahak adının bir şekli olduğu anlaşılan Azdan-akan formu, Azdahak ve Yezdan adlarının aynı olabileceğini akla getirmektedir. Toumanoff, Murac’an evini Kaspi-o-Med olarak tanımlar (a.g.e., s. 224). Sisak ve Kadmos Evleri “Sisak ve Cadmos ırklarından gelen iki prens Valarşak tarafından doğuda Ermenice konuşulan bölgelerin sınırında askeri valiler olarak atandılar” (Khorene, a.g.e). Kadmos evinin atası Kadmos, şecerede erken ve efsanevi Haykidler’den biri olarak görünür. Toumanoff, bu adın Yunan mitolojisindeki Cadmus ile benzerliğini bir tesadüfe yorumlar. Manandyan Kadmos adını Urartu ile ilişkilendirirken, Adontz ise Kadmos’u Corduene’nin isim babası olarak düşünmektedir. Sisak (Alu) ve Aran’ın Prenslikleri Moses Khorene kitabının daha önceki bir yerinde şunları söyler: “Gelam (Gel) kendi topraklarının çoğunu oğlu Sisak’a bıraktı. Burası Sisak’ın adıyla Siunik diye bilinen bölgedir. İranlılar bu bölgenin adını daha tam şekliyle Sisakan olarak söylerler” (Khorene, a.g.e). Burada ise bu konuda bazı ek ve enteresan bilgiler vermektedir: “Valarşak, kuzey-doğudaki Aran (Albania) bölgesinde de bir yönetim teşkil etti. Bu bölge Sisak’ın Aşireti (Sisak Aşireti) tarafından miras alınmıştı. Halk, Sisak’ı ve aşiretini Alu olarak adlandırır. Bu nedenle Aran (Kafkas Albaniası) adlı bölgeye Aluank (yani Albania) adı da verilir” (Khorene, a.g.e). Moses’e göre Alu ve Aran adları kişi adıdırlar. Alu adı ona göre yumuşak (tender) anlamlıdır. Thomson’a göre hayali bir etimolojidir bu. Aran adlı adam, Moses’e göre, Alu’nun soyundandır. Part Valarşak, önde gelen, ünlü ve yiğit biri olan Aran’ı bu adı taşıyan bölgede askeri vali yapar. Uti, Gardman, Tsowdek ve Gargar adlı evler ve prenslikler, Moses’e göre, Aran adlı kişinin soyundan gelmedirler. Aran’ın toprakları Gürcistan (Gugark)’ın bazı kesimlerini de içeriyor. Böylece sayılan tüm bu prenslikler/aşiretler aynı milliyete ait görünürler. Uti, Kur nehri ile Sevan Gölü (Gelam/Gel Gölü) arasında bir eyalettir. Gardman, Uti eyaletinde bir bölgedir. Tsowdek ise, Thomson’un notuna göre, güneybatı Ermenistan’da Dicle batısında bir yerdir. Thomson’un aktardığına göre, Eremyan, Tsowdek’in Sevan Gölü’nün güneydoğu kıyısındaki Sawdik olduğunu düşünmektedir. Toumanoff ise, Moses’in Tsowdek evini Albania ile ilişkilendirirken karıştırdığı görüşündedir. Özetle, Moses’in aktardığı gelenekte Sisak/Alu denen ırk ya da aşiret Gel (Gelam)’in soyundandır. Sisak/Alu ise; Aran, Uti, Gardman, Tsowdek ve Gargar’ın cedleridir. (Khorene, a.g.y., s. 140). Alu adı bana Alanlar’ı, onun soyundan olduğu söylenen Aran’ın adı ise Areyliler (Areyiz)’i hatırlatıyor. Dersim dilinde Alanlar’a tamıtamına Alu derler. Khorene’nin anlattığı rivayet Alan ve Sisak aşiretlerinin bir ve aynı olup Gel orijinli olduklarına işaret etmektedir. M.S. 276 yılında, Roma imparatoru Aurelian döneminde Pontus, Kapadokya, Klikya ve Galata’nın Alanlar tarafından istila edildiği bilinen bir olay. Kendileriyle görüşen Aurelian, onları İran’a dönmeye bir şekilde ikna eder. Ama bu imparator ölünce Alanlar aynı bölgelere bir kez daha girerler. Bu sefer de imparator Tacitus görüşür onlarla ve o da Alanlar’ı ikna etmiş görünüyor. Çünkü Alanlar, aldıkları esirler ve yağma ile birlikte Phasis ötesindeki çöllerine (Kimmer Bosporus’una) geri çekilirler. The Decline And Fall Of The Roman Empıre adlı eserinde bazı kaynakların M.S. 276 yılındaki bu Alan istilasını İskitler’in istilası olarak tanımladığına işaret eden Gibon, Probus’un Hayatı adlı esere dayanarak İskit denen bu istilacıların Alanlar olduğunu söyler. Böylece İskit stoktan bir halk olan Alanlar’ın tarihsel kaynaklarda İskit (Saka, Askuza) diye de bilindikleri anlaşılıyor. Bu nedenle de Moses Khorene’nin aktardığı gelenekte Sisak ve Alu aşiretlerinin bir ve aynı aşiret olduklarının söylenmesi bana doğru gibi görünüyor. Bilindiği gibi Sisak (Si-Sak) adı İskit/Saka adıyla ilintilidir. Bazı kaynaklar Alanlar’ı, Jazyge (Yazıgi, belki Zazik?), Roxolani, Gaeti, Dacian ve Bastarniler’le birlikte Sarmatlar grubu olarak tanımlarlar. Part-Roma çağına ilişkin başlıca kaynaklardan biri olan Erbil (Arbela) Kronikleri’ne göre Alanlar M.S. 134 yılında 20 bin mevcutlu bir orduyla Partiya’yı da istila etmişlerdir. Alan-Dersim bağlantısına Dersim içinde veya çevresinde yönettikleri anlaşılan bazı Arsakid (Part) krallarının anne tarafından Alan kralının kızı Sat’inik’ten gelmiş olmaları nedeniyle de az ilerde değinme fırsatı bulacağım. Toumanoff’un da dikkat çektiği gibi Siunia eyaleti prensleri gelenekte Hayk evinden sayılmaktadırlar. Onlardan Vasak I, 442-51 yılları arasında Sasaniler’in Ermenistan valisiydi. Gardman-Albania evi bu hanedanlığın bir koluydu. Gardmanlar evi gelenekte Hayk orijinlidir. Siunia (Siwnik) adının İran orijinli bir sözcük olan Sisakan şekli ilk kez 6. Yüzyılda bir Süryanice kaynakta görünür. 1200 ile 1450’ler arasında Siunia (Sisakan) eyaleti Mamakanlar’ın bir kolu olan Orbeliyanlar’dan Liparitler tarafından yönetildi (Bk. Toumanoff, a.g.e., s. 214). Gugark Prensleri (Gugarats’ik Evi) “Bu aileye Kafkas dağlarının karşısındaki bölge verildi. Bu aile Darius’un satrapı İberyalı Mihrdat’ın soyundan gelmeydi. Onları bu bölgeye İskender yerleştirmişti” (Khorene, a.g.e., s. 147). Thomson, Gugark’ın Gürcistan olduğunu not etmektedir. Orduni Prensliği “Valarşak, bu prensliği Basean vadisinde kurdurdu. Orduni’ler Hayk’ın soyundandırlar” (Khorene, a.g.e). Gelenekte Hayk orijinli görülen bu ev, Toumanoff’a göre, Urartu saray evindendir. Aynı yazara göre gelenekteki Hayk orijinlilik de zaten Urartu orijinli olmayı ifade etmektedir. Orduni prensliği modern Pasin’e denk düşerdi (Bk. Toumanoff, a.g.e). Angle Evi ve Prensliği “Valarşak, batının yöneticisi olarak Hayk’ın torunu Pask’am’ın soyundan gelme Turk adlı bir adamı atadı. Turk adlı bu adama kocaman fiziği, güçlü ve çok çirkin olması nedeniyle Angl adı veriliyordu. Angl, an-gel (güzel-olmayan, çirkin) sözcüğünden gelir. İranlılar, Rustem Sagdjik’in 120 filin gücüne sahip olduğunu söylerler. Ama Angl, ona ilişkin şarkılara bakılırsa, Samson, Heracles ve Rustem’den daha güçlüdür.Valarşak, bu adamın ailesini Angle Evi olarak adlandırdı” (Khorene, a.g.e., s. 141). Angl evi, güneybatı Ermenistan’da idi. Thomson, Khorene’nin Angl adının etimolojisi hakkında dediklerini haklı olarak uyduruk ve hayali bulur ve Angl’ın aslında Ermenistan’da bir pagan Ermeni tanrısının/kültünün adı olduğuna işaret ederek, onun Nergal’e karşılık düştüğüne değinir. Turk/Tork’un ise gerçekte Anadolu’nun bereket/verim tanrısı Tarku olduğunu not eder (s. 141). Khorene’nin Angl adının anlamı hakkında yaptığı açıklama bence de yanlıştır. Ama bu adın an ve gel öğelerinden bileştiğine ilişkin görüşü bana doğru görünmektedir. Çünkü Angl adının da Gel etnik adıyla ilişkili olduğuna inanıyorum. Bu adın Eğil ve Eğin şekli altında yer adı olarak da halen yaşadığına tanık olmaktayız. Tsop’k Prensliği “Valarşak, Angl evinden sonra, Dördüncü Ermenistan adı verilen yerde büyük Tsop’k prensliğini oluşturdu” (Khorene, a.g.e). Bu adın Sophene prensliğinin Ermenice adı olduğuna daha önce değinmiş ve Sofene hakkında yeterince açıklama yapmıştım. Apahunik, Manavazean ve Bznunik Prenslikleri “Bu prenslikler de Valarşak tarafından yine Hayk’ın soyundan gelenlerden kuruldu” (Khorene, a.g.e). Ermeni tarih geleneğine göre Orduni, Apahuni, Manavazan ve Bznuni evlerinin hepsi Haykid (yani Urartu) orijinlidirler. Bunların bir bölümünün Urartu saray evinden oldukları sanılıyor (Bk. Toumanoff, a.g.e., s. 218). Slkunik’ler ve Mandakunik’ler “Cesur biri olan Slak, dağları tutmakla ve yabani keçileri avlamakla görevlendirildi. Slak’ın adıyla Slkunik’ler adı verilen bu evin Hayk’ın soyundan mı, yoksa antik rivayetlerde Hayk’tan önce bu ülkede yaşadıkları söylenenlerden mi olduğunu bilmiyoruz. Valarşak, aynı veya benzer bir göreve Miandak adlı bir adamı daha atadı. Bu adamın soyundan gelenlere de onun adından hareketle Mandakunik’ler deniliyordu” (Khorene, a.g.y., s. 142). Slak sözcüğünün, iğne, ok, keskin, meraklı gibi anlamlara geldiğini not eden Thomson, Khorene’nin kitabına yazdığı önsözde, Moses Khorene’nin anti-Mamikonyan olduğunu ve bu nedenle de Mamakanlar’ın adını Mandakuni olarak değiştirdiğini söylemektedir. Thomson’un ne demek istediğini tam olarak anlamış değilim. O’nun dediklerini doğru anladıysam, burdaki Mandakuni adının Mamikonlar (Mamakanlar)’a referans olduğunu düşünmek gerekir. Ama bu noktada kuşkularım var. Mandakuni adı Mendıkan aşiret adında yaşıyor olabilir. Mandakuni evinin Ermenistan’da Manna (Manda) hanedanlarından gelme bir koloni olduklarını söyleyen Toumanoff, Hitit yazıtlarında Mannalar (Mandalar)’la Sala’ların birbirlerine komşu halklar olarak gösterildiğine işaret ederek, Ermeni kaynaklarda yine birbirine komşu olan Mandakuniler ve Slkuniler’in onlarla aynı olduklarını yazmaktadır. O’na göre Slkuni evinin Sala ünvanı onların Hitit kayıtlarında geçen Sala halkının uzantıları olduklarını göstermektedir (a.g.e., s. 212-15). Toumanoff ve Thomson’un söyledikleri Manda, Manna ve Mamakan gibi adların bir ve aynı halka işaret ettikleri yönündedir. Vahuni’ler “Valarşak, tapınakların yönetimini ve rahiplik görevini Vahagn’ın soyundan gelenler arasında gönüllü olanlara verdi. Bunlar Vahuni adıyla önde gelen prenslikler arasında yer aldılar. Vahuni evinin prensliği Aştişat idi” (Khorene, a.g.e). Aştişat (Surp Sahak), Muş bölgesindeydi. Kirzioğlu bu sözcüğün Aşte (Aştarte)-Şadı, yani Aşte Sevinci anlamına geldiğini yazmaktadır (Bk. Kirzioğlu, Kars Tarihi, s. 430). Toumanoff, geleneğin Haykid Vahagn’ın (Kırmanciye paganizminin Herkül’ü) soyundan geldiklerini söylediği Vahuniler’in Orontid orijinli olabileceklerine işaret etmektedir. Taron’un kutsal kenti ve Vahan kültünün merkezi Aştişat’ta Hristiyanlık öncesinde bir Vahagn tapınağı vardı. Aştişat, Vahevuniler’den yüksek papazların yönettiği bir tapınak-devletti. Ermenistan Hristiyanlığa dönünce bu tapınak ve Aştişat devleti Gregoridler’e geçti (Bk. Toumanoff, a.g.e). Araven ve Zarehavan Evleri “Valarşak, bu aileleri ilk kralların soyundan olanlar arasından seçti ve bu aynı adları taşıyan kentlerde prenslikler olarak organize etti” (Bk. Khorene, a.g.e., s. 142-3). Aravenler gelenekte Haykid orijinli ve Orontidler çizgisinden sayılmaktadırlar. Zarevanlar’ın yönettiği kantonlardan biri Her idi. Gelenekte Hayk’ın soyundan gösterilen Zarehavanlar Toumanoff’a göre Araven ve Vahevuniler’le birlikte Orontid orijinli ve Artsruniler’in bir alt-bölümü olmalılar (Bk. Toumanoff, a.g.e). Mokats’i Prensliği “Valarşak, Mokats’i bölgesinden yine Mokats’i adını taşıyan bir adama Mokats’i Prensliği’ni kurdurdu” (Khorene, a.g.e., s. 143). Mokk Eyaleti, Van Gölü’nün güneyindedir (Bk. Hübschmann, A. O. N., akt. Thomson, s. 143). Korduats’i, Andzevats’i ve Akeats’i Eyaletleri ve Prenslikleri “Valarşak, bu adları taşıyan eyaletlerde aynı adları taşıyan prenslikler oluşturdu” (Khorene, a.g.e., s. 143). Mokk eyaleti, Van Gölü’nün hemen güneyinde bulunuyordu. Korduk eyaleti daha güneydeydi. Andzevatsik ve Akeatsik ise Van Gölü’nün güneydoğusunda idiler (Bk. Thomson, Hübschmann ve Toumanoff’un açıklamaları). Corduene prensliği Gordyene’de idi. Toumanoff’a göre Ermenice’de Korduk, Süryanice’de Bet Qardu olarak bilinen eyalet veya prensliktir bu. Moses Khorene’deki Korduk (Korduatsi) adı, açık ki Korduk Evi (Kürtler)’ne ve Kürdistan Eyaleti (Kordu Eyaleti)’ne referanstır. Buna göre Kürtler ve ülkeleri de hayli eskiden beri Kırmanciye (Ermenistan) sınırları içinde görülmüşlerdir. Andzevatsik, Zawazan olarak da bilinen eyalettir. Toumanoff, onların Mahkert’in eski Med-Karduk prenslerinin bir kolu olabilecekleri ihtimaline işaret eder. Toumanoff’ta Med-Karduk yazım şekli Medler’le Karduklar arasında özdeşliği ifade eder. Rshtuni ve Goltnetsi Eyaletleri ve Prenslikleri “Rshtuni ve Golt’nets’i evlerinin Sisakan Evi’nin gerçek kolları olduklarını öğrendim. Bu prensliklerin o adamların adlarını mı aldığı, yoksa o eyaletlerin adlarıyla mı çağrıldıklarını bilmiyorum” (Khorene, a.g.e., s. 143). Rshtunik’ler, Van Gölü’nün güney kıyısında idiler. Golt’n ise kuzeydoğuda Aras üzerindeydi. Bu bölgeler ve aileler için Thomson’un açıklamalarının yanısıra Hübschmann ve Toumanoff’a bakılmalıdır. Moses’in aktardığı geleneğe göre Sisak (Alu), Gelam (Gel)’ın oğluydu, yani Gelami idi. Sisakan (Siunik) eyaleti onundu. Aran da onun soyundandı. Uti, Gardman, Tsowdek ve Gargar adlı aileler ve hanedanlar da Aran’ın soyundan idiler. Burada Rshtunikler’le Goltnetsiler’in de Sisakanlar’ın birer şubesi oldukları söylenmektedir. Gelenekteki tüm veriler birleştirildiğinde ortaya çıkan manzara Gel milliyetinin hakim veya ana öğe olduğudur. Geleneğin Haykid orijinli gösterdiği Rshtuni’lerin adları Toumanoff’a göre Urartu krallarından Rusa (Rusha) ile bağlantılarına işaret eder. Onların prensliği Urartu başkentini de içeriyordu. Arap peryodunda prensliklerini yitiren bu evin Urartu kraliyet evinden geldikleri sanılıyor (Bk. Toumanoff, a.g.e., s. 213). Rshtuni ve Rusa adları ile Dersim’in Rutan aşiretinin adı arasında da dikkate değer bir benzerlik var. Amatunik Prensliği “Bazı İranlılar (Persler) Amatuni’leri onların atalarının adlarından dolayı Manuean diye çağırırlar. Amatunik ailesinin Ermenistan’a Aryanlar’ın ülkesinin doğu bölgelerinden geldiği söylenir. Manue adlı bir atadan gelmedirler. Manue’nin Samson adında güçlü bir oğlu vardı. Fakat Amatunik ailesi orijin olarak Yahudi’dir. Amatunik ailesi, ilk Part kralı Arşak tarafından Aryanlar’ın ülkesinde Hamadan bölgelerinde yerleştirilmiş ve kendilerine onurlu bir pozisyon verilmiştir. Buraya neden geldiklerini bilmiyoruz. Herneyse, Artaşes köyler ve mülkler vererek onları onurlandırır ve Amatuniler (yani yabancılar olmakla) diye çağrılırlar” (Bk. Khorene, a.g.e., s. 199-200). Khorene’nin dedikleri bunlar. Med Astyages soyundan ve/veya Yahudi orijinden geldikleri söylenen bu prensliğin Artaz evinden olduğuna işaret eden Toumanff, Amatuni prenslerinin Kaspi-o-Med veya Manna orijinli olduklarını yazmaktadır. Maku kenti bu prensliğe aitti. 772’de Araplar tarafından tasfiye edilen Amatuniler, değişik adlar altında başka yerlerde varlıklarını sürdürdüler (Bk. Toumanoff, a.g.e., s. 197). Thomson, M. Khorene’nin burada Mannaean’ları Yahudi kahramanla (Samson’un babası Manue ile) karıştırmış olabileceği ve Amatuniler’in Yahudi orijinli olduğunu da bu karıştırmadan dolayı öne sürebileceği ihtimaline değinir. Ayrıca, Persçe’de Amat sözcüğünün geldi demek olduğuna işaret eder. Thomson; Amatuni ailesinin Med-Manna hanedanlıklarının bölgelerinden geldiğini söyleyen Toumanoff’un görüşlerine değinir. Neusner (Numen 1966) ise, O’nun aktardığına göre, Amatuniler’in Adiabene’nin Monobazes evi ile aynı olduklarını söylemekte, Manue=Manavaz=Monobazes özdeşliği kurmaktadır. Hübschmann ise Grammatic adlı eserinde Manavaz ve Monobazes ailelerinin aynı oldukları görüşünü öne sürmektedir (Bk. Thomson’un notu, s. 199). Moses Khorene’nin değnidiği ve neredeyse tümünün kuruluşunu Valarşak’a malettiği evler/aşiretler ve prenslikler özetle bunlardır. Aslında daha başka evler ve prenslikler de vardı o sıra. Örneğin bunlardan biri Mardastan idi. Mardlar’ın Ermenistan’da daha Orontid Monarşisi çağında varoldukları Xenophon’un Anabasis’inde kayda geçirilmiş bulunuyor. Onbinlerin geri çekilişi sırasında Ermenistan ordusunda Mard paralı askerleri de bulunuyordu. Ermenistan’da Mardlar’ın varlığına ilişkin bir diğer kayıt M.S. 56 (veya 68?) yılında Lucullus’un halefi general Domitius Corbula’nın Ermenistan’a girerek müdahale edişi sıralarına aittir. Bu müdahale Roma-Part savaşlarına neden oldu. Artaxata (Artaşata)’yı yıktıktan sonra Taron’a geri çekilişi sırasında Corbula’nın ordusu Mardlar’ın topraklarından geçmek zorunda kalır ve o tarihlerde hâlâ eşkiyalıkla geçindikleri söylenen Mardlar’ın saldırısına uğrar, ama direnişle karşılaşan Mardlar geri dağlara çekilirler. Adontz da, general Corbulo’nun geri çekilişi sırasında Mardlar’la çatışması olayından hareketle, Mardlar’ın daha o tarihte Ermenistan’ın sonraları Mardastan (Ermenice’de Mardoç-k) adı verilen topraklarında olduklarına işaret etmekte ve Ermenistan’ın etnik olarak en az Albania kadar çeşitli olduğunu, ülkede birliğin kendisini ilkin Malxazlar/Malkhazlar (Van Gölü kuzeybatısında oturdukları söylenen Khorkhoruni evinin ünvanı), Aspetler, Mardpetler, Mamaklar, Ter’ler vs gibi ana etnik gruplar etrafında ve bunlar arasındaki farklılık ekseninde göstermiş olduğunun kabul edilmesi gerektiğini vurgular. Ermenistan, Adontz’a göre, başlangıçta çeşitli aşiretlerle (Karduçi, Mos-chi, Sa-Spir, Aramiler vd gibi) yerleşikti. (Bk. Adontz, a.g.e., s. 317, 322 ve 327). İlginçtir ki, Adontz’un yukarda saydığı ana etnik gruplar (Hurriler, Mamakanlar, Mardlar, Bagratlar/Aspetler ve Terler) birbiriyle ve Dersimliler’le ilişkilidirler. Khorene’nin saymadığı daha başka prenslikler de vardı Ermenistan’da ve bunların hepsi Khorene’nin sandığı gibi Partlar çağında ortaya çıkmış olmayıp değişik çağlardan kalma evlerle ilişkili idiler. Yukarıda yerverdiğim Toumanoff’un bulguları da bu gerçeğe işaret etmektedirler. ESKİ DERSİMLİLER’İN ORİJİNİ Desmala Sure dergisinde yıllar önce tartışmaya açıp alışılagelenden çok farklı yorumladığım Dersim sözlü geleneğindeki Kırmanc ve Kırmanciye kavramları ile Dersim’in kapısını aralamıştım. Elinizdeki kitapta ise amacım bu kapıyı ardına kadar zorlamaktır. Dersim geleneği modern Dersimliler’in Eski Dersimliler ve Geç Dersimliler (Sonradan Gelenler) olmak üzere iki kesimden bileştiğini söyler. Bu geleneğin tarihsel gerçeklerle örtüştüğünü düşünüyorum. Daha önce de işaret ettiğim gibi orijin problemini çözmek için farklı göç ve istila dalgalarına ait bu iki tabakanın tesbit edilip tanımlanması gerekir. Benim vardığım sonuca göre, kendisine Kırmanc diyenler esas olarak Eski Dersimliler’dir. Dersim geleneği onlara Mıleto Qan (Eski Millet) diye de referans vermektedir. Bu tabaka Kırmanc kimliğini bayrak yapmış, sonradan gelenlere de benimsetmiştir. Dersim’in bu daha eski sakinlerinin orijini ve erken tarihleri Ermenistan (Kırmanciye) tarihinde saklıdır. Dahası, Eski Dersimliler denen bu tabaka kaynaklarda bir bütün olarak ‘Ermeni’ olarak tanımlanmaktadır. Hatta Geç Dersimliler’in bir bölümü bile ‘Mıleto Qan’ (Eski Millet) olarak da tanımladığı kendisinden önceki bu tabakayı Ermeni sanmaktadır. Kendilerine Kırmanc diyen Eski Dersimliler’in Ermeni olarak da bilinmeleri, zamanla Ermenileşmiş olmalarına yorumlanabileceği gibi, Kırmanc ve Ermeni adlarının aynı etnik grubu tanımladığına, bunların bir ve aynı adın değişik şekilleri olduklarına işaret de olabilir. Bilindiği gibi Ermeni adı bugün Ermeni olarak bilinenlere dışarısı tarafından takılmış olup, kendisine Hay, ülkesine Hayastan diyen ve bunda ısrar eden Ermeni toplumu içinde gerçekte hiç bir zaman kabul görmüş değildir. Eski Dersimliler’in orijininin Ermenistan tarihinde saklı olduğunu ve Ermenistan ve Kırmanciye terimlerinin bir ve aynı coğrafyanın alternatif adları olduğunu keşfettiğim andan itibaren Ermenistan tarihinin ayrıntılarını birincil kaynaklardan ve daha derinliğine çalışmak zorunluluğu ile karşılaştım. Aynı şekilde yaptığım araştırmanın bulgularını açıklarken konunun okuyucu tarafından daha iyi anlaşılması için bu çalışmanın Giriş’inde Ermenistan tarihi anlatmak zorunda kaldım. Kaldı ki, az önce de işaret ettiğim gibi, benim vardığım sonuca göre, Ermenistan ve Kırmanciye tarihleri içiçe geçen, büyük ölçüde örtüşen süreçlerdir. Her tarihin bir başlangıca ihtiyacı vardır. Ama fiktif değil, gerçek bir başlangıç olmalıdır bu. Dersim ve Kırmanciye tarihini yazmaya karar verdiğimde nereden başlayacağım beni meşgul eden ana sorun olarak karşıma çıktı. İdeal başlangıç momenti kuşkusuz ki işin en zor tarafı olan orijin problemi çözülerek yakalanabilirdi. Ama başlangıçlar genelde karanlıktır, efsanelerle örtülüdür. Öyle de olsa bu efsaneleri tespit edip çözmek zorundaydım ve bunda kararlıydım. Sonuçta öyle yaptım. Dersimliler’in spesifik bir etnik bileşimi ve başlangıç momenti var mıydı? Bu soruya evet yanıtı veriyorum ben. Dersim geleneğinin Eski (Esas, Erken) Dersimliler ve Geç Dersimliler (Şeyh Hasananlılar) ayrımı yaptığına yukarıda değindim. Geç Dersimliler’in orijini sorununa daha sonra geleceğim. Daha önemlisi Erken Dersimliler’in kimliğini tespittir. Benim görüşüme göre, Eski Dersimliler’in kendi orijinlerine ilişkin ulusal nitelikte bir tek rivayeti vardır ve onu diğerleri arasından ayıklamak önemlidir. Bu rivayete göre Dersimliler’in cedleri Khal Mem ve Khal Ferat adlarında iki kardeştir. Bu çalışmanın ilk hedefi yalnız efsanelerimizde değil, türkülerimiz de dahil her adımda karşılaştığımız Khal Mem-Khal Ferat ikilisinin kimliklerini tespit etmekti. Efsanevi değil tarihsel ve gerçek kişilikler olduklarına kendimi ikna ettiğim bu ikiliyi keşfetmedikçe başlangıcı yakalayamazdım, nereden yola çıkacağımı ve tarihin labirentlerinde hangi patikayı izleyerek ilerleyeceğimi bilemezdim. Zihni ve fiziki bakımdan dayanılması güç, uzun ve tüketici bir çabanın ardından en sonunda hedefi yakaladığımdan hiç bir kuşkum yoktur. Dersim’in sırrı artık kesinlikle çözülmüştür: Geleneğin Khal Mem dediği Mamakanlar (Çanlar, Tzaniler, Sanlar, Sinler, Ermenice’de Mamikonyanlar)’dır, Khal Ferat dediği ise Partlar (Arsakiler, Eşkaniler)’dır. Destanımızın dilinde bu iki etnik grup kişi adlarında temsil edilmektedir. Ermeni kaynaklarda kayda geçirilmiş bulunan Mamakanlar’ın orijinine ilişkin Mamik-Konak rivayeti, benim vardığım sonuca göre, Dersim’in Khal Mem-Khal Ferat rivayetinin aynısıdır. Ermeni kaynakların kaydettiği Part kralı Dördüncü Ferat, onun dört oğlu ve bunlardan çıkma kollara ilişkin gelenek de benim görüşüme göre bu aynı geleneğin tamamlayıcı bir parçasıdır. Bu bulguların ışığında Asıl Dersimliler’in Mamakanlar (Mamanlar, Sinler) olduğu ve bunlara daha sonra Partlar’ın katıldığı ortaya çıkıyor. Başka bir deyişle Asıl Dersimliler’in çekirdek olarak ulusal destanımızın kardeş olarak gösterdiği Mamakan-Part ikilisinin sentezinden oluştuğu kesindir. Gelenek bu sentezi tek bir kimlik gibi Khal Mem-Khal Ferat diyerek ifade etmektedir. Ama burada bir uyarıda bulunmak zorundayım: Dersim geleneğinde bir değil, iki adet Khal Mem vardır. Biri Erken Dersimliler’in, diğeri Geç Dersimliler’in cedlerindendir. Benim burada sözünü ettiğim Kal Ferat’ın kardeşi olarak anılan Kal Mem olup Erken Dersimliler’e aittir. Diğer Kal Mem’e ise Geç Dersimliler bölümünde değineceğim. Dersimliler’e ve ülkelerine adlarını verenler Mamakanlar (diğer adlarıyla Tzaniler, Saniler, Sinler), dillerini verenler ise Zazalar (Dımıliler, Sasaniler)’dır. Mamakanlar’la Dımıliler’in ve Geliler’in aynı veya ayrı kökten olmaları mümkündür. Ama elimde bu konuda kesin görüş oluşturabilecek kadar veri olmadığı için burada Mamakanlar’ı özgün ve ayrı bir etnik grup varsayıyorum. O halde Mamakanlar ile Partlar’dan bileşen esas çekirdeğe üçüncü bir etnik öğe olarak Dımıli (Gil, Zaza)’lerin de katıldığı vurgulanmalıdır. Bölgede Partlar’dan çok daha eski oldukları için Geliler (Dımıliler, Zazalar) ile karışım daha erken bir tarihte başlamış olmalıdır. Buradan hareketle Dersimliler’in esas çekirdeğinin büyük bir olasılıkla ortak orijinden olan Mamakanlar ile Zazalar (Sasaniler)’dan bileştiği, daha sonra da Partlar’la bir karışmanın yaşandığını söylemek daha doğru görünüyor. Kaldı ki, bence Partlar’a adlarını ve dillerini verenler de büyük olasılıkla Sasaniler olmuştur. Benim görüşüme göre, Dersimliler (Kırmanclar), esas olarak işte bu üç etnik unsurun bir sentezidirler. Ama gelenek sadece Khal Mem-Khal Ferat ikilisine işaret etmektedir. Kendisini Dımıli veya Zaza olarak tanımlamak yerine, “Zaza (Dımılki) namê zone mao” (Zaza/Dımıli bizim dilimizin adıdır) vurgusu yapan çağdaş Dersimliler’in yaşlı kuşağı, bu yaklaşımı ile bu dilin sonradan üstlenildiği gibi bir izlenim uyandırmaktadır. Dersimliler’in bir bölümünün ise benzer biçimde Kürtçe’yi dil olarak üstlenmiş oldukları varsayılabilir. Sözünü ettiğim ikili-üçlü çekirdeğe sonraları Geç Dersimliler (Sonradan Gelenler) olarak referans verilen öğeler sızdı. Ama bu sızmalar çoğunluk itibariyle başlangıçtaki çekirdeğe yabancı öğeler değildiler, bu nedenle bir kimlik ve yapı değişimine yolaçmadılar. Yani sonradan geldikleri söylenenler genelde Eski Dersimliler’i meydana getiren senteze ait öğelerdir. Onlar arasında etnik olarak farklı olup asimile edilmiş öğeler de mevcuttur ki, bunların kim oldukları Geç Dersimliler bölümünde tartışılacaktır. Çözümlememin bazı ayrıntılarını ileriki sayfalara bırakarak bu araştırmanın Dersimliler’in başlangıcı ve etnik kompozisyonu konusunda vardığı sonucu yukarıdaki gibi toparlayabilirim. DERSİM GELENEĞİNDEKİ HORASAN ÜZERİNE Bu genel ve özet tespitlerden sonra Dersimliler’in Horasan’dan geldiklerine ilişkin rivayetin de en azından kısmen doğru çıktığını belirtmeliyim. Çünkü Partlar, ilk gelişlerinde Partiya/Parthava (Belh, Baktria) diye bilinen ülkeyi yurt edinmiş ve iktidarı ele geçirdikleri bu topraklardan hareketle yayılmışlardı. Mamakan geleneği ise Mamakanlar’ın bir Çin imparatorunun soyundan olup Mamik ve Konak adındaki iki kardeş öncülüğünde Çin’den geldiklerini söyler. Bu iki kardeş Çin’de iktidarı almak için düzenledikleri isyan ezilince geleneğe göre Partlar’a sığınırlar ve onlar tarafından Ermenistan’a yerleştirilirler. Daha önce bu Mamik-Konak geleneğinin Dersim’in Khal Mem-Khal Ferat rivayetinin aynısı ve daha bütünlüklü şekli olduğunu düşündüğümü söylemiştim. Hem Partlar, hem de kendi geleneklerine göre Mamanlar sonraları Horasan adını alan Partiya (Baktriya, Belh) üzerinden geldikleri ve yayıldıkları içindir ki Horasan efsanelerinde gerçek payı vardır. Eski çağlarda Partiya (Belh, Baktria) adını taşıyan coğrafya çok sonraları Horasan adını alan bir ve aynı coğrafyadır. Ama Partlar’ın ve Mamakanlar’ın gelişi sırasında Horasan adı yoktu. Dolayısıyla sonraki kuşakların gelenekteki Partiya (Belh, Baktria) adının yerine bu adı güncelleştirip Horasan adını koydukları kesin gibidir. Öte yandan bence Part (Ferat) adının orijinde Sasaniler’e ait olması ihtimali vardır. Partlar’a dillerini ve adlarını verenler Sasaniler idiyse Sasaniler’in de Horasanlı olmaları gerekir. İlerde değineceğim gibi Geç Dersimliler’in de Horasan’la yakın kontakları vardı. Ama bu Geç Dersimliler’in Horasan diye referans verdikleri esasta Batı İran’dır. ESKİ ZAZALAR VE ORİJİNLERİ (Zazalar’ın Orijinine İlişkin Kayıtlara Geçmiş Bir Rivayet) Thomas Artsruni, History Of The House Of Artsrunik adlı eserinde Sason Krallığı’nda M.S. 852 yılında Abbasiler’e karşı patlak veren bir isyanı anlatır. Bizzat tanıklık ettiği ve önderlerinden biriyle konuştuğunu da söylediği bu isyanı anlattıktan hemen sonra olayın kahramanları olan “Khoyt Dağı halkı”nı tanıtır. Sason’un bir kantonu olan Khoyt (Hoyt), çok sonraki tarihlerde Mutki’ye bağlı bir yerleşme olarak görünür. Benim görüşüme göre burada Khoyt Dağı Halkı adı altında tanıtılan isyancılar Sason krallığında yaşayan Mamakanlar (Saniler) ile Zazalar’ın ta kendileridir. İşte Thomas Artsruni’nin dedikleri: “Onlar, derin vadilerde, sık ormanlarda, dağların uçurumlarında ve zirvelerinde yaşıyorlar. Evleri birbirinden o kadar uzaktır ki, bağırsalar kendilerini duyuramazlar. Birbirlerinden uzak ve kopuk yaşadıkları ve çok seyrek buluştukları için, onların yarısı kendi anadillerini yitiriyorlar. Dilleri ödünç alınmış kelimelerden oluşan yamalı bir bohçadır. Birbirlerinden o denli kopukturlar ki, kendi aralarında anlaşmak için bile tercümana ihtiyaç duydukları olur...Ayakkabı olarak keçi derisinden yapılmış bir çeşit bot (çarık, S.C) giyerler. Silahları, yabani hayvanlara karşı tedbir olarak sürekli yanlarında taşıdıkları ok veya mızraktır. Ama sadık insanlardır. Düşman onların toprağına vardığında bu dağın halkı kendi prenslerine yardım etmek için birleşirler. Çok kar düştüğü için ayaklarını halka gibi saran tahtadan ayakkabılar (lekan, S.C) keşfetmişler. Bu sayede karın üstünde kuru topraktaki gibi kolayca koşarlar. Alışkanlıklarında yabanidirler, kan-içicidirler. Kendi öz kardeşlerini, hatta bizzat kendilerini öldürmeyi hiç bir şey sayarlar... Onlar, Aldznik ve Taron’u ayıran dağda/dağlarda yaşarlar ve hafif-silahlılar ve kuryeler diye çağrılırlar. Konuşmaları (dilleri) zorlukla anlaşıldığı için ve yaşam tarzları nedeniyle onlara Khut deniliyor. Yaşadıkları dağa da bu addan hareketle yine Khoyt denilmektedir. Ermeni misyonerlerin eski Tevrat-İncil tercümelerinden dini şarkı ve şiirleri biliyor ve bunları sürekli söylüyorlar. Onlar, Asurya ve Nineveh kıralı Senekerim’in oğulları Adramelek ve Sanasar ile birlikte Ermenistan’a gelmiş olan Suriye köylüleridir ve onun adından dolayı kendilerini Sanasnayk olarak adlandırıyorlar. Yabancılara karşı saygılı ve konukseverdirler.” (Bk. Thomas Artsruni, a.g.e., 2. Kitap, s. 186-188, a.b.ç). Çevirenin verdiği bilgiye göre Khut sözcüğü ‘engel’ (çoğulu kayalar anlamına da gelebilir) demektir. Yukarıdaki pasajda T. Artsruni, Toros (Sin Dağı, Sason Dağı) dağının halkının kendilerine Sanasnayk (Toumanoff’ta Sasaneank aşireti/evi, bk. Toumanoff, a.g.e., s. 201) dediklerini kaydediyor ve bu adı Sanasar’dan çıkartıyor. Bence onun burada açıklamaya çalıştığı Zaza ve Sason (veya onların bir diğer adı olan Sanasana/Sanasine) adının etimolojisidir. Sanasnayk (Sasaneank) adındaki Ermenice son ek (-ayk, -eank) atıldığında karşılaştığımız Sanasan ve Sasan kökleridir. Dolayısıyla Zazalar, Artsruni’ye göre, Asur kralı Senekerim’in Asurya’dan gelerek Sin (Sason) dağına yerleşen iki oğlunun soyundandırlar ve adlarını da Asurya’dan birlikte geldikleri bu iki kardeşten biri olan Sanasar’dan almışlardır. Aynı yazar Adramelek ve Sanasar’ın güçlü bir orduyla gelerek yerleştikleri Taron (Muş) bölgesindeki bu dağa kendi büyük ataları Sem (yani Nuh’un oğlu Sam)’in adından dolayı Sim adını verdiklerini de yazmaktadır (Bk. Artsruni, a.g.e., s. 70 ve 115). Bence bu rivayet Moses Khorenatsi’nin aktardığı ama farklı zannettiği Tufan, Nuh ve oğlu Sim’den sözeden rivayetin tarihsel versiyonudur ve belki Mamik-Konak rivayetinin de bir paralelidir. Thomas Artsruni’nin açıklaması özellikle Sin (San) ve Sar sözcüklerinin birbirine dönüştüğünü veya birbirinin yerini alabildiklerini (Sanasin ve Sanasar özdeşliği kurulduğuna göre) göstermesi bakımından da önemlidir. Daha önce de dikkat çektiğim bu olgu, Dersim geleneklerinde Seydan aşiret grubunun (bazı versiyonlarda Dersimliler denen grubun) atası olarak tanıtılan Kalman Sar adını çözmek bakımından da önemlidir. Seydan ve Kalmansar adları Sin ve Sanasar ile bağlantılı olabilir. Ya da Adramelek ve Sanasar, Dersim rivayetindeki Şeyh Hasan ve Kalmansar kardeşlerin paralelleri gibi düşünülebilir. Kalmansar adının bana sık sık Salmaneser adının bir versiyonu gibi göründüğünü de not etmeliyim. Seydan grubunda geç dönemlerde bile Sar öğesi taşıyan adlarla (Koce Sari gibi) karşılaşmaktayız. Sarı Saltık adı da bence Sar öğesi içermektedir. Dolayısıyla Sar adı Saniler (Sinler, Tzanlar)’in alternatif adlarından biri olabilir. Yani Saniler veya Sinler (Mamakanlar) aynı zamanda Sar’lar diye de bilinmiş olabilirler. Sar sözcüğü Asurca’da kral (baş, şah) anlamına geldiğine göre, Şerefhan’ın Melkişiler olarak bilindiklerini söylediği Çemişgezek beyleri ve aşiret konfederasyonunun bu adı Sar sözcüğünün başka bir dildeki (Aramice veya Arapça) karşılığı olabilir. Çünkü Şerefname’ye göre Melkişi adı Erzurum merkezli Saltuklu devletinin emirlerinden biri olan Melik Şah’ın adından gelmedir ki, Melik ve Sar eş-anlamlı sözcüklerdir. Bazen Melikan şeklinde karşılaştığımız Milli (Milan) sözcüğünün de Melkişi adıyla bir ilişkisi olabilir. Taylor’un yorumuyla birlikte daha evvel aktardığım Moses Khorene’deki Nuh ve oğlu Sin efsanesi benim görüşüme göre gerçekte Senekerim’in iki oğlunun göçüne referanstır. Zazalar’ın orijinine ilişkin olduğunu düşündüğüm Senekerim’in iki oğlunun göçü konusu tarihsel bir olay olup başka kaynaklarda da anlatılmaktadır. Sargon II’nin oğlu olan Asur kralı Sennacherib (Tevrat’taki adıyla Sanherib, Ermeni kaynaklarda Senekerim, 705-682 M.Ö), tarihsel kayıtlara göre, kendi eşlerinden biri olan Naqi’a (Asurca’da Zakutu)’nın güçlü etkisi altında olduğu için bu kadından olma Esarhaddon (681-669 M.Ö)’u kendi halefi olarak belirlemiş, bunun üzerine Esarhaddon’un büyük kardeşleri Adrammelek ve Sharezer bir iç-savaş başlatmışlardır. 681 yılında babaları Senekerim’i öldüren isyancı kardeşler, sonunda Esarhaddon’un ordusu tarafından Nisibis’te yenilgiye uğratılmışlardır (Bk. Svend Aage Pallis, Antiquity Of Irak-A Handbook Of Assyrıology, Kopenhag, 1956, s. 630). Nineveh’in düşüşünden 74 yıl önceki bu olayı Asur kralı Esarhaddon (Rawlinson’a göre Tevrat’ta Esarhaddon, yazıtlarda Assaracus veya Assur-akh-adana) kendi yazıtında şöyle kaydeder: “Asurya kralı Sennacherib ayrılıp gitti ve dönüp Nineveh’te oturdu. Sennacherib, kendi tanrısı Nisroch’un evinde/tapınağında ibadet etmekteyken O’nun oğulları Adrammelech ile Sharezer onu kılıçla öldürdüler ve Ermenistan topraklarına kaçtılar. Ve O’nun yerine oğlu Esarhaddon geçti yönetime” (Bk. Records Of The Past, cilt III, Esarhaddon’un Yazıtları, çev. H. F. Talbot). Rawlinson, Outline Of The History Of Assyria (London, 1852) adlı eserinde bu yazıtta Nisroch olarak geçen tanrının Asur panteonunun başı tanrı Asur olduğunu ve Sennacherib adının San adlı Asur tanrısının adını içerdiğini yazmaktadır. Diyarbakır Tarihi’nin yazarına göre Sanherib’in öldürülmesinde Kimmer kralı Dayuşpa’nın yardımı ve kışkırtması da rol oynamıştır (Akt. M. Salih San, Doğu Anadolu ve Muş’un İzahlı Kronolojik Tarihi, 1982, s. 105). Sennacherib’in iki oğlu tarafından öldürülüşü olayı tanrı değil insan sözü olduğunu kanıtlamak istercesine hemen hemen Esarhaddon’un yazıtındaki aynı ifadelerle Tevrat’ta da anlatılmaktadır: “Aşur kralı Sanherib göçedip gitti, ve geri döndü, ve Nineve’de oturdu. Ve vaki oldu ki, kendi ilahı Nisrok’un evinde tapınırken Adrammelek ve Saretser onu kılıçla vurdular; ve Ararat diyarına kaçtılar. Ve yerine oğlu Esar-Haddon kral oldu.” (Bk. Kitabı Mukaddes-Eski ve Yeni Ahit, İst., 1976, s. 391). Ermeni tarihçisi Moses Khorenatsi’nin History Of The Armenians adlı eserinde aktardığı Ermeni geleneğine göre Artsruni ve Gnuni adlarıyla bilinen hanedanlar da Asuri orijinli olup Senekerim’in Ermenistan’a sığınan oğullarının soyundan gelmişlerdir. Khorenatsi, özetle şöyle demektedir: “Asurya kralı Senekerim’in oğulları Adramelek ve Sanasar babaları Senekerim’i öldürüp bize (Ermenistan’a) sığındılar. Bizim atalarımızdan Skayordi, Sanasar’ı Ermenistan’ın güney-batısına, yani Asurya sınırlarına yakın bir yere yerleştirdi (Khorenatsi daha ilerde Sanasar evinden Sharashan’ın Partlar’ın Ermenistan kralı Valarşak tarafından prens yapıldığını ve Sim/Toros Dağı’nın da ona verildiğini söyler. SC). Sanasar’ın soyu çoğaldı ve Sim adlı dağı doldurdular.” (Bk. Khorenatsi, a.g.e., s. 112). Çevirenin Hübschmann’dan aktardığı açıklamaya göre Khorenatsi’deki Sim Dağı Sasun’da bir dağdır. Bu kitabın önceki bölümlerinde Tufan, Nuh ve oğlu Sim’den sözeden efsaneyi irdelerken Khorenatsi gibi kendisi de farklı bir rivayeti tartıştığını zanneden Taylor’un rivayetteki Sim Dağı’nın gerçekte Dersim olarak bilinen dağ olduğunu söylediğine değinmiştim. Bence Tufan, Nuh ve oğlu Sim’den sözeden bu gelenek tarihi bir olay olan Senekerim’in oğullarının göçüyle ilişkilidir, bu olayın efsanevi bir tarzda anlatımıdır. Bu anlatımda ünlü Tufan olayına ilişkin efsaneyle bir karıştırma olduğu da söylenebilir. Taylor, Sim (Dersim) adının Nuh’un oğlu Sem’den geldiğini söylüyordu. Thomas Artsruni de aslında Sim adını aynı şekilde açıklamaktadır. O’nun aktardığı geleneğe göre de Asurya kralı Senekerim’in oğulları yerleştikleri dağa kendi büyük cedlerinin adını vermişlerdir. Asuriler’in atası, dolayısıyla Adramelek ve Sanasar’ın büyük cedleri Tevrat’taki uluslar şeceresine göre Nuh’un oğlu Sem (Sam, Sim)’dir. Aşur, Tevrat’a yansıyan gelenekte Sam’ın altı oğlundan biridir. Diğer kardeşleri de Elam, Arpakşad, Lud, Uts ve Aram’dırlar. Yani Tufan, Nuh ve oğlu Sim’e ilişkinin efsanenin tarihsel versiyonu, belki aslı da Senekerim ve oğullarına ilişkin olanıdır. İkincisi bilinmedikçe ve ilkiyle gelenekteki şeceresel bağlantısı kurulmadıkça hiçbirini anlamak mümkün olmaz. Kısacası, Dersim’e ve/veya Sason’a geldikleri söylenenlerden Nuh’un değil onun oğlu Sim’in soyundan indikleri varsayılan Senekerim’in oğulları anlaşılmalıdır. Mümkündür ki Nuh’un oğlu Sem (Sim) değil de Adramelek ve Sanasar’ın babaları Sanherib (Senekerim)’in adıdır bahsi geçen dağa verilen ad. Çünkü O’nun adında da San (Sin) öğesi var. Tufan geleneği de dahil bu geleneklerdeki San (Sin, Sam) adlarının hepsinin orijini belki de Sin (San) adındaki tanrıdır. Senekerim’in iki oğlu liderliğindeki göç hem Sason (Sin)’a hem Dersim (Sin)’e yapılmış olabilir. Belki Dersim’e daha geç bir tarihte, M.Ö. 612 yılı Ağustosu’nda Nineveh düştükten ve Asurya çöktükten sonra gelinmiştir. Kaynaklara göre kahramanca bir savunma ve direniş yapmış olan son Asur kralı Sin-Şar-işkun kendisini yakar (607). Nineveh’ten Harran’a çekilen Asur generali Aşur Ubalit II, orada kendisini Asurya kralı ilan eder ve Mısır'ın desteğiyle ülkesini kurtarmaya çabalar. Ama Medler'in müttefiki Babil kralı Nebukadnezar’la Karçemiş’te yapılan savaşta yenilgiye uğrar (605). Böylece Asur ordusunun son kalıntıları da dağılır. Karçemiş yenilgisini izleyen süreç iyi bilinmiyor. Bu dönemde Asurlar’ın bir bölümünün Dersim’e çekilip Munzur, Aşuran ve Karçemiş (Çemişgezek?) gibi adları da birlikte getirmeleri mümkündür. Özetle, Khorenatsi’nin aktardığı Ermeni geleneğine göre, Sim (Sason) dağını yurt edinmiş olan Artsruni ve Gnuniler Sason (Sim) Dağı’na yerleşen Senekerim’in oğlu Sanasar’ın soyundan (bir diğer yerde ‘Senekerim’in soyundan’ denilir) gelmedirler. Az evvel Thomas Artsruni’nin yine Sanasır’ın soyundan geldiğini söylediği Sason Dağı (Sim, Khoyt) halkının ise Zazalar olduğunu düşündüğümü açıklamıştım. Kısacası burada yalnızca Artsruni ve Gnuniler (Dersim’in Ginileri’yle aynı olduklarına değinmiştim) ile değil, aynı zamanda bunlardan ayrı düşünmediğim Dersim ve Zazalar’ın da orijinine ilişkin olan ve kayıtlara geçmiş bulunan bir diğer rivayetle veya belki de aynı rivayetin değişik bir versiyonuyla karşı karşıyayız. Buraya kadar söylediklerim bu geleneğin genelde Zazalar’ın orijinine ilişkin olduğunu ortaya koyuyor. Aynı geleneği aktaran Thomas Artsruni, Kırmanciye (Ermenistan) kralı Tigran ile Med kralı Azdahak arasında Medya ovasındaki savaşta Senekerim-Sanasır soyunun Tigran’ın saflarında başrolü veya en önemli rolü oynadıklarını da yazmaktadır. Ama buraya kadarki argümanları yeterli bulmayanlar çıkabilir. O nedenle bir de Sason Destanı’na başvurmam gerekecek. Burada bu koca destanın özetini veremem. Konuya ilgi duyanların bu destanı bulup okumaları zor değil. Sözünü ettiğim destan 1873 yılında bir Ermeni papazı olan Van’lı Garegin Servantstian (1840-1892) tarafından keşfedilir. Bu papaz Muş ovasında Gurbo adlı bir köylüden bu öykünün tamamını dinleyip kaydeder ve 1874 yılında İstanbul’da David Of Sassoun Or Meherr’s Door (Sasonlu Davut veya Meher Kapısı) başlığıyla kitaplaştırıp Ermeni Ulusal Destanı etiketiyle yayınlar. Bu kitap 1880’lerde ilkin Rusça’ya, sonraları İngilizce, Fransızca, Çince ve diğer dillere de çevrilir. Benim incelediğim nüshası Daredevıls Of Sassoun (1964) başlığını taşıyor. Ermeniler’e maledilen bu destanda aslında Sason’un şahsında Kırmanciye ve Zazalar işlenmektedir. Onu Zazalar’ın ulusal destanı olarak algılamak gerekir. Bu öyküde de Senekerim’in yanısıra Sanasar ve Balthasar şekilleri altında Senekerim’in oğullarına referanslar buluyoruz. Benim şu anda dikkat çekmeye çalıştığım nokta da budur zaten. Öykünün bazı versiyonlarında ana karakterler bu ikilidir. Muş’lu Gurbo’nun anlattığı öykünün diğer karakterleri Davut, Misra Melik (Melik Munzur veya Mısır/Munzur Melik’i?), Chimişkik Sultan veya Çimişkik Sultana (Çemişgezek kralı veya kraliçesi? Belki Çemişgezekli imparator Tzimiskes), Vergo, Mamık, Barav, Nakho, Saşo, Raşo, Nane, Hamza, Azo ve sair gibi adlar taşımaktadırlar. Öyküde özelde Sason krallığı, Sason tarihi (Sasan Evi’nin ve Sasan ırkının tarihi) ve Sason özgürlük savaşçıları işlenir. Ayrıca kitabın önsözünü yazanın öyküden hiç bir şey anlamadığı için bir masal ülkesine referans olduğunu iddia ettiği Çin-Ma-Çin adında bir ülkeden sözedilir ki, bu ülke bence Sanamsin, Tzanika, Çanestan (Sinistan) gibi adlarla bilinen Dersim ve Zaza ülkesidir. Senekerim’in oğulları Sanasar (Sarasar) ve Balthasar kardeşlerin Çin-Ma-Çin ülkesindeki maceraları uzunca anlatılır. Zaza edebiyatı (literarürü) açısından da çok önemli bulduğum Sason destanında benim anladığım kadarıyla Senekerim’in iki oğlunun Sin (Sim, Sason) Dağı’na göçlerine ve Sason evini (Zaza ırkını/stokunu) kurmalarına, başka deyişle Zazalar’ın orijini konusuna referanslar var. Destanda işlenen geri kalan olayların çoğunluğu ise bence Thomas Artsruni’nin anlattığı Abbasiler’e karşı savaşlar da dahil ortaçağa ilişkindirler. Bu öyküden Ahlat’ın o dönemde Çemişgezek kralı veya kraliçesine ait olduğu gibi bir izlenim edinmek mümkün. Bu kısım Saltukoğulları ile Sokmanoğulları arasındaki ilişkileri anımsatmaktadır. Sason destanı konusuna ne yazık ki daha fazla yer ayıramayacağım. Buraya kadar anlattıklarım Zazalar’ın Asuri orijinli olduklarını (belki de Asuriler Zaza orijinlidir) düşündüğüme yorumlanmamalı. Bu konuda ne düşündüğümü önceki bölümlerde uzun uzun izah etmiştim. Yukarıda çok önemli bir geleneği anlamaya ve açıklamaya çalıştım sadece. Daha önceki bölümlerde Toumanoff’un geleneğin Asuri orijinli olduğunu söylediği Arzanene, Artsruni ve Gnuni (Gini) evlerinin gerçekte Angl-soylu oldukları yönündeki açıklamalarına yer vermiş ve bu görüşe katıldığımı da belirtmiştim. Kırmanciye (Ermenistan)’deki Orontid, Artaxiad ve Bagratid hanedanlıklarının Angl (Gel) soylu oldukları yönündeki düşüncemi de tekrar tekrar ifade ettim. Bana göre tıpkı Sason Evi (Sanasar Evi) gibi gelenekte Asuri orijinli olduğu söylenen Arzanene, Artsruni ve Gnuni evleri de yanlış şekilde ‘Ermeni’ olarak adlandırılmış olan Eski Zazalar’dırlar. Olayın vehameti orta yerdedir: Eski Dersimliler (Mamakan-Sani ve Part) ve Eski Zazalar (Orontid, Artaxiad, Sofene, Bagrat, Arzanen, Artsruni, Gini, Sanasan-Sason evleri) gerçek tarihte neye ve kime tekabül ettiği bir türlü anlaşılamayan Ermeni olarak tanıtılıp bir halkın tarihi bir şekilde kaçırılıp götürülmüş, eski ve köklü bir halk tarihsiz kılınmıştır. Bu çalışmada ben, bize ait olanı tek tek tespit edip bu vahim yanlışı düzeltiyorum. Ama bu görevi başarmak için ödenen bedel tahmin edilemez. Çünkü kendimize ait olanı bulmak, batırılmış ya da kayıp bir kıtanın birbirinden kopup dağılmış parçalarını tek tek keşfedip birleştirmeye çalışmaktan farklı olmadı. Ermeni diye tanıtılan evlerin ve hanedanlıkların Eski Zazalar olduklarının açığa çıkması Ermeniler’in Zaza orijinine ya da Ermeniler’le Zazalar’ın bir ve aynı halk olduklarına işaret eder gibidir. Asuriler’le Zazalar arasında da yakın bir ilişki olduğuna inanıyorum. Angl Evi ile Senekerim veya Sanasar Evi (Zaza Evi?)’nin geleneklerde bir ve aynı ev gibi tanıtılmasının kaynağı bu yakınlık olabilir. Ama bu yakınlığın tam olarak ne olduğu konusunda henüz kesin konuşamıyorum. Angl adının bazen Gel veya Khal (Kal) şekillerine girdiğini ve Kal (Khal) ve Asur adlarının da tıpkı Asıl Asurya, Fenike ve Dersim’de (Dersim’in Kalu/Khalu ve Aşuran aşiretleri örneğinde) tanık olduğumuz gibi hemen herzaman birlikte göründüklerini hatırlatmam gerekiyor. Birinin bulunduğu yerde diğerinin de mutlaka varolması bir tesadüften fazla birşey olup akrabalıklarına işaret olsa gerektir. Zazalar ve Dersimliler’le aynı gruba dahil ettiğim Yezidiler’in orijini konusundaki tezlerden biri onların Asuri olduklarıdır ki, bu da Asuriler’le bir akrabalığa veya en azından karışmışlığa işaret etmektedir. Asıl Asurya’da ve çevresinde Zazalar’ın adlarıyla ilişkili bir yığın ad mevcuttur. Benim vardığım sonuca göre Eski Zazalar özellikle Sasaniler adı altında ünlenenlerdir. Bu nedenle Eski Zazalar’dan en başta ve esas olarak Sasaniler’i anlamak gerektiğini düşünüyorum. Rivayetlerde Sasan Evi (Sasaniler)’nin atası olarak gösterilen Sasan’ın Senekerim’in oğlu olarak referans verilen Sanasar ile aynı olması ihtimali büyüktür. DERSİM SENTEZİNİ OLUŞTURAN ANA ETNİK ÖĞELERİN TARİHLERİ Şimdi Eski Dersimliler denen sentezi oluşturan ana etnik öğeleri (Mamanlar/Saniler, Partlar ve Zazalar/Sasaniler) tek tek ve tarihleriyle birlikte görelim. Daha sonra da Geç Dersimliler’e geleceğim. PARTLAR Adları ve orijinleri Konunun otoriteleri arasında Partlar’ın etnik kimliği ve ne zaman geldikleri üzerinde fikir birliği sağlanmış değil. Neilson C. Debevoise’nin A Political History Of Parthia (1938) adlı kitabı Partlar konusunda yapılmış en ciddi çalışmaların başında geliyor. Bu esere göre Partlar’ın dili onların orijini konusunda fikir vermiyor, çünkü onlar İran platosuna girdikten sonra kendi öz dillerini bırakıp başka bir dil üstlenmişler. Bu başka dil Partlar’ın yönetim dili (resmi dili) olduğu sanılan Pehlevice (Pahlavi)’dir. Debevoise, Pehlevice’yi “Arami alfabe ile yazılan Persçe” diye tanımlıyor ve Pehlevice’nin resmi dil oluşunun İran’da Part yayılmasıyla örtüşebileceğini yazıyor. Part adı da onların orijinine ilişkin bir ipucu sağlamıyor. Çünkü, bu adı da İran’ın Parthava adlı eyaletini istila ettikten sonra almışlar. Burayı istila etmeselerdi Part adıyla bilinmeyeceklerdi. Parthava’ya göçleri ise M.Ö. 250 yılı dolayına rastlıyor. Bu demektir ki, onların istilasından önceki tarihlerde, örneğin Akamenid ve Heredot da dahil eski Yunan kaynaklarında Part adıyla referans verilenler onlar değildir, aksine Parthava eyaletinin daha erken sakinleridir. Bence Partlar’a dillerini ve adlarını vermiş olan bu eyaletin (sonrları Horasan adıyla bilindi) daha eski sakinlerinin Sasaniler (Zazalar) olması ihtimali büyüktür. Part ve Parthava (Partiya) adları Pahlav/Pahlawi/Pehlevi gibi şekiller altında yaşadılar. Pahlavi (Pahlav, Pahlavan) kelimesinin kökeni bir görüşe göre Belh/Bahl adıdır. Bu bölge Baktria olarak da bilinir. Ermeni tarihlerinde Partlar’a bu aynı adla Bahlavig/Bahlavuni (Pehlevi) olarak referans verilmektedir. İrani dillerdeki kahraman anlamlı Pehlivan sözcüğünün Pahlav (Pahlavan)’dan türetildiği kaydedilmektedir. İzadi’nin açıklamasına göre Pahlawan adı Pahla’lı anlamı vermektedir. O’na göre bu addaki –wan (wand) bir sonektir. Bir dönem boyunca nüfus çoğunluğu Partlar’dan oluşan Güney Kürdistan (Goranice konuşan Kirmanşah merkezli bölge) ile Kuzey Luristan’dan oluşan bölge de Partlar’ın etnik adıyla Pahla olarak bilinmiştir. Benim görüşüme göre Part veya Belh adının aslı Zazalar’ın alternatif adlarından biri gibi görünen Bal sözcüğü olabilir. Parthava eyaletinin adı M.Ö. 7. Yüzyıl kadar erken bir tarihte Asurlar tarafından biliniyordu. Esarhaddon, M.Ö. 673 yılından az önce Hazar Denizi güneyindeki ülkelere yönelik seferinde bu eyalete de bir baskın yapar. O’nun esir ettikleri arasında “Partukka’lı Zanasana” ve “Partakkalı Uppis” gibi isimler de var. Akamenid devletinin kurucusu Kurus (Cyrus)’un Parthava eyaletini M.Ö. 546-539 arasında yaptığı doğu seferi sırasında zaptettiği ve bu fethi takiben eyaleti Darius’un babası Hystaspes’in yönetimine verdiği tahmin ediliyor. Hystaspes, Zerdüşt’e koruma veren isimdir. Parthava’nın adı Behistun yazıtlarında anılıyor. O sıralarda Parthava satraplığı Hırkaniye’yi de içeriyordu. M.Ö. 521 yılı dolayında Darius’un babası Hystaspes’e karşı isyan eden Parthava eyaleti, tahtı talep eden Med Fravartiş’in davasını desteklemiştir. Bir dönem Hırkaniye ile birleşik kalan, daha sonra ondan koparılıp Chorasmiya ile birleştirilen Parthava satraplığının adı Akad dilinde Partu, Elamitçe’de Partuma, Mısır dilinde ise Prtyw’s’dir. Heredot’ta verilen listede Chorasmia ile birleşiktir ve Xerxes ordusunda Pharnaces’in oğlu Artabazus kumandasında bu eyaletin sakinleri Partlar’dan bir birlik vardır. Heredot, muharabede, kendi birliklerini satrapların yönettiğini yazdığı için, Artabazus’un o tarihteki Partiya satrapı olduğu sanılıyor. Partiya halkı, Büyük İskender’le yapılan Arbela Savaşı’nda İran tarafında savaştı. Darius III ölünce bu eyalet de İskender’in eline geçti. Bu aralıkta iktidarı alma girişiminde bulunmuş olan Bessus, Barzanes adında bir Part’ı satrap atamış, ama başarılı olamamıştı. Son Partiya satrapı Phrataphernes Hırkaniye’de İskender’e teslim oldu ve onun yerine yine bir Part olan Mısır’dan Amminaspes atandı. İskender döneminde Parthia tekrar Hırkaniye ile birleştirildi. M.Ö. 318’de Media satrapı Pithon, Partiya eyaletini ele geçirdiyse de geri oradan çıkartıldı. M.Ö. 316 yılından sonra Partiya eyaleti Bactriya ile birleştirildi. M.Ö. 3. Yüzyıl ortalarında İskender’in haleflerinden Selekus’un kurduğu Selukid imparatorluğu zor durumdaydı. Bu dönemde Baktriya satrapı Diodotus isyan edip kendisini kral ilan etti. Ardından, M.Ö. 247 dolayında, Partlar da Selukid hakimiyetine isyan ettiler. İşte tam burada hakiki Partlar’ın dönemi kapanıyor ve kendilerinden asıl sözedeceğimiz halkın, yani Part adını sonradan alan istilacıların dönemine giriliyor. İstilayı takiben Part adıyla bilinmeye başlayan bu halkın Yunanlılar’ın Dahae (Daha) adıyla bildikleri Parni (Aparni)’ler denen aşiretler grubunun bir kolu olduğu, veya Daha (Latince’de Dahae) denen küçük bir aşiret konfederasyonunu oluşturan üç aşiretten en önde geleni olan Parni (Aparni)’ler adlı bir aşiret olduğu düşünülüyor. Akamenidler’in kurucusu Kurus (Cyrus), yaşamını sonradan Partlar adını alan bu Dahae’lere karşı savaşırken yitirmişti. Heredot ise Kurus‘un Massagetler’le savaşta öldürüldüğünü yazmaktadır. O taktirde Dahae’lerle Massagetler’in aynı olması gerek. Ortaçağlarda Dihistan olarak bilinen eyaletin bu adının Daha aşiret konfederasyonunun adından geldiği kaydedilmektedir. Kurus’un doğu sınırlarına yaptığı seferle ilişkili olarak duyulan Dahae adı, Berosus’a göre soyguncu demektir. Onun açıklamasına göre Persler, yabani çöl aşiretlerine soyguncu anlamında Dahae derlerdi (Akt. Camb. Anc. Hist., cilt IV, I. kısım, s. 15). Parni aşiretinin Baktriya ve Parthava bölgesine İskender’in ölümünden sonraki bir tarihte göçtüğünü söyleyen kaynaklar da var. Arsakid hanedanlığı orijinde Parni denen bu aşiretten ya da aşiret grubundan çıkmadır. Daha (Dahae) konfederasyonuna dahil olup adı bilinen daha az önemli diğer aşiretler ise Xanthii ve Pissuri aşiretleridir (Bk. The Cambrıdge Ancient History of İran, vol. 3/I). Adına “Part Çağı” (M.Ö. 247-M.S. 224) denen ve birkaç asır daha devam ettiği Ermenistan hariç tutulursa yaklaşık 500 yıl süren dönem az önce bahsini ettiğim isyan ile birlikte başlatılıyor. Ermeni tarihçisi Moses Khorenatsi’nin de bahsettiği bu isyan, Selukidler’den Antiochus II’nin Partiya satrapı (261-247 M.Ö) Andragoras’a karşı yapılır ve adları Arsakes ve Tiridates olan iki kardeş tarafından yönetilir. Part Çağı’nın bu erken peryodu çok net değil. Strabo’nun aktardığı bir rivayete göre, Arsakes, Baktriya strapı Diodotus’a muhalif bir Bakhtrian’dır ve Partiya’yı istila edip başarılı bir isyan örgütlemiştir. Arrian’a göreyse Arsaces ve Tiridates kardeşlerden birisini Partiya satrapı olarak atayan bizzat Selukid satrapıdır, ama bu atamayı takiben adı geçen iki kardeş halkı ikna edip isyana sürüklediler. Bazı kaynaklar ise Arsakes (Partça’da Arşak)’in Parni (Aparni) adında göçebe bir İranlı aşiretin lideri olduğuna işaret eder ve onun adının Rusya Türkistan’ındaki ilk Part kentlerinden biri olan Nisa’da tespit edilen bir yazıtta anıldığını belirtirler (Bk. Malcolm A. R. Colledge, The Parthians, London, 1967). İsyana önderlik eden iki kardeş Phriapites adında birinin oğlu olduğu söylenen Arsakes’in soyundan olmakla ünlendiler ve bu nedenle de tıpkı Romalılar’daki Caesar ve Augustus adlarında tanık olunduğu gibi, tüm Part kralları da Arsak (Arşak, Eşk, Eşkaniyan) adını bir ünvana dönüştürüp kullandılar. Daha çok bu ünvanla bilindikleri için de onların kişisel adlarını tek tek saptamakta güçlüklerle karşılaşılıyor. Sonraları Partiya kralları Artaxerxes II’nin soyundan olduklarını söylemişlerse de, Akamenidler’e bu referans meşruiyet arayışına yorumlanmaktadır. İsyan başarıya ulaşır ve Arsak, Kuçan (Kuşan)’a yakın Asaak’ta kral olarak taç giyer. Partlar’ın o dönemde Zerdüşt oldukları ve bu nedenle de Asaak’ta kutsal ateşin sürekli canlı tutulduğu söylenir. Debevoise, Uruk’ta bulunan M.Ö. 213 yılına (7 Şubat) ait tabletlerde artık Part adıyla bilinen bu halkın uzak geçmişin ünlü Gutiler’i ile bağlantısının kurulduğunu, ikisinin bir ve aynı halk olduğuna işaret edildiğini yazmaktadır (Bk. a.g.e., s. 14). Sonraki Tarihleri Okuyucunun dikkatini bir kez daha artık Partlar ve Partiya derken bu adı sonradan alanlardan ve onların ülkesinden sözettiğime çekmek istiyorum. Onların, yani Parniler veya Arsakidler (Arşaklılar, Eşkaniler)’in tarihidir burada konu edilen. Yeni krallığın ilk yılları savaşlarla geçti. Arsak (250-248 M.Ö)’ın bu savaşlar sürecinde öldüğü sanılıyor. Onu takiben Part tahtına II. Arşak diye de bilinen kardeşi Tiridates (248-211) çıktı. Hırkaniye’yi zapteden Tiridates, Selukid tehdidine karşı büyük bir askeri güç oluşturdu. Fakat, M.Ö. 228’de büyük bir orduyla eski topraklarını geri almak için doğu seferine çıkan Selekus’un önünden geri çekilmek ve Hazar bölgesi steplerinde oturan Apa-Saka (Apasıacae, Su-Saka)’lara sığınmak zorunda kaldı. Kendi başkenti Antakya’da patlak veren iç-savaş nedeniyle Selekus’un Suriye’ye geri dönüşü Partlar’ın zafer iddiasına yolaçtı. Hatta Selekus’un bir ara Partlar’a esir düştüğünü bildiren kaynaklar var. Part örneğinden cesaret alan diğer eyaletlerde de Selukidler’e karşı bağımsızlık girişimleri oldu. Bu girişimlerden biri kendini kral ilan eden Medya satrapı Molon’dan geldi, ama bizzat Antiochus III tarafından bastırıldı (M.Ö. 220). Partlar Molon’u destekledi mi, belli değil. Kesin olan şey, Part genişlemesinin artık başladığıydı. Part Çağı’nı başlatan isyanın önderi iki kardeşten biri olan Tiridates (II. Arşak) de ölünce yerine oğlu Artabanus I geçti (211-191). Bu sırada Selukid topraklarını geri almak için yeni bir girişim de Antiochus III’ten geldi. Ciddi bir savaşı takiben üstünlük sağlayan Antiochus, Hırkaniye’e girerek Sari kentini işgal etti, ama nasıl olduysa daha sonra Artabanus ile bir barış ve ittifak antlaşması yaptı. Sonraki Part kralı Priapatius (191-176), geride Ferat (Phraates) ve Mithradates adlarında iki oğul bıraktı. Part töresi gereği tahta ilkin büyük kardeş Ferat I oturdu (176-171). Önce Hazar Denizi güneyinde yerleşik halklara yöneldi. Özellikle yurtlarından ettiği Mardiler’in bir bölümünü getirip Hazar Kapıları civarındaki Charax kentine yerleştirdi. Ama bu zaferinden az sonra öldü. Ölmeden evvel tahtını oğulları yerine çok sevdiği kardeşi Mithradates I’e bıraktı (171-138/7). Mithradates (Mithra-verdi, Allahverdi) adı, tanrı Mithra’nın adından gelmedir. Bu adı alarak tanrı Mithra’yı onurlandıran ilk Part kralı odur. Mithradates I ile birlikte Part tarihinin en parlak dönemlerinden birine girilir. Büyük askeri yetenekleri ve başarıları nedeniyle onun sık sık Part imparatorluğunun gerçek kurucusu olarak değerlendirildiğini görürüz. Takriben M.Ö. 163 yılından sonraki bir tarihte Baktriya’yı, muhtemelen Tapuriya ve Traxiana’yı da zaptetti, kendi hakimiyetini Aria’nın bir parçası olan Seistan’a ve Gedrosia’ya dek güneye ve doğuya doğru genişletti. Kesin kanıtları yoksa da onun Hindistan’ı istila ettiği de rivayet edilir. Daha sonra Elymais’i ve Medya’yı istila etti (M.Ö. 155). Medya’nın zaptı ile Mezopotamya kapıları da Partlar’a açılmış oluyordu. Selukid kralı Demetrius Nicator’un Partlar’ı durdurmak için Medya’ya yürüyüşü geri püskürtüldü ve Part ilerleyişi sürdü. Güneydeki Selukiya kentine giren Partlar, Selukidler’i yenilgiye uğrattılar ve daha oradayken Part kralına Asurya’nın bazı kentlerinden bağlılık ve dostluk mesajları ileten heyetler geldiler. Çok geçmeden Uruk kenti kadar güneyde onun hakimiyeti tanındı (M.Ö. 141). Sıra Susa’ya gelmişti. Ama o sırada büyük ihtimal Partiya’nın doğu sınırlarını tehdit eden Saka akınları nedeniyle Mezopotamya’dan ayrılmak ve Hırkaniye’ye dönmek zorunda kaldı. Kritik bir andaki bu dönüşü Selukidler başta olmak üzere Part ilerlemesinden tedirgin olan ve sıranın kendilerine geldiğini düşünen ülke ve halkların harekete geçmesine fırsat tanıdı. Buna karşın Selukidler yenilgiye uğratıldı, esir edilen Demetrius Hırkaniye’deki Mithradates’e götürüldü. Ona çok iyi davranıldı, hatta Mithradates’in kızı Rhodogune ile evlendirildi. Ardından ona yardım etmiş olan Elimler’e saldırdı ve zengin tapınaklarını yağmaladı. Partlar, Mithradates’in ölümünden az sonra Susa’yı da kendi topraklarına kattılar ve oraya da yerleştiler. Mithradates, M.Ö. 138/7’de eceliyle öldüğünde imparatorluğu asıl Partiya’nın yanısıra Hırkaniye, Medya, Babil, Asurya, Elymais, Fars, Tapurya ve Traxiana bölgelerini içeriyordu. Yani o, Partiya’yı İran’ın bir köşesindeki küçük bir devletten bir dünya gücüne dönüştürerek öldü. Yunan modelinden hareketle ilk Part madeni parasını bastıran da o olmuştu. Bu paraların üstünde kendisini Büyük Kral olarak tanımlıyordu. Mithradates’in ardından oğlu Ferat (Phraates) II çıktı tahta (138/7-128). Henüz yaşça küçük olduğundan ona annesi vekalet ediyordu. O’nun asıl dikkati esir Demetrius’u da ortak ederek Selukidler’in iktidar merkezi Suriye’de dolaylı da olsa Partlar’ın kontrolünü kurmak üzerinde yoğunlaşmıştı. Ama baba da olan Demetrius tekrar tekrar kaçmayı denedi. O arada Suriye’de tahta çıkan kardeşi Antiochus VII onu kurtarmak için geldi ve biri Lycus (Büyük Zab) üzerinde yeralan birkaç muharabede Partllar’ı yenilgiye uğrattı (M.Ö. 130). İkinci Ferat barış önerdi, ama Selukidler’in koşullarını kabul edilemez buldu. Sonunda kendi adamları aracılığıyla çeşitli kentleri Selukidler’e karşı isyana çekmeyi başardı ve Selukidler Part orduları ve isyancı kentlerin halkı önünden kaçmak zorunda kaldılar. Partlar (Feratlar, Feratanlar) kesin bir zafer kazanmış, Selukid yönetici öldürülmüş, yakınlarından birçoğu da esir düşmüştü. Partlar’ın bu savaşta üç yüz bin Selukid askerini yokettiği söylenir. Böylece Selukidler’in yitirdikleri toprakları geri alma umutları tamamen söndü. Onların iktidarsız kralları ve arkası gelmeyen iç mücadeleleri de Partlar’ın ilerlemesini kolaylaştıran bir faktör olmuştu. Bu zaferin verdiği moralle II. Ferat Babil’e girmek ve Suriye’yi istila etmekte kararlıydı. Ama doğudaki yeni bir Saka istilası girdiği Babil’i Hırkanlı bir valisine bırakıp dönmek zorunda bıraktı onu. Bu istilada Sakalar yeni topraklar ve yağma hedefiyle Mezopotamya’ya varana dek neredeyse Part hakimiyeti altındaki tüm topraklara yayıldılar. Bunlar arasında Massagetler, Pasianiler ve/veya Tuharlar de vardı. Koşulların Partlar’a karşı döndüğü bu ortamda II. Ferat M.Ö. 128 yılı civarındaki bir katliamda yaşamını yitirdi. Yerine geçen amcası Artabanus II miras aldığı Saka problemini çözmeye çabalarken öldü (128-124/3). O’nun oğlu ve halefi Mithradates II (123-88/7) kendisinden önceki adaşı gibi yetenekli biri çıktı ve sonuçta Büyük ünvanı aldı. Yazıtlarda “Kıralların Kıralı Büyük Arsak” olarak anılanın o olduğu sanılıyor. Part imparatorluğuna egemen olan Sakalar’a karşı savaştı, kaybedilmiş toprakların çoğunu geri aldı. Arsakidler’in kendi hanedanlıklarını Akamenidler’inki ile ilişkilendirme çabasını yansıtan Artaxerxes II Mnemon’dan geldikleri iddiasına ilk olarak bu sıralarda rastlarız. Mithradates II, M.Ö. 110 yılı dolayında veya bundan birkaç yıl önce Ermenistan kralı Artavasdes’e karşı yaptığı seferinde onun en büyük oğlu Tigranes’i esir edip Partlar arasında bir süre rehin tuttu. Bu olay, Ermenistan’da Partlar (Feratlar)’ın ilk görünmesi oldu. Bu tarihten itibaren Partlar (Feratlar)’ı artık Ermenistan’a bulaşmış buluruz ki, bir zaman sonra Ermenistan Partlar’la Romalılar arasında önemli bir anlaşmazlık konusu ve savaş alanı haline gelir. Ama sonuçta Ermenistan’da yönetim Arsakid (Part)’lerin bir kolunun eline geçer ve asırlarca onlarda kalır. Partlar’ın elinde birkaç yıl rehin kalan Ermeni prensi Tigranes, büyük olasılıkla babasının ölümü üzerine M.Ö. 94 yılında Part (Ferat) birlikleri eşliğinde geri ülkesine götürtülüp tahta oturtulur ve Strabo’nun yazdığına göre, Tigranes, kendisine verilen desteğe karşılık olarak Ermenistan’da Yetmiş vadi’yi Partlar (Feratlar)’a bırakır. Hemen sonra yeni Ermenistan kralı Tigranes, güçlü bir yöneticiye dönüşmüş bulunan Pontus kralı Mithradates (112-93 M.Ö) ile ittifak kurar ve bunu pekiştirmek için de Mithradares’in kızı Cleopatra ile evlenir. Her iki kral birlikte Roma ile işgören Kapadokya kralı Ariobarzanes’i devirmek üzere harekete geçerler. Bu arada Part (Arsakid) kralı Mithradates de Tigranes’in kızı Aryazate (Automa soyadı verilen) ile evlenir ve Pontus kralı olan adaşı Mithradates’le ittifak oluşturur. Kürdistan da dahil İran, Kuzey Mezopotamya ve Babil’in egemeni bulunan Part (Arsak) kralı Mithradates az sonra ölür. Bu tarihte Partlar’ın batı sınırı Fırat’tı. Adiabene, Gordyene (Kürdistan?) ve Osroene krallıkları Part imparatorluğuna ilhak edilmişlerdi. Karşı taraftan ise Roma yeni bir güç olarak Fırat’a yaklaşıyordu. Mithradates’ten sonra Partiya (Feratiye)’da tahta Gotarzes I çıkar (91-81/0). Bunu fırsat bilen Tigranes, Arsakid çizgiden olup olmadığı belli olmayan Gotarzes’in üzerine yürür, Partlar’a verdiği Yetmiş Vadi’yi de geri alır, ayrıca Gorduene, Nineveh çevresi, Arbela (Erbil) ve Adiabene’yi istila eder ve ardından da Medya’ya yürüyerek Atropane’yi kendi vasalı bir devlete dönüştürür. Krallar Kralı ünvanı alan Ermenistan kralı Tigranes, daha sonra Kuzey Mezopotamya, Suriye ve Fenike’ye dek gitti. Part başkentinin Babil’deki Ctesiphon’a taşınması Gotarzes I zamanında tamamlandı. Çünkü bu tarihe kadar Ctesiphon ve Selukiya sıkça baskına uğradıklarından başkent olarak güvenli değillerdi. Darius’un yazıtları yanına kazınan iki yazıt Gotarzes I’e referans verirler. Bu yazıtlar bir kralın önünde duran dört önemli kişi gösterirler. Kıral, Mithradates II’dir. Önünde duran dört kişi ise, satraplar satrapı diye tanımlanan Gotarzes, Mithradates, Kophasates (Kohzadh) ve bir diğeridir. Gotarzes’in bu dönemde saraydaki yüksek görevlilerden biri olduğu açıktır. M.Ö. 91 dolayında bu Arsakid yönetici Babil’in kontrolünü elinde tutmaktadır. Mithradates II, Medya ve Mezopotamya dahil İran’ın belirli bölümlerini yönetirken Gotarzes (I) Babil’i işgal eder ve 81/80’e dek yönetir. Biraz sonra artık Gotarzes diye birinin adı duyulmaz. Part tahtında Orodes I görünür (80-76/5). O’nun yönetimi de kısa sürer ve seksen yaşındaki Sinatruces (Arşakan) belirir Partiya tahtında (76/5-70/69 M.Ö). Pontus kralı Mithradates VI M.Ö. 73/1’de Roma’ya karşı ondan yardım talep ettiğinde, güçlü Roma’yla karşı karşıya gelmek istemeyen yaşlı Sinatruces bunu rededer ve bir süre sonra öldüğünde yerine oğlu Üçüncü Ferat geçer (70/69-58/57). M.Ö. 69 yılındaki Tigranokerta Savaşı’nın az öncesine kadar büyük savaşcı Pontuslu Mithradates ile Yetmiş Vadi’yi, Adiabene ve Kuzey Mezopotamya’yı geri vermeye hazır olduğunu bildiren Ermenistan’lı Tigranes Roma’ya karşı III. Ferat’tan yardım dilediler. Böyle bir ittifakı önlemek isteyen Roma da elçiler yollayarak Partlar’a dostluk öneriyordu. Üçüncü Ferat’ın yanıtları her iki kampta da kendilerine destek gibi yorumlanan uzlaşıcı türdendi. Partlar (Feratanlar) ile Romalılar, özellikle Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki topraklar ve Ermenistan yüzünden karşı karşıya geldiler ve bu bölgeler iki güç arasında sık sık savaşlara sahne oldular. Sasaniler’le Bizans (Doğu Roma) arasında M.S. 6. yüzyılda bile halen devam eden savaş da bu aynı bölgeler üzerinde egemenlik kurmaya dönüktü ve bir bakıma Part-Roma savaşının devamı gibiydi. Bu arada Ermenistan kralı babasına karşı başarısız bir ayaklanma girişiminde bulunan Küçük Tigranes (oğul Tigranes) Part kralı III. Ferat’a sığındı ve ondan Ermenistan’ın kendi babasının elindeki parçasını istila etmesini talep etti. Ona bazı Part birlikleri verilip babasına karşı gönderildi. Artaxata (Artaşat)’ya ilerleyen bu kuvvetler Büyük Tigranes tarafından yenilgiye uğratılınca O’nun oğlu Küçük Tigranes belki de III. Ferat’ın tavsiyesi üzerine bu kez Anadolu’daki Roma kumandanı Pompey’e sığındı. Pompey, bu görevi M.Ö. 66 yılında Lucullus’tan devralmıştı. Zaten Artaxata üzerine yürümekte bulunan Pompey onu rehber olarak yanına aldı ve Büyük Tigranes Pompey’e direnemeyip boyun eğdi. Ermenistan toprakları baba ve oğul Tigranes’ler arasında pay edildiyse de, III. Ferat’ın damadı olan Küçük Tigranes’in başı çok geçmeden Pompey’le derde girince onun tarafından yakalanıp esir tutuldu. Bunu öğrenen Part kralı III. Ferat hızla istila ettiği Gorduene’yi Büyük Tigranes’ten geri aldı ve Pompey’den de Küçük Tigranes’i kendisine teslim etmesini ve Fırat Nehri’nin Part-Roma hududu olarak tanınmasını istedi. Üçüncü Ferat, M.Ö. 58/57 yılında kendi öz-oğulları Orodes (Hyrodes) ve Mithradates tarafından öldürüldü. Ama iki kardeş arasında taht üzerinde bir anlaşmazlık çıktı. Büyük ihtimalle daha büyük olan Mithradates III çıktı tahta (58/7-55). O’nu Orodes II (57-37/6) ve Pakorus I (ölm. M.Ö. 38) izlediler. Roma’da Cumhuriyet türü yönetimin yıkıldığı ve aristokratlar arasında savaşların sürdüğü bir dönemdi bu. Politik arenayı Caesar (Sezar), Pompey ve Crassus gibi üç güçlü soylu ele geçirmişlerdi. Kendisine Suriye’nin yönetimi verilen Crassus, M.Ö. 55 yılında Partlar’a karşı bir Doğu seferine hazırlandı. Bir yıl kadar sonra Crassus’un Roma ordusu Fırat’ı geçerek Mezopotamya’ya girdi ve bölgedeki bazı Yunan kentlerine garnizonlar yerleştirildi. Osroene kralı Abgar, Roma’nın bölgedeki müttefikleri arasındaydı. Part (Ferat) kralı Orodes’in Mezopotamya savunması için Crassus’a karşı gönderdiği ordunun başında Doğu İran’ın güçlü soylu evlerinden birine mensup olan Suren (Surenas) vardı. 6 Mayıs’ta iki ordu Harran (Carrhae) kenti altında Balikh (Balicha) Nehri civarında kapıştılar. Part (Feratan) tarihinin en ünlü sayfası burada yazıldı. Hayli ünlü olan bu savaşta Roma ordusu tarumar edildi, ünlü kumandanı Crassus’un kafası ve eli kopartılıp o sıra Ermenistan’da bulunan Part (Ferat) kralı Orodes’e yollandı (M.Ö. 53). Bozguna uğrayan 40 bin mevcutlu Roma hücum ordusunun yaklaşık onbini esir edilmiş, onbini Suriye’ye kaçmış, yirmi-bini yok edilmişti. Crassus’un aldığı bu ağır yenilgi ile Part (Ferat) gücü dünyaya kabul ettirildi ve bu tarihten sonraki yüz yıl boyunca Fırat nehri Part-Roma hududu olarak benimsendi. Burada adı geçen Crassus’un Spartaküs önderliğindeki ünlü köle isyanını bastıran Roma kumandanı olduğunu sanıyorum. Ama Roma’ya karşı zaferin efsaneleştirdiği Part (Ferat) generali Suren, kral Orodes tarafından kendisine rakip çıkar korkusuyla öldürtüldü. Bu tarihten sonra Partlar (Feratlar), Roma’nın iç işlerine dek karıştılar, onlar arasında iç savaşı teşvik ettiler ki, benzer pratikler daha önce Roma tarafından Partiya’da da sergilenmiştir. Partlar Suriye’ye yaklaşmış, hatta M.Ö. 51’de bu ülkeyi istila dahi etmişlerdi. Hernasılsa M.Ö. 38 yılı civarında durum tersine döndü. Partlar Suriye’den çıkartıldı. M.Ö. 37’de Part kralı Orodes, krallığı otuz oğlundan birine bırakmaya karar verdi. Bazı kaynaklara göre, babasının seçiminin kendisi olmayacağını iyi bilen büyük oğul Dördüncü Ferat kendisi kral olabilmek ve konumunu güvenceye almak için önce babasını, sonra tüm kardeşlerini öldürdü ve tahta oturdu (M.Ö. 38-2). Böylece muhalefetsiz ve rakipsiz olarak yönetmeyi umdu. Çok geçmeden bu kez aynı şiddeti önde gelen bazı Part soylularına karşı da uyguladı. Bunun üzerine Part soylularından bir bölümü uzak kentlere, çeşitli halkların arasına sığındılar. Ünlü bir komutan olan ve Partiya’yı Roma ordusuyla almayı teklif eden Monaeses adındaki soylu örneğinde görüldüğü gibi içlerinden Roma korumasını araştıranlar da çıktı. Ona Larissa (Sizara), Arethusa (Restan) ve Hierapolis (Membic) kentlerini bırakan Roma generali Mark Antony, ayrıca kendisini Part tahtına oturtacağı sözü vermişti. Ama Dördüncü Ferat’ın onu geri dönmeye ikna etmesini önleyemedi. Bu ortamdadır ki, Antony, Ermenistan’ı Roma müttefiki olmaya zorlayarak Partlar (Feratlar)’a karşı savaşa hazırlandı. İberya, Pontus, Ermenistan ve Mardi (Mardus)’lerden birliklerle takviye edilen Antony’nin yüz-bin mevcutlu Roma ordusu, Partlar’a karşı harekete geçti. İlkin Atropatene (Medya, Media Atropatene, Azerbaycan)’ye saldırıldı. Ama kısa sürede Partlar karşısında zor duruma düştü, ordusunun üçte-biri yokedildi, müttefikleri tarafından terkedilip ağır bir yenilgi aldı (Bk. Debevois, a.g.e., s. 128). Bu arada Partiya’da iç mücadeleler, isyanlar koptu (M.Ö. 31). Dördüncü Ferat’ı deviren Tiridates II çıktı tahta (30-25 M.Ö). O’nun Antony’e karşı kazanılan zaferde ünlenen bir general olabileceği sanılıyor. Ama devrik kral Dördüncü Ferat, İran kuzeyindeki göçebe İskitler’e sığındı ve onların desteğiyle M.Ö. 30/29 yılı civarında Tiridates’i Partiya’dan Suriye’ye sürdü ve geri ülkenin tek hakimi oldu. Dersim geleneği bakımından önemli bir figür olduğunu düşündüğüm Dördüncü Ferat’ın en az dört kraliçesi vardı: Olennieire, Cleopatra, Baseirta ve Bistheibanaps. Bunlara ek olarak Roma imparatoru Augustus M.Ö. 20 yılı civarında ona hediye olarak ne amaçla olduğu kesin bilinmeyen Musa (Thea Musa, Thermousa) adı verilen bir İtalyan köle kız gönderdi. IV. Ferat’ın bu kadından yine Ferat (V) adı verilen (daha çok Feratakes diye bilinir) bir oğlu oldu. Bu sırada Musa adlı bu kadına da Part sarayında kraliçe ünvanı verildi. Musa, oğlunun tahta aday olabilecek yaşa geldiği M.Ö. 10 yılında onun tahta çıkmasının önündeki engelleri kaldırmak amacıyla kocasını daha büyük olan diğer oğullarını Roma’ya göndermeye ikna etti. Böylece Dördüncü Ferat’ın Seraspadanes, Ferat (Ferates), Rhodaspes ve Vonones adlı oğulları (evli olanlarının eşleri ve çocukları dahil) Roma’ya gönderildiler ve orada bulundukları sürece prens statüsünde ağırlandılar. Roma’da bulunan bir yazıtta IV. Ferat’ın bu dört oğlundan Seraspadanes ve Rhodaspes’in adları geçmektedir. M.Ö. 2 yılında Musa adlı kraliçe yaşlı kocası IV. Ferat’ı zehirleyerek son adımı da attı ve onun kendisinden olma oğlu V. Ferat (Feraakes)’ı tahta taşımayı başardı. Hemen sonra bu ana-oğul evlendiler de. Bu evliliğe tepki olarak M.S. 4 yılında V. Ferat’ın ya Roma hakimiyeti altındaki Suriye’ye sürüldüğü ya da öldürüldüğü tahmin ediliyor. Annesi Musa’nın akıbetiyse bilinmiyor. Partiya soyluları Arsakid (Arşaklı) ailesinden Orodes III’ü kral olarak belirlediler (M.S. 4-6/7). Orodes III bir isyan sonunda öldürülünce, Partlar, Dördüncü Ferat’ın Roma’da olan ya da Roma’ya sığınmış bulunan dört oğlundan en büyüğü olan Vonones (7/8-12)’i getirtip tahta oturttularsa da, onun Roma’da edindiği karektere uzun süre katlanamayıp o sıra Atropatene (Azerbaycan, Medya) satraplığı yapmakta olan bir diğer Arsakid’i, Artabanus III’ü, kralları olarak saptadılar (M.S. 12-38). Artabanus, Vonones’le arasında patlak veren bir iç savaşı kazandıktan sonradır ki kral ilan edilebildi. Rakibi Vonones ise Ermenistan’a kaçıp boşalmış bulunan Ermenistan tahtına oturdu, ama M.S. 15 veya 16 yılında bu makamı bırakmaya mecbur edildi. Part kralı Artabanus, Ermenistan tahtına oturmak üzere kendi oğlu Orodes’i gönderdiğinde, Roma imparatoru Tiberius da evlat edinmiş olduğu Germanicus’u M.S. 17/18 yılında doğu kumandanı olarak tam otorite ile Ermenistan’a yolladı. Ermenistan’ın başkenti Artaxata’ya gelen Germanicus, orada halkın kendi aralarında büyümüş ve kendi adetlerini benimsemiş olan Pontus kralı Polemon’un oğlu Zeno’yu kralları olarak benimsemeye hazır olduğunu görünce, Roma’ya da dostça yaklaşan Zeno’ya taç giydirdi. Böylece Zeno, Artaxias III adı altında Ermenistan kralı oldu. Zeno (Artaxias III) öldükten sonra ise, Part kralı Artabanus III kendisinin büyük oğlu Arsakes’i Ermenistan kralı olarak tahta oturttu. Ermenistan tahtına Dördüncü Ferat’ın elli yıldır Roma’da yaşayan en küçük oğlu Ferat’ı oturtmayı deneyen Tiberius’un bu girişimi, Suriye’ye vardıktan az sonra Ferat’ın ani ölümü üzerine sonuçsuz kaldı. Tiberius, M.S. 35 yılında da Roma’nın Suriye valisi aracılığıyla bir diğer Arsakid prens olan IV. Ferat’ın Roma’daki torunu Tiridates III’ü Selukya’da tahta çıkardı ve onu Ermenistan kralı yapmayı denedi. Bu çabası da boşa çıktı. Ermenistan tahtına İberya kralı Pharasmanes çıktı sonuçta. M.S. 40 yılında Vardanes ve Gotarzes adlı iki kardeş imparatorluğu aralarında paylaştılar. Vardanes büyük parçayı, Gotarzes de Hırkaniye ve diğer kuzey eyaletlerini aldı. Sonra çatıştılar. Vardanes öldürüldü (M.S. 48/7). Soyluların bir kanadı bu ortamda tahta çıkarmak üzere Roma’dan Dördüncü Ferat’ın bir diğer torunu Meherdates’i çağırdılar. Ama taht kavgasından galip çıkan Gotarzes II (38-51) oldu ve bu zaferini M.S. 50 yılında Behistun’a kazıdı. Burdaki Yunanca bir yazıt Gotarzes’i “Gew (Gev)’in oğlu Gotarzes” diye tanıtır (Bk. Malcolm A. R. Colledge, a.g.e., s. 50). Kaynaklarda Meherdates’in destekçilerinin, Part soylularının onu tahta yerleştirmek isteyen fraksiyonunun özellikle Carenes’ler olduğu belirtilir. Latince söylenişteki Carenes, irsi Karen (yeni Persçe’de Qarin) ünvanıdır. Yani burada Partlar’ın ünlü altı ya da yedi evinden Karen evi ile karşı karşıyayız ki, Erzurumun eski adı Karin (Kalikala) buradan gelebilir. Belki de Dördüncü Ferat ve ailesi Karen evine mensuptu. Bu olayda Gew ve Karen evleri arasında taht üzerinde bir rekabet ve çatışma var gibi. Bir sonraki yıl Gotarzes öldü. Yerine Vonones II geçti. Onun yönetimi çok kısa sürdü. Part tahtına bu kez Vologases/Valarş I geldi (M.S. 51/52-79/80). Part kralı Vologases I, kardeşi Pacorus’a Medya tahtını, diğer kardeşi Tiridates’e ise Ermenistan tahtını verdi (M.S. 54). Bu durum Roma imparatoru Nero’yu kızdırdı ve M.S. 58 yılında bir Roma ordusu ilkin Ermenistan kralı Tiridates’in başkenti Artaxata’yı, bir sonraki yıl ise bir diğer önemli Ermenistan kenti Tigranokerta’yı aldı. Böylece Ermenistan Roma’nın eline geçti. Tiridates kovulmuş, onun yerine Ermenistan tahtına Roma adayı oturtulmuştu. Ama Part kralı Vologases (Valarş)’in güçlü bir karşı atağı sonucunda Romalılar Ermenistan’dan çekilmek zorunda kaldılar. En sonunda Partlar ve Romalılar M.S. 63 yılında bir uzlaşmaya vardılar. Buna göre Ermenistan tahtına Part kralı Valarş’ın kardeşi Tiridates oturacak, ama tacı Roma’da Neron tarafından giydirilecekti. Bu yöntemle hem Part iddiası, hem de Roma onuru birlikte tatmin edilmiş oluyordu. Üç yıl sonra Roma’ya giden Tiridates, Neron’un ellerinden Ermenistan tacını giydi. Tiridates’in aynı zamanda bir Magi (rahip, derviş) olduğuna işaret ediliyor. Böylece uzun süredir Part nüfuz alanı olan Ermenistan, M.S. 54’te kesin şekilde Arsakidler (Partlar, Arşaklılar)’in yönetimi altına girer ve asırlarca onların yönetiminde kalmaya devam eder. Bu dönemde en başta gelen Ermenistan başkenti Artaxata idi. Vologases (Valarş, Valakş) I, M.S. 80 yılına dek yönetmiş görünüyor. O’nun döneminde Part madeni paralarında ateşe tapıma işaret eden resimler görünür. Malcolm A. R. Colledge, Zerdüşt dini geleneğinde Avesta’nın yaşayan el-yazmalarını ve geleneklerini Valakhsh adlı bir kralın topladığının söylendiğini hatırlatarak, bu kralın Part kralı Vologases I olabileceğini yazmaktadır (Bk. a.g.e., s. 51). Partiya, Vologases I döneminde kuzey-doğudan bir Alan istilasına uğrar (M.S. 72). O tarihte bağımsız olan Hırkaniye yöneticisi de onlarla ittifak yapar ve Hırkaniye krallığı üzerinden geçen göçebe Alanlar kuzey İran’a doluşurlar, Partlar’ın Medya satrapı ve Part kralının kardeşi Pacorus’un haremini ele geçirir, Part kralının diğer kardeşi Ermenistan kralı Tiridates’in kuvvetlerini silip süpürürler. Alanlar’a karşı Roma’dan yardım talebi sonuç vermez. Sonunda Partlar’ın şansı yaver gider, çünkü istilacı Alanlar’ın bizzat kendileri geldikleri yoldan geri dönerler (Bk. Malcolm A. R. C., a.g.y., s. 52). M.S. 80 yılında Vologases I sahneden kaybolur ve Pacorus II görünür Part tahtında (78-115/116). Onu takiben de Artabanus IV ve Osroes (Chosroes: 109/110-128/129) başa gelirler. Partiya ile Çin arasında diplomatik ilişkiler vardı ve karşılıklı olarak elçiler bulundururlardı. Örneğin M.S. 97’de Çin’den Kan Ying Mesene’ye gelir ve 101 yılında ise Manch’iu adlı bir Partiya kralı Çin’e hediyeler gönderir (Bk. Malcolm, a.g.y., s. 53). M.S. 113’te Romalı kumandan Trajan, Part kralı Osroes’in Ermenistan kralını Roma’ya danışmadan kovmasını anlaşmaya aykırı bularak Partlar’a karşı bir doğu seferine çıkar ve 114 yılında birlikleriyle Ermenistan’a girer. Amacının Ermenistan’ı bir Roma eyaletine dönüştürmek olduğunu çok geçmeden açıkça ilan eden Trajan, Ermenistan’ı bir Roma valisinin yönetimine teslim etti. Sonra Kuzey Mezopotamya’nın lokal krallarına yöneldi. Edessa kralı Abgar VII rehin olarak ona oğlunu gönderdi. Diğer hanedanlar kaçtılar. Mezopotamya Trajan’ın Roma ordusunca işgal ve ilhak edilerek bir Roma eyaleti haline getirildi. Trajan, 116 yılında Fırat’ı geçerek Adiabene’yi de aldı. Niyeti Adiabene’yi Asurya adıyla bir Roma eyaletine çevirmekti. Bu bölgeye yöneticiler bırakıp ilerlemesini sürdürdü. Part başkenti Ctesiphon’u, Osroes’in altın tahtını ve bir kızını da ele geçirdi. Pers Körfezi’ne dek ilerleyen Trajan, sanki Büyük İskender’e özeniyordu. Ermenistan’ın pasifikasyonunu takiben Trajan’ın Van Gölü’nün doğu kıyısında oturdukları söylenen Mardiler’e saldırdığı da söylenir. Sonra içinde Abgar VII’nin de bulunduğu bazı vasal kralların isyanı ile birleşen bir Part misillemesi geldi. Geri çekilmek zorunda kalan Trajan, bir sonraki yıl başlattığı girişimi tamamlamak isterken öldü. Herşey giderek saldırı öncesi duruma geri döndü. Ermenistan da geri bir Part monarkına bırakıldı. M.S. 135-136 yılı dolayında göçebe Alanlar, küçük İberya kralı Pharasmanes’in kışkırtmasıyla yeniden ama bu kez kuzeyden Part imparatorluğu topraklarına doluştular. Media Atropatene (Azerbaycan), Ermenistan, hatta Kapadokya’ya egemen oldular. Part kralı Vologases II (105/6-147)’nin Ctesiphon’dan kuzeye gönderdiği 20 bin piyade askeri onları durduramadı. Sonra ya rüşvetle ikna edildikleri için, ya da kendi anayurtlarının başka aşiretlerce tehdit edildiğini duyduklarından dolayı kendiliklerinden geri döndüler (Bk. Malcolm, a.g.e., s. 166). Daha sonra doğuda Afganistan ve çevresine Kuşanlar doluştu bu kez. Romalılar Partlar’a karşı istilacı Kuşanlar ile kontaklar kurdular. Vologases III (148-192), Roma’ya aldırmadan M.S. 162’de Ermenistan’ı istila etti. O’nun Osroes adlı generali bir Roma gücünü tamamen imha ederek Ermenistan tahtına bir Arsakid prensini oturttu. Daha sonra güneye yönelen Part kuvvetleri Suriye’yi istila ettiler. M.S. 163 yılında Ermenistan (Kırmanciye) bu kez Roma ordusu tarafından istila edildi. Romalılar ülkenin Arsakid kralını kovup yerine Sohaemus adlı birini koydular. Bir sonraki yıl ise Mezopotamya’ya girdiler, Partlar’ı yenilgiye uğratıp Babil’e ve Selukiya’ya dek ilerlediler. 165 yılında Ctesiphon’u ele geçirip Vologases’in sarayını yıktılar. Ama bu sıralarda orduda yayılan bir salgından dolayı geri çekilmek zorunda kaldılar. Hemen arkasından yitirilen yerler Partlar’ca geri alınmış olacak ki, ertesi yıl Roma ordusu Mezopotamya’yı tekrar istila etti. M.S. 170’te ise statüko geri dönmüştü bölgeye. Vologases IV (191-207/8), kayıpları geri almak için savaş tehdidinde bulundu ve 193 yılında yeni Roma krallıkları Adiabene ve Osroene’deki isyanları kışkırttı. Ardından Mezopotamya ve Ermenistan’a girdi. Bu seferleri Medler ve Persler’in bir isyanı ve doğu sınırdaki huzursuzluklar nedeniyle istediği sonucu vermediyse de, Adiabene üzerindeki kontrolünü yeniden kurabildi. M.S. 198’de Roma orduları yeniden Mezopotamya’yı (Selukiya, Babil, Ctesiphon vd) istila ettiler. Sasani İsyanı ve Arsakidler (Partlar)’in Düşüşü Üç Roma istilasının neden olduğu yıkımın da etkisiyle Part imparatorluğunda merkezi otorite sarsıldı, politik istikrar bozuldu. Sonraki Part kralı Vologases/Valarş V (207/8-222/3)’in Medya kralı olan kardeşi Artabanus V (213-227) kendisine karşı isyan ederek Mezopotamya’yı talep etti ve M.S. 215’te Susa’yı ele geçirdi. Şimdi imparatorlukta fiilen iki başlı bir yönetim vardı. Bu iç savaşı fırsat bilen Roma imparatoru Caracalla Ermenistan kralının oğullarını rehin olarak ele geçirdi ve Partlar’la savaşı kışkırttı. Erbil kenti Romalılar’ca alındı, Part kraliyet mezarlığı açılıp kemikler dağıtıldı ve Medya’ya doğru akınlar yapıldı. Artabanus V (İslami kaynaklarda Ardavan), bir karşı-saldırıyla 217 yılında Roman Mezopotamyası’nı istila etti ve Roma ordusunu yendi. Ama Arsakid (Part, Ferat) yönetiminin sonu hızla yaklaşıyordu. Onları yıkacak olan isyan kendilerine bağımlı bir vasal krallık olan Persis’te başladı. Bu isyanın başını çeken ise bazı kaynaklara göre Sasan adlı biriydi. Sasaniler’in atası olan kişiliktir bu. Part kralı Artabanus V’in yönettiği Part direnişi 224 veya 226 yılı dolayındaki son muharebede kırılır. Bu çarpışmada yenik düşen Artabanus V öldürülür. Tabari’ye göre bu son muharebede Ardavan (Artabanus)’ı öldüren Ardaşir’di. Böylece Partiya Ardaşir’in ellerine düşer ve o Ctesiphon’da kral tacını giyer. Ama bu sıralarda da kendisine karşı halen güçlü bir Part direnişi vardır. Direniş dağlarda bir süre daha sürmüş olabilir. Ardaşir’e karşı muhalefet ve direnişin en uzun süre devam ettiği odaklardan biri Ermenistan’dı. Çünkü Ermenistan (Kırmanciye), Partlar (Feratlar)’ın son üssü ve kalesi oldu. Geri kalan kesimlerde ise sonunda Ardaşir başarılı oldu. Böylece Akamenidler’in soyundan geldiklerini iddia eden Sasaniler’in krallığı kuruldu (Bk. Malcolm, a.g.e., s. 172). Part Soyluluğu (Dört Büyük Ev ve Yönetim Modeli) Part imparatorluğunun batı sınırı çevresinde daha küçük ölçekli başka lokal krallıklar da vardı ki, bunların çoğunluğu Selukidler imparatorluğunun yıkılışıyla şekillenmişlerdi. Bunlardan biri olan ve Erbil kentini de içeren Adiabene (Aramice’de Hadayab, Partça’da Norsirakan), M.S. 1. Yüzyılda Izates adlı krallarca yönetildi. Bir diğer küçük krallık olan Osroene’nin başkenti ise Edessa idi. Bu krallığın yöneticileri ise genelde Abgar adını taşıyorlardı. Bu yöneticilerin etnik kimliği çok net değil. Bazı kaynaklar onları Arap bir hanedan ailesi olarak görür. İmparatorluktaki bu alt-bölümlerle merkezi Part hükümeti arasındaki ilişkilerin tam olarak ne olduğu net olmaktan uzaktır. Bu ilişkiler sık sık değişmiş olabilir. Ama Part yönetiminin son 200 yılında ademi-merkeziyeçi bir genel eğilim gözlemlenebiliyor. Lokal bağımsızlığa yönelim bu dönemde giderek daha da güçlenir. Aristokrasi sadece Arsakid ailesine bağlılık gösteriyordu. Bu ailenin çeşitli kolları vardı. Krallar teorik olarak herhangi bir koldan gelebilirdi. Ama pratikte sık sık ailenin hangi kolundan olacağı anlaşmazlıklara sebep olmuştur. Part aristokrasisi (soylluluğu) de tıpkı Akamenidler gibi iddiaya göre yedi büyük aileden, belirli sayıdaki orta ve aşağı klanlardan bileşiyordu. Fakat yedi rakamı kesin değil. Ama bazı büyük evlerin aile adları, egemenlik sahaları ve politik faaliyetleri saptanabiliyor. Mithradates II’nin Behistun kayasındaki yazıtı onun bu evlerden dördünün başlarına tımarlar hediye ettiğini gösteriyor gibi. Bu dört ev veya klan (aşiret), Suren, Karen, Gew (Gev, Yunanca’da Geopothros) ve Mihran evleridir. Suren evinin üssü Seistan (Sakastan) idi ve krallıkta soydan geçme olarak krala taç giydirme ayrıcalığına sahipti. Ana Arsakid koldan kralların yerini sözgelimi sadece ana tarafından Arsakid olan daha az direkt isimler aldığında (Artabanus III örneğinde görüldüğü gibi), Suren klanı daha saf Arsakid rakipleri destekliyordu. Bu evin en ünlü olayı M. Ö. 53 yılında yeralan Crassus bozgunundaki rolleri oldu. Bu olayda ünlenen general Suren’in adı bu evin irsi adı veya ünvanıdır. Onun kişisel adı bilinmiyor. Şah-Name’nin Keyaniler’le ilgili bölümünde yaptıkları hatırlanan destan kahramanları arasında onun kişisel adının korunduğuna inananlar var. Çünkü İran destanında Arsakidler’le ilgili kronoloji yanlıştır. Gotarzes örneğinde görüldüğü gibi, Part (Ferat) tarihinin bazı parlak dönemleri, kişilik va kahramanları efsanevi Key Kavus peryoduna transfer edilmiş, yani yanlış yere entegre edilmiştir (Bk. The Cambrıdge Ancient History Of İran). Arsakid (Ferat) çağının en parlak ve en ünlü olayları olan Suren’in eylemlerinin geleneğe yansımayışı düşünülemez. The Cambrıdge Ancient History Of İran adlı eserdeki yazıya göre Suren’in konumu bazı bakımlardan İran destanındaki Rüstem’in konumuyla paralellikler taşıyor. Rüstem, bu ulusal destanda daima İranlı kahramanların en büyüğü ve en güçlüsü olarak öne çıkar. Dolayısıyla İran ulusal destanının Rüstem’le ilgili bölümü adı geçen kaynağa göre Part (Ferat) peryodunun güçlü izlerini yansıtır. Destandaki önde gelen konumuna rağmen Rustem’in gerçek tarihte kime karşılık düştüğü henüz ikna edici şekilde saptanabilmiş değil. The Cambrıdge Ancient History Of Iran’a göre Rustem büyük ihtimalle Suren evinin bir üyesiydi ve muhtemelen Harran Savaşı’nın ünlü Suren’iyle ile ilişkiliydi. Plutarch’ın Crassus adlı eseri Suren hakkında önemli bir kaynak. Harran Savaşı’nda Surenler ile Abgar arasında gizli bir ittifakın varlığı da kaynakların üstünde durdukları bir konudur. İran tarihine ilişkin kayıtlarda Suren Evi’nin adı Sasaniler dönemine dek görünmeye devam eder. Karen Evi (klanı)’nin üssü ise büyük ihtimal Medya’daki Nihavand’da idi. Bu ev de yer yer yönetici monarka muhalif oldu. Gew klanının üssü Hırkaniye idi. Gev adlı bir Part kralı olabilir de, olmayabilir de. Şah-Name’nin efsanevi Kai-Kavus’un yönetimini anlatan bölümü Godarz adlı birine hayli yer ayırır. Bir Gotarzes Evi var. Şah-Name’deki Godarz’ın Gev adında ünlü bir oğlu da anılır. Burdaki Gev’in efsanesinin de Part tarihinin bir sayfasına referans olduğu düşünülüyor. Şah-Name'deki Godarz’ın başlangıçta Part kralı Gotarzes II (M.S. 38/44-50/51) olduğu sanıldı. Ama bir Gotarzes I’in varlığı ve yeni açığa çıkan rolü Şah-Name’deki referans’ın Gotarzes I’e olduğu inancını güçlendirdi (Bk. The Camb. Anc. Hist. Of İran, 3/I). Mihran evinin üssü ise Rey (Rhagae) kentiydi. Toumanoff, Mihran Evi’nin İran imparatorluğunun yedi büyük evinden biri olup Sasaniler’e akraba olduğuna işaret etmektedir. Bu evin iki kolunun başları Mirian ve Peroz adlarını taşırlar. Mihran Evi’nin Part peryodundan kalma bazı kolları İberya (Gürcistan), Gogarene ve Gardman gibi bazı eyaletlerde tahtı ele geçirmişlerdir (Bk. Toumanoff, a.g.e., s. 187). Bu feodal prens ve yöneticiler kendi dominyonlarında Part sarayı modelinde saraylara sahiplerdi ve Strabo’nun aktardığına göre adet olarak pek çok kadınla evlenirlerdi, yani haremleri vardı. Suren Crassus’la savaşında haremini birlikte getirmişti. O’nun ordusunun çekirdeği Seistanlı tebasıydı. Yani Harran Savaşı’nda çekirdek güç Saka aşiretlerinden birliklerdi. Diğer evlerin de büyük ihtimalle benzer modelde kendi tebalarından orduları mevcuttu (Bk. Malcolm, a.g.e., s. 61-62). Moses Khorene Ermenistan devletinin Arsakid yönetici Tiridates tarafından M.S. 60 yılından kısa bir süre sonra yapılan Part çizgisindeki örgütlenişini anlatırken saraydaki kişisel görevlerin ve önemli konumların büyük evler arasında nasıl payettirildiğinin de bir fotoğrafını vermektedir. Partlar’ın askeri taktikleri onların göçebe arkaplanlarını yansıtır. Başkentleri sürekli değişir. İlk başkentlerinin Nisa olduğu sanılıyor. II. Arsak, kendi başkenti olarak Abivard civarında Dara kentini kurmuştur. Asaak kenti de erken Part tarihinde önemliydi. Dinleri Eski iran dini Zerdüştlüktür. Bu dine ait kutsal metinler Avesta kolektif adıyla bilinirler. Bu metinlerde ve onlara ilişkin eski yorumlarda kullanılan dil ve anlayış farklarına bakılarak Avesta bölümlerinin Zerdüşt’ün yaşadığı Medler dönemi (M.Ö. 7.- 6. Yüzyıl) ile Sasani Çağı arasındaki değişen peryodlara ait olduğu sanılıyor. Arkaik dilleri nedeniyle Avesta’nın en eski bölümleri olan gataların peygamber Zerdüşt döneminden kaldıkları tahmin edilmektedir. Bunların dili bir görüşe göre Doğu İran diyalektleridir. Zerdüşt dininin rahip zümresi olarak görülen Magiler’in uzun bir tarihleri var. Onların tarihi galiba bir aşiret olarak başlıyor. Başlangıçta bir Med aşireti iken eski İran dininin rahipleri görevini üstlenerek özel bir sınıfa dönüştükleri sanılmaktadır. Med, Akamenid, Part ve Sasani hanedanlıklarının resmi dininin genelde Zerdüştlük olduğu söylenir. Ama bu konunun henüz kranlıkta kalan yönleri var. Bu genelleme geçerli kabul edilse bile en azından bu çağların veya hanedanlıkların herbirinde benimsenen Zerdüştlük formunun tıpatıp aynı olmadığı kabul edilmelidir. Bir de Anadolu’da canlanan Zerdüştlükten doğduğu söylenen Mithraizm var. Tanrı Mithra bir güneş kültü olarak görülüyor. Bu kült Roma imparatorluğunda, özellikle tüccar ve asker kesimler arasında oldukça yayıldı. Mitracılar, Tanrı ve Şeytan’ın (iyi ve kötü ruhların) Zurvan’ın oğulları ikiz kardeşler olduklarını söyleyen eski İrani fikri benimsediler. Arsakiler’in ya da Parniler’in dini neydi? Bunun cevabı zor. Göçebelik döneminden kalma bazı inançları birlikte getirdikleri muhakkak. Üstünde güneş ve ay resimleri bulunan bazı Part madeni paralarında kral “Güneş ve Ay’ın kardeşi” olarak tanımlanıyor. Peygamber Manes (Mani), Hayatı ve Öğretisi Mani’nin babası Patik, bir Part (Arsaklı) prensiydi. Annesi Meryem ise yine Partlar’ın bir kolu olan Kamsarakan Evi’nden gelmeydi. Adından hareketle onun annesinin Yahudi veya Hristiyan olabileceği tahmin ediliyor. Medya’nın başkenti Hemedan’da oturan babası Patik, daha sonra Part imparatorluğunun başkenti Selukiya (Ctesiphon)’ya taşınır. (Bk. The Cambrıdge History Of Iran, cilt 3/2, 1983, s. 965-990). The Chronology Of Ancient Nations adlı eserinde El Biruni (973-1048), Mani’nin son Part kralı Ardavan (ölm. M.S. 226/224) yönetiminin başlarında Babil (Irak)’in Nahr Kutha bölgesinin Mardinu adlı köyünde doğduğunu, peygamberlik misyonunu ise 13 yaşında iken aldığını aktarır ve bu konuda Mani’nin kendisinin Şapurakan (Saburkan) adlı kitabına dayanır. Bu kitap, Harzem’in Berun bölgesinden olan El Biruni’nin yazdığına göre Şapur bin Ardaşir (240-70) için kompoze edilmiş (Bk. Biruni, a.g.e, s. 121, 190). Kitabın başlığı da açık ki Şapur adından geliyor. Şapur, kaynaklara göre yaşamının son yıllarında Mani’nin öğretisine ilgi duymuştur. Mani hakkında olumlu şeyler söyleyen Biruni, onun adı geçen kitabını İran tarihi hakkındaki en güvenilir kaynak olarak tanımlar. Ona göre bunun bir nedeni Mani’nin yalan söylemeyi yasaklayan ilkesiydi. Biruni’nin aktardığı bilgilerin ışığında Mani’nin Ardavan yönetiminin (213-227) dördüncü veya beşinci yılında, yani bugünkü takvimle M.S. 216 yılında doğduğu ve peygamberlik misyonunu da Part yönetiminin Sasani isyanı ile son bulmasından hemen sonra, 228 yılında aldığı anlaşılıyor. Yeni bir din kurmuş olan Mani (Manes), Sasaniler’in ortodoks Zerdüştlüğü ile karşı karşıya geldi. O’nun Mandean inanç öğeleri, hatta Hristiyanlık etkileri de içeren dini, değişik dinsel doktrinlerin karışmaya başladığı Part peryodunun son aşamasının özelliklerini yansıtır. Mani’nin girişimi yeni ve tek bir din yaratmak amacıyla İran inancı Zerdüştlüğü Yahudi ve Hristiyan dinlerinden unsurlarla kombine etme çabası olarak görülmektedir. El Biruni’nin aktardığına göre, Mani, izleyicilerine bir günlük yiyecek ve bir yıllık elbise ihtiyacı dışında mülk edinmeyi yasaklamış, kendi izleyicilerinden mülk sahibi olanlara mülklerinden vazgeçmeyi buyurmuştur. Ateşi, suyu ve bitkileri incitmeyi, hayvanları kesmeyi veya öldürmeyi, hatta cinsel ilişkiyi de yasakladığı söyleniyor. Taraftarlarını kendi doktrinlerini yaymak üzere hertarafa yollayan Mani, pek çok kitap yazmış, hayli taraftar toplamıştır. O’nun kurduğu hareket Sasani şahlarından Ardeşir (224-40), oğlu Şapur (240-70) ve Hürmüz bin Şapur (270-71) dönemlerinde adım adım gelişip güçlenir. Şapur, Biruni’nin anlatımına göre, Mani’yi Zerdüşt’e bağlı kendi imparatorluğundan çıkartır ve geri dönmesini yasaklar. Bunun üzerine Hindistan, Tibet ve Çin’e giden Mani bu ülkelerde de kendi öğretisini yayar. Ama geri döndüğünde Sasani şahı Behram (271-74) tarafından yakalatılıp öldürtülür. “Bu adam halka dünyayı yıkmak çağrısında bulunmak için ortaya çıktı. Onun planı gerçekleşmeden önce kendisini imha etmemiz zorunludur” diyen Behram bin Hürmüz (?), Biruni’nin yazdığına göre, Mani’nin derisini yüzdürüp otla doldurmuş ve hâlâ Mani Kapısı diye bilinen Gundişapur kapısında asmıştır. Behram, onun izleyicilerinden bir bölümünü de katletmiştir (Bk. Biruni, a.g.e., s. 190-192). Böylece İran ulusal dininde bölünme engellenmiş olur. The Cambrıdge History Of Iran’ın Partlar bölümünde Sasani isyanını bastırmaya çalışırken öldürülen son Part kralı Ardavan ile bir Part prens ailesinden gelen ünlü dini lider ve peygamber Mani arasında tarihsel bir bağ bulunduğuna işaret edilir. Çünkü, Mani’nin kurduğu bu yeni din, The Cambrıdge History Of Iran’da çok yerinde söylendiği gibi, bir bakıma yıkılan Part yönetiminin anısına dikilen bir anıttı. Mani’nin tam da M.S. 228/9’da Sasaniler’e karşı Selukiya’da yeralan Arsakid dirilişi (Sasani karşıtı devrim) ile aynı tarihte açıklama almış olması, adı geçen kayanağa göre, iki olay arasında bir bağlantı olabileceğini düşündürüyor. Buna göre Mani, kendi ilhamını bir kriz ve çaresizlik ortamında Selukya’da beliren Part iktidarını yeniden diriltme (Arsakid restorasyonu) girişiminden almış olabilir. Böylece ruhsal dünyada Arsakid (Part, Feratan) değerleri egemen kılacak dünya çapında bir hareket kurmaya karar vermiş gibi görünür. Aynı kaynakta yapılan şu değerlendirmeler dikkate değerdir: “Maniciliğin Part düşüncesinin son görünümlerinden biri olduğu söylenebilir. Bu dinin pesimizmi belki de Arsakid hanedanının iktidarı kaybedişiyle ilintilidir. Modern zamanlara dek korunan Manici metinler de Part dili, telaffuzu ve fonetiğinin delilleri, dilsel mirasıdırlar. Bu nedenle Manicilik, Arsakid nüfuzu Ermenistan’da korunmuş olduğu için, Babil’de Part geleneğinin son temsilcisi olarak görünmektedir” (Bk. The Camb. History Of İran, 3/I, s. 97). Kısacası Manicilik, Sasaniler’in ortodoks Zerdüştlüğüne karşı Part geleneğinin bir devamı oldu. Bazı Sasani kralları Mani’yi kendi devletleri için bir tehdit kaynağı olarak gördüler. Buna karşın bu yeni din gelişti ve Sasani hükümdarı Kubad (Kavad: 488-96 ve 498-531)’ın şahsında Mezdekilik biçimi altında iktidarı fethetti ve kırk yıl boyunca da iktidarda kaldı. Dünya tarihinde komünizmin iktidara geldiği ilk örnektir bu. The Cambrıdge History Of İran’da özetle şöyle denilir: Mani için dinin özü gerçekti. O, insanlığı gerçeğe çağırdı ve gerçeği yaymayı görev edindi. Mesajı buydu. Gerçek sözcüğü Arapça’da El-hakk, Yunanca’da aletheia, Süryanice’de gushta, Mandean dilinde kushta ile karşılanır. Mandean Kushta (gerçek) kavramı gerisinde İrani Asha doktrini, gerçeği kişileştiren Amesha Spenta vardır. Gerçeğin Yolu ifadesi ilk kez Gathalar’da ve Manici literatürde görünür (Bk. a.g.e., cilt 3/2, s. 967). Mani, kendi doktrinini Sasani şahı Ardaşir yönetiminin sonunda ilan etmeye başlar (M.S. 240). Bu sırada 24 yaşındadır. Birkaç yıl sonra Sasani şahı Şapur’un o zaman Mesene valisi olan kardeşi Mihrşah’ı kendi öğretisine kazanır. Sonraki dönemde Asuristan, Mah ve Parthav eyaletlerinde misyoner faaliyet yürütür. Gelenek, halkın karşısına ilk çıktığında Mani’nin beraberinde babası ile Simeon ve Zakko adlarında iki havarisinin bulunduğunu söyler (Bk. The Cambrıdge History Of İran, 3/2, s. 965-90). Pavlakiler arasında da Simeon ve Zakko adlarında iki önderle karşılaşıyoruz. Bence bu Pavlaki liderlerin Mani’nin aynı adları taşıyan havarileriyle aynı kişiler olmaları mümkündür. Geleneğe göre kırk yıllık bir misyoner faaliyetin sonrasında Sasani şahı Şapur (240-70) da Mani’nin öğretisinden etkilenmiştir. The Cambrıdge History Of İran (3/2, s. 965-90)’da bu sürenin kırk değil, dört yıl olması gerektiği söylenmektedir. Şahın kardeşi Peroz da Manici olur. Orta Persçe ile yazılmış kendi kitabı Şapurakan (Saburakan)’ı çıkardığı sırada Şapur’la görüşür. Zaten kitabın adından da şaha sunulduğu anlaşılıyor. Şapur, İranlı otoritelerin tepkisine neden olan bir kararla imparatorluk topraklarında Mani’nin doktrinlerinin serbestçe öğretilmesine izin verir. Dahası, Mani’yi sarayda görev vererek onurlandırır. Bu görevi gereği olarak da Mani, Romalılar’la savaşlarda Şapur’a eşlik eder, onun safında bu savaşlara katılır. Sonraki yıllarda Mani; Fars, Partav ve Roma imparatorluğunun sınır topraklarını tekrar ziyaret eder. Bu sıralarda Dersim’e de uğramış ve kendi havarilerini bırakmış olabilir. The Cambrıdge History Of İran’daki yazıya göre, bu tarihlerde Sasani imparatorluğunda henüz bir devlet dini yoktu. O yönde bir eğilim başlamış bulunsa da, Zerdüştlük bu sırada henüz devletin resmi dini statüsü kazanmamıştı. Sasani devletinde Zerdüştlüğü devlet dini yapmak için çalışanların başında ateş-papazı Karter vardı. O da batı seferlerinde Şapur’un yanında bulunuyor ve olanak bulduğu her yerde yeni ateş-tapınakları yaptırıyordu. Karter ve Mani’nin ikisinin de Sasani imparatorluğunda bir devlet kilisesi yaratma amacı güttüklerinden kuşku duyulmuyor. Bu tarihe kadar Mani’nin faaliyetleri Sasani imparatorluğu sınırları dışına taşmıyordu. Ama bir süre sonra kendi öğretilerini imparatorluk sınırları ötesinde bir dünya dini olarak propaganda etmeye karar verdi. O’nun Sasani sınırları içindeki faaliyetinin merkezi üssü Hulwan eyaleti idi. Bu merkezden doğuya, Nişapur’a, Part dilinin egemen olduğu büyük bir eyalet olan Partlar’ın anavatanı Horasan’a adamlarını gönderdi ve kendi doktrinlerini bizzat Partça’ya çevirmeye başladı. O tarihten itibaren Horasan, Zındıklık olarak da tanımlanmış olan Maniciliğin kalesi haline geldi ve bu üsten Orta Asya’ya yönelik misyoner faaliyet yürütüldü. Mani’nin havarilerinden biri de Addai (Addi) idi. Addai, M.S. 261/262 yılında Dicle’nin doğusunda bulunan Bet Garmai (eski Adiabene bitişiğinde yeralan modern Erbil yöresi) eyaletindeki Karkad Bet Selok’a misyoner faaliyet için gönderilir ve burdaki faaliyeti hayli başarılı olur (a.g.e., s. 970). Mani’nin bu çalışkan havarisi, Yezidiliğin kurucusu ünlü Şeyh Addi’yle aynı adı taşıyor. 1835 yılında bölgeyi gezen Amerikalı Protestan misyoner Dr. Asahel Grant, 1840’ta yazdığı Nasturiler Yada Kayıp Boylar (The Nestorians Or The Lost Tribes) adlı kitabında bu noktaya dikkat çekerek Mani’nin havarisi Addi ile Yezidiler’in Addi’sinin aynı şahıs olabileceklerini söylemektedir (Bk. a.g.e., Nsibin yayınları, çev. Meral Barış, 1994). Kendi çağının bazı kaynaklarında Mani’nin koyduğu din Hristiyanlık içinde bir öğreti, Mani’nin kendisi de Mithraizm’in bir papazı gibi görülür ve onun Mithra tapımının bir merkezi olan İran’ın kuzey-batı parçasında güçlü destek bulduğu kaydedilir. Böylece Mani’nin yaşamının bir döneminde kendisini Mithraizmle ilişkilendirdiği düşünülüyor. Mithraizm, nisbeten az bilinen, ama çok eski bir din. Sözgelimi Hititler diğer Aryan tanrılarının yanısıra Mithra’ya da taptılar. Mithra ve Anahita (su tanrısı/tanrıçası) kültleri yer yer birlikte anılırlar. The Miss. Review Of The World’da yer verilen The Religion Of Mithras başlıklı bir yazıda (cilt 24, Haziran-Temmuz 1911, s. 59-60), Mithra’nın, İzed veya Yazata denen antik İran panteonundaki 28 kadar tali (ikinci sınıf) tanrıdan en büyüğünü temsil ettiği söylenmektedir. Başlangıçta sabah ışığı tanrısı olan Mithra (Mihr), sonraları güneş ve ateş tanrısına dönüşür. Aslında o güneş değil ışık (cennet ışığı) tanrısıydı. Güneş (Hurşit), onun fiziksel aracıydı. Süper varlık Asura Varuna ile yakından ilişkili olan Mithra, İran mitolojisinde Ahriman’a ve tüm kötü ruhlara karşı savaşır. Bu inanç Frigya ve Anadolu’da etkindi. Mithra’ya adanan birçok festival vardı. Bunlardan en önemlisi 25 Aralık’ta kutlanan Mithra’nın doğum günü festivaliydi. Adını verdiğimiz kaynaktaki yazıya göre Christamas kutlamasının gerçek orijini budur. Yani 25 Aralık festivali, bu kaynağa göre, aslında pagan dönemin güneş-tanrısı Mithra’nın doğum günü festivali olup, İsa’nın doğum günü kutlaması bu pagan inancın ve festivalin nüfuzu nedeniyle, aynı tarihe kaydırılarak onunla birleştirildi. Mithraizm, Anadolu, Suriye ve Filistin üzerinden Roma, Almanya ve başka ülkelere de ulaşır ve M.S. 100 yılı dolayında Trajan tarafından düzenli bir tapım olarak yerleştirilir. Böylece Mithra inancı kendi baharına girer. Ama sonunda Roma’da M.S. 374 yılı civarında bastırılır (Bk. The Religion Of Mithras, a.g.y). El Biruni’nin anlattığı Mihrakan (Mihrican) olayı ve bayramı da Mithra kültüyle ilişkili gibi. Yazad (Yazata, Yezad), eski ve orta İranca’da melek anlamlı bir sözcüktür. İzadi’ye göre Yezidi adı bunlarla aynıdır, yani melek anlamlı yezad sözcüğünden gelmedir. Şapur’un oğlu Hürmüz I (270-71) de babası gibi Mani’nin kendi dinini serbestçe öğretmesine izin verir. Ama onun yönetimi çok kısa sürer ve Behram (271-74) çıkar Sasani tahtına. O sırada Babil’de bulunan Mani, bu gelişme üzerine İran’ı terkedip kendisine koruma verileceğinden emin olduğu Kuşan Krallığı’na gitmek ister. Ama bu seyahati yasaklayan ve Bet Lapat’taki sarayda kral Behram’ın huzuruna çıkmasını söyleyen bir emir ulaşır kendisine (M.S. 276). Zerdüşt ateş-papazlarının lideri olan Karter, Mani’nin büyük bir düşmanıydı. Şahın yakın çevresinde bulunan nüfuzlu soylularla ittifak halindeydi. O’nun yeni şaha şikayetlerini ilettiği ve Mani’nin onun bu suçlamaları nedeniyle çağrıldığı söyleniyor. Mani’nin varışı büyük heyacan yaratır. Huzuruna çıktığı şahtan görüşleri nedeniyle sert ve ağır suçlamalar işitir. Part orijinli olan ve orta Persçe’yi bilmediği için tercüman kullandığı söylenen Mani, savunmasını Part diliyle yapar. Sonunda Şah Behram’ın emriyle tutuklanır ve 19 Ocak’tan 14 Şubat’a kadar hapis tutulduğu hücresinde ölür (Bk. Cambrıdge Hist. Of Iran, cilt 3/2). O’nun öğretisi tek-tanrıcı bir anlayışın izlerini taşımakla birlikte, İrani gelenekteki gibi evrenin düalist bir yorumunu yapar. Ezelden beri varolduklarını ve yaratılmadıklarını söylediği iki karşıt prensipten sözeder. Bunlar iyi ve kötü, gerçek ve yalan, aydınlık ve karanlık şeklinde ifade edilirler. Bu iki prensip arasında sürekli bir çatışma olduğuna inanılır. İyi prensip Tanrı olarak tanımlanıyor. Tanrı, bir şahıs olmaktan çok bir prensip olarak görülür. Bu prensip kişileştirilerek tanrı (yazd) kılığına sokulur. Kötü prensibe ise şeytan deniliyor. Orta İranca denen dilin terminolojisiyle iyi prensibe Partça olarak bag (Persçe’de bai veya yazd), kötü prensibe de dev denilmektedir. Tıpkı Zurvanizm’de olduğu gibi bu ayrımın anlamı iyinin kötüye üstün olduğudur. İrani gelenekte/mitolojide iyi ve kötüyü temsil edenler en ilk ikizler olarak düşünülen Ahura Mazda (Ohrmazd) ve Ahriman’dırlar. Ama Manici dökümanlarda iyi prensibe Ahura Mazda değil, Zurvan adı verilir. Moses Khorene Zurvan’ın İran mitolojisinde Nuh’un oğlu Sim’e karşılık düştüğünü yazmaktadır. Mitolojiye göre Ahura Mazda ve Ahriman Zurvan’ın iki oğludurlar ve ikizdirler. Ahura Mazda diğerinden daha üstündür. O padişah (patixsay), Ahriman ise sadece şahtır. Zurvanizm’in düalizmi monistik yönde değiştirme eğilimi taşıdığı düşünülüyor. Çünkü Zurvan’ı (Zervan, zaman demektir) iki düşman kardeşin üzerine bir prensip olarak yerleştirmektedir. Mani, bir yandan Zurvanizmi kendi sisteminin temeli yaparken, diğer yandan onu reforme etmeye çalışır. Zurvanizm’in merkezinin Medya’da olduğu ve Mani’nin en sadık destekçilerinin de burada bulundukları kaydediliyor. Ama, iyi ve kötü tanrıların ikiz kardeşler olduğu doktrinini rededen ve Zurvanizmi reforme etmeye çalışan Mani, bu çabasından dolayı Medya Magiler’iyle çatışma içindeydi. Mani’nin doktrininde ışık, en yüksek tanrı olarak kabul edilen Zurvan’ın varlığı ve özüdür. Bu nedenle o ışığın babası diye çağrılır. Panteistik bir görüş olarak değerlendirilir bu. Mani daha hayatta iken öğretisi batıda Suriye, Filistin ve Mısır’a ulaşmıştı. M.S. 300 yılı dolayında Mısır’da onlara karşı özel önlemler alındığına göre hayli güçlü olmalıydılar. Kaynaklara göre Manicilik Suriye’den Anadolu’ya, Anadolu’dan Balkanlar, Yunanistan, İtalya ve Fransa’ya, Mısır’dan da kuzey Afrika ve İspanya’ya dek yayılmıştır. Bunun üzerine Roma imparatorluğunun adı geçen batı eyaletlerinde devlet Maniciliğe karşı sert tedbirler alır, onları cezalandırır. İmparator Diocletian’in 297 yılında Maniciler’i hedef alan kararları ünlüdür. Maniciler’in ağır biçimde suçlandığı bu kararlarda onların bu suçları “İran orijinli” olmalarına bağlanır. Roma imparatorluğunun batı eyaletlerindeki Maniciler imparatora göre İran orijinli idiler. Bu imparatorun bizzat kendisi Maniciliği tamamen bir İran dini olarak nitelendirir. Bu dinin İrani orijini bile tek başına Sasani imparatorluğuyla sürekli çatışma halindeki Roma devleti için büyük bir tehdit olarak görülmesine yetiyordu (Bk. The Cambrıdge History Of Iran, 3/2, s. 986-87). Burdaki İran orijinlilik ve İran dini tanımlamaları kaynaklarda Pers (Fars) kavramı ile ifade edildiğinden bir uyarıda bulunmak zorundayım. Bundan kasıt etnik Farslar değil o zamanki İran egemeni olan Sasaniler’dir. Diğer bir deyişle Manicilik, Sasaniler’le çatışma halindeki Roma imparatorunun kendisi tarafından gerçekte Sasani orijinli olarak ve bir Sasani dini olarak tanımlanmış olmaktadır. Farslar (Akamenidler)’ın İran hakimiyeti döneminde zaten Manicilik diye bir hareket mevcut değildi. Bu hareket Sasaniler döneminde ortaya çıkmıştır. Maniciliğin kendisini gerçek Hristiyanlık olarak lanse ettiği, ama Hristiyan olan hiç bir öz taşımadığı gibi, Hristiyanlığın en tehikeli düşmanı olarak algılandığı yönünde değerlendirmeler var. Daha önceleri Diocletian tarafından cezalandırılan Hristiyan kilisesi, Manici tehditle birlikte derhal devlet kilisesi konumuna getirildi ve Maniciliğe karşı mücadelede Hristiyanlıktan yararlanıldı. Manici öğretiden duyulan korkunun Sasani soyluluğunu Zerdüştlüğü resmi din yapmaya, Roma imparatorluğunu ise Hristiyanlığa sarılmaya ittiği anlaşılıyor. Roma devleti ve kilisenin Maniciler’e karşı savaşta kullandıkları metotlar çok acımasızdı. Böylece Roma imparatorluğunda Manicilik ve Hristiyanlık karşı karşıya geldiler. Manesçilik, M.S. 7. Yüzyılda Pavlakilik adıyla Hiristiyan bir görünüm altında büyük bir canlanma gösterdi. Kırmanciye (Ermenistan) hudutlarında üstlenmiş olan Pavlakiler Bizans tarafından başlangıçta bir sınır halkı olarak görüldüler. Pavlaki hareketin esas üssü Dersim’di. SASANİLER Adları ve orijinleri Sasaniler’in kendi adlarını Sasan adlı kurucu atadan aldıkları yaygın bir kanı. Ama Sasan adlı kişinin kimliği konusunda çelişen görüşler ve rivayetler var. Enc. Of Islam’ın Sasan maddesine göre, dilenci, gezgin, çoban ve çingene gibi kötü üne sahip kimselerden bileşen zümre ‘Sasan Evi’ (Banu Sasan), onların mesleği ‘Susan İlmi’ (İlm Susan) olarak tanınmakta, Sasan veya ‘Şeyh Sasan’ denen kişilik de bu zümrenin ve mesleğin (loncanın) piri, kurucusu ve atası olarak görülmektedir. Aynı maddede bu Sasan ile Sasani hanedanlığının kurucusunu aynılaştıran bir rivayete referansla onun şeceresinin Sasan bin İsfendiyar veya Sasan bin Behman olarak verildiği söylenmektedir. Böylece modern Persçe’de Sasan sözcüğü dilenci anlamı kazanmıştır. İlgili maddenin yazarı bu tür geleneklerin İran’daki Sasani-karşıtı çevrelerden kaynaklandığına zaten işaret ettiği için bu konuda başka söze gerek görmüyorum. E. G. Browne A Literary History Of Persia (I. cilt, 1902) adlı kitabında yukarıdaki şecerelerde Sasan’ın ataları olarak anılan İsfendiyar’la Behman’ın İran ulusal efsanesinde Zerdüşt’ün patronu Guştasp (Viştaspa)’ın soyundan gösterildiklerine işaret etmektedir. Buna göre şecere babadan oğula şöyle yürür: Guştasp, Isfandiyar (Isfandiyadh, Spandedat), Isfandiyar’ın çocukları olan Ardaşir (Magi töresine uygun olarak bacısı Humay ile evlenen Artaxerxes Longimanus/Diraz-dast, Bahman, Vohumano), Sasan ve Humay (Khumani), ve Sasan’ın torununun torunu Ardaşir Babakan (Papak’ın oğlu Artakhshatr). Bu şecere açık ki Sasani krallarını destanda Keyaniler olarak geçen Akamenidler’in soyundan göstermekte ve onların meşru halefleri olarak tanıtmaktadır. Destanın Browne tarafından özetlenen versiyonuna göre şecerede adı geçen Isfandiyar, Guştasp’ın oğlu ve Zerdüşt’ün şampiyonu olup ünlü Rustem tarafından öldürülmüştür. Burdaki yoruma göre bacısı Humay’ın kraliçe yapıldığını duyunca umutsuzluğa kapılan Sasan, dağlara çıkar, ‘Kürtler’ ve çobanlar arasına karışır ki, Persler’in inancına göre Sasani şahları işte bu Sasan’ın soyundan gelmedirler. Değindiğim ilk rivayet nasıl Sasani karşıtı çevrelerden kaynaklanıyorsa, İran destanının bu yorumu da şecerelerini böyle sunmakla kendilerini İran’ın meşru yöneticileri ve Zerdüşt inancının savunucuları olarak kabul ettirmeyi amaçlayan Sasaniler’in bizzat kendilerinden kaynaklanmış olabilir. Bizans-Sasani savaşlarını konu alan The Histories adlı eserin yazarı Bizans tarihçisi Agathias, Sasan’a ve Ardaşir’e ilişkin gelenekleri biliyordu. Partlar’ı devirip Sasani Krallığı’nı kuran hareketi eski Pers krallığının (Akamenid hanedanlığının) restorasyonu olarak gören Agathias’ın anlattığına göre, bu hareketin lideri Ardaşir, orijini karanlık olan doğuştan devrimci bir karekterdi. O’na göre Ardaşir’in kendisi Zerdüşt dinindendi ve onun komplosu ile iktidara gelenler de Zerdüşt din adamları sınıfı, yani Magiler olmuştu. Böylece Ardaşir, onun yazdığına göre, İran’da Magiler denen kastı ilk kez iktidara taşıyan kişidir. Agathias’ın aktardığı geleneğe göre, Ardaşir’in annesi Papak adlı bir kahinle evliydi. Bir gün, Kadusiya’yı dolaşan Sasan adında bir asker bu çifte misafir olur. Çocuğu olmayan Papak, misafiri Sasan’da parlak bir gelecek keşfeder ve bu yüzden karısını onunla yatırır. İşte Ardaşir, bu ilişkiden, yani Sasan’ın tohumundan olmuştur. Ama onu büyüten Papak’tır. Ardaşir, Partlar’ı devirip tahta çıkınca, Papak’la Sasan birbirlerine girerler. Herbiri Ardaşir’in kendi adını taşımasını ister. En sonunda “Papak’ın Sasan’ın tohumundan gelme oğlu” formülü üzerinde uzlaşırlar. Agathias, Ardaşir’in kimliğinin böyle konduğunu ve Persler’in bu şecerenin kraliyet arşivlerindeki bilgilerle uyuştuğunu söylediklerini kaydeder (Agathias, a.g.e., II. Kitap, s. 60-61). M.S. 6. Yüzyıl Bizans tarihçisi Agathias’ın anlattıkları hem Sasan’ı hem de Papak’ı Hazar Denizi güneyindeki Kadusia ve Kadusiler’le ilişkilendiren bir izlenim bırakıyor. Bu nokta Sasaniler’in ya da Sasani devriminin Kadusiler’le ilişkisine işaret edebilir. Bir geleneğe göre Sasan, Persepolis’e yakın Istakhr’daki Anahita Tapınağı’nda bir yüksek rahipti. O’nun oğlu Papak, lokal prensin kızıyla evlenmek suretiyle bu vasal krallıkta iktidarı ele geçirmişti. Yaklaşık Roma imparatoru Caracalla’nın istilası sıralarında Papak, geride Şapur ve Ardaşir (Artaxerxes adının sonraki bir şekli) adlarında iki oğul bırakarak ölür. Bu iki kardeş arasında patlak veren anlaşmazlık sırasında Şapur öldürülür. Bunun üzerine Ardaşir Persis kralı olur. Daha olası görülen bir diğer gelenek ise, Sasan’ı Persis’te bir küçük prensliğin başı olarak tanıtır. O’nun bu prensliği miras olarak ilkin oğlu Papak’a, daha sonra da Papak’ın oğlu Ardaşir’e kalır. Bu küçük prensliği veya krallğı kuzeye ve doğuya doğru hızla genişleten Ardaşir, M.S. 220’de Part hakimiyetine karşı açıkça isyan eder. Medler, Adiabene ve Kerkük kralları da bu isyanı sırasında onun müttefikleri arasındadırlar. Bunlar hep birlikte Mezopotamya’da kontrolü ele geçirirler. Bence, Sasan ve Ardaşir hakkındaki tüm bu öyküler, destan ve geleneklerin dilinde genellikle olduğu gibi, aslında kişi adında temsil edilen bir aşiretin ya da halkın orijini ve tarihiyle ilintilidirler ki, Sasan adlı bu halk modern Zazalar’dan başkası olamaz. Sasan adı ile dilenci, dolaşıcı, çoban öğeler arasında kurulan bağlantı ise, bana Sasan sözcüğünün etimolojisiyle ilişkili görünüyor ve Zaza sözcüğüne yüklenen bazı anlamlarla uyuşuyor. Örneğin, Zaza yerleşim bölgelerinden bazısı Zozan adı taşır ve bu sözcüğün yayla veya yaban gibi anlamlara geldiği söylenir. Ayrıca Sasaniler’in isim babası ve atası olduğu söylenen ve öykülerde bir-iki göründükten sonra kayıplara karışan Sasan’ı Ardaşir’in babası olarak değil de, çok uzak bir atası (ırkın, soyun atası) olarak düşünmek bana daha doğru görünüyor. Böylece hanedanlığa ced olarak bilinen uzak geçmişteki mitsel Sasan’ın adı verilmiştir. Ben, Sasan ile Senekerim ve oğullarına ilişkin gelenek ve Sin (San) adı arasında bir bağlantı olduğuna inanıyorum. Eflaki’nin Ariflerin Menkıbeleri kitabının sonunda (II. cilt, s. 409) önsözünün yazarı Tahsin Yazıcı’ya ait olduğunu sandığım bir açıklamada, asıl kaynağı Nuzhatü’l-Kulub ve Mu’cemü’l-büldan olan, ama Coğrafya-yı Mufassal-ı İran’dan aktarıldığı belirtilen bazı bilgiler veriliyor. Ariflerin Menkıbeleri’nde geçen Kirman Mülkü (Kirman Ülkesi) kavramına düşülen bir not olarak verilen bu bilgilere göre, Sasani devletinin kurucuları, Horasan, Belucistan ve Yezd arasında yeralan Kirman Ülkesi’ne mensuplardı ve Kirman’lı oldukları için de buraya daha çok önem verdiler, hatta bu nedenledir ki bazı Sasani şahları Kirman Kralı anlamında Kirmanşah ünvanı taşıdılar. Açık ki Sasaniler, bu bilginin kaynağı olan eserde (Nuzhatü’l-Kulub ve Mu’cemü’l-Buldan) Kirman çıkışlı bir hanedanlık ve halk olarak tanımlanmaktadır. Dersimliler’in kendilerini tanımlamada kullandıkları Kırmanc teriminin orijini belki burada saklıdır. Çünkü Kırmanc adının kökü Kırman olmalıdır. Bu sözcüğün sonundaki –c, bazen –z veya –ız şeklinde de karşılaştığımız aidiyet bildiren bir sonektir. O taktirde Kırmanc adı, Kırmanlı anlamı verir. Dil adı olarak kullanılan Kırmancki ise Kırman dili olarak yorumlanabilir. Ama J. L. Clarke ve B. D. Clark’ın ortaklaşa kaleme aldıkları Kermanşah başlıklı bir yazıda aktarıldığına göre, Lockhart, Kirman sözcüğünün kökünün Kerm olup, -an soneki aldığını düşünmektedir. Orijinali Pehlevice olan ve daha eski orijinal kayıtlardan hareketle Sasani şahlarından ünlü Nuşirvan-ı Adil döneminde veya belki daha geç bir tarihte oluşturulduğu sanılan “Karname-i Artakşir-i Papakan”da söylenenlere de kısaca değinmem gerek. Karname’de Part kralı Artabanus V’ten Ardavan diye sözedilir. Papak, Fars Eyaleti’nin sınır valisi ve çocuksuz bir prens olarak tanımlanır. Sasan ise Papak’ın çobanıdır ve Dara (Darius) soyundandır. Sasan’la ilgili rüyalar gören ve onu veya oğlunu parlak bir geleceğin beklediğini düşünen Papak, sonunda onun Dara soyundan olduğunu bizzat kendisinden öğrenir. Bunun üzerine Sasan’ı kendi korumasına alıp kızını onunla evlendirir. Artakşir, işte bu evlilikten olur. Yani o, Sasan’ın oğlu, Papak’ın da torunudur. Papak, Artakşir’i kendi öz oğlu olarak benimser. Böylece onun kanuni babası haline gelir. Artakşir 15’indeyken Part kralı Ardavan tarafından saraya alınıp eğitilir. Burada yetenekleriye dikkat çeker. Ama bir av sırasında (gor, yani yabani öküz avlarken) Ardavan’ın en büyük oğluyla anlaşmazlığa düşünce kralın ahırlarında hizmetçi olarak çalıştırılmaya başlanır. Bir gün kahinler kral Ardavan’a bir hizmetçinin yakında tüm yönetimi ele geçireceğini söylerler. Kendisine aşık olan bir kız aracılığıyla bunu öğrenen Artakşir, kızı da alıp Fars’a kaçar. Görenler onu bir kartal veya bir kuzunun (varak) izlediğini söylerler ki, bu hayvanın zaferi temsil ettiğine inanılır. Şah-Name’de bu rol kanadı Simurg’a, kuyruğu Tavus kuşuna benzeyen bir hayvana atfedilir. Ardavan, Artakşir’i yakalamak üzere oğlunu Fars’a yollar. Sonuçta Fars eyaletinin halk çoğunluğu Artakşir’e tabi olur ve başka yerlerden bazı savaşçılar da gelip ona katılırlar. Bir ordu kuran Artakşir, çetin savaşlardan sonra nihayet Artavan’ı devirir ve öldürür. Bu arada öldürdüğü Artavan’ın bir kızıyla evlenir, ama kendisini zehirleyerek öldürmeye kalkışan bu kadını hamile olduğu halde öldürmek isterse de, bu tavrını protesto eden yüksek rahip tarafından engellenir. Artakşir’in bu kadından Şahpur (Kıral’ın Oğlu) adında bir oğlu olur. Daha sonra ordusuyla İran’ın başka halkları ve ülkelerine boyun eğdirmek için savaşır. Savaştıklarından biri de “Kürtler’in kralı Madig”dir. İlkin Kürtler’e yenilirse de, daha sonra onlara da boyun eğdirir. Sonra Kirm (dragon)’lerin kıralı Haftan-Boht ve onun 7 oğluyla savaşır. Haftan-boht adı da galiba buradan gelmedir. Dragonla savaşta yenilgiler ve zorluklarla karşılaşır. Ama en sonunda İran’ın egemeni olmayı başarır (Bk. Karname-i Artakşir-i Papakan, E. W. West çevirisi, J. R. A. S, Ocak 1898 veya Temmuz 1907 sayısı, s. 175-183). Karname’de anlatılanlar özetle bunlar. Böylece Agathias’ın anlattıklarının kaynağının da büyük ihtimal Şah-Name ve Karname’de kayda geçmiş bulunan aynı gelenekler olduğu anlaşılıyor Partlar, saf İranlı görülmüyorlar genelde. Ama onların kurduğu imparatorluğun dili de, uygarlığı da İrani’ydi. Partlar’a kıyasla Sasaniler kaynaklarda İran ırkının daha saf ve gerçek temsilcileri gibi ele alınır. Nitekim Arsakidler’in yıkılışının az-çok bilinçli şekilde eski İrani ruha geri dönüşü getirdiğine inanılır. Sasaniler’in “din ve inanç birliği” sorununa (Zerdüştlüğe) atfettikleri önem bunun bir göstergesi gibi görülür. Romalılar’la ilişkilerinde Partlar, en azından ilk Part kralları dini propagandaya başvurmamış, buna hiç eğilim göstermemişlerdir. Oysa Sasaniler İran entellektüel yaşamının ürünü olan Zerdüştlük konusunda daha coşkulu olmuş, bu dinin fanatik savunucuları kesilmiş, onu başka halklara, sözgelimi Ermenistan, Gürcistan ve Lazica’ya zorla dayatmaya kalkışmışlardır. Öyle ki bu dayatmalar yer yer isyanlara neden olmuştur. Tarihte dinsel fanatikler gibi görülmüş olan ilk Sasani yöneticilerinin tutumuna ve o çağın genel eğilimi de olsa imparatorluğun birliğini kurmanın ve korumanın aracı olarak görülen Zerdüştlük konusundaki aşırılıklarına bakıldığında Agathias’ın Sasani iktidarını Magiler’in iktidarı olarak gören değerlendirmesi hayli gerçekçi gibi görünüyor ve Partlar’ın devrilişinde Magiler sınıfının özel ve önder bir rol oynamış olabileceğini akla getiriyor. Böylece Sasan’ın bizzat kendisi ve ailesinin bu sınıfa mensup olduğuna ilişkin gelenek de doğru gibi görünüyor. Sasaniler’in iktidarına götüren koşulları ve onların zaferinin tam olarak ne şekilde gerçekleştiğini bilmiyoruz. Tarihte çok önemli dönüm noktaları olan başlangıçlar ve geçiş konakları ne yazık ki genelde karanlıkta kalıyor ve bu nedenle de bu boşluklar ancak efsanelere dayanılarak doldurulabilir. Konumuza ilişkin rivayetlere değinmek zorunda kalışım bundandır. Tarihleri (M.S. 224-651) Papak, Fars Eyaleti veya bu eyaletin büyük bölümünün egemeni olarak görünüyor. Artaşir tahta çıktığında yeni fetihlerle kendi eğemenliğini doğuda Kırman’a, batıda Elimais’e doğru genişletir (216?). Partlar’ın Ardaşir’in öncülük ettiği bir koalisyon tarafından devrildiği geleneklerden rahatlıkla görülebilir. Sonuç olarak, Sasaniler’in, daha doğrusu Sasani Krallığı’nın kronolojisi, Ardaşir’in devrimi veya konspirasyonu ile, yani M.S. 224 veya 226 yılından başlatılmak zorunda (Bk. The Cambrıdge History Of İran). Büyük Part feodal evleri ya zorunlu olarak Ardaşir’e boyun eğdiler, ya da direndi ama yenildiler. Bunlardan merkezleri Nihavand olan Karen Ailesi neredeyse tamamen yok edildi. Ermeni tarihçisi M. Khorene’ye göre bu aileden sadece Ermenistan’a sığınan tek kişi kurtuldu ki, o da Kamsarakanlar’ın atası haline gelen kişidir. Ermenistan’ın Arsakid kralı Khosrov’un Ardaşir’e karşı direnişe öncülük ettiği kesin gibidir. Khosrov, Ermeni kaynaklarda korunan geleneğe göre, bu direniş sırasında akrabası olan Kuşan kralı Vehsadiyan (Vasudeva?) tarafından desteklendi. Suren ailesi ve diğer soylu İran evleri ise Ardaşir’e tabi olmuşlar. M. Khorene’deki gelenekle bağdaşmıyor görünen şekilde Ardaşir’in sarayındaki soylular listesinde Karen Evi üyelerinden kişilerin de varlığı, onlar da dahil büyük ailelerin giderek Ardaşir’e katıldıkları veya ona boyun eğmek zorunda kaldıklarına yorumlanıyor. Ardaşir, çeşitli eyaletlere kendi oğullarını yönetici olarak atar. Yine Ardaşir adını taşıyan bir oğlu Kirman kralı yapılır. Boyun eğen prensliklere Sasani Evi/Ailesi üyelerinden valiler ve diğer görevliler atanır. Romalı tarihçiler Ardaşir’in bilinçli şekilde Akamen (Akamenid) imparatorluğunu restore etmeyi planladığını yazarlar. Bu, onun geniş bir imparatorluk kurma özlemiyle açıklanmaktadır. Sasani imparatorluğunun ana başkenti Dicle ile Fırat’ın birbirine yaklaştıkları bölgede yeralan ve bir grup kentten bileşen Ctesiphon (kentler anlamlı olan Mahoze, al-Mada’in) idi. Başkentin Fars Eyaleti’ndeki Stakhr’a veya Susa’ya taşındığı dönemler de olmuş gibi. Stakhr kenti, bazı kaynaklara göre Sasani Hanedanlığı’nın doğum yeridir. Hamadan’ın ise zaman zaman yazlık başkent olarak kullanıldığı sanılıyor. Ardaşir’in fetihleri kesin belirlenemiyor. Gilan ve Hazar Denizi kıyısının ona boyun eğmediği sanılmaktadır. Çünkü Şapur döneminde bile ‘Gilan Kralı’ kavramı duyulur. Ardaşir (224-240), Romalılar’a karşı savaşlar yaptı. Suriye ve civar topraklara akınları var. Kendi yönetiminin sonlarına doğru Harran (Carrhae) ve Nisibis’i (238), daha sonra da Hatra’yı zapteder. Bir süre sonra oğlu Şapur’un da kendisiyle birlikte yönetmesine izin verir. Sabur olarak da söylenen Şapur (Şah Puhar) adı, şah (kral) ve puhar (oğul) unsurlarının bir kombinasyonudur. Şapur (240-70)’un Gilan halkına boyun eğdirmekle uğraştığı bir sırada, Roma imparatoru Gordian Şapur’a karşı yürüdü. Resaina civarındaki savaşta Sasaniler yenilgiye uğratıldı, Harran ve Nisibis geri alındılar (243). Bir yıl sonra iki ordu Ctesiphon civarındaki Anbar (Massice)’da karşılaştılar. Burdaki savaşın galibi Şapur’du ve bu zaferini takiben Anbar kentine Peroz-Şapur (Galip Şapur) adını verdi. Gordian’ın bu savaşta veya hemen sonra kendi adamlarınca öldürüldüğü sanılıyor. O’nun ölümünü takiben Arap orijinli Philip çıktı Roma tahtına. Bu tarihte Ermenistan’ın Arsakid kralı halen Sasaniler’in keskin bir düşmanıydı. Şapur’un yeni Roma imparatoruyla ona yardım etmemesi konusunda anlaştığı tahmin ediliyor. Ermeni kaynaklarına göre bu tarihteki Ermenistan kralı Hosrov, Sasani kralı Şapur’un tezgahladığı bir suikast sonucunda öldürüldü (252?). Bu sırada Hosrov’un oğlu Tridates’in Roma topraklarına sığınması Sasaniler’in Romalılar’a karşı 253 ve/veya 256 yılında bir ya da iki sefer yapmalarına neden olur. Suriye yıkıma uğratılır ve altmış-bin mevcutlu bir Roma ordusu Sasaniler’ce yokedilir. Bu sırada birçok kent de zaptedilir. Bu kentlerden biri de Antakya idi. Harran ve Edessa’nın Sasani kuşatmasında olduğu bir sırada Şapur’un üzerine yürüyen imparator Valerian esir edilir (258-60). Yeniden Suriye’ye giren Sasani ordusu Kapadokya’yı da istila eder. Bir sıra kent zaptedilirse de bunlar kısa süre sonra geri yitirilir. Sonuçta Sasaniler istila ettikleri bölgelerden çıkartılır. Tiridates’in kaçışından sonra Ermenistan’ı yönettiği sanılan Artavazd 262 yılında Sasaniler tarafından devrilir ve yerine Şapur’un oğlu Hormizd-Ardaşir Ermenistan kralı olarak atanır. Bir diğer oğlu ise bu sıralarda Gilan kralıdır. Transkafkasya’nın çoğu da Şapur’a bağlı lokal krallarca yönetilmekteydi. Doğu’da ise Sasani imparatorluğu Kuşan toprakları, Kaşgar, Sogdiana, Taşkent ve Orta Asya’ya dek uzanıyordu. Şapur döneminde Sasani imparatorluğunun hudutları takriben böyleydi. İleri yaşında daha çok iç sorunlarla meşgul görünen Şapur, Mani (Manes)’ye ilgi duyar. Hormizd-Ardaşir olarak da bilinen Şapur’un oğlu Hürmüz I (270-1), bir yıldan az yönetti. O’nun Sogdiyanlar’a karşı savaştığı söyleniyor. Enc. Of Islam’ın Hurmuz maddesine göre, Hürmüz adı, eski İran’ın süper tanrısı Ahuramazda adının Farsça şeklidir. Sasani şahlarından dördü bu adı taşıyor. Daha sonra Şapur’un bir diğer oğlu Behram/Varahran I (271-74) çıkar tahta. Şapur I’in yazıtında ondan Gilan Kralı ünvanıyla sözedilir. Şapur’un oğlu da olsa Behram I’le birlikte hanedanlıkta bir değişim hissedilir. Örneğin o, adına bir ateş yakılarak onurlandırılmaz. Ona karşı bu tutumun annesinden kaynaklandığı sanılıyor. Behram I, sadece üç yıl yönetti. Mani’nin hapse atılışı ve öldürülüşü onun döneminde yeraldı. Mani’nin hapsedilmesi ve öldürülmesinde baş rolü oynadığı söylenen tutucu Zerdüşt din adamları zümresinden nüfuzlu rahip Kartir (Kerdir) bu dönemde kariyerini korudu, devlet kilisesini pekiştirdi. Behram I ve onun yerine geçen oğlu Behram II (274-93) genelde Zerdüşt rahipler tabakasının istemlerine paralel tutumlar almışlar. Behram II döneminde Romalılar Ctesiphon’u zaptettilerse de, aynı yılın sonunda Carus’un ölmesi fetihlerin devamını engeller ve barış yapılır (283). Roma, Şapur’un fetihlerinden beri Sasani egemenliğinde bulunan Mezopotamya eyaletini bu barışla birlikte geri kazanır. 288 yılında yeni Roma imparatoru Diocletian daha önce Roma’ya sığınmış bulunan Tiridates’i Ermenistan (veya bir parçasının) tahtına oturttu. Behram II ise, Ermenistan tahtına Şapur I’in oğlu Nerseh’i atamıştı. Ama bu dönemde Ermenistan’ın bazı bölümlerinde Sasani nüfuzu zayıflamış görünür. Bahram II’nin oğlu Bahram III (293), birkaç aylık kısa bir yönetimden sonra amcası Narseh tarafından devrildi. Şimdi Sasani tahtında Şapur I’in oğlu Nerseh vardı (293-302). Nerseh (Nersi), Behram II öldüğünde ya Ermenistan kralı olarak ya da rakip Roma adayı Tiridates’i kovmak için bir Sasani ordusunun başında Ermenistan’da bulunuyordu. Ama kendi yazıtında (Paikuli yazıtı) Krallar Kralı diye tanımlar kendisini. O’nun yazıtında verilen listede kendisine bağımlı krallar arasında Kuşan ve Harzem krallarının da adları geçer. Sasani hakimiyetinin bu sıralarda Orta Asya’nın bir bölümünü de kapsadığı sanılmaktadır. Bazı Arap aşiretleri ve krallıkları da (Lakhmid Krallığı gibi) Sasani hakimiyetinde görünürler. Nerseh, Behram II’nin Romalılar’a kaptırdığı toprakları geri almakta kararlıydı. Yani Ermenistan ve Mezopotamya için Romalılar’la savaşacaktı. Ermenistan’da neler olup bittiği net değil. Bu konuda esas olarak Ermeni kaynaklarına dayanılıyor. Ermenistan kralı Tiridates 296 yılında Nerseh tarafından devrildi. 297 yılı başında ise Galerius kumandasındaki Roma ordusu yenilgiye uğratılıp Mezopotamya geri alındı. Bir sonraki yıl Galerius’un bir saldırısında Ermenistan’da haremini yitiren Nerseh’in talebiyle Dieocletian barışı kabul etti ve Roma bu barışla Kuzey Mezopotamya ve Ermenistan’da üstünlüğü yeniden ele geçirdiği gibi, bu bölgelerde ek topraklar kazandı. Bu tarihten sonra Sasaniler’le Romalılar arasında kırk yıl boyunca barış hüküm sürer. Ortodoks bir Zerdüşt olmadığı söylenen Nerseh döneminde Sasani devletinde Maniciler’i cezalandıran daha önceki dini politikanın bırakıldığı ve Şapur I dönemindekine benzer bir tolerans politikasının izlendiği kaydediliyor. Bazı yazarlara göre bu politikanın amacı Roma imparatorluğu içindeki Maniciler’in desteğini almaktı. Çünkü Roma imparatorluğunda bu tarihlerden itibaren Manici propagandaya karşı kararlar yayınlanmaya başlanır. Örneğin 297 yılında imparator Diocletian Alexandria (İskenderiye)’da böyle bir karar yayınlar. Oysa bu tarihten sonra diğer dini azınlıklara karşı (Yahudiler, Hristiyanlar, vd) benzer bir tavır görülmez. Nerseh döneminin sonuna doğru Ermenistan (Kırmanciye) kralı Hristiyanlığa çevrildi. Ermenistan yönetiminin bu tercihi ülkenin kaderini değiştirdi. Çünkü çok geçmeden, 312 yılından itibaren, Roma imparatoru Constantine de Hristiyanlığa çevrilince, Ermenistan ve Roma dinsel müttefiklere dönüştüler. Nerseh’ten sonra oğlu Hürmüz II (302-309) çıktı Sasani tahtına. O’nun sert, güçlü, ama adil biri olduğu ve sevildiği söyleniyor. Bunun dışında onun dönemi hakkında fazla bir şey bilinmiyor. Hürmüz II ölünce yerine oğlu Adhurnerseh (?) geçerse de çok geçmeden soyluluk tarafından devrilir, kardeşlerinden Romalılar’a sığınan Hürmüz hariç diğerleri tutuklanır ve tahta Şapur II oturtulur. Şapur II (309-79), en uzun yöneten Sasani kralı oldu. O’nun döneminde İran çok gelişti ve genişledi. Henüz çocukken ipleri soyluluğun ve rahipler zümresinin elinde olan Şapur, büyüdükçe kontrolü kendi eline alır. Tahta çıkmak ve güvencede olmak için soyluluk ve rahipler sınıfının desteği şarttı. Krallığın sonuna dek kralların hepsi ‘Sasan Evi’ üyelerinden gelmeydi. Bu evden olmayan biri ancak bir isyanla ve adı geçen sınıfların desteğiyle tahta çıkabilirdi. Bu ise nadiren görülen bir durumdu. Bu konuda tek istisna ünlü Behram Çupin oldu. O, Sasan Evi’nden değildi. Bu yüzden de Kisra (Kesri) II’ye karşı soyluluğun desteğini garanti edemedi. Şapur II, yönetiminin başlarında Araplar’a karşı Arabistan içlerine dek sarkan seferler yaptı. O’nun yönetiminin sonlarında Susa kenti isyan etti. Ama bu isyan bastırıldı ve kent büyük yıkım gördü. Horasan’da bulunan Nişapur, inşa işlerinde başarılı kabul edilen Şapur II’nin kurduğu kentlerden biridir ve adını da buradan alır. Sasaniler’le Roma arasında kırk yıl süren uzun barışı bozan Şapur II oldu. Romalılar’la esas çatışma alanı ise Mezopotamya idi. Roma’nın kale-kentlerinden biri olan Nisibis’i birkaç kez kuşattıysa da alamadı. Sonunda batıyı bırakıp doğu sınırlarını tehdit eden yeni göçebe istilalarıyla, özellikle Hun stoktan istilacılarla meşgul oldu ve onları durdurmayı başardı. Hatta onlarla ittifak kurup yeniden Romalılar’a döndü. 359 yılında Amida’yı ve başka bazı kentleri zaptetti. Ctesiphon’a ilerleyen Roma imparatoru Julian, Sasaniler’le yaptığı çarpışmalarda öldü (363). Yeni imparator Jovian, ordusunu zor durumda görünce Şapur’la barış yaptı. Bu barışın sonucunda Nisibis ve Singara gibi kentler Sasaniler’de kaldı. Roma ordusu Ermenistan’ı da terkedince, Ermenistan Şapur II tarafından zaptedildi. Kaynakların ‘kalleşçe’ olarak nitelediği bir yolla ele geçirdiği Ermenistan kralını köretti ve onun oğlu Pap da birkaç yıl sonra yine Şapur II tarafından öldürtüldü. Kafkaslar’da Sasani Askeri Kolonileri ve Deylemiler Kafkasya’dan gelen göçebe istilalarına karşı İran’da doğan imparatorlukların kuzey sınırlarını savunmak amacıyla muhtemelen daha Akamenidler zamanından itibaren Kafkas geçitlerine İrani koloniler yerleştirilmiştir. Erken Sasani kralları da benzer savunma tedbirleri almış, burada kaleler inşa etmiş ve kendilerine sadık bir nüfus ve sınır muhafızları yerleştirmişlerdir. Şapur II (309-79) döneminde Kafkaslar’daki savunma sistemi genişletildi. Ünlü Darbend duvarının onun girişimi olduğu tahmin edilmektedir. Kendi imparatorluğunun sınırlarına Romalıların limitanei dediği sınır muhafızlarına benzer birlikler yerleştirdiği kaydediliyor. Kafkas geçitlerinin tutulması hem Sasaniler hem de Romalılar için hayati bir konuydu. Bu nedenle Kafkaslar’daki savunma amaçlı harcamalara Romalılar da bir dönem boyunca katkıda bulunmuşlardır. Minorsky, Enc. Of Islam’ın Daylam maddesinde, ayrıca A History Of Sharvan And Darband In The 10th-11th Centuries (1958) adlı kitapta ve kendisinin Hudud al-‘Alam çevirisinde (1937), Sasani şahlarının Kafkaslar’a yerleştirdiği Deylemli ve Gilanlı kolonilerden sözeder. O’nun yazdığına göre en önemli Kafkas geçidi olan Derbend (al-Bab) ve bir dizi diğer geçidin savunulması için en esaslı tedbirler Sasani şahlarından Kavad (Kavat bin Firuz: 488-531) ve onun oğlu Kisra Anuşirvan (531-579) dönemlerine rastlar. Sasaniler döneminde Kafkasya geçitlerine yerleştirilen nüfusun ve orada oluşturulan vasal beyliklerin etnik kimliğini araştıran Minorsky, bu kolonilerin özellikle Deylem’den ve Gilan’dan getirtildiğini kanıtlarıyla ortaya koymaktadır. O’nun yazdığına göre, Kafkasya’dan sözeden Müslüman tarihçilerin eserlerinde Tabarsaran-Şah, Khursan-Şah ve Vardan-Şah (Tahtın Lordu) gibi ünvanlarla anılan ve Kafkasya’nın esasta İrani-olmayan yerli nüfusuna dışardan dayatılan bir aristokrasiye mensup olan önde gelen Sasani vasallarının bu adları ve ünvanları, ayrıca Kafkasya ve Transkafkasya’da karşılaştığımız Şarvan, Layzan, Baylakan, Lahij, al-Muqaniya ve Baylakan (Bel-akan) gibi yer adları, Gilan’la ve Hazar Denizi’nin güney kıyısıyla ilişkilidirler. Minorsky, aşağı Kur ve Aras nehirleri arasında yeralan ve Arran (Albania, modern Kafkas Azerbaycan’ı) olarak bilinen ülkede de benzer adların varlığına işaret eder. Layzan, Lizan ve Lezan gibi biçimler altında karşılaşılan adların tümü, Minorsky’e göre, Gilan’daki Lahijan (Lahij) adından gelmedirler. Şirvan’a komşu bir krallığın da adı olan Tabarsaran, Tabaristan adının aynıdır. Baylakan adı ise, Gilan’daki Baylaman (Bel-man, Bel’lerin Yurdu) ile bağlantılıdır. Minorsky, Kerman’ın hâlâ Daylamitler (Deylemiler)’le dolu olduğu 1097-1101 dolayında Kerman klerjisinin bir Şii heretik olan Kaka B.liman’a karşı isyanına değinerek, başka yerlerde de rastlanan Bali-man (veya Bil-man) adının Deylem’le ilişkili bir ad olabileceğini söyler (A Hist. Of Sharvan and Darband, s. 15). Bu görüşlerini adı geçen yerlerde yaşayan nüfusun gelenekleriyle de destekleyen Minorsky, Şirvan (Shar’ların Yeri)’daki İran orijinli Kasranid Hanedanlığı’nı da 10. Yüzyıldaki büyük Daylamit (Deylemi) yayılmasıyla ilişkilendirir ve Daylamit yayılmasının aslında daha gerilere dayandığına işaret eder. Örneğin “Daha Romalılar döneminde bile Küçük Asya’daki Pergamun’a kadar Daylamit paralı birliklerinin varlığına tanık olunuyor” der (Bk. A Hist. Of Sharvan and Darband, s. 14). Pergamun, modern Bergama adının bir şeklidir. Minorsky’nin aktardığına göre Şirvan’ın geç dönem şahları da kendi soylarını ünlü Sasani (Kisra) şahı Nuşirvan-ı Adil (531-79) ve oğlu Hürmüz’e dayandırıyorlardı. Sasaniler, az ileride Bizans-Sasani savaşlarını özetlerken göstereceğim gibi, Gürcistan ve Lazistan seferlerinde de esas olarak Deylemiler’den oluşan askeri birliklere dayandılar. Tüm bu veriler bence Sasaniler’le Deylemiler’in bir ve aynı halk olduklarına işaret etmektedirler. Sasaniler’le Romalılar arasındaki uzun savaşlar serisine ve Yukarı Mezopotamya’daki Nisibis, Singara ve Dara gibi kentlerin bu savaşlar içinde zaman zaman el değişmesine rağmen iki devlet arasındaki sınırlar aşağı yukarı sabit kalmıştır. Kaynaklar Şapur II’nin 339 yılından başlayarak öldüğü tarihe kadar Manici, Yahudi ve Hristiyan topluluklara karşı sürekli dinsel cezalandırmalara başvurduğunu belirtmektedirler. Sonraki Sasani şahlarından biri Şapur III’ün oğlu veya kardeşi olduğu sanılan Behram IV (388-99)’dür. Tahta çıkmadan önce Kirman Şah ünvanı taşıyordu. Bunun nedeni Kerman eyaletinin yöneticisi olmasıydı. Kral olduktan sonra Kermanşah adını verdiği yeni bir kent kurmuştur. Bu kenti Fars’ın doğusunda yeralan ve çok daha eski görünen Kerman (Karman) ile karıştırmamak gerekir. Kermanşah (Arapça’da Qirmisin), İran’ın batı kesiminde, Hemedan ve Sanandaj kentlerine yakın bir başka kentin ve eyaletin adıdır. Kürtler adlı kitabında İzadi’nin verdiği bilgilere göre, Gurani dilinin de üssü olan Kermanşah merkezli bu bölge Luristan (kuzey Luristan)'la birlikte Partlar’ın bu bölgeyi istilası ve bölgeye önemli bir Part nüfusunun yerleşmesi sonucunda Partlar’ın etnik adıyla Pahla olarak bilinmiştir. Bazı kaynaklarda Ermenistan’ın Sasaniler’le Romalılar arasında ikiye bölünmesi Behram IV’e maledilir. Ama bu paylaşımın yapıldığı 387 yılında Şapur III yönetiyordu. Bir okla vurularak öldürülen Behram IV’ün yerine oğlu Yazdgerd/Yazdijird I geçti (399-420). Bu kral Günahkar Yazdgird diye de bilinir. O’nun zorba biri olduğu ve kötü bir ün yaptığı söylenir. Ama bu kötü ünün ona Zerdüşt rahiplerini cezalandırdığı ve Hiristiyanlığa eğilim gösterdiği için yakıştırıldığı sanılıyor. Bazı kaynakların yazdığına göre Bizans imparatoru Arcadius’un elçi olarak birkaç kez İran’a yolladığı Maifergat papazı Marutha ile dostluğu onun Hiristiyan olduğuna yorumlanmış olabilir. Sasani İmparatorluğunda yaşayan Hristiyanların Selukiya kentinde bir meclis toplamaları onun zamanına rastlıyor ve onun koruyuculuğunda düzenlenmiştir (410). İmparatorluktaki papazlardan bileşen bu meclis Bizans imparatoru Constantine’nin Hristiyanlığı benimsemesinden sonra, 325 yılında düzenlenmiş olan ve Arianizmi kınayan Nicea Meclisi kararlarını kabul eder. Selukiya Konseyi Sasani İmparatorluğunda kilise örgütlenmesini ilk kez bir takım kurallara bağlar ve bir hiyerarşi koyar. İmparatorluktaki kilisenin başına Selukiya papazı Isaac getirilir. Yazdgerd döneminin sonuna doğru Hristiyanların ateş tapınaklarını yakacak ve Zerdüşt rahiplerine saldıracak kadar ileri gittikleri söylenir. Bu durum Yazdgerd’in azınlık dinlere karşı toleranslı bir politika izlediğinin kanıtı olarak görülüyor. Onun imparatorluğun Yahudi Patriark’ının kızı Soshandukht ile evlendiği de söylenir. Roma imparatoru Arcadius, Yazdgerd’den kendi genç oğlu Theodosius II’nin koruyucusu olmasını talep eder ve bu talebi kabul edilir. Nitekim, Arcadius ölünce Bizans’a elçi yollayan Yazdgerd genç imparatoru kollar. Çok kısa yönettikten sonra ölen Şapur adlı kardeşini takiben Sasani tahtına Yazdgerd I’in oğlu Behram V (420-438) geçer. O, Behram Gor (Behram Jur) olarak da bilinir. Gor soyadı ona avdaki yeteneği nedeniyle verilmiştir. Halk etimolojisinde Gor sözcüğü yabani öküz olarak yorumlanır. Gor ünvanı, Cambrıdge History Of Iran adlı kaynağa göre, gerçekte kral veya lider anlamlı daha eski bir Doğu İrani sözcük olabilir. Çünkü Orta Asya’da da savaşlar yapan Behram, yönetiminin sonlarına doğru çıktığı Doğu seferlerinden zaferle çıkmıştır. Sasani Şahı Behram Gor ve Deylemiler M.S. 932-1062 (veya 933-1055) yılları arasında İran ve Irak’ta yüz yıldan daha uzun süre iktidarı ellerinde tutan Büweyhi’lerin Deylemli bir aşiret oldukları iyi biliniyor. Ebu İshak İbrahim, Bosworth’un aktardığına göre, Büveyhiler’in Deylem’in dört aşiretinden en soylusu olan Lahijan Shirdhilawand’larına dahil olduklarını yazmaktadır. Büweyhiler’in tarihçisi Ibn Miskavayn ve Mervani Kürt Tarihi’nin yazarı İbnu’l Erzak gibi tarihçiler onların kurduğu hanedanlığı bir Deylem Devleti olarak tanımlarlar. Selçuklular’ın gelişinden önceki bu dönemi Minorsky “Deylemi Peryodu” olarak adlandırır. Kısacası Büweyhiler (Buyiler)’in Deylemli olduğu kuşku götürmeyen bir gerçek. M.S. 1000 yılında yazdığı The Chronology Of Ancient Nations adlı eserinde El Biruni (Bk. Dr. C. Edward Sachau’nun İng. çevirisi, 1879), Büweyhiler’in orijini konusunda iki görüşün varlığına işaret eder. Biri, onların “Sasan Evi”nden geldikleri, yani Sasani orijinli olduklarıdır. İkinci bir görüşe göre de Arap orijinlidirler. Biruni, her iki tezi savunanların da onların şeceresini Sasani hükümdarı Behram Gur (420-38)’dan çıkarak geriye ve ileriye götürdüklerini yazmakta ve öne sürülen alternatif şecereleri vermektedir. Yani Büveyhiler’in şeceresinde Behram Gur (Behram Gor) merkezi bir figürdür ve onun Arap olmadığı açık olduğuna göre (Arap şeceredeki Behram, Behram Gur’dan başkası olmadığı taktirde), gerçekte onların Sasani orijinli olduklarını söyleyen bir tek görüş vardır. El Biruni’nin aktardığı şecereler şöyledir: Arap orijin verenlerin tezi: Udd, Dabba, Basil, Al Dailam, Muawiya, Al’abyad, Al Dahhak, Behram (Bu şecere şöyle de ifade edilir: Behram ben, Aldahhak ben, Al’abyad ben, Muawiya ben, Aldailam ben, Basil ben, Dabba ben, Udd). Sasani orijin verenlerin tezi: Behram Gur, Sasanadhar, Shuzil, Sasankhurra, Sasananşah, Shirfana, Shiran Şah, Shirzil I, Shirkadha, Shirzil II, Kuhi, Thaman, Fanakhusru, Buwaihi (yani Buwaihi Fanakhusra’nın, Fanakhusra Thaman’ın oğluydu). Biruni bu ikinci şecereyi Ebu İshak ibrahim ben Hilal Elsabi’nin Altaj adlı kitabından aktardığını not etmektedir. Bu eser Buyi kralı Adud al-Daula için kaleme alınmıştır. Şeceredeki Buwaihi ben Fanakhusra, Buwaihi Evi’nin ünlenen ilk üyesidir. (Bk. El Biruni, a.g.e). Arap şecerede geçen Dabba adı Banu Dabba Araplar’ına işaret etmektedir. C. E. Bosworth da, The Medieval History Of İran, Afghanistan and Central Asia (London, 1977) adlı çalışmasında Deylemiler’in kahramanlık çağı (genişleme peryodu) henüz sona ermeden, yani M.S. 10. Yüzyıl ortalarından önce yazılmış kaynaklarda onların orijinde Banu Dabba veya Banu Tamim Arapları’ndan geldiklerine ilişkin rivayetlerin yeraldığına işaret etmekte ve hep kaba ve barbar olarak görülmüş olan Deylemiler’in politikalarına meşruiyet kazandırma, onları İslami camianın uygar bir parçası gibi gösterme amacının bu tür şecereler yapılmasındaki rolünü vurgulamaktadır. Deylemli oldukları tartışma götürmeyen Büveyhiler’in Sasani orijinli olduklarına ilişkin gelenekleri, Deylemiler’le Sasaniler’in aynı halk olduklarına işaret etmektedir. Şecerelerini Sasani şahlarından Behram Gor’a dayandırmaları ise, Nashwan b. Said al-Himyari (ölm. 1178)’nin yazdıklarından hareketle Bosworth’un işaret ettiği gibi, Behram Gor’un mesih gibi görülmesinden, pek çok İranlı arasında eski İran dinini restore etmek üzere Behram Gor soyundan birinin dönüşü beklentisinden ileri gelebilir (Bk. Bosworth, a.g.e., s. 57). Kürt tarihçisi Şeref Han’ın kaleme aldığı Şerefname’de Zaza oldukları iyi bilinen ve Azzaniler olarak ünlenen eski Sason krallarının da Sasani orijinli olduklarını söyleyen geleneğe yerverilir. Böylece Zaza ve Sasan adları arasındaki çarpıcı benzerliğin bir tesadüf olmadığı, bunların bir ve aynı adın şekilleri oldukları gelenekler tarafından da doğrulanmış olmaktadır. Burada yapmakta olduğum bu geleneklerin tarih tarafından da doğrulandığını göstermektir. O halde Sasaniler’in tarihine az önce bıraktığım yerden devam etmeliyim. Behram Gor’un tahta çıktıktan az sonra Zerdüşt rahiplerinin kışkırtmasıyla Hiristiyanları cezalandırması üzerine pek çok Hiristiyan Roma imparatorluğuna kaçar. Bu sığınmacıların iade edilmemesi onu Theodosius II ile savaşlara sürükleyen bir etken ya da bahane olur. Bir seri çarpışmadan Bizans’ın üstün çıkmasını takiben 422 yılında barış yapılır. Bundan kısa bir süre sonra da kendisine ibadet özgürlüğü tanınan Sasani impratorluğundaki kilise (İran Kilisesi) otonomisini ilan eder ve Batı kiliselerinden kopmaya yönelir. Ermenistan’daki huzursuzluğu da yatıştırmaya çalışan Behram, bir Arsakid olan Vramşapuh oğlu Artaşes’i Ermenistan kralı olarak atadı. Ama beş-altı yıl sonra 428’de bazı Ermenistan soylularının da talebi üzerine Artaşes’i indirip yerine bir Sasani vali koydu. Kendilerine daha fazla güç verdiği için bundan hoşnut görünen Nahararlar adı verilen soyluların aksine başında Sahak’ın bulunduğu Ermenistan klerjisi Ermenistan’ın bir Sasani vali (marzpan) tarafından yönetilmesine tepki gösterdi. Bunun üzerine Sahak Sasaniler’ce tutuklandı, ama bir kaç yıl sonra tekrar serbest bırakıldı. Gene de Ermenistan’daki huzursuzluk yatışmadı. Nitekim bir süre sonra isyanlar patlak verdi ve ülke büyük yıkım gördü. Bu arada tahta Behram Gor’un oğlu Yazdgerd II (438-457) oturdu ve hemen sonra Bizans’a savaş açtı. Doğu orduları kumandanı Anatolius’u Yazgerd’in karargahına gönderen Theodosius II, statükoyu koruyan bir barış sağladı. Bunu takiben yeni Sasani şahı imparatorluğunun kuzey-doğu sınırlarında Sasani üstünlüğüne meydan okuyan aşiretlere döndü. Bu aşiretlerin veya halkın kimliği netçe bilinmiyor. Sasaniler’e Karşı Mamakan İsyanları Tam bu sıralarda Ermenistan (Kırmanciye)’da büyük kargaşalıklar doğdu. Ermeni kaynakları bu olayların nedeni olarak Yazdgerd’in Ermenistan’ı zorla Zerdüştlüğe çevirme çabasını gösterir ve bu girişimin ardındaki asıl figürün de Yazdgerd I, Bahram Gor ve Yazdgerd II’nin vezirliklerini yapmış olan ünlü Mihr-Nerseh (Ermeni kaynakları ona Hazarbad ünvanı verir) olduğunu kaydederler. Bu adam Abbasi devletindeki Bermekiler gibi güçlü vezirler örneğinin bir prototipi sayılıyor. Ermenistan’a bir mektup yazan Mihr-Nerseh ülkeyi din değişmeye çağırır. O’nun bu çağrısı başarısızlığa uğramakla kalmayıp halkı Sasani hakimiyetine karşı 450/451 ylındaki isyana sürükledi. Bu isyanı Partriark Joseph’in çağrısıyla toplanan Ermenistan din adamları ve prenslerinden oluşan bir meclis başlattı. Bu sırada bazı Ermenistan (Kırmanciye) soyluları Zerdüşt dinine döndü ve Sasaniler’le ittifak kurdular. Bu gelişmelerin bir sonucu olarak olay sadece bir Ermenistan-Sasani çatışması olmaktan çıkıp Ermenistan’da bir iç mücadeleye dönüştü. Bizans’tan yardım talebi karşılık bulmadı. Böylece 451 yılında Mamakan Evi’nden Vardan Mamakan adlı bir soylunun öncülük ettiği muharebede Ermenistan Hristiyanları bastırıldılar. Birçok kayıp verildi. Bu savaştan sonra pek çok Ermeni rahip ve soylusu esir edilip İran’a götürüldüler ki, bunların bir bölümü de İran’daki esaret yıllarında öldürüldüler. Böylece Ermenistan Sasani marzbanları tarafından yönetildi. Avarair Muharebesi Ermenistan (Kırmanciye) tarihinde bir dönüm noktasına dönüştü ve Ermenistan halkı tarafından günümüze dek acıyla anılageldi. Yazdgerd II’den sonra iki oğlu Hürmüz ve Peroz (Muzaffer anlamlı bir ad ve ünvan) taht üzerinde çatıştılar. Sonunda Hürmüz III çıktı tahta (457-459?). Heftalitler’in desteğini alan onun kardeşi Peroz (Firuz, Perviz) ağabeyini devirip yerine kendisi geçti (459-484). Onun döneminde Bizans Avrupa’daki Hunlar’la uğraşırken, Sasaniler ise Orta Asya’dan gelen istilacılarla (özellikle Heftalitler denen Beyaz Hunlar’la) meşgullerdi. 469 yılında Heftalitler (Beyaz Hunlar) Sasani şahı Peroz’u yenilgiye uğratıp esir ettiler. Sasani şahı dayatılan barış koşullarını kabul etmek zorunda kaldı ve istenen fidye ödenene kadar Peroz’un oğlu Kavad rehin olarak alıkondu. Doğu sınırlarındaki yenilgi ve esaretten sonra Sasani şahı Peroz Ermenistan’a döndüğünde Vardan’ın yeğeni Vahan Mamakan’ın önderlik ettiği bir isyan patlak verdi. Gürcistan’da da Hristiyanlar’la Sasani partizanı Zerdüştler çarpışıyordu. Sasani kuvvetlerinin çoğu 482 yılında Peroz’un Hazar denizi doğusundaki seferine katılmak üzere ülkeyi terkettikten sonra Vahan Mamakan Ermenistan (Kırmanciye)’ı toparlamayı başarabildi. İki yıl sonra bir Sasani ordusu Heftalitler tarafından imha edildi ve Sasani kralı Peroz öldürüldü. Sasani İmparatorluğunda Nasturilik, Peroz döneminin sonlarında Hristiyanlığın hakim biçimi haline geldi. Bu gelişme Bizans Kilisesi’ne karşı ve ondan bağımsız Hiristiyan bir İran Kilisesi’nin yaratılmasıyla sonuçlandı. Nasturilik, Sasani devletinde tek izinli Hristiyan sektti. Peroz’dan sonra tahta kardeşi Balaş/Valgaş geçti (484-488). Ağır bir fidye ödenerek Heftalitler’le, ayrıca Vahan’ın liderlik ettiği Ermenistan isyancılarıyla da barış yapıldı. Ermenistan (Kırmanciye) direnişçileriyle varılan anlaşmaya göre, ülkede mevcut ateş-tapınaklarının imhası kabul edildi. Yenileri de inşa edilmeyecekti. Artık Zerdüştlük dayatması olmaksızın Ermenistan’da Hristiyanlık serbestçe icra edilecek, Ermenistan bir vali veya vekil tarafından değil, doğrudan Sasani şahı tarafından yönetilecekti. Böylece Balaş döneminde Ermenistan soylularına daha ayrıcalıklı bir statü verildi. Mezdekiler Sorunu ve Sasani Devletinde Komünizmin Kırk Yıllık İktidarı Balaş’ın Kavad (Kubad) yanlılarının bir komplosunda öldürüldüğü söylenir. Böylece Peroz’un oğlu Kavad I çıktı tahta (488-496 ve 498-531). Kavad, pek çok yönden dikkate değer biriydi. Daha önce Manicilik (Manikyanizm) bastırılarak değişimi ertelenmiş ve korunmuş olan ortodoks İran inancı Zerdüştlük içinde O’nun yönetimi döneminde yeni bir iç kavga ve kargaşa yaşandı. Çünkü devlet-kilise ilişkilerindeki uyuma meydan okuyan Mazdakilik denen dinsel görünümlü yeni bir devrimci hareket doğdu ve bu hareket Sasani devletinin en büyük sorunu haline geldi. Hareketin kurucusu Mazdak (Mezdek) adlı biriydi. M. R. İzadi, Kürtler adlı çalışmasında (1991) Mazdak adının Küçük Mazda anlamlı olabileceğini yazar. Mazda, Zerdüşt dininin süper tanrısı Ahura Mazda’nın kısa adıdır. Mazdak’ın radikal sosyal görüşleri vardı. Herşeyde ortaklığı savunuyordu. Bir sosyal devrimi amaçlayan Mazdak’ın doktrinleri esas olarak Manici (Manikyan) ilkelerin ve ideallerin bir devamıydılar. The World History adlı kaynakta bu sektten “ateşe-tapanların sekti” olarak sözedilir. Pekçok yazar Mazdek hareketini ilk dünya komünist sistemi saymaktadır. Ortodoksluk artık itibarını yitirmişti. Sasani hükümdarı Kavad (488-531), bir Mazdak (Mezdek) yandaşı olmuş, sade halkın koşullarını iyileştirmek için aristokrasinin gücünü kırmaya girişmişti. Bunun üzerine kaçınılmaz olarak reform karşıtı soyluların ve ortodoks Zerdüştçülerin direnişi ve komplosuyla karşılaştı. Gericiler buldukları ilk fırsatta ayaklandılar. İmparatorluk isyanlar ve iç savaşlarla çalkalandı. Sonunda 496 yılında Kavad devrildi ve hapse atıldı. Yerine onun kardeşi Zamasp tahta çıkarıldı. Hapisten kaçmayı başaran Kavad, Heftalit (Hun)’lere sığındı ve birkaç yıl sonra bir Hun (Heftalit) ordusuyla geri İran’a dönerek herhangi bir direnişle karşılaşmadan kardeşinden tahtı geri aldı (498/9). Böylece onun ikinci yönetim dönemi başladı. Bu dönemde kendisini devirmede aktif rol almış olan soyluları tasfiye etti ve konumunu pekiştirdi. Bazı kaynaklara göre ise Mazdak’ın görüşlerine uygun olarak oluşturulmuş tüm yasaları kaldırmaya mecbur edildi ve geri Zerdüştlüğe döndü. Kavat yönetiminin sonlarına doğru M.S. 528 yılında Mazdekiler büyük katliamlara maruz kaldılar. O’nun bu ikinci yönetim dönemi daha çok Romalılar’la yapılan savaşlarla geçer. Böylece halkın dikkati iç sorunlardan uzaklaştırılır. Kavad’ın oğlu ve halefi Kisra Anuşirvan döneminde ülkenin her yanında büyük Mezdeki katliamları yapılır ve yokedilmeleri emredilir. Ama yokedilmek şöyle dursun Mezdekilik adeta yeniden dirildi. Mezdekiler, bazı Zerdüştçü pratiklerine rağmen esasta bir tür Manici idiler. Bu sektin kurucusu Mezdek hakkında çok az şey biliniyor. Belki de Maniciliğe sempati duyan bir Zerdüşt rahibiydi. Manici (Manesçi) bir muhalif olarak şiddete ve başkalarına zarar vermeye karşı çıktı. Mülkiyette ortaklığı, yani bir “ilkel komünizm”i savundu. O’nun bu noktada ne kadar ileri gittiği bilinmiyor. Kadınları dahi paylaşmayı savunmakla suçlandıysa da, onun düşmanlarının bir iddiası olarak görünüyor bu. Mani’den sonra ortaya çıkan Mazdak’ın adını El Biruni “Mazdak ben Hamadadan” olarak verir ve Nasa’nın bir yerlisi olduğunu söyler. Biruni’nin aktardığına göre Mazdak, Kavad (Kubad) ve Feroz dönemlerinde baş-yargıçtı. Düalizmi savunmakla bereber pek çok noktada Zerdüşt’ün öğretisine karşı çıkmış, “Hem mülkiyetin hem kadınların herkesin ortak malı olmasını” savunmuştur. Sonunda Sasani hükümdarı Kavad da sayısız yandaşları olan Mazdak’a katılır. Biruni, Kavad’ın Manici (Mazdakçı) olmasının bazı çevreler tarafından Mazdakçı geniş yığınlar karşısında kendi yönetimini güvencede bulmamasına bağlandığını ve Mazdak’ın ona hayvanların kurban edilmesini yasaklama emri verdiğini aktarır (Bk. Biruni, a.g.e, s. 192). Mezdekilik, Sasani İranı’nda Zerdüştlüğün devlet dini olduğu bir zamanda M.S. 5. Yüzyılda doğdu. Zerdüştlüğün oluşturduğu katı sosyal ve ekonomik sınıf sistemine karşı ortaya çıkmış bir muhalefet hareketiydi. İslam çağının ve günümüzün militan Şiizmi (Alevilik) Mezdekilikten doğrudan etkilenmiştir. 7. ve 9. Yüzyıllarda Mezdekiler’e bir dizi isim altında referans veriliyordu. Onları tanımlamak için en sık kullanılan adlar Mazdakkiya, Hurremiye, Muhammira (kırmızı elbiseli), Sapid-Jamagan (Beyaz-Elbiseli) ve Mubayyida idiler. Mezdekiler ve Babek’in yönettiği Hurremiler bayrakları ve giysilerinde kırmızı renk kullandılar ve bu yüzden Surkhalaman (kırmızı bayraklı halk) veya Surkhjamagan (kırmızı elbiseli halk) diye adlandırıldılar. İzadi’ye göre Kızılbaş adının kökeni budur (Bk. İzadi, Kürtler, s. 140). 14./15. Yüzyılda Safevi hareketine de kırmızı başlıkları nedeniyle Mezdeki ve Hürremiler’e verilen bu aynı adla Kızılbaş adı verildi. İzadi’ye göre Mezdekiler’den başlayarak modern zamanların Alevileri’ne dek uzanan akımlar, Alevilik, Yezidilik, Ehl-i Hak (Gerçeğin halkı, Ruh’un halkı) da dahil melekler kültü dininin kolları ve uzantılarıdır. Bizans’ın Kafkaslardaki Derbend Geçidi savunmasına parasal katkı yapmayışı Sasaniler’le ilişkileri gerginleştirdi. Ağustos 502 yılında modern Erzurum (Theodosiopolis) Sasaniler tarafından zaptedildi. Kavad, güneye inerek Amida (Diyarbakır)’yı da kuşattı ve Ocak 503’te bu kenti zaptetti. Bizans’ın Doğu’ya yolladığı ordularla yapılan savaşlarda üstünlük karşılıklı geldi gitti, hiçbiri kesin zafer kazanamadı. 506 yılında yedi yıl süreli bir barış yapıldı. Ama bu barış daha uzun sürdü. Kendi yönetiminin sonuna kadar Kavad daha çok iç sorunlarla meşgul oldu. Mezdekiler’le ortodoks Zerdüştçüler arasındaki mücadele devam etti ve Mezdeki hareket daha da güçlendi. Kavad, üç oğlundan en küçüğü olan Kesri (Kisra)’yi halefi olarak belirledi ve onun tahta çıkışını güvenceye almak için Bizans imparatoru Justin’e Kesri’yi evlat edinmesini ve onu İran yöneticisi olarak destekleme sözü vermesini teklif etti. Ama Justin bu öneriyi kabul etmeyince ilişkiler gerginleşti. Kavad yönetiminin sonları içerde ortodoks Zerdüştçülerin heretik olarak gördükleri Mezdek ve pek çok taraftarının cezalandırılmasına ve asılmalarına tanık oldu. Böylece Mezdekçi hareket yeraltına itildi. Tahta halef seçilen Kesri’nin Mezdeki katliamının kışkırtıcısı olduğu söylenir. Mezdekçiler’in adı sosyal devrimciler için genel, ortak bir ad olarak kaynaklarda tekrar takrar görünür. Cambrıdge History Of Iran’da işaret edildiği gibi, etkileri büyük olan Mezdekiler’in ne adı, ne de anısı unutuldu. Onlar İslami çağlarda dahi devam eden bir miras bırakmışlardı. Kavad’ın yerine artık kendisinin halef belirlediği en küçük oğlu Kesri I (531-579) geçmişti. O, en yetenekli Sasani şahı olarak tanımlanıyor. Kisra (Kesri), Kisra Anuşirvan ve Adil (Nuşirevan-ı Adil) ünvanlarıyla bilinir. O’nun adının Arapça şekli olan Kisra, Araplar tarafından Avrupa’daki Caesar (Kayzer) ve Çar ünvanlarıyla benzer şekilde tüm Sasani şahlarının ortak adı ve ünvanı gibi kullanılmıştır. Partlar’a Arsakiler (Eşkaniler) denmesi gibi, Sasaniler’e de Kisralar denmiştir. Kardeşlerinin isyanını bastıran Kesri I, soyluluk ve Zerdüştçü klerjiyi etrafında birleştirdi. 532’de Bizans’la bir barış yaptı. Bu aralıkta iç sorunları çözmeye çalıştı. Mezdeki hareketiyle gündemleşen sosyal patlamalar onu ilkin bazı reformlar yapmaya zorluyordu. Bu işi tamamladığını düşündüğü bir sırada Bizans’a savaş açtı (540). Bir yıl sonra bu savaşı Lazika (Lazistan)’ya taşıdı. Daha önce ismen Bizans yönetimi altında bulunan Lazika’yı Sasani yönetimi altına sokmaya çalıştı. Bizans tarihçisi Procopius, onun Bizans’la savaşlarını ayrıntılı olarak anlatıyor (Bk. Procopius, History Of The Wars, H. B. Dewing çevirisi, I., II. ve VIII. kitaplar). Sasaniler, Daylamitler (Deylemiler) ve Yemen Kesri I Anuşirvan, kendi yönetiminin sonunda Sasani ordusunu ilk kez Güney Arabistan’a yolladı. O dönemin dünya egemenleri Mazdacı (Ahura Mazdacı) Sasani devleti ile Hristiyan Bizans idiler. Hristiyan Araplar Bizans’tan, pagan ve Yahudi dininden Araplar ise Sasaniler’den yardım bekliyorlardı. Bizans desteğini de alan Hristiyan Etopya’nın kendi dindaşlarını cezalandırdıkları gerekçesiyle Himyariler’in üzerine bir ordu gönderdiği sırada bir Musevi olduğu söylenen Yusuf Dhu Nuwas adında biri Yemen’in Hristiyan-olmayan Arap çoğunluğunun lideri olarak öne çıkıp Sasaniler’den yardım istedi (522). Yusuf, yaşamını Etopyalılar’ı ülkeden kovmak için yürüttüğü bu savaşta yitirdi (525). En sonunda Kesri I, Himyar saray çizgisinden Ebu Murra’nın oğlu Saif’in (P. K. Hitti’de Sayf-İbn-Dhi-Yazan) talebi üzerine Vahriz/Wahraz adlı bir Sasani kumandanını ordusuyla birlikte Aden dolaylarına gönderdi (570/575). Bu Sasani ordusu 575-77 yılları arasındaki bir tarihte Yemen’in başkenti Sana’yı işgal ederek Afrikalı Etopyalılar’ı ülkeden çıkarttı ve Saif’i kral ilan etti. Sasaniler’in bu Yemen seferi ünlüdür. Böylece Yemen (Güney Arabistan) Sasani imparatorluğuna bağımlı hale geldi ve uzun süre öyle kaldı. Sasaniler’in amacı Bizans’ın Hindistan ve Uzak Doğu ile ticaretini kontrol altında tutmaktı. Şimdilik bu hedeflerine varmış görünüyorlardı. Sasaniler, 598 yılında kendi otoritelerini tanımamaya başlayan Himyari kralına karşı artık geri İran’a dönmüş bulunan Vahriz adındaki aynı kumandanın yönetiminde yeni ve daha büyük bir ordu yolladılar. Bu savaşta Himyari kralı öldürüldü ve Yemen Vahriz’in yönetimi altında bir Sasani eyaleti veya bir vasal devlet haline getirildi. Minorsky, Enc. Of Islam’ın Daylam maddesinde Sasaniler’in 570 yılındaki Yemen seferine Daylam (Deylem) ve çevresinden 800 tutsağın da katıldığını yazmaktadır. Ama diğer kaynaklara bakıldığında bu seferi yapanların zaten Daylamitler (Deylemiler) olduğu anlaşılmaktadır. Arabistan’ın İslam’ı benimsediği tarihlerde hala Yemen’in bir parçasını yönetmekte olan burdaki Sasani yöneticileri de zorunlu olarak İslam’ı benimsediler. İbni Haldun’dan ve Robert W. Stookey’nin Yemen (1978) adlı kitabından öğreniyoruz ki, Sasani olarak tanımlanan bu Yemen yöneticileri Daylam ve çevresinden gönderilen tutsakların soyundan olup Yemen’de kalanlardır. Yemen’i Etopyalılar’ın işgalinden kurtarıp Sasani imparatorluğuna ilhak eden bu Deylemiler’in Yemen’de doğan soyları Yemenliler tarafından Abna (Oğullar) adıyla bilinmişlerdir. Yemen’de İslam’ı ilk benimseyen ve kendisiyle birlikte Yemen’i de İslam’a çeken kişi oradaki beşinci Sasani (Zaza) valisi Badhan’dır. Başkenti Sana olan Badhan’ın İslam’ı 628 yılında benimsediği ve Yemen’i Muhammed’in yönetimine verdiği söylenmektedir. Bunun üzerine Badhan, bu kez Muhammed tarafından kendisinin Yemen valisi olarak tanınmıştır. Bu tarihten sonradır ki Muhammed sık sık Yemenliler’i övmeye, “İman Yemenli’dir” demeye başlar. 629 yılında Muhammed’in yeğeni Ali bin Abi Talib’in Yemen’e yaptığı misyoner bir gezinin ardından Yemen aşiretlerinin İslam’a katılışı giderek artar. Yemen’in Sasani (Daylamit) valisi ölünce, Muhammed, Sana bölgesine yönetici olarak onun oğlu Shahr’ı atar. Daha Muhammed’in sağlığında ortaya çıkan ve ‘Yalancı Peygamber’ olarak bilinen Al-Aswad Abhala bin K’ab, bir Yemen tanrısı olan Rahman al-Yaman adına Muhammed’e ve İslam’a meydan okur, Sanaa’ya bir baskın yaparak Muhammed’in ordaki valisi Sasani Shahr’ı astırır ve Yemen’deki Sasani (Daylamit) birliklerini dağıtır. Bu sırada birçok Yemen aşireti saf değişip ona katılırlar. Muhammed’in ordaki diğer valileri Hicaz’a sığınır. Ama Yemen gezisi sırasında Ali’nin İslam’a çevirdiği Hamdan adlı aşiretler grubu İslam’a bağlı kalmaya devam ederler. Bu arada Yemen’de kontrolü ele geçirmiş bulunan Al-Aswad, Muhammed’in otoritelerini onadığı Sasaniler’e dayanmaya çalışarak onlardan Firuz al-Daylami ile Dadhawayh (Ibn Haldun’da Dadhwayh)’ı kendi bakanları olarak atadı ve öldürdüğü Shahr’ın dul karısı Azar ile evlendi. Ama çok geçmeden al-Aswad’ın Sana’daki sarayı evlendiği Azar’dan yardım alan Firuz al-Daylami ve Dadhawayh tarafından basıldı ve kendisi de bu baskın sırasında öldürüldü. Böylece Yemen geri İslam’ın başkenti Medine’nin kontrolü altına sokuldu. Geleneğe göre Al-Aswad’ı öldürenler Firuz Al-Daylami Evi’dir. Rivayete göre cennetten Muhammed’e Yalancı Peygamber’in öldürüldüğü bildirilmiş ve kimin öldürdüğü sorulunca “Firuz-al-Daylami’nin imanlı soyu” yanıtı verilmiştir. Muhammed’in ölümünden sonra onun yerine geçen halife Ebubekir de Yemen’in yönetimini Oğullar (Abna) diye bilinen Sasaniler (Deylemiler)’de bırakmıştır. Firuz al-Daylami’yi kendisinin Yemen valisi olarak atayan Ebubekir, Dadhawayh ve Khishnas’ı ise onun yardımcıları yapmıştır (Bk. Cambrıdge History Of Iran, s. 158; P. K. Hitti, History Of The Arabs, s. 65-66; Robert W. Stookey, Yemen; ve Enc. Of Islam’ın Al-Abna maddesi ). Kısacası, Yemen ilkin Sasaniler, ardından da İslam adına uzunca bir süre Deylemiler tarafından yönetilmiştir. Ömer ve Muaviye zamanlarında da Yemen’i Fayruz Deylemi’nin veya onun soyunun yönettiği sanılıyor. Emeviler döneminde Yemen’in Sana baş-yargıcı Ghitrif al-Daylami, Muhammed ve Ebubekir’in Kuzey Yemen valilerinden Firuz’un torunu, al-Dahhak’ın da oğluydu. 11. Yüzyılda Sana ve çevresinde Abna denen Deylemiler (Sasaniler) hâlâ ayrı bir öğe ve güç olarak mevcutlardı. 1038 yılında Daylam’daki Zeydi devletinden Yemen’e gelen Abu al-Fath al-Daylami orada Zeydi imamı olarak ilan edildi (ölm. 1052/53). Ondan Abu’l-Fath Nasir al-Daylami (An Nasir Abu’l-Fath Daylami) olarak sözeden ve Hasan’ın oğlu Zeyd’in soyundan olduğunu söyleyen İbni Haldun’un yazdığına göre, al-Daylami İran’dan Yemen’e gelerek imamlığını ilan etmiş ve Hamdaniler’in desteğiyle Sadah ve Sana’yı ele geçirmiştir. Onun künyesi Enc. Of İslam’da Abu’l-Fath al-Daylami al-Husayn bin Nasir bin al-Husayn (Al-Nasir Lı-Din Allah) olarak verilir ve onun soyunun Yemen’de sonraları Banu’l Daylami olarak bilindiği belirtilir. Yarımadanın en kalabalık nüfuslu ülkesi olan Yemen İslam fetihlerini yapan ordulara bir asker kaynağı oldu, batıda İspanya, doğuda Çin’e dek giden İslam ordularına seçkin kumandanlar ve koloniciler sağladı. Bunlar arasında büyük ihtimalle bir Deylemi öğe de mevcuttu. Daha sonra Kesri I’in oğlu Hürmüz IV (579-590)’ü görüyoruz Sasani tahtında. Bazı kaynaklar onu babasından daha adil diye niteler. Diğerleri ise kaba ve despot bulur. Enc. Of Islam’ın Daylam maddesinin yazarı Minorsky, Hürmüz IV’ün M.S. 590 yılında Zoanab adlı bir Daylamit lider tarafından bir darbe ile devrildiğine işaret eder. Bu darbe Hürmüz IV’ün kendi popüler generali ve Sasani ordusunun kumandanı Behram Çupin’i görevinden alması ve Çupin’in buna bir isyanla yanıt vermesiyle aynı zamana rastladığına göre, adı geçen Daylamit liderin Çupin’in müttefiki veya onun isyanına katılanlardan biri olması gerekir. Çünkü Hürmüz IV, Çupin isyanı ile başlayan süreçte bir saray darbesiyle devrilir. Fakat kesin konuşmak için yeterli verilere sahip değilim. The Cambrıdge History Of İran, Ctesiphon’daki darbenin liderlerinin Sasani şahı Hürmüz IV’ün kayınbiraderleri Bindoe ve Bistam adlı iki kardeş olduğunu ve onların Hürmüz IV’ün oğlu II. Kesri’yi tahta çıkardıklarını (590) söylemektedir. Ama Sasani tahtı Arsacid (Part) saray evinden gelme isyancı Behram Çupin tarafından ele geçirilir (590-591). Çupin, Rey’li Mihran Evi’ndendi. Bindoe ve Bistam kardeşler daha sonra kendisine karşı isyan ettikleri II. Kesri’nin amcaları olup Çupin’e karşı savaşmışlardır. Ama kendileri (özellikle Bistam) isyan ettiklerinde Çupin’in partizanları tarafından onun halefleri gibi görülüp desteklenmişlerdir. Çupin karşısında tutunamayan II. Kesri Bizans’a sığınır ve imparator Maurice’den yardım almayı başarır. Böylece Sasan Evi’ne ait olmadığı için taht talebini imparatorluğa kabul ettirmekte zorluklarla karşılaşan Behram VI (Behram Çupin) yenilgiye uğratılır ve iktidar II. Kesri tarafından geri alınır (591). Bir yıl kadar sonra Çupin bir suikast sonucunda öldürülür. Çupin’in öyküsü Firdevsi’nin Şahname’sinde, ayrıca Pehlevice bir romanda işlenmiş, asırlarca hayranlık uyandıran büyük bir kişilik olarak anılmıştır. Hüsrev-i Perviz ve Kesri (Kisra Perviz) olarak da ünlenen II. Kesri (591-628)’nin Hiristiyanlığa döndüğüne ve Şirin adlı bir Hristiyan kadınla evlendiğine inanılır. Ferhat-Şirin veya Hüsrev-Şirin öykülerinde adı geçen Ferhad’ın da bu Sasani şahı olduğuna inanılıyor. O’nun Ctesiphon’un doğusunda Dastgird’de bulunan ve karısı kraliçe Şirin’in adını verdiği rivayet edilen Kermanşah eyaletine bağlı Kasr-ı Şirin’deki sarayı ünlüdür. Amasya Tarihi’nde Hüseyin Hüsameddin onun künyesini ‘Hüsrev-i Perviz bin Hürmüz-i Tacdar bin Nuşirevan-ı Adil’ olarak verir. Hüsrev-i Perviz (590/1-628) kendisi, Hürmüz-ü Tacdar babası Hürmüz IV (579-590), Nuşirvan-ı Adil ise dedesi I. Kesri (531-579)’dir. Perviz sözcüğü muzaffer demektir. O’nun Bizans imparatoru Maurice (Maurikos)’nin kızı Maria ile de evlendiği kaydediliyor. Bizans-Sasani Savaşlarında Dersimliler ve Deylemiler Bazı kaynaklar Sasaniler’in üç-dört kez İstanbul’u kuşattıklarından sözederler (609, 616, 619 ve 626 tarihlerinde). Procopius, History Of The Wars adlı eserinin ilk iki kitabında, özellikle Justinian (527-65) dönemi olmak üzere Bizans-Sasani savaşlarını (kendi deyişiyle Pers Savaşları) ayrıntılı olarak anlatır. O’nun bıraktığı yerden sonrasını ise The Historıes adlı yapıtında Agathıas tamamlar. M.S. 627/28 yılına dek süren ve her iki tarafı da 640’lardaki Arap-İslam istilaları eşiğinde yorgun ve bitkin düşüren bu savaşlar hakkında burada bazı özet bilgiler vermeyi yararlı buluyorum. Hemen not etmeliyim ki, Procopius (ölm. M.S. 558/565?), Sasaniler’den bazen Persler, bazen de Medler olarak sözetmekte, örneğin Sasani kralına ‘Pers kralı’, ordusuna da ‘Med ordusu’ veya ‘Pers ordusu’ demektedir (Procopius, a.g.e., H. B. Dewing çevirisi, 1905-13 baskısı, s. 13-51). Sasani kralı Vararanes’in 441 yılında Bizans topraklarını istilası bir barışla sonuçlanır ve bir başarı sağlamadan geri döner. Procopius ve Agathias’ın anlattıkları daha çok Peroz’un oğlu Mezdekçi ünlü Sasani hükümdarı Kavad (488-531) ile O’nun oğlu ve halefi Nuşirvan-ı Adil (Kesri, 531-579) döneminde yeralan savaşlardır. Procopius’a göre İran’da kadınların ortak kullanımı yasasını getiren Sasani kralı Cabades (Kavad), 486 yılında bir isyanla devrildi ve hapsedildi. Bu tarih gerçekte 496 olmalıdır. Yerine kardeşi Blases geçtiyse de, hapisten kaçıp Beyaz Hunlar (Eftalitler, beyaz tenli ve yerleşik Hun stoku)’a sığınan ve Hun kralının kızıyla evlenen Kavad, 488 (doğrusu 498) yılında Hun ordusu eşliğinde İran’a girip geri tahta oturdu (I. kitap, s. 13-51). Sonraları ilkin Ermenistan’ı istila etti (502), ardından Amida’yı zaptetti (503). Bu sıralarda Kavad’ın ordusunda Eftalitler de vardı. Ama Kavad, diğer Hunlar’ın İran istilası üzerine (Hunlar’ın Eftalitler ve Sabirler adlı iki ayrı grubundan sözeden Procopius, bu istilayı Sabirler’in yaptığına işaret eder) geri dönmek zorunda kalınca, bir yıl kadar sonra Amida (Diyarbakır) geri Bizanslılar’ın eline geçer ve Bizanslılar’la yedi yıl süreli bir barış yapılır (506). Bu aralıkta Kavad, Hazar Kapıları gerisinde ve Maeotik Gölü (Azov Denizi)’ne dek uzanan ovalarda ve yaylalarda yaşayan istilacı Hunlar (Sabirler)’ın İran topraklarına akınlarına karşı tedbirler almak amacıyla Hazar Kapıları’nı ele geçirir, kaleler yapar ve büyük garnizonlar (asker) yerleştirir. Bizans için de tehdit oluşturan Hazar Kapıları’ındaki bu girişimlerine onların da ortak olmasını teklif eder, ama Bizans imparatoru Anastasius buna yanaşmaz (Procopius, a.g.e., I. kitap). Sasani kralı Kavad, Agathias’a göre, politikaya “devrimci icadlar” sokan, çağlardır süregelen adetlerde ve politik yapıda köklü değişikliklere kalkışan, hatta kadınlarda bile ortaklığı öngören yasalar çıkartan Mazdeki bir Komünist’ti ve onun yaptıkları Plato’nun Republic adlı kitabında hayal edilen düzeni hatırlatıyordu; ama ikinci kez iktidara geldiğinde devrimci Mazdeki hareketiyle bağlarını koparmıştı (Bk. Agathias, The Histories, IV. kitap, s. 130-32). Türkçe’de ve bazı diğer dillerde halen küfür gibi kullanılan Kavad veya Kavat sözcüğü, komünizmin iktidara geldiği ilk örneği temsil eden Sasani şahı Kavad dönemi ve onun adıyla bağlantılı olabilir. Geri Procopius’a dönersek: Sasaniler’in Hunlar’la uğraştığı bu sıralarda, Anastasius, Nisibis’e yakın Daras adlı yerde kendi adını verdiği bir kale yaptırır. Burası Bizans-Sasani sınırına yakındı. Anastasius, Sasaniler’in protestolarına aldırış etmeden Ermenistan’da da (Procopius’un Persarmenia dediği Sasani Ermenistanı sınırındaki bir köyde) buna benzer bir kent (kale) inşa eder ve etrafını surlarla çevirdiği bu kente Theodosius (Erzeroum, modern Erzurum) adını verir. Anastasius’un yerine geçen Justinius zamanında Sasaniler’le yapılan görüşmelerde sınır sorunlarının yanısıra Lazica (eski adıyla Colchis) konusunda da anlaşmazlıklar patlak verir ve görüşmeler kesilir (518). Bu görüşmelerde Lazika’nın eskiden İran’a bağımlı olduğunu hatırlatan Sasani heyeti, daha sonra Romalılar’ca ele geçirilen Lazika’nın Bizans tarafından da zorla elde tutulduğunu belirterek, Lazika’nın iadesini barışın bir koşulu olarak öne sürer (I. kitap, s. 91-93). Antik zamanlardan beri hep İran’a bağımlı olan Hazar Kapıları ve Lazika sınırlarındaki Hristiyan İberya (Gürcistan)’da ortaya çıkan gelişmeler de iki ülkeyi karşı karşıya getirir. Sasani kralı Kavad, İberler (Gürcüler)’e de İran dinini benimsetmek için baskı yapar. Bunun üzerine Gürcü kralı Gurgen (Gourgenes), Bizans imparatoru Justinius’tan yardım talep eder. Justinius, Hunlar’dan devşirilen paralı askerlerden bir orduyu Gürcüler’e yardım için Lazika’ya gönderir. Fakat, Kavad’ın yolladığı Sasani ordusu önünden Bizans askeri ve Gürcü soyluları Lazika’ya sığınmak zorunda kaldılar. Bizans, bu kez Lazlar’ı savunmak bahanesiyle ilk kez kendi ordusunu soktu Lazika’ya ve Laz-Gürcü sınırlarında kaleler inşa edilmeye başlandı. Çok geçmeden Lazika sınırındaki bu kaleler Sasaniler’ce ele geçirildi. Bu aralıkta Bizans tahtında Justinius’un yeğeni eski general Justinian’ı görüyoruz (527-565). Procopius’un işlediği de ağırlıkla onun dönemidir. Eski korumaları Sittas ve Belisar (Belisarius)’a görevler veren Justinian, bunlardan Belisar’ı Dara (Daras) kentindeki Bizans birliklerinin kumandanı olarak atadı (527). Bizans-Sasani savaşlarını anlatan tarihçi Procopius, kendisinin bu tarihte Belisar’ın danışmanı olarak atandığını yazmaktadır. Sittas ve Belisar kumandasındaki Bizans orduları ardarda iki kez Sasani Ermenistanı’na (Procopius’ta Persarmenia, yani Pers/İran Ermenistanı. Ermenistan, Sasaniler altında bölündüğü ve anlatılanlar Sasaniler zamanına ait olduğu için ben Sasani Ermenistanı demeyi yeğliyorum) girerek savaşa neden oldular (527), ama Sasani Ermenistanı’ndan olan Sasani generalleri Narses ve Aratius kardeşler karşısında yenilgi aldılar. Belisar aynı yıl yeni takviyelerle Sasani sınırındaki Mindouos’ta onlarla yeniden savaştı, ama bu kez de yenilgiye uğratıldı (a.g.e., I. Kitap, s. 103-5). Buna rağmen Bizans’ın Doğu Generali olarak atanan Belisar bir kez daha Sasaniler’in üzerine sürüldü. Belisar’ın 520 bin mevcutlu ordusu Mezopotamya’nın Nisibis ve Daras kentleri ve çevresinde Sasaniler’le yaptığı savaşta onları yenilgiye uğrattı (530). Bu savaşta Peroz’un kumanda ettiği Sasani ordusunda Ölümsüzler adı verilen birlikler ve başlarında Pityaxes adlı bir kumandan olan Cadiseni’ler de vardı (I. kitap, s. 141). Aynı yıl Sasani kralı Kavad, Ermenistan’ın Sasani parçasından hareketle Bizans Ermenistanı’ndaki Erzurum (Theodosiopolis) üzerine Mermero kumandasında bir ordu gönderdi (530). Bu orduda Sasani Ermenistanlılar (Procopius’ta Persarmenians), Alanlar’ın ülkesine bitişik topraklarda oturan Sunitae’ler ve üç-bin mevcutlu bir Sabiri (Hunlar’ın bir kolu) birliği vardı. Satala kenti civarındaki Octava’da bu orduyla kendisini kuşatan Bizans’ın Ermenistan generalleri Sittas ve Drotheus’un kumanda ettikleri Bizans ordusu arasındaki savaşta büyük kayıp veren Sasaniler geri çekilmek zorunda kaldılar (I. kitap, s. 133-35). Procopius, 530 yılında Ermenistan’da yeralan bu Bizans-Sasani savaşı sırasında Sasani Ermenistanlı olan Narses, Aratius ve Isaac adlarındaki üç kardeş ile Symeon (Simon) adında bir kişinin Sasaniler’den koparak Bizans tarafına geçtiklerini kaydeder. Bunlar, önde gelen şahsiyetlerdi. Onlardan Narses ve Aratius, Sasani Ermenistanı’nda Sasani ordusu kumandanlarıydılar ve daha önce Sittas ve Belisar’a karşı başarılıca savaşmışlardı. Onların küçük kardeşleri Isaak ise, Erzurum sınırında bulunan Bolum Kalesi’ni elinde tutuyordu ve taraf değişince bu kaleyi Bizans’a devretti. Nicolas Adontz, daha önce adını andığım kitabında bu adamın Prens Isaak Kamsarakan olduğunu yazmaktadır. Yani yukarda adları geçen üç kardeş ünlü Kamasarakan Evi’ne (Bu evin diğer adı Arsar-unik’tir. Kars Tarihi’nin yazarı F. Kirzioğlu’na göre Dede Korkut Oğuznameleri’ndeki Kal-Sar veya Sarı Kal Baş adı bu eve referanstır) mensuplardır. Bolum Kalesi o tarihte bu ailenin veya kabilenin elindeydi. Adontz’a göre Bolum Kalesi, Pasinler’deki modern Hasan Kale’dir. Yine Sasani Ermenistanı yerlilerinden olan Simon adlı kişi ise, Sasaniler’in kontrolündeki parçada altın madeninin bulunduğu Phrangium Kalesi’nin sahibiydi. Bu kale, Adontz’a göre, modern İspir (Sper, Suspiritis)’dir. Sasani kralı Kavad’ın izniyle bu madeni yerli halktan Simon işletiyordu ve ordan çıkartılan altın Sasani kralına veriliyordu. Altın madeninin gelirini artık Sasani kralına vermeyi rededen Simon da Bizans tarafına geçenlerden biriydi. Ama altını Bizanslılar’a da vermedi ve bulunduğu yerin stratejik coğrafi konumu nedeniyle Sasaniler ona karşı bir şey yapamazken, Bizanslılar ise Sasaniler’in bu madeni yitirmiş olmalarını şimdilik yeterli kazanım sayıyorlardı. Belli ki, Sasani-Bizans savaşının bir nedeni de bu madenlerdi. Sonuç olarak Bizanslılar Ermenistan’ın Sasaniler’in hakimiyeti altındaki parçasında ismen bile olsa iki önemli üs/kale elde etmiş oldular. Bu iki kale ele geçirilmeden kısa bir süre önce ise, galiba yine 530 yılında, Bizanslılar, ‘Tzanik Ulusu’na boyun eğdirmişlerdi (Ayrıntı için bk. I. kitap, s. 135-41). Not etmeliyim ki, Procopius’un Tzani ulusu dediği N. Adontz’un görüşüne göre Ermeni kaynaklarda Mamikonyanlar denen Mamanlar (Mamakanlar)’dır. Benim görüşüme göre Tzaniler (Mamanlar) bugün Dersimliler diye bilinen halktır. 531’de başında Azarethes’in olduğu Kavad’ın Sasani ordusu Asurya’dan gelerek Kommagene (İranlılar Kommagene’ye Fırat nehrinin adıyla Euphratesia, yani Fıratiye derlerdi)’yi istila etti. Bu Sasani ordusunda Bizans’ın en tehlikeli düşmanı olarak görülen Araplar (Procopius’ta Sarakenler)’ın kralı Alamoundaras’ın kumandasında çok sayıda Arap birliği de vardı. Procopius’un ve diğer Bizans kaynaklarının Alamundarus dediği kişi, eski bir Yemen aşireti olduğu söylenen Ghassaniler’den Hirah’lı El Mundhir (El Munzur)’dir. Antakya’yı zaptetmeyi tasarlayan bu ordu ile savaştan kaçındığı için askerlerinin hakaretine maruz kalan Belisar’ın kuvvetleri arasında Sura kenti veya Callinicus civarındaki savaşta Sasaniler üstün geldiler. Belisar’ın ordusunda bu savaş sırasında Lycaoneler’in (genellikle Isaurianlar’a dahil gösterilen) de birlikleri vardı. Daha sonra Vandallar’a karşı seferle görevlendirilen Belisar’ın yerine Sittas atandı (531). Aynı yıl Sasaniler bir kez daha Mezopotamya’ya girerek Sofene’deki Martyropolis kentini kuşattılar. Ama Kavad (Procopius’ta Cabades)’ın ölümünü haber alınca geri döndüler. Kavad’ın yerine Kesri diye de bilinen oğlu ve halefi Nuşirvan-ı Adil (Procopius’ta Chosroes) geçti (531). Kesri, Bizans’la bir barış yaptı. Bu antlaşma ile Pharangium ve Bolum kaleleri geri Sasaniler’e verilirken, Sasaniler de Lazika’daki kaleleri Bizans’a iade ettiler. Yani iki taraf da birbirlerinden aldıklarını iade edip barış yaptılar. Bu tarihlerde (532) İran’da taht savaşları, Maviler ve Yeşiller olarak bölünmüş olan Bizans’ta ise büyük Nika (Bu sözcük Zapteden demektir) ayaklanması patlak vermişti (Procopius, a.g.e., I. kitap, s. 145-257). Procopius, ikinci kitabında bu savaşları anlatmayı sürdürür. 540 yılında barışı bozan Kesri, ordusuyla yeni bir istila başlattı. Sura kenti civarında kamp kurdu. Ordaki savaşta ‘Ermeni orijinli bir Arsakid’ olan Sura kentinin askeri kumandanı öldürüldü. Ele geçirilen kent yerle bir edildi. Procopius’un anlattığına göre, Kesri, Sura kentinde karşılaştığı güzel bir kadına aşık olur ve onunla evlenir. Bu olayı takiben kente daha fazla ilişmez. Daha sonra Antakya üzerine (bu kentin halkı Süryani ve Cilicler/Kilikler’den bileşiyordu) yürüyen Kesri, Justinian’ın yeğeni Germanus’un ordusunu kaçmaya mecbur ederek Antakya’yı zapteder (540). Ardından Bizans’ın her yıl saptanan haracı Sasaniler’e ödemesi koşuluyla barış yapılır ve Sasani ordusu geri döner. Kesri (Kisra), bir süre sonra Bizans ordusu ve generallerinden hoşnut olmayan Lazlar’ın çağrısı üzerine Gürcistan üzerinden Lazica’ya girer (540/541), hemen sonra da tekrar Kommagene’ye inerek Filistin ve Kudüs’e dek sarkmayı planlar. O arada Callinicus kentini alır, ama general Belisar’ın ordusu gelince İran’a geri döner (542). Aynı yıl, Bizans’ın girişimiyle Kesri’ye bağlanan Ermeniler’le Bizanslılar arasında görüşmeler başlar ve Erzurum civarında kamp kurmuş olan Bizans ordusu Sasani Ermenistanı’nı istila eder. Bu Bizans ordusunda Ermeni ve Eruli birlikleri de vardı. Böylece Sasani Ermenistanı topraklarında bir Bizans-Sasani savaşı koptu ve Bizans ordusunun geri çekilmesiyle sonuçlandı (543). Kesri, 544 yılında dördüncü kez Bizans topraklarına girdi. Mezopotamya üzerinden ilerleyerek, kendi ordusundaki Hunlar’ı Edessa üzerine yolladı. Edessa’daki Bizans ordusunda da Hun birlikleri vardı. İki ordu arasındaki çarpışmalar bir sonuç vermeyince Sasaniler kentten haraç almakla yetinip Asurya’ya çekildiler. 545 yılında iki taraf arasında beş yıl süreli bir barış yapıldı. Ama Kesri bu barışın üçüncü yılında antlaşmayı bozdu. O’nun planı, Kafkasya’da yaşayan barbar halkların ve Hunlar’ın İran akınlarına karşı tedbir almak, onları Bizans üzerine yönlendirmek, Gürcistan’ı kontrol, Karadeniz çevresindeki ülkelere denizden ve karadan akın imkanı elde etmek ve Bizans’ın kendisini zaptetmek için stratejik önemi olan Lazika’yı Sasaniler’den ve diğer uluslardan koloniler (nüfus) yerleştirerek bir Sasani üssüne dönüştürmekti. Mezopotamya’daki Daras kentini de Bizans’tan almak istiyordu. O sıra zaten Sasani kontrolünde bulunan Lazica’nın Hristiyan olması da Kesri’yi düşündüren bir konuydu. (Bk. Procopius, a.g.e., II. kitap, s. 328-451). 540/41 yılında Laz kralı Goubazes, Bizans baskı ve sömürüsüne karşı Lazika’nın özgürlüğü için Sasaniler’den yardım istemiş ve ülkesine gelen Sasani ordusunu sıcak karşılamıştı. Böylece Lazika’nın kendisinde bir Sasani-Bizans savaşı başlamıştı (541). Bu savaş ilkin Bizans birliklerinin üslendiği kıyı kenti Petra üzerinde yoğunlaşmıştı. Bu kenti Bizanslılardan ele geçiren Sasaniler, Bizans ordusunu Lazika’dan çıkartarak ülkede kendi hakimiyetlerini kurmuşlardı (541). Ardından az evvel işaret edildiği gibi 545 yılında yapılan beş yıl süreli barış ve bu barışın üçüncü yılında Kesri’nin anlaşmaya aykırı şekilde harekete geçişi geldi. Lazika’da egemen olan Sasaniler, Lazlar Hiristiyan oldukları için bu egemenliği güvencede görmüyorlardı. Procopius’a göre Lazlar, eski Colchiler’dir, ikisi bir ve aynı halktır. Bu nedenle o Laz ve Colchi adlarını birbiri yerine kullanır. Sasani şahı Kesri Lazlar’la din ayrılığı sorununu çözmek için Laz kralı Goubazes’i bir darbe/komplo ile devirme planı yaptı (549). Bu planı öğrenen Goubazes Sasaniler’e karşı bir isyan örgütlemeye koyuldu ve Bizans’tan af dileyerek askeri yardım istedi. Bunun üzerine Bizans imparatoru Justinian 549 yılında Lazika’ya bin mevcutlu bir Tzani birliği ile Dagisthaeus komutasında yedi bin başka asker gönderdi. Tzaniler’in Mamakanlar olduğuna işaret etmiştim. Daha önce bunların Dersimliler olduğunu da açıklamıştım. Lazika’ya gelen bu kuvvetler Laz/Lazi askerinin de desteğiyle Sasani ordusunun ordaki karargahı Petra kalesini kuşattılar, ama bu kentteki 1500 mevcutlu Sasani kuvvetinin güçlü direnişi ile karşılaştıklarından kuşatma uzadı. Petra Kalesi’nde Bizans ve Tzani (Adontz’a göre Mamakan) birliklerinin kuşatması sürerken, gelişmeleri öğrenen Sasani kralı Kesri, Lazika’ya general Mermero kumandasında otuz-bin mevcutlu yeni bir ordu gönderdi. Bizans-Laz kuvvetleri bu ordunun Petra’ya geliş güzergahı üzerindeki nehir geçitlerini tutarak tedbirler aldılar (Procopius, II. kitap, s. 529-531). Bizans ve Laz kuvvetleri Boas geçidine yığılırken, Petra kuşatması tek başına Tzaniler (Mamanlar)’e bırakıldı. Durumu farkeden Sasani askeri kale kapılarını açıp Bizans ordu karargahını zaptetmeye çalıştıysa da, Tzaniler (Mamakanlar, Dersimliler) tarafından geri püskürtüldü. Ardından Tzaniler (Dersimliler, Mamakanlar) Bizans kampını kendileri yağmalayıp kimseye haber vermeden Rize’nin yolunu tuttular. Rize’den Athens kentine, sonra da Trabzon üzerinden kendi ülkelerine döndüler. Günler sonra Mermero’nun Sasani ordusu Bizans askerini geri çekilmeye zorlayıp Justinian’ın inşa ettiği deniz kıyısındaki Petra’ya varabildi. Kaleye yeni asker bırakan Mermero Sasani Ermenistanı’na döndü (II. kitap, s. 543-555). Lazika’daki bu savaşın devamını Procopius VIII. kitapta anlatır. O’nun anlattığına göre, 550 yılında büyük bir Sasani ordusu Lazika’yı istila etti. Bu Sasani ordusunda ‘Alan Aşireti’nden çok sayıda birlikler de vardı. Hippis Nehri havzalarında yeralan savaşta Bizans-Laz kuvvetleri Sasani-Alan kampını ele geçirdiler ve onları geri çekilmek zorunda bıraktılar. Bu sıralarda Bizans-Laz çifte boyunduruğuna karşı Abasgiler ve Apsililer bağımsızlıkları için isyan halindeydiler. Sonunda her iki isyan da bastırıldı. Aynı sıralarda Apsilia (Apsiliya)’ya gelen Sasaniler onların muhalefetini değerlendirmek istediler. Beş yıllık işlemeyen barışın süresi 550 yılında dolduğunda iki ülke heyetleri aralarındaki sorunları görüşmek üzere biraraya geldiler. Ama bu görüşmeler sürerken Bizans ordusu Petra kalesini kuşattı. Bu Bizans ordusunda Sabiri adı verilen Hunlar da vardı. Procopius, Hunlar’ın Kafkasya’da oturan bölümüne Sabiri demektedir. Sonunda Bizanslılar Petra Kalesi’ni Sasaniler’den ele geçirdiler. Bu olayı takiben Lazika’daki Sasani generali Mermero ülkenin en büyük kenti olan Archeopolis üzerine yürüdü ve kenti kuşattı. Archeopolis kuşatmasını yapan Sasani ordusunda ‘Dolomitler’ ve ayrıca 12 bin mevcutlu bir Sabiri birliği de vardı (550). Procopius’un Dolomitler dediği Daylamit (Deylemi)’lerdir. Bu kuşatmaya katılan Dolomit (Deylemi) birliğinden sözettiği yerde, Procopius, Dolomitler hakkında şu bilgileri vermektedir: “Bu Dolomitler gerçekte İran’ın ortasında yaşayan barbarlardır. Ama hiç bir zaman Pers krallarına bağımlı kılınmadılar. Çünkü onların yurdu yukarıdaki tamamen ulaşılmaz dağlık kesimlerdedir. Bu nedenle onlar antik zamanlardan günümüze kadar hep bağımsız olarak yaşadılar. Ama paralı askerler olarak Persler (öncelikle Sasaniler anlaşılmalı, S.C)’in savaşlarında daima Persler’le ittifak halinde savaşırlar. Onların tümü piyade askerlerdir. Her biri bir kılıç, kalkan, ve üç mızrak taşır. Fakat tepelere ve dağ zirvelerine tırmanmakta düz arazide olduğu kadar olağanüstü hızlıdırlar. Bu nedenle Mermeroes, kendisi ordunun geri kalanıyla (Archeopolis Kalesi’nin) aşağı kapısına karşı giderken, Dolomitler’e yüksekteki surlara saldırma görevini verdi” (Bk. Procopius, a.g.e., VIII. Kitap, s. 193 ve 195). Böylece; Sasaniler, Sabirler ve Dolomitler (Deylemiler) hep birlikte Bizanslılar’a yüklenip çok kayıp verdirdiler. Ama kentin kapısını açarak hızla hücuma geçen Bizans ordusu karşısında hepsi paniğe kapılarak kaçtılar. Yenilgiye uğrayan bu Sasani ordusu bir günlük mesafedeki Lazika kenti Mocheresis’e çekildi. Bu arada uzun görüşmelerden sonra M.S. 552/3’te Sasaniler’le Bizans arasında beş yıllık bir barış anlaşması daha yapıldı. Ama bu barış görüşmeleri sürecinde Bizans ordusundan hoşnut olmayan Lazlar genelde Sasaniler’e yanaştılar. Sasani generali Mermero ile gizli görüşmeler sonucunda Lazlar’ın bir bölümünün desteğiyle Sasaniler Lazika’da egemen duruma geldiler. Scymina ve Suania’da kontrolü ellerine aldılar. Öyle ki, Laz kralı ve Bizans askeri Lazika’da adeta gizleniyorlardı. Ama söz verseler de gerçekte Sasaniler’in Lazika’dan geri çekilmeye niyetleri yoktu. (Bk. Procopius, a.g.e., VIII. kitap, s. 59-231). Procopius’un dedikleri burada bitiyor. Lazika’daki Bizans-Sasani savaşının devamını onun bıraktığı yerden bir diğer Bizans tarihçisi olan Agathias (M.S. 532-579/82) sürdürüyor. Agathias’ın The Histories (Joseph D. Frendo çevirisi, 1975) adlı yapıtının esas konusu da Sasani-Bizans savaşlarıdır. O’nun eseri 552-559 arasındaki yedi yıllık peryodu kapsar. Halen Sasani kralı Kesri zamanındayız (531-79). Bu savaşların Lazika’daki bölümünü Agathias ikinci kitapta anlatmaktadır (Bk. s. 51-68). O’nun yazdıklarından sonraki gelişmeleri de kısaca özetlemek gereği duyuyorum: Lazika’da Sasani zaferinin tüm bölgenin ilhakı ile sonuçlanacağını ve giderek Bizans’ın kalbine dek uzanacağını sezen Justinian; Bessas, Martin ve Buzes gibi bazı en iyi generallerini güçlü bir orduyla Lazika’ya yolladı. Sasani generali Mermero, hızla harekete geçerek Martin’in üslendiği Telephis kalesini sürpriz bir saldırıyla ele geçirdi. Bizans komutanlarının en önde gelenlerinden biri “doğuştan bir Tzani olan ama Romalılar arasında doğan ve kendi anavatanının barbar tavırlarını yitirip oldukça uygarlaşmış bulunan Theodore adında biriydi’’ (II. kitap, s. 54). O’nun yanında kendi anavatanından en az beş-yüz Tzani (Dersimli, Mamakan) vardı. Ansızın Sasani ordusuyla karşılaşınca askerleri panik içinde kampa doğru kaçtılar, Phasis ve Doconus nehirleri tarafından çevrili ulaşılmaz ve güçlü bir kale olan Nesos (Ada demektir)’a dek geldiler. Diğer Bizans kuvvetleri de oraya gelmişlerdi. Bu sıralarda Sasani generali Mermero hastalandı ve öldü. Agathias, burada Sasaniler’in (O, Persler veya Bugünkü Persler diyor) ölü kaldırma adetlerine değinir. O’nun anlattığına göre, Sasaniler, eğer herhangi biri kötü bir hastalığa yakalanırsa, onu henüz ölmeden uzağa götürür, bir parça ekmek, biraz su ve bir sopa bırakırlar yanına. O, yiyebildiği sürece ekmeği yiyecek, suyu içecek ve kendisine saldıracak hayvanlara karşı da gücü varsa sopayı kullanacaktır. Bu adetin bir benzerinin bir vakitler Dersimliler veya bazı Dersim aşiretleri arasında da varolduğunu duymuşumdur. Agathias’a göre, Sasaniler, ölüleri gömmez, kefenlemez ve tabuta koymazlar, yem olarak ortalıkta köpekler ve kuşlar tarafından parçalanmaya terkederlerdi. Eğer kuşlar cesedin etini yemez, köpekler cesedi parçalamazlarsa, ölenin kötü karakterde biri olduğuna yorumlanır bu ve ruhunun da öldüğüne, yani tamamen yok olduğuna inanılır. Tersi olursa, onun iyi biri olduğu düşünülür. Nitekim Mermero’nun ölüsüne de öyle yaptılar. Birinci kitabında (s. 97) Procopius da aynı şeyi söyler ki bu satırlar ondan alınmış olmalı. Agathias, ayrıca, Sasaniler’in aile-içi (anne-oğul, baba-kız vs arasında) cinsel ilişkide bulunduklarını yazar ve bu adetlerin onlarda Zerdüştlüğü benimseyince yerleştiğini ekler. Aynı suçlamanın yüzlerce yıl sonra Kızılbaşlar (Dersimliler) için de yapıldığını hatırlamalıyız. Agathias’a göre, yukarda anlatılan ölü kaldırma adeti ve aile-içi cinsel ilişki ve evlilik töresi İran’ın daha eski yerlilerinde (örneğin Medler’de ve bazı istisnalara karşın Akamenidler’de) yoktu ve bu adet Zerdüştlüğü benimseyince eski adetlerini terkeden ‘Bugünkü Perslere’ (yani Sasaniler’e) özgüydü. Agathias, daha sonra, Magi dininin kurucusu ve yorumcusu dediği Zoroaster (Zarades)’in Horamasdes (Hürmüz)’in oğlu olduğunu, onun doğum tarihiyle reform hareketinin tarihinin bilinmediğini, ama Sasaniler’in o sıra iki prensibi (iyisi Ahuramazda, kötüsü Ahriman) bulunan Manikyanlar’ın inançlarına uyduklarını, suya ve ateşe taptıklarını, uzak ve kutsal ocaklarda hiç sönmeyen ateşler yaktıklarını belirtir (Agathias, a.g.e., II. kitap, s. 57-59). Procopius da ateşin Sasaniler’de tüm diğer tanrılardan üstün olduğuna, Magiler’in beklediği Azerbaycan’daki büyük ateş tapınağına değiniyordu (II. kitap, s.473). Procopius ve Agathias’ın Sasaniler ve Zerdüştiler hakkındaki bu sözleriyle Kapadokyalı rahip Basil’in Anadolu’daki Zerdüşt kolonilerine ilişkin açıklamaları arasındaki paralelliğe işaret edip asıl konuya dönmek zorundayım. Agathias, Lazika savaşının devamını üçüncü kitabında anlatıyor (s. 68-100). Mermero’nun ölümü üzerine Lazika’daki Sasani birliklerinin başına general Nachoragan atanır. O Lazika yoluna düşerken, Lazika’da ilginç gelişmeler olur. Bizans ordusunun eski karargahlarını terkediş biçimini Justinian’a rapor eden Laz kralı Gubazes, olan bitenden başta Martin ve Rusticus olmak üzere Bizans generallerini sorumlu tutar ve onların daha çok halktan para sızdırmak peşinde olduklarını söyler. Bu durum suçlanan Bizans generallerinin Laz kralıyla ilişkilerini gerginleştirir. İmparator Justinian’a Laz kralının Sasani işbirlikçisi olduğunu ileterek ona bir oyun düşünürler. Bu tuzak başarılı olur ve Laz kralı suçladığı generallerden Rusticus’un kardeşi John tarafından hançerlenerek öldürürülür (III. kitap, s. 71). Bu cinayeti protesto eden Lazlar Sasaniler’e karşı savaştan çekildiler. İşledikleri cinayeti unutturacak çabuk bir başarı peşinde alelacele Sasaniler’e saldıran Bizans generalleri ağır bir yenilgi alarak gülünç duruma düştüler. Gizli bir toplantı yapan Laz ulusal liderleri Justinian’dan kendi krallarını öldürenlerin cezalandırılmasını ve onun yerine kardeşi Tzathes’in geçirilmesini talep ettiler. Bu talepleri kabul edildi. Rusticus ve John kardeşler hapsedildi, Tzathes ise Laz kralı yapıldı. Sasani Nachoragan, altmış-bin mevcutlu ordusuyla Bizans generalleri Martin ve Justin’in bulundukları Nesos üzerine yürüyordu. Bizans ordusu iki-bin kişilik bir Sabir birliğini Sasani ordusunun yaklaşma hattı üzerine yerleştirdi. Bunu öğrenen Sasani generali Nachoragan, kendi ordusundaki ‘Dilimnite’ birliğinden üç-bin kadar adam seçip Sabirler’e karşı gönderdi. Agathias’ın Dilimnitler dedikleri de Deylemiler’dir. Burada Agathias Dilimnitler hakkında şu bilgiyi vermektedir: “Dilimnitler Dicle’nin öte yakasında (on the far side of the Tigris) toprakları İran’la sınır olan en kalabalık uluslar arasındadırlar. Son derece savaşçıdırlar. İranlılar’ın çoğunun aksine ilke olarak yay ve ok ile dövüşmezler. Onlar, mızraklar ve sırıklar taşır ve bir omuzları üstüne bir kılıç kolu giyerler. Sol omuzlarına çok küçük bir hançer/kama bağlar ve kendilerini korumak için büyük ve küçük kalkanlar taşırlar. Onları basitçe hafif-silahlı bir birlik ya da sadece yakın dövüşçü ağır-silahlı piyadeler olarak görmek güçtür. Çünkü onlar hem fırsat buldukça uzaktan ok atar, hem de yakın dövüşe girerler. Bir düşman grubunu saldırılarının şiddetiyle dağıtmakta ve saflarını yeniden kurmakta ustadırlar. Kolayca yeniden saflaşabilir ve herhangi bir birliğe göre kendilerini ayarlayabilirler....Pratik olarak her tür savaşa oldukça yatkın olduklarından düşmana ciddi kayıp verdirirler. Çoğunlukla Persler (Sasaniler anlaşılmalı, S.C)’le birlikte savaşmaya alışık iseler de, fiilen özgür ve bağımsız oldukları ve herhangi türden bir zorlamaya boyun eğmek tabiatlarına aykırı düştüğü için bağımlı/köle bir halkın mecburi askeri gibi savaşmazlar” (Bk. Agathias, a.g.e., III. kitap, s. 87-88). Bu Dilimnit (Deylemi) birliği Sabirler’e sürpriz bir gece baskını yaptı. Amaçları asgari kayıpla Sabirler’i imha etmekti. Ama bir tesadüf başarılarını önledi. Karanlıkta yol alırken bir Laz ile karşılaştılar. Onu yakalayıp Sabirler’in yerini kendilerine göstermeye zorladılar. Rehber olarak önlerine düşen Laz, kendisine deneni yaptı, ama sık ağaçlı bir vadiye vardıklarında sessizce sıvışıp kaçtı ve Dilimnitler (Deylemiler)’den evvel hepsi uykuda olan Sabirler (Hunlar)’in kampına varıp onları uyandırdı ve olayı anlattı. Telaş içinde silahlarını alan Sabirler kampı terkedip çevresinde sipere yattılar ve daha gün doğmadan hızla kendi kamplarına dalan ve şaşkınlıktan ne yana döneceklerini bilemeyen Dilimnitler (Deylemiler)’i tam anlamıyla katliamdan geçirdiler. Sekiz-yüz Dilimnit (Deylemi) öldürüldü, arta kalanı zorlukla kaçabildi. Yerlerine vardıklarında üç-bin kişiden iki-bini yokedilmişti (III. kitap, s. 99). Bu girişimin başarısızlığı üzerine Sasani generali Nachoragan, Bizans generali Martin’i görüşmeye davet ederek her iki ülkeyi de yorgun düşüren Lazika savaşını durdurmak amacıyla görüşmeler yolunu önerdi. Ardından daha güvenli bulduğu Phasis kentine (modern Poti kenti) gitti. Buna rağmen iki taraf arasındaki çarpışmalar devam etti. Bu sıralarda Bizans ordusunda Theodorus ile O’nun Tzani (Mamakan, Dersimli) birliği de vardı. Artık yenilmiş bulunan Sasaniler geri çekildiler ve kışı geçirmek üzere Gürcistan’a gittiler (III. kitap, s. 100). Agathias’ın Bizans-Sasani savaşları hakkında tüm dedikleri bundan ibaret. Sasani İmparatorluğunun Çöküşü İkinci Kesri, kendisine karşı bir isyanın sonucunda 628 yılı şubatında öldürüldü ve yerine Kavad (Qubad)-II adıyla oğlu Şiroe geçti. Mısır, Suriye, Filistin, Anadolu ve Mezopotamya’daki Sasani ordularını geri çekerek savaş-öncesi sınırları tanıdı ve Heraclius’a barış önerdi. O’ndan sonra tahta oğlu Ardaşir III çıktı (628-9). Daha sonra Sasani tahtında II. Kesri’nin Boran veya Buran Dukht adındaki kızını görüyoruz (630-1). Bunların yönetimi çok kısa sürdü ve Sasani tahtına II. Kesri’nin torunu Yazdgerd III çıktı (632-51). O, “Sasan Evi”nin yaşayan son üyesiydi. Onun veziri ve ordu kumandanı ise Rustem adını taşıyordu ve İran ulusal destanındaki adaşı Rüstem gibi ünlü biriydi. Arap istilası bu dönemde gerçekleşti. Sasaniler’le savaş Halife Ömer’in tüm zamanını alan zorlu bir savaştı. Zaferlere rağmen Araplar’ın da yenildikleri ve geri çekildikleri oldu. Örneğin 26 Kasım 634 tarihindeki bir karşı-saldırıda al-Hirah civarında Sasaniler Arap ordularını yenilgiye uğrattılar (Bk. P. K. Hitti, History Of The Arabs, 1937). Araplar’a karşı Sasani kuvvetlerini harekete geçirmeye çalışan ünlü Rustem’in kendisi Mayıs-Haziran 636’daki Kadisiye Savaşı’nda (bugünkü Bağdat civarında, Fırat’ın sağ havzasında yeraldı) yaşamını yitirdi, Sasaniler de yenildi. Üç-dört gün süren bu savaşta Sasani generali Rustem’in öldürülüşü tek başına savaşın kaderini değiştirmiş görünüyor. 637’de ise Bağdat’ın yirmi mil kadar güney-doğusunda bulunan Sasaniler’in başkenti Ctesiphon (Arapça’da buraya kentler anlamında al-Mada’in denir) Araplar tarafından zapt edildi. Kenti ve sarayını terketmek zorunda kalan Yazdgerd, Sasani kuvvetlerini toparlamaya çalışarak ikinci bir savunma hattına çekildi. Ama 641/642’de Hemedan civarındaki Nihavand Savaşı’nda da Sasaniler Araplar’a yenildiler. Bu savaş Sasani ordusuna son vermişti. İmparatorluğun sistematik zaptı Basra ve Küfe kentlerindeki askeri üslerden hareketle yapıldı. Çin dahil her yandan yardım ve müttefikler arayan Yazdgerd’in çabaları sonuç vermedi. Kendisi de 651 yılında yakalandı ve öldürüldü. Bu olay Sasani imparatorluğunun da sonunu işaretledi. Bu sırada başarılı bir direniş gösteremeyen İran, Cambrıdge History Of Iran’da da işaret edildiği gibi, sonraları İslam’a ve Araplar’a karşı Sasani kültürü ve geleneklerine sahip çıktı ve sürdürdü. Abbasiler altında Sasani İran’ı bir bakıma yeniden dirildi. Abbasi başkenti Bağdat’taki imparatorluk sarayı Sasaniler’i model almıştı ve parlaklığını da Sasani mirasına borçluydu. Araplar’dan çok önce Deylemiler’den oluşan Sasani ordularının Anadolu’yu boydan boya geçerek İstanbul surlarına dayandıkları da tarihin kaydettiği bir olaydır. Sasan ve Zaza adları bir ve aynı adın şekilleridir. Günümüz Zazalar’ının adları da dahil Sasaniler’in modern temsilcileri olduklarından kuşku duyulamaz. Tüm bu verilerden sonra Büveyhi devletini (932-1055) kurmakla Deylemiler’in Sasani hakimiyetini restore ettiklerini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu, Cemal Kutay’ın da işaret ettiği gibi, Sasaniler’in yenilgiye uğratıldığı yaklaşık üç asır önceki Kadisiye ve Nihavend (Nehrivan) yenilgilerinin intikamı olarak da görülebilir (Bk. C. Kutay, Tarihte Türkler-Araplar). Umumi Türk Tarihi’ne Giriş adlı kitabında Zeki Velidi Togan eski tarihçilerden naklen bu aynı dönemde eski Zerdüşt dininden olanların dini görünüm altında gulat adı verilen aşırı Şii muhalefete ve isyanlara katılarak Aleviler’le birleştiklerini yazmaktadır. Sasaniler çağında doğmuş olan Mani-Mezdek geleneğinin Arap-İslam istilası sonrasında gulat denen aşırı Şii akımlarla bir kombinasyona girdiği bir gerçektir. Fuat Köprülü’nün şu sözleri de yanlış değildir: “Sasani saltanatı Arap kılıcı ile devrilince, İranilik, Hz. Ali Evi’ni Sasaniler’in mirasçısı sayarak Ehl-i Beyt’in hukukunu savunma örtüsü altında Araplar’a ve İslam’a karşı dikildi” (Bk. Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar). Tüm bunlardan çıkan sonuç Şiilik veya Alevilik denen inancın kökeninde Zerdüşt dininin, özellikle Mani-Mezdek ikilisinin adlarıyla anılan komünistik akımın ve bu akımın Dersim-Zaza kolu olan Pavlakilik ve Tondrakilik’in, kısaca Part-Sasani-Mamakan kültür ve geleneklerinin bulunduğudur. MAMAKANLAR VE SANİLER Dersimliler’in temelinde yatan ana etnik öğe, çok eski çağlardan beri Pontus, Colchis (Lazika), Dersim ve çevresinde yaşadıkları anlaşılan Mamakanlar veya Saniler olarak bilinen bu halktır. Dersimliler’e ve ülkelerine adlarını verenler onlardır. Andaki Dersim sentezi, Pontus Krallığı’nın da egemen gücü olduğunu sandığım bu halka Partlar’ın ve Zazalar (Sasaniler)’ın da katılımıyla meydana gelmiştir. Ama bu senteze damgasını vuranlar Mamakanlar (Sanlar) olmuştur. Mamakanlar’la Sasaniler (Zazalar)’in Medler’le ilişkili olmaları mümkündür. Ama bu konuda kesin bir şey söylemek eldeki verilerle olanaklı değil. Aşağıda Mamakanlar ve Saniler (Sinler) gibi alternatif adlar altında karşılaşılan bu halk hakkında bilinenlerin bir özetini veriyorum. MAMAKANLAR Geleneğe göre Mamakanlar Çin orijinlidirler. Onların Çin orijinli olduğunu söyleyen bu geleneğe ilk olarak Faustus Bizantinus’ta (beşinci ciltte) yerverilir. Aynı gelenek Sebeos ve Horenli Moses gibi Ermeni tarihçileri tarafından da kaydedilmiştir. Bu geleneğin Moses Khorene’nin kitabına ek olarak konan Sebeos’un Primary History Of Armenia (M.S. 661) adlı eserindeki versiyonu aynen şöyledir: “Mamikonlar bizim ulusumuzun atası Aramaneak’ın soyudurlar. Ama kral Khosrov’la görüşmeye gelen Çin kralının elçisi büyük adamdan bizzat öğrendiğime göre, onlar Part kralı Artavan ve Ermenistan kralı Büyük Khosrov döneminde Çin’den gelmişlerdir. Bu elçiye ‘Ermenistan’da sizin ülkenizden geldiği söylenen soylu bir aile var’ dediğimde şunları anlattı: ‘Bizim ülkemizdeki bard’lar da kendi şarkılarında Çin Krallığında hiyerarşide ikinci sırada gelen Prens Karnam’ın oğulları olan Mamik ve Konak adlarında kan-kardeşi iki parlak ve önde gelen kişiden bahsederler. Prens Karnam öldükten sonra, Çin kralı onun dul karısıyla evlenir ve bu kadından bir oğlu olur. Kendisi ölünce tahta bu oğlu geçer. Bunun üzerine onun diğer iki kardeşi (babadan değil, ana tarafından kardeşleridir) ona karşı ayaklanırlar. Yani kendi kardeşleri olan Çin kralı Chenbakur’u öldürüp krallığı ele geçirmek için bir komplo düzenlerler. Ülkenin ordusu ikiye bölünür. Prenslerin ve ordunun bir bölümünü de kendilerine kazanan Mamik ile Konak, güçlerini ülkelerinin bir bölgesinde toplayarak birlik yemini ederler. Bunu öğrenen Chenbakur, ordunun kendisine taraf olan kesimini toplayarak onlarla savaşmaya gider ve isyancıları imha eder. İsyanları ezilen Mamik’le Konak, Kuşanlar’ın ülkesindeki Bahl-Shahastan’da oturan Arsaklı (Part) kralına sığınırlar. O sırada iki krallık arasında barış hüküm sürmekteydi. Part kralından ısrarla Mamik’le Konak’ı kendisine teslim etmesini veya onları yoketmesini isteyen Chenbakur, aksi taktirde barışın bozulacağını bildirdi. Part kralı onları geri vermedi ve korudu. Chenbakur’a dostça bir dille onları koruyacağına sözverdiğini, ama onları batıya, dünyanın ucuna, güneşin battığı yere yollayacağını ileterek barışın devamını talep etti. Ardından Mamik ve Konak’ı, eşleri, oğulları ve tüm etrafı ile birlikte kendi ordusunun sıkı koruması altında Ermenistan’a, kendi akrabası olan Ermenistan’ın Arsakid kralına gönderdi. Ermenistan’da oldukça çoğalan Mamik’le Konak’ın soyu büyük bir aşirete/boya dönüştü.” (Sebeos’un Primary History kitabından alınan bu pasaj için bk. Moses Khorene, a.g.e., Appendix bölümü, s. 367-368). Moses Khorene, bu aynı rivayetin kısmen farklı bir versiyonunu verir. O’nun aktardığına göre Çin kralı Arbok Chenbakur’un Mamgon ve Bldokh (Kirzioğlu bu ikinci adı Pekhtokh/Pu-tu-ken olarak yorumlar) adlarında iki üvey kardeşi vardı. Bu ikili büyük prenslerdi. Kral Arbok Mamgon’un öldürülmesini emreder. Bunu öğrenen Mamgon kaçıp Sasani kralı Ardaşir’e sığınır. Mamgon’un iadesi talep edilirse de Ardaşir bu isteği rededer. Bunu savaş nedeni sayan Çin kralı, Ardaşir’le savaşa hazırlanır. Tam o sırada Ardaşir ölür, yerine oğlu Şapuh (240-272) geçer. O da Mamgon’u teslim etmez, ama İran’da kalmasına da razı olmayarak sürgün ediyormuş gibi bir görünüm altında Mamgon’u tüm etrafıyla birlikte Ermenistan’daki valisine gönderir ve Çin kralını onu sürgün ettiğine inandırıp iki ülke arasında barışın devamını sağlar (Moses Khorenats’i, History Of The Armenians, R. W. Thomson çevirisi, 1978, s. 230-231). Mamakanlar’ın atası Mamgon ve çevresi, Khorene’deki versiyona göre, Çin’den Ardaşir’in oğlu ve halefi olan Sasani hükümdarı Şapuh (Şapuh I: 240-272)’un tahta çıktığı tarihlerde gelmiş, Khorene’nin verdiği ipuçlarına göre 290/291 yılında tahta çıkan Ermenistan kralı Trdat’ın zamanında da Ermenistan’a varmışlardır. Mamgon, Trdat’la görüşür ve kral Trdat ona ve etrafına yerleşecekleri bir yer gösterir. Fakat bu kral uzun yıllar boyunca onların yerlerini sık sık değiştirir, bir yerden diğerine aktarıp durur (Khorene, a.g.e., s. 231). Khorene’nin verdiği kronoloji birbirini tutmuyor. O’nun verdiği bilgilere göre Şapuh ve Trdat’ın aynı dönemde yönetmiş olmaları gerek. Ama bunların yönetim dönemleri örtüşmüyor. Khorene Mamgon’la ilgili bir diğer olay anlatıyor. O’nun aktardığı bilgilere göre, Sasani Şapuh’un kendisiyle ittifak halinde Ermenistan’a girmeye teşvik ettiği kuzey halklarına karşı Ermenistan kralı Trdat’ın sefer hazırlığı yaptığı bir sırada, üsleri Tarawn eyaletindeki Olakan Kalesi olan ve burayı Sim adlı dağın (Sason Dağı) halkı için bir sığınma yerine dönüştüren Slkuni evi prensi Sluk da Şapuh’la işbirliği yaparak ülkeyi kral Trdat’a karşı karışıklığa sürükler. Bunun üzerine Ermenistan’ın bütün prenslerine çağrıda bulunan Trdat, Sluk’ı yakalayıp kendisine getirene Slkuni evinin tüm topraklarını vereceğini bildirir. Bu göreve Çin’li Mamgon talip çıkar. Kral Trdat’ın kuzeyli halklara karşı Albania üzerine seferi sırasında Mamgon da tüm etrafıyla birlikte Tarawn eyaletine gelir, Ermenistan kralı Trdat’a karşı isyan halinde olduğu görüntüsü vererek Sluk’a ittifak önerir ve buna çok sevinen Sluk da onlara kendi kalesini açar. Daha sonra Sluk’ı öldüren Mamgon onun kalesini ele geçirir. Katliamdan geçirilen Slkuni Evi halkından, Khorene’nin anlatımına göre, sadece Tsop’k topraklarına kaçabilen iki kişi kurtulur. Böylece Muş-Ahlat bölgesine tekabül eden Slkuni evinin üslerini ve tüm topraklarını ele geçiren Mamgon, kral Trdat tarafından o toprakların prensi olarak tanınır (Khorene, a.g.e., s. 235-236). Moses Khorene, önemli olmakla birlikte güvenilir bir tarihçi değil. Üstelik daha önce de işaret ettiğim gibi, bir Bagrat yandaşı ve Mamakan karşıtıdır. Bu nedenle Mamakanlar hakkında yazdıkları ihtiyatla ele alınmalıdır. Adontz’un rivayette Mamakanlar’ın geldiği ülke olarak gösterilen Chen’in Çin değil, Tzan olduğunu söylediğine değinmiştim. O’nun Mamgon adını Gürcü dilindeki Mama (Baba) ile ilişkilendirdiğini ve bu sözcüğün Ermenice ek aldığını düşündüğünü de not etmeliyim. Gürcü bağlantısının ikna edici kanıtları yok. Bence olsa olsa Gürcüler’in oluşumunda Mamakan unsurun önemlice bir katkısından sözedilebilir. Fakat sözcüğe yüklenen anlamın doğru olduğu varsayılırsa, o vakit Bava (Baba) anlamlı da yorumlanabilecek olan Dersim’deki Kal (Khal) sözcüğünün Maman (Khalmem) adının bir biçimi olduğunu, Khalular’la Mamanlar’ın aynı olabileceklerini dikkate almak gerekir. Bu durumda sadece Kal (Khalu, Khalan, Khal’lar) grubu aşiretleri değil, cedlerinin Khalman Sar olduğunu söyleyen bütün Seydan grubu aşiretleri de Mamakanlar (Saniler)’la aynı olmalılar. Khalman Sar adının Kamsarakan Evi’ne referans olması da mümkündür. Belki de Khalman Sar ve Khalemamsor adları arasındaki benzerlikten ileri gelen bir karışıklık nedeniyle rivayette sonradan gelenlere dahil gösterilen Seydanlılar’ın bazı grupları, özellikle Asur (Aşuran) ve Bal gibi bazı aşiretler Dersim’de çok eski olup bir şekilde Mamakanlar veya Partlar’la ilişkilidirler. Cedleri olarak gösterilen Khalman Sar’ın ve Khal aşiretinin adları da birer kanıttırlar. Khal-Khalan adı Khalmem (Khalman)’in, Seydan adı ise Sin (San) sözcüğünün şekilleri olabilirler. Rivayetin bir versiyonunda Dersimliler (Eski Dersimliler) denen aşiret grubunun atası olarak Khalman Sar’ın gösteriliyor olması da bu olasılığı destekleyen bir diğer kanıt olabilir. Rivayetin bu versiyonuna bakılırsa Khalmem’le Khalman Sar’ın aynı kişi olmaları gerekir. Ama Geç Dersimliler bölümünde dikkat çekeceğim gibi bu noktada ciddi problemler var. Mamakanlar’ın Gürcü orijinli olabilecekleri görüşü Toumanoff tarafından da desteklenmektedir (a.g.e., s. 209-11). Vardan ise, rivayette geçen Chenk’in Kafkasya’da Derbend civarında olduğunu öne sürmektedir. Bir çok diğer yorumcu ise rivayetteki Çin’den Partlar’ın da geldikleri yer olduğu sanılan bildiğimiz Uzak Doğu ülkesini (Çin, Cenestan) anlamaktadırlar. Mamakanlar’ın orijinine ilişkin olan yukarıdaki rivayet (Mamik-Konak rivayeti), benim görüşüme göre, Eski Dersimliler’in kendi orijinlerine ilişkin Khal Mem-Khal Ferat rivayetinin kayıtlara geçmiş ve bu nedenle de daha tam olarak korunmuş versiyonundan başka bir şey değildir. Burada Mamakanlar’la Eski/Esas Dersimliler’in aynı halk olduklarına işaret eden bir ve aynı rivayetle karşı karşıyayız. Bir versiyonda geçen Mamik-Konak kardeşlerin yerini diğerinde Khal Mem-Khal Ferat almaktadırlar. Belki de Dersim sözlü geleneği Khal Ferat demekle, kime tekabül ettiği açık olmayan Konak adına açıklık getirmekte, aynı zamanda Mamakan göçünün Sasaniler döneminde değil, Partlar (rivayette Khal Ferat) zamanında, hatta Partlar’la birlikte yapıldığına ışık tutmaktadır. Bu göç, eğer tarihi bir olay ise, benim yorumuma göre ilk veya en erken Mamakan göçü değil, onların daha geç tarihlerdeki göçlerinden biri olarak düşünülmelidir. Çünkü Mamakanlar’ın adlarının Hitit kayıtlarında da geçtiğine işaret eden veriler mevcuttur. Rivayetteki Konak sözcüğü Çan (Tzan) adının yanısıra Dersim geleneğindeki Mıleto Qan (Mıleto Khan) ifadesinde geçen Qan (Khan) unsuru ile de aynı olabilir. Haydaran aşiretinin kabilelerinden Qandolar (bu sözcüğün kökü Qan olsa gerektir)’ın adıyla da bir ayniyet görülüyor. Qandolar’ın köyü Sanolar ise öyle görünüyor ki Saniler’in adını taşıyor. Bugünkü Zazaca’da eski anlamı veren Qan terimi belki de etnik Konak adının bir şeklidir. Umumi Türk Tarihine Giriş adlı kitabında Zeki Velidi Togan, Mamakanlar’ın Cenestan’dan M.S. 3. Yüzyılda Arsaklılar (Partlar) peryodunda geldiklerini ve sipehbed olarak Roma imparatorluğunun doğu hududuna yerleştirildiklerini düşünür. Togan, Mamakan göçünün Hazar Denizi’nin güney kıyısı üzerinden yapıldığını tahmin etmektedir (a.g.e., s. 173). Bu göçü Part hükümdarı IV. Artaban (213-224/6) ile Ermenistan kralı Büyük Khosrov (217-52) zamanına yerleştiren Kirzioğlu ise, onların Murat boyları ve Ahlat-Muş bölgesine yerleştiklerine dikkat çeker. Kısacası, bütün veriler Mamakanlar’ın modern Dersim ve Zaza topraklarına yerleştiklerine işaret etmektedirler. Kaynaklarda bu göçün tarihi olarak M.S. 3. yüzyıl yaygın kabul görmektedir. The Decline And Fall Of Roman Empıre adlı kitabında Gibon, Moses Khorene’yi kaynak göstererek bu göçü M.S. 286 yılı altında (286-96 yılları arasındaki dönemi anlatırken) işlemekte ve Sasaniler peryoduna yerleştirmektedir. O’nun yorumuna göre, Ardeşir zamanında İran’a sığınmış olan Mamgo liderliğindeki bu İskitler, Şapur zamanında Ermenistan’a yerleştirilmiş (Ermenistan kralı Tiridates döneminde) ve kendilerine geniş bir bölge verilmiştir. Ermeni tarihi ve coğrafyasında Çin’e Zenia (Zenastan) denildiğine işaret eden Gibon, ‘Ermeni soyluları’ içerisinde önde gelen biri olduğunu söylediği Mamgo’nun Çin’i 400 yıl yönetmiş olan Han saray ırkından ve İskit orijinli biri olduğunu yazmaktadır. Gibon’a göre Ermenistan’da başlangıçta Sasaniler’le birlikte tavır alan Mamgon’lar, daha sonra sürgün olayı nedeniyle saf değişerek Tiridates’le ortak hareket etmişlerdir. Böylece Tridates, Mamgo (Asolik’te Mamkun)’nun şahsında çok güçlü, cesur ve güvenilir bir müttefik bulmuş, yeniden Ermenistan tahtına oturmasında onun büyük katkısı olmuştur. Gibon’un anlatımına göre, Tiridates’in kardeşlerinden biri (Ormies) kendisine rakip çıkmış, ama kendi partisinin gücü yetmeyince Hazar Denizi havzalarında oturan ‘barbarların tehlikeli desteğine’ başvurmak zorunda kalmıştır (Gibon, a.g.e., cilt 1, s. 408-409). Gibon’un bu sözlerine düşülen bir dipnotta, D’Herbelot (Bibliotheque Orientale)’dan naklen, ‘yardımına başvurulan barbarlar’ derken Gibon’un Oxus ve Jaxartes kaynakları civarında yaşayan göçebe İskitler’i ve daha çok da “Dilemitler adıyla da bilinen Gelli’leri (Gilan halkını)” kastettiği açıklaması yapılmaktadır. D’Herbelot’tan aktarılan Fransızca notta, “Sakalar, Rufii’ler ve Gelli’ler”den sözedilmektedir (Bk. a.g.e., s. 408-9). Geçerken not etmeliyim ki, burdaki Rufii’ler bana Geliler’le akraba bir aşireti ve Rıfailer diye bilinen tarikatın adını hatırlatıyor. Bu olay Geliler (Deylemiler)’in Ermenistan sahnesinde eski tarihlerde oynadığı rolün bir diğer örneğini vermektedir. Mamik-Konak rivayetinde bu iki kardeşin babası olarak gösterilen ve Çin (Çen, Çanestan)’de imparatordan sonra en önemli ikinci yönetici olarak tanıtılan Karnam (bazen Karnama diye yazılan bu addaki r harfinin üstüne bir nokta konur metinlerde) adlı kişinin adı, bana öyle geliyor ki, Dersim rivayetinde geçen etnik Kalmem (Khalmem, Khal Mem) adının orijinal şeklidir. Rivayette Mamik’le Konak’ın üvey kardeşleri olduğu söylenen Çin imparatoru Chenbakur (Khorene’de Arbak Chen-Bakur)’un bu adının ise gerçekte bir ünvan olduğu anlaşılıyor. Burdaki Chen, Çin veya Tzan (Can) olarak yorumlanan ülke adıdır. Bakur ise, Khorene’yi çeviren Thomson’un açıklamasına göre İrani dillerdeki Bag-Puhr sözcüğünden gelme olup, Cennet Oğlu (Göğün Oğlu, Tanrı Oğlu, Gök Tanrısının Oğlu) anlamı taşıyan bir ünvandır. Bag kısmı cennet (gök, tanrı); puhr unsuru ise oğul anlamı vermektedir. Chenbakur, bazı kaynaklara göre Çince Tien-tzu (Cennet’in Oğlu) teriminin İrani dillerdeki şeklidir. Bu ünvan Kirzioğlu’na göre gezegenlere tapıma, gök-dinine ve hükümdarın Sema’nın Oğlu (Gök-Oğlu) sayılmasına işaret etmektedir. Toumanoff, Chenbakur sözcüğünün Çin imparatorları soyundan geldiklerini söyleyen, ama çok eskiden beri Proto-Kafkaslar’ın ve Tayk bölgesinin hanedanları olan Mamakanlar’ın irsi ünvanları olduğunu yazmaktadır (a.g.e., s. 209-11). Partlar’ı Akkoyunlu/Bayındırlı olarak nitelendiren ve Konak adını Hun (Kun, Koyun-lu) olarak yorumlayarak Mamakanlar’ın da ‘Karakoyunlu Türkmenleri’ olduğunu iddia eden Kirzioğlu, Kars Tarihi adlı kitabında Chenbakur adını Çin Fağfuru olarak okur. Kirzioğlu’na göre Mamik-Konak rivayetinde anlatılan olay Ortaasya’da yıkılan Hun devletinin yerine M.S. 216 yılında kurulan Siyenpiler (Moğollar)’in hakimiyeti döneminde cereyan etmiştir. O’na göre Mamik’le Konak Siyenpi hükümdarı Putuken (216-33) döneminde tahtı yeniden ele geçirmek için isyan eden iki Hun prensi idiler (Bk. Kirzioğlu, a.g.e., s. 169-71). Siyenpi kabilesinin adını taşıyan Siyenpiler (Tabgaçlar), Türkiye Tarihi adlı kitabında Yılmaz Öztuna’nın yazdığına göre 216-394 yılları arasında yönettiler. Öztuna, Hunlar’la aynı federasyon içinde ‘Timlin (Dimlin) Kırallığı’ (M.Ö. 300-M.S. 550) adında yaklaşık dokuz asır yaşamış olan bir devletten de sözetmekte, Dimlinler’in Hun federasyonunu oluşturan unsurlar arasında önemli boylardan biri olduğunu yazmaktadır (Öztuna, a.g.e., cilt 1, s. 138-141). Burdaki Timlin (Dimlin) adı Dımli adının aynı gibi görünüyor. Jandarma Umum Kumandanlığı’nın sözünü daha önce de ettiğimiz Dersim adlı yayınında Bingöl’de Puh-Pug (Pağ-Puhar) adında bir aşiret sayılmaktadır ki, bu ad Bakur (Bağ-Puhr) adının ta kendisidir. Dersim’in Pağ ve Bağin gibi yerleşmeleri de çok benzer bir ada sahipler. Ayrıca M. Seel’in aktardığı bir Dersim rivayetinde İmam Bakır’a referans gibi görünen Bakır adının gerisinde de Bakur üvnanı yatabilir. Efsanedeki Çin’in Tzan olduğu kabul edilirse, Bakur adının Bagratlar’a referans olması da akla gelebilir. Chenbakur ile Mamik-Konak arasındaki savaş, belki de oldukça iyi bilinen Bagratlar’la Mamakanlar arasındaki çatışmanın erken aşamalarına referanstır. Efsanenin bu yorumu onu daha tarihsel bir zemine oturtabilir. Kaynakların Ermeni olarak tanıttığı Bagratlar, benim görüşüme göre Geliler’in bir kolu idiler. Toumanoff’a göre Mamikon Evi’nin bilinen en eski üyesi M.Ö. 69 yılında Romalılar’a karşı Tigranocerta’yı savunan Mancaeus adlı kişi olabilir. Bu bilgi doğruysa, Mamakanlar’ın göçünün M.S. 3. Yüzyılda yeraldığı doğru değildir veya birkaç Mamakan göçü sözkonusu demektir. Mamakan adına çok geniş bir sahada ve değişik biçimler (Mamak, Mameş, Del Mamikan, Mamasani, Mamikon vd gibi) altında rastlıyoruz. Adontz’a göre bu adın aslı, Malxaz, Ter ve Aspet terimlerinin yanısıra klan aşamasından kalma olan ve başlangıçta prens evlerinden birinin irsi (soydan geçme) ünvanı olarak hizmet gören Mamak veya Mamik sözcüğüdür. Mama-k, Adontz’un görüşüne göre baba anlamlı Gürcüce mama sözcüğünün Ermenice formundan başka bir şey değildir ve klanın lideri (klanın babası) anlamına gelmektedir. Adontz, Mamikonlar (Mamakanlar)’ın orijinini ata/ced veya reis konumundaki Mamik adlı bir kişiden getirten geleneğin de kendi hipotezini desteklediğine inanır. Mamik-Konak efsanesinin ‘Cenk ulusu’ dediği ulusun kimliği konusunda Adontz bir çok yazardan farklı düşünmektedir. O’na göre, orijinal gelenekte kasıt uzak Çinliler değil, komşu Tzanlar’dı. Mamakanlar’ın irsi toprağının Tayk bölgesi olduğuna işaret eden Adontz, Tzanlar’ın Tayk’a yakın olduklarını vurgular ve Mamakanlar’ın barışçıl Çinliler’le değil, cesur ve savaşçı Tzanlar’la ilişkili olduklarını düşünür. O’na göre Mamik-Konak efsanesi tarihsel bir temele ancak bu yorumla kavuşur. (Adontz, a.g.e., s. 312-313). Gürcistan’ın Orbeliani prensleri de orijinde Cenk ülkesinden olduklarını söylemişlerdir. Onlar arasında da Chenbakur adı geçer. Kısacası, Orbelianlar’ın geleneği Mamikon orijinli olduklarıdır. Gogaren eyaleti Orbelyanlar’ın elindeydi. Ünlü Liparit, bu Orbelli (Orbelyan) evindendi. Adontz’a göre bu durum Bagratlar’ın Sper (İspir)’den Gürcistan’a gitmeleri gibi, Mamakanlar’ın da Tayk bölgesinden (Orta Çoruh, Oltu) aynı zamanda komşu Gürcistan’a da göçtüklerine işaret etmektedir (Adontz, a.g.e, s. 312-13). Mamakanlar’ın çeşitli kolları vardı: Tayk Mamakanları, Taron (Daron, Muş) Mamakanları, Bagravende Mamakanları ve Akilisene Mamakanları gibi (Bk. The Cambrıdge Medieval History, cilt 4, part I, s. 593-97, 1966). Akilisene Mamakanlar’ı, Mamakanlar’ın Batı Ermenistan (Ermenistan’ın Roma parçasında)’da bulunan ayrı bir koluydu (Bk. Toumanoff, a.g.e., s. 194). M.S. 4. Yüzyıl dolayında Mamakanlar merkezi Arsanias (Murat Nehri) üzerindeki Olakan kalesi olan Taron Eyaleti’ni ele geçirdiler. M.S. 439 yılında Mamakan prensi Hamazasp I, Gregoryen mezhebinin kurucusu St. Gregory soyundan gelen ve Gregoridler olarak bilinen aileden St. Isaac (ölm. 439)’ın kızı ve halefi Sahakanoyş ile evlendi. Ünlü 450-51 isyanının lideri Vardan Mamikonyan bu evlilikten olmaydı. Hamazasp Mamikonyan’ın en büyük oğluydu. Soyu tükenmiş bulunan Gregoridler’in tüm toprakları ve üç prensliği (Taron’daki Aştişat merkezli prenslik, Bagravandene prensliği ve Acilisene bölgesi ve prensliği) de bu evlilikle birlikte Mamakanlar’ın eline geçti. Akilisene’yi Justinian döneminde yitiren Mamakanlar’ın arta kalan prensliklerinin çoğunu da 771-772 isyanından sonra yitirdikleri sanılıyor. Taron’da Sason Eyaleti’ndeki topraklarını 1189/1190 yılında Şah Armen’e kaptıran Mamakanlar’dan bir bölümü Klikya’ya göçüp Sürgünde Ermenistan olarak tanımlanan devletin kuruluşuna katıldılar (Bk. Toumanoff, a.g.e., s. 209-11). Ermenistan tarihinde adları en sık geçen Mamakan Evi’nin diğer bazı üyelerine ileriki sayfalarda değineceğim. 377-386 yılları arasında kralsız kalan Ermenistan (Kırmanciye)’ı bunlardan Manuel Mamikonyan yönetti. 485-750 yılları arasındaki dönemde Ermenistan/Kırmanciye devleti Mamakanlar’dan yedi prens tarafından yönetildi. Mamakan Evi, kaynaklara göre genelde Romanize olmuştu. Bizans imparatoru Leo III’ün damadı Artabasdus Mamakan evindendi. Artabasdus, büyük oğlu Nicephorus ile birlikte 742-743 yılında ortaklaşa Roma (Bizans) imparatoruydu. Bizans imparatoru Theophilus’un damadı Caesar Alexius, Mamakanlar’dan Musele-Crinites ailesindendi. Theophilus’un eşi imparatoriçe Theodora (ölm. 867) ve Caesar Bardas (ölm. 866)’ın Mamakan eviyle bağlantıları vardı (Toumanoff, a.g.e., s. 209-11). Son olarak Mamik-Konak rivayetiyle Asurya kralı Senekerim’in oğulları Adramelek ve Sanasar kardeşlere ilişkin gelenek arasında bir paralellik gördüğümü söylemeliyim. İlkinde Karnam’ın oğulları olan Mamik ve Konak özkardeşler ve tahta çıkan üvey kardeşleri Chenbakur’a karşı ayaklanırlar. İkincisinde Karnam (Khalmem?)’ın yerini Senekerim (Sin?), Mamik-Konak kardeşlerin yerini Sanasar ve Adramelek, Chenbakur (Arbak Chenbakur)’un yerini de bunların üvey kardeşleri Esarhaddon alıyor gibi. El Biruni Asurya’da iktidarı ele geçiren Arbak adlı bir yabancıdan bahseder ve İbranice’de Arbak denen bu adamın Persçe’de Dah-ak, Arapça’da Dahhak olarak tanındığını ekler. Moses Khorene ise Asurya’da iktidarı ele geçiren ilk Med kralı Varbak’tan sözetmektedir. Biruni’de Arbak (Dahak), Khorene’de ise Varbak olarak referans verilen adların Arbak Chenbakur’la bir ilgisi de düşünülebilir belki. Mamakanlar’ın Şeceresi Kaynak: F. Justi, İranisches Namenbuch, 1963, syf. 424-425 TZANİCA VE TZANİLER Paflagonya’nın Sanisene adlı bir bölgesini kaydeden coğrafyacı Strabo, Tzaniler’den “Sanni’ler” adı altında bir Pontus halkı olarak sözeder ve eskiden Macron (Macrion)’lar diye bilinen halkın kendi zamanında Sanni adını taşıdığını kaydeder. Strabo’nun bu kaydı Heredot’ta ve Xenophon’un Anabasis’inde Macrionlar (Makronlar) adı altında bir Pontus halkı olarak anılanların Tzaniler’le bir ve aynı halk olduklarına işaret etmektedir. Pliny de Tzaniler’den Sanni olarak bahseder. Toumanoff’un aktardığına göre, Arrian, Doğu Karadeniz kıyısında yaşayan Drille’ler adlı halkın büyük olasılıkla Pliny’deki Sanniler’le aynı olduğunu söylüyordu. Toumanoff’un kendisi de bu görüşe katılmakta, Sanni denenlerin ise Procopius’taki Tzaniler olduğuna dikkat çekmektedir. Toumanoff, eserinin bir yerinde Lazlar (Laziler)’la Can’lar (Zaniler, Tzanlar) arasında da adeta bir ayniyet kurmakta, çünkü onların adlarını birbiri yerine kullanmaktadır (Bk. Toumanoff, a.g.e., s. 448, dipnot). Böylece Tzaniler’in değişik çağlarda ve bölgelerde Macron, Drille, Sanni vd. gibi çeşitli adlar altında bilindiklerini öğreniyoruz. Ermeni tarihçilerinden Thomas Artsruni, M.S. 900 yılı dolayında yazdığı eserinde Tzanlar’dan “Mamikonlar’ın Chen kolu” diye bahseder (Bk. T. Artsruni, History Of The House Of Artsrunik, R. W. Thomson çevirisi, Detroit, 1985, s. 255-56). Burdaki Chen, Tzan adının bir şeklidir. Mamakan rivayetinde Çin diye yansıtılan adın Tzanniler’in adı olduğuna işaret eden Adontz’a göre de Mamakanlar Tzanni orijinlidir. Sanniler’le Mamakanlar’ın ve Dersimliler’in bir ve aynı halk olduklarına daha önce işaret etmiştim. Tzan etnik adı kaynaklarda Chen, San (Sin), Çin, Can, Çan, Cen, Zan vd gibi çok değişik biçimler altında geçmektedir. Ülkelerinin adı da benzer şekilde Tzanica (Tzanika), Canet, Canet’i, Canik (aynı zamanda Ordu-Giresun bölgesinin adıdır), Canit, Sanit, Zanit, Çanestan vd gibi şekiller altında anılmakta, bazen Urartular’ın bölgesi Haldiya ile örtüşmektedir. Sanamsin, Samsun (Djanik), Sason, Sanasine, Çemişgezek ve Sason destanı gibi bazı destanlarda geçen Çin Ma Çin gibi adlar da onlara ve ülkelerine referans olabilirler. Moses Khorene Tzanika’dan Chaniuk ve Khaltik adlarıyla sözeder ve Pontus’a yerleştirir. Bence Dersim adının yanısıra Mazgirt’e bağlı Canik’in, eskiden Kığı’ya bağlı olan Çan, Okçiyan ve Karaçan adlı yerleşmelerin bu adları da Tzanlar’la ilişkilidir. Kığı’nın Okçiyan aşireti (Okçular) için de aynı şeyi söyleyebilirim. Kığı’nın Şen, Şenli ve Şamuni (Şamoni) adlarını taşıyan yerleşmeleri ve aileleri de bu kategoriye dahil edilebilir. Antik dönemde Sinoria adını taşıyan Gümüşhane’nin eski adlarından olan ve Evliya Çelebi tarafından da anılan Canca adının yanısıra Çankırı (Kangırı)’nın adı da Tzanlar’la ilişkili görünmektedir. Tzanlar’ın adıyla ilişkili görünen daha bir çok örnek vermek mümkün. Belki Kan, Tanz, Danzik, Teşnik, Dasn, Beth Dasen, Yezidiler’in adlarından olan Dasani (Tasani), hatta Zaza adları da aynı kategoridendir. Tzaniler hakkında en etraflı bilgileri Sasani-Bizans savaşlarını anlatan Bizans tarihçileri Procopius ve Agathias verirler. Bu ikili halka ‘Sani (Tazani)’, ülkelerine ‘Tzanica’ derler. ‘Tzanic Ulusu’nun daha eski tarihlerde ‘Sani’ adıyla bilindiğini söyleyen Procopius, Saniler’le Colchiler’in toprağını Trabzon’a komşu (bitişik) gösteren Xenophon’un onların ülkesini yanlış tarif ettiğine işaret eder. Procopius’a göre Saniler Karadeniz kıyısından çok içerde ve uzakta oturuyorlardı ve onların ülkesini deniz kıyısından ayıran geçilmez dağlar, ormanlar ve hayli geniş bir bölge vardı. Saniler veya ‘Tzanic ulusu denen barbarlar’, Procopius’a göre Ermeniler’e komşuydular, başlangıçtan ve en eski zamanlardan beri de tarif edilen bu bölgede yaşadılar. O’nun tarifine göre, Boas Nehri (modern Çoruh), Pharangium (Adontz’a göre modern İspir) civarındaki Ermeniler arasında oturan Saniler’in topraklarına yakın bir yerde ve Tzanica dağlarından doğar, dağlık ve ormanlık bir bölgeyi geçtikten sonra Acampsis adını alır ve Lazica toprakları yanında Karadeniz’e dökülür. (Bk. Procopius, History Of The Wars, H. B. Dewing çevirisi, Loeb Classical Library, 1905-13 baskısı, I. kitap, s. 135-37; II. kitap, s. 331; VIII. kitap, s. 59 ve 63-65). Ermeni coğrafyasında Voh adıyla geçen Boas’ın Çoruh nehrinin yukarı kesimi olduğu ve Çoruh kaynaklarının İspir çevresinde bulunduğu bilinen bir şey. Gümüşhane vd gibi yerlerin Tzanika içine düşmeleri belki de Dersim adının yer yer Gümüş Kapı anlamında yorumlanmasının arkaplanıdır. Sasaniler’le Bizans arasında Gürcistan (İberya), Lazica, Mezopotamya ve Ermenistan’ın yanısıra, Tzanika üzerinde de egemenlik için sürekli bir mücadele yeralıyordu. Procopius’un anlattığı bazı olaylar hem Tzanika’nın sınırlarını tahmin etmek bakımından hem de Eski Dersimliler’in tarihinden bazı kesitlere ışık tuttukları için önemlidirler. Bu nedenle de bu olayların bir bölümüne kısmi tekrarlar içerse de kısaca değinmek ihtiyacı duyuyorum. Procopius’un verdiği bilgilere göre, Tzanika üzerindeki mücadelenin bir nedeni bu topraklarda ve sınırlarında, özellikle İspir’de bulunan değerli madenlerdi. Örneğin Bizans ve Sasani Ermenistanları’nı ayıran sınırda yeralan altın madeninin bulunduğu Pharangium Kalesi (Adontz’a göre antik Suspiritis, Sper, modern İspir’dir) ile Bolum Kalesi (Adontz’a göre Pasinler’deki modern Hasan Kale’dir) iki ülke arasındaki çatışma konularıydı. Pharangium (İspir) adlı kale, Sasani Ermenistan’ı ile Tzaniler’in sınırı idi. 530/532-540 yılları arasında Sasaniler’in kontrolünde bulunan buradaki altın madenlerini Sasani hükümdarı Kavad’ın izniyle Symeon (Simon) adında bir yerli işletiyordu ve çıkarılan madeni Sasani kralına götürüyordu. 530 yılındaki bir Bizans-Sasani savaşı sırasında altın madenlerini işleten Pharangium kalesinin sahibi Symeon bu madenlerin gelirini Sasaniler’e vermeyi redederek Bizans’a yanaşır, ama altını onlara da vermez. Adı geçe kale zor bir coğrafyada bulunduğu için ne Sasaniler ne de Bizans ona karşı etkili bir eylem koyabilirler. Sonunda Bizans imparatoru Justinian (527-65) ile pazarlık yapan Symeon, bazı ‘Ermeni’ köyleri karşılığında altın madeninin bulunduğu Phrangium kalesini Bizans’a teslim eder. Aynı sıralarda Sasani Ermenistanı’nda ve Erzurum sınırında yeralan Bolum Kalesi (Bol Kalesi?)’ni elinde tutan Isaac adlı biri de Bizans’la ilişkiye girerek Erzurum (Theodosiopolis) kentinin hemen sınırındaki bu kaleyi Bizanslılar’a devreder. Isaac’ın Sasani Ermenistanı’nda yaşayan ve bir süre önce Bizans generalleri Sittas ve Belisarus’a karşı savaşta Sasani ordularına kumanda etmiş olan Narses ve Aratius adlarındaki iki büyük kardeşi de onunla eş-zamanlı bir girişimle Bizans’la anlaşır ve Ermenistan’ın Bizans parçasına sığınırlar. (Bk. Procopius, a.g.e., I. kitap, s. 125-141). Böylece Sasani ve Bizans Ermenistanları’nı ayıran sınırda, ama sınırın Sasaniler tarafında bulunan iki stratejik kale M.S. 530 yılındaki savaş sırasında Bizans’ın eline geçerler. Ama 531 yılı sonunda yapılan barışla Justinian bu kalelerin ikisini de Lazica’daki kalelere karşılık olarak Sasaniler’e iade eder. Bu iade işinden hemen sonra Bizans’ın Symeon’a verdiği köylerin eski sahipleri olan ve Perozes (Peroz) adlı birinin oğulları oldukları söylenen iki kardeş Symeon’u öldürüp Sasaniler’e sığınırlar (532). Bunu Bizans generali Sittas’ın öldürülmesi de dahil bir sıra başka olaylar izler. Bizans-‘Ermeni’ ilişkileri gerginleşir ve Bizans parçasının Ermeniler’i 530’ların sonlarında Sasaniler’e yanaşırlar. Aslında burada sözkonusu olan Mamakanlar (Tzaniler) ve Partlar’dır, yani Dersimliler’dir. Ama diğerleri gibi Procopius da onlardan ‘Ermeni’ olarak sözetmektedir. Ermeniler’in Sasani kralı Chosroes (Kisra Anuşirvan)’e gönderdikleri söylenen Bassaces başkanlığında bir heyette yeralanların çoğunluğu görüşme sırasında adı geçen Sasani kralına kendilerini Arsakid (Part) olarak tanıtır, yani Part krallarıyla ilişkili olduklarını ve Arsaces’in soyundan geldiklerini bildirirler: “Bizim atalarımızdan son kral Arsaces idi. Kendi tahtını O’nun ailesinden sayılmak ve vergilerden muaf tutulmak koşuluyla gönüllü olarak Roma imparatoru Theodosius’a bıraktı” derler ve Bizans’ın kendi komşuları olan Tzaniler’in bağımsızlığına son verip onlara nasıl boyun eğdirdiklerini de anlatarak şikayette bulunur, onu Bizans’la savaşa ikna etmeye çalışırlar. Nitekim 539/540 yılında barışı bozan Sasaniler Bizans topraklarına girerler (Procopius, a.g.e., I. kitap, s. 203-209; II. kitap, s. 271-285). Adontz, yukarıda Procopius’un bahsini ettiği Symeon’un bir Ermeni olduğunu, Isaac’ın ise Kamsarakan Evi’nden prens İsaac Kamsarakan olduğunu söylemektedir. Kamsarakanlar ise, Ermenistan’daki Aştiane, Arşakuni, Ropsian (Rufa), Suren Pahlav (Gregoridler), Abel, Dziunakan, Gabelian ve Havenuni evlerinin yanısıra gerçekte Ermeni değil fakat Arsakid (Pehlevi, Part) orijinlidirler. Adontz’a göre, 539 yılında Ermeni delegasyonunun başında Sasani hükümdarı Chosroes I ile görüşen Bassaces ise Elişe’de 450-51 isyanına katıldığı söylenen ve bir Roma vasalı olduğu sanılan Mamakanlar’dan Vasak Mamikonyan veya 539 yılının Vasak’ı olabilir (Bk. Adontz, a.g.e., s. 22-23). Bassaces adı Ermenice’de Vasak’tır. Toumanoff’un verdiği bilgilerle birleştirildiğinde Sasani kralıyla görüşenlerin soyundan geldiklerini söyledikleri Arsaces’in Roma Ermenistanı’nın son kralı olan Arsaces III (M.S. 387-390) olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu kral öldükten sonradır ki, Batı Ermenistan krallığı son bulur ve artık Roma valileri tarafından yönetilmeye başlanır. Arsakiler’in bir kolu olup Arşakuniler (Arsak-uni veya Arsar-unik) adıyla bilinenler, işte bu Arsaces III’ün soyundan gelenlerdir. Bu evin diğer adı Kamsarakanlar (Kal Sar, Sarı Kal Baş)’dır. Yeri gelmişken belirteyim ki Arşakuniler (Kamsar-akan Evi) benim görüşüme göre Dersimli Khal Faratlar’dır. Arşak III, Khal Ferat Hanedanlığı’nın kurucusu Tridates I (Khorene’de Val-Arşak: M.S. 53-100)’in soyundan sayılmaktadır. Belki Batı Dersim aşiret adlarındaki Uşak sözcüğü de Sak (İskit) veya Eşk (Eşkan, Aşkan) etnik adının bozulmuş bir şeklidir. Toumanoff’un verdiği bilgilere göre, Arsakiler’in bu kolu (Arşakuniler) özellikle Roma Ermenistanı (Bana göre Dersim Ermenistanı veya Kırmanciya Dersimi denebilir) denen parçanın tarihinde ve Roma imparatorluğunun kendisinde M.S. 7. Yüzyıl ortasına kadar önde gelen bir rol oynamışlardır. Onlardan en son 7. Yüzyıl ortasında sözedilir. Bizans’ın Heraclianlar imparator evi (610-771) Arşakuniler’le ilişkilendirilir. Arsaklılar çizgisinin (soyunun) yaşayan kolu Adontz’a göre de Arşakuniler olarak bilinen Batı Ermenistan’ın bu saray evinden gelmedirler. Bunlar Ermenistan (Kırmanciye)’ın Roma hakimiyeti altındaki parçasına yerleşmiş olduklarından Toumanoff’un da işaret ettiği gibi Ermenistan’ın sadece Sasani (İran) parçasıyla ilgilenen tarihçiler bu Roma Ermenistanı kolunu bilmezler. Akilisene Mamakanları ve İspir Bagratları Arsaces III’e tabi prenslikler arasındaydılar. Kendi eski toprakları olan Carenitis (Erzurum)’i de Arsaces III’ten sonra tahttan edilen batı Ermenistan saray evi (Arşakuniler) yönetmiştir. Sebeos, Arşakuniler’e imparator Heraclius’un akrabaları olarak referans verir ki, bununla kastettiği grup Arsaces III’ün soyundan gelenlerdir. Bu durum onların Bizans’a göçtüklerini de göstermektedir. Heraclius’un kendisinin de Part (Arsakid) soylu olduğu ve onun babasının Erzurum (Carin, Theodosiopolis)'da doğduğu da söylenir. Carin (Erzurum), gerçekten de bir Arsakid prensliğiydi ve Faustos’ta sıkça işaret edildiği gibi Arsaces III ve onun kardeşi Vologases’in toprağıydı. Procopius, bu iki kardeşin bir ara ortaklaşa krallık yaptıklarını söylemektedir. Toumanoff’a göre Procopius bunu 387 yılındaki bölünmeyle karıştırmaktadır. Arsaces III öldükten sonra onun toprakları fiilen bir Roma eyaleti haline gelirler, ama bu evin prensleri Procopius’un yazdığına göre Justinian zamanına (527-65) kadar tam bir politik ve askeri otonomiye sahip ve vergilerden muaf bir vasal devlet gibi davranmışlardır. Bu düzenlemeye son veren Justinian’dır. (Bk. Toumanoff, s. 192-194). Sasani kralıyla görüşen heyetin şikayetleri açık ki Justinian’ın 536 yılında yaptığı kaydedilen bu yeni düzenlemelerle ilişkiliydi. Bu tarihte yeni bir yasayla Ermenistan’ın Roma parçasının (yani Dersim’in) statüsü değiştirilmiş ve prenslerin arta kalan güçleri bastırılmıştır. 538 yılında bu uygulamalara karşı Arsakid prenslerin (Khal Feratlar’ın) önderlik ettiği bir isyan olur. Bunu bir Dersim isyanı/direnişi olarak tanımlamak gerekir. Khalmem-Khalferat grubunun ortak direnişidir bu. Toumanoff’un da belirttiği gibi 539 yılında Sasani kralına başvurup tahttan düşürülüşleri de dahil uğradıkları adaletsizliklere karşı ondan yardım talep edenler işte bu Arsaklı (Part) liderlerdir. Onların şikayetlerinden biri de komşuları Tzanlar (Mamakanlar)’ın bağımsızlığına Bizans tarafından son verilmesiydi. Sonraki Bizans-Sasani savaşının bir nedeni bu olaylar oldu. Geri Tzanica’nın sınırları konusuna dönmem gerekir. Adontz’a göre Sasaniler Pharangia’da aslında Bizanslılar’a değil Tzanica (Can, Khaldia/Haldiya, Khorene’de Khaltik) topraklarına sınır idiler. Khorene gibi, Adontz da Tzanlar’ı ve Haldiler’i, daha doğrusu Tzanica ve Haldiya’yı özdeşleştirir. Haldiya olarak bilinen toprakların bir dönem Tzanica adı aldığına işaret eder. Böylece o, Tzanika (Khaldia)’nın Parhar zincirini içeren dağlık eyalet olduğunu, Çoruh ile Karadeniz’in Trabzon’a kadarki kıyı şeridi arasında yeraldığını düşünmektedir. Tzanika, Çoruh vadisinde Sasani Ermenistanı ile, Tayk eyaletinde de modern Hars’a sınırdı ve Klarjet bölgesiyle bitişikti. Ermenistan’la Tzanika’yı ayıran sınır da Parhar (Bolhar) dağlarıydı. Parhar zinciri güneyindeki Satala (modern Sadak), Bayburt ve Koloneia (Koyulhisar) Ermenistan’a dahillerdi. Karadeniz’in Abhazya’dan Trabzon’a kadarki tüm doğu kıyısının adı olan Eğer (Eğeria) eyaleti, Adontz’un tanımına göre, Tzanika (Canet)’yı da içine almaktadır (Bk. Adontz, a.g.e., s. 23). Barchon, Cena (Kena, Okena?), Sisilisson (Adontz’a göre eski adı Gayl olan modern Kelkit civarındaki Ziziola?), Longini Fossatum (burada kamp kuran Roma generali Longinus’un adını taşır) ve Tzanzacön (Adontz’a göre Sürmene çevresindeki Zavzoka köyü olabilir) Procopius’ta adları geçen Tzanika’daki bazı yerleşmelerdir (Bk. Adontz, a.g.e., s. 49-53). Burada adı geçen yerler daha çok Tzanika sınırlarında Bizanslılar’ın üs olarak kullandıkları kaleler olarak görünmektedirler. Djanik (Samsun) adının Tzanlar’dan kalma olduğunu söyleyen Adontz, onların buraya daha geç bir tarihte sürüldüklerini tahmin eder. Ama antik dönemde onların Ardasa ve Gümüşhane dolaylarından Hemşin’e kadarki bölgede oturduklarına işaret eder. Yani o tarihlerde tüm Parhar zincirini işgal ediyor, kısmen Boas (Çoruh) ve Gayl (Kelkit) vadileri içlerine taşıyorlardı. Tzanlar’ın daha eskiden Haldiya diye bilinen ülkede yerleşmiş sayısız halklardan biri olduğuna işaret eden Adontz, 7. Yüzyılda onların politik önemi artınca eskiden Haldiya (Khaldiya) denen tüm ülkenin Tzanica adını aldığını düşünmektedir (Bk. Adontz, a.g.e., s. 53). Tzanlar’ın çok sayıda aşiretlere bölündüğünü söyleyen tarihçi Procopius, ne yazık ki bu aşiretlerden sadece ikisinin adlarını varmektedir. Okenit ve Coxyline (Koxylinei) aşiretleridir bunlar. Okeni’ler (-o ve –ho Adontz’a göre önektirler), Charton (Bayburt yukarısında Çoruh’un batı kolu üzerindeki modern Hart) kalesinin bulunduğu yörede oturuyorlardı. Koxylin’ler aşireti ise Adontz’un tahminine göre Karadere vadisinde oturuyordu. Bu aşiretin adının Koks ve –uli unsurlarından oluştuğunu söyleyen Adontz, antik Kox adıyla batıdan Trabzon’la bitişen Kose adlı bölgenin adı arasında ilişki kurmaktadır (Adontz, a.g.e., s. 53). Kox adı ile Dersim’in Kozu aşiretinin adı arasında bir ilişki düşünülebilir. Procopius, Tzanlar’ın toprakları ötesindeki bölgeyi Trabzon başkentli olan ve Karadeniz kıyısı boyunca uzanan bölge olarak tarif eder. Hüseyin Hüsameddin’in Amasya Tarihi adlı kitabında Tzaniler’le ilgili bazı enteresan ve önemli bilgiler yeralmaktadır. Arkeolog Theodor Reynak’tan naklen San (Çan)’ların Pontus Eyaleti’nin Mitrad (Mühürdat) hakimiyeti kurulmadan önceki eski kavimlerinden olduğunu söyleyen H. Hüsameddin’e göre Bizans çağında Amasya civarında Semendu (Ziyare) veya Semendru adını taşıyan kale ve kentin bu adı Sanlar’ın adından gelmedir. Sanlar’ın Pontus Krallığı’nın başkenti Amasya civarında da varolduklarına işaret eden Amasya Tarihi yazarı, Amasya’nın eski adı olan Harşene (Canik) sözcüğü üzerinde de durmaktadır. Harşene adının ilk şeklinin Karasan (Karisini, Karasanc) olduğunu söyleyen H. Hüsameddin, Amasya kentinin ve bu kentteki Kale-i Bala (Ulu kale, Yüksek-Yüce Kale)’nın Karasan (Harşene, Harcene, Karaçan) adlı biri tarafından kurulduğunu ve onun adını taşıdıklarını söyleyen kaynaklara ve rivayetlere değinir. O’na göre Karasan denen kişi büyük bir olasılıkla Sanlar (Zanlar, Çanlar) adlı Pontus kavminin cedlerinden biridir. Amasya şehrini kurduğu söylenen Karasan (Karaçan, Harşene)’ın şeceresi konusundaki görüşler pek adeti olmadığı halde bu kez hernasılsa kaynakları da gösteren H. Hüsameddin tarafından şöyle aktarılmaktadır: Mu’cemül Buldan’a göre Karasan’ın soyağacı: Harşene (Karasan) bin Rum bin İlikan bin Sam bin Nuh. El-Kamil’de Karasan’ın soyağacı: Karasan (Harşene) bin Rum bin Esved bin Sam bin Nuh. El-Kamus’ta Karasan’ın soyağacı: Harşene (Karasan) bin Rum bin Sam bin Nuh. Tırazul-Mezheb’de Karasan’ın soyağacı: Harşene (Karasan) bin Rum bin Sam bin Nuh. (Bk. H. Hüsameddin, a.g.e., cilt 1). Amasya Tarihi yazarının Türkçülüğü bir kenara bırakılırsa bu şeceredeki bazı adlar üzerinde yaptığı yorumlar da ilginçtir. O’na göre bu şecerelerdeki Rum sözcüğünün aslı Barum (Bermi) olup Bermiler (Barum’lar) aşiretinin adıyla ilişkilidir. İlikan adı İlihan, Esved ise Üsved’in Arapça şeklidir. Harşene adı ise Karasan (Karisini, Karasanc) adının Arapça söylenişidir. Hüseyin Hüsameddin’in aktardıkları üzerinde bir yorum yapmadan evvel Malatya’nın Urfalı Matthew’de Garmin (Karmian, Garmian) olarak verilen bir bölgesinin bu adının Grekler’de Charsianos, Araplar’da Kharşene olarak geçtiğini ve Defremery’nin bu adın Garsian olarak okunmasını önerdiğini de not etmeliyim. Zaten Amasya Tarihi yazarı Harşene’nin Malatya civarında bir yer olduğunu söyleyen görüşlere de değinmektedir. Gelelim Amasya Tarihi yazarının verdiği bilgilere... Dersim’in Karsan aşiretiyle ilgili olup bu aşiretin de Tzani (Sani) olduğunu pekiştiren bu veriler, Dersim’in Birman (Birim) aşiretinin de Sani kökenli oluşuna kesin bir açıklık kazandırmaktadır. Bu ek bilgilerin de ışığında Karsan adının Kar ve San (Sin) öğelerinden bileştiği rahatlıkla söylenebilir. Türk milliyetçisi Kadri Kemal Kop (Sevengil) da Anadolu’nun Doğu ve Güneydoğusu (1933) adlı kitabında ünlü Truva Savaşı sırasında Amasya hükümdarının Karsan Han adında biri olduğunu söylüyor ve onun adıyla Dersim’in Karsan aşireti arasında bir bağlantı kuruyor. Ona göre Karsan Han’ın bir oğlunun adı Sülim Han’dı. Bence kökende Urmiye ve Urartu adlarıyla ilişkili olan ve bazen Urum ve Zurum gibi biçimler altında da karşılaşılan Rum sözcüğü Amasya Tarihi’ndeki şecerede özelde Pontus’a, hatta Saniler’e referans gibi görünmektedir. Amasya Tarihi’nin verdiği yukarıdaki bilgiler aynı kaynakta Bal-Bala ve Ferhad adları konusunda söylenenlerle birlikte ele alındığında Eski Dersimliler’in Pontus Krallığı tarihinde çok önemli, belki de başta gelen bir rol oynadıkları sonucuna varılabilir. Daha önce bağımsız yaşayan ve kendilerine boyun eğdirilemeyen Tzanlar, Justinian zamanında Bizans imparatorluğunun egemenliğini tanımaya zorlandılar. Procopius, bu süreci de anlatmaktadır. O’nun anlatımına göre topraklarında bir şey yetişmediği için daima yağma seferleriyle yaşayan Tzanlar, yalnızca Ermeniler’e değil kendilerinin yanıbaşında denize kadarki kesimde yaşayan komşuları Romalılar (Bizanslılar)’a da sürekli olarak beklenmedik akınlar yapmışlardır. Bu akınları sırasında tesadüfen Bizans ordusuyla karşılaştıkları olmuştur. Procopius’un aktardığına göre bu karşılaşmalarda hep yenildilerse de o denli hızlı idiler ki yakalanamıyorlardı. Akın yapıp hemen geri dönerlerdi ülkelerine. Yağma akınlarına son vermeleri koşuluyla Bizans imparatoru onlara her yıl altın cinsinden belirli bir ödeme yaptı. Kendi usulleriyle bu anlaşmaya uyacaklarına yemin ettiler. Buna rağmen alışkanlıklarını terketmediler. Bunun üzerine M.S. 530 yılında Ermenistan’da yeralan Bizans-Sasani savaşından az önce (yukarıda anlattığım Bolum ve Pharangium kalelerinin Sasaniler’den ele geçirildiği tarihten kısa bir süre önce) Bizans’ın Ermenistan generali Sittas onları tediple görevlendirildi. Sittas Tzaniler’i yenilgiye uğrattı. Daha sonra da iyi davranışlar vs gibi yollarla onları tamamen kazanmayı başardı. Böylece Bizanslılar eski zamanlardan beri Roma topraklarında bağımsız bir halk olarak yaşamakta olan Tzanikler’e boyun eğdirdiler. Bu tarihten sonra, Procopius’un anlattığına göre, eski yaşam tarzlarını bırakan Tzanikler daha uygar bir yaşam şeklini benimsediler. O tarihten itibaren Bizans ordusuna asker yazıldılar ve bu ordunun eşliğinde Sasaniler’e karşı savaştılar. Procopius’un deyişiyle kendi öz-dinini de bırakan ‘Tzanik Ulusu’nun hepsi Hristiyanlığı benimsedi (Bk. Procopius, a.g.e., I. kitap, s. 135 ve 137). Procopius’un anlatımına göre Sani Ulusu’nun öyküsü budur. 549 veya 550 yılında ülkesindeki Sasani ordusunu kovmak için Bizans’tan yardım isteyen Laz kralı Goubazes’e Bizans imparatoru Justinian’ın gönderdiği askeri kuvvet içinde Petra kuşatmasına katılan bin mevcutlu bir Sani (Tzani) birliği de vardı. Ama bunlar daha sonra ordaki Bizans kampını yağmalayıp Petra-Rize-Athens (Pontus’tadır) ve Trabzon yoluyla kendi ülkeleri Tzanica’ya dönmüşlerdir (Bk. Procopius, a.g.e., II. kitap, s. 529-545). Adontz’un dikkat çektiği gibi bu geri dönüş yolu da Tzanlar’ın ülkesinin Karadeniz kıyısından çok içerilerde olduğuna işaret etmektedir. Bence Bizans’ın Tzaniler’e karşı savaşıyla Tzani sınırındaki iki stratejik üssün, dolayısıyla maden yatakları ve ocaklarının ele geçirilmesi arasında sıkı bir bağlantı olsa gerektir. Bu aynı madenler (Keban madeni de dahil) çok sonraki çağlarda Osmanlılar’ın Dersim’e karşı savaşlarında da belli bir rol oynadılar. Simon ve Kamsarakan evinden Narses, Aratius ve Isaak Kamsarakan kardeşlerin eş-zamanlı bir hareketle Bizans tarafına geçişleri de bu gelişmelerin bir parçası olmalıydı. Tzaniler’e boyun eğdirilmesi ile Sasani hükümdarıyla yapılan görüşmeler de ilişkilidirler. Onlardan ‘Tzani Ulusu’ olarak sözeden Agathias, Lazica’daki Bizans komutanlarının en önde gelenlerinden biri olan Theodore (Theodorus)’nin bir Tzan (Tzani) olduğunu söyler ve 554/555’lerde ve sonrasında O’nun kumandasında Lazistan’da savaşan en az beş-yüz mevcutlu bir Tzani birliğinden sözeder (Bk. Agathias, a.g.e., II. kitap, s. 54-58 ve III. kitap, s. 100). Agathias, onların Karadeniz güneyinde Trabzon yakınında yaşadıklarını ve zaman zaman onlardan bir bölümünün yerleşik yaşam tarzlarını bırakıp Pontus bölgesi ve çevresini, Ermenistan içlerini talan ettiklerini yazmaktadır. Bu nedenle Tzanlar’ın üzerine onlardan biri ve aynı zamanda Bizans ordusunun da seçkin kumandanlarından olan Theodorus gönderilir. Lazistan’dan bir orduyla yola çıkan Theodorus, Fasis nehrinin karşı yakasında sınırı geçerek Theodorias adı verilen kentte ve Rize’de kamp kurarak nüfusun içindeki dost unsurları toplayıp isyancıları ezmeye çalışır. Ama bu kamplara saldıran Tzani isyancıları Bizans ordusunda panik yaratırlar. Daha sonraları binlerce Tzani’nin öldürüldüğü bir katliam yapılır ve bu yolla Tzaniler ilk kez Bizans’a bağımlı kılınır (Bk. Agathias, a.g.e., V. kitap, s. 135-137). Öyle görünüyor ki Agathias’ın anlattığı yukarıdaki olay 556-58 yılları arasında Bizans’a karşı patlak veren bir Tzani (Dersim) isyanıdır. O’nun sözünü ettiği Theodorus ile Procopius’un general Belisarius’la birlikte Libya’da Vandal seferine katıldığını söylediği Kapadokyalı Theodorus arasında bir ilişki olabilir belki. Bizanslılar Tzanika’ya Adontz’un işaret ettiği gibi ilk kez Sasani Ermenistanı, Bizans ve Tzanica sınırlarının buluştuğu stratejik bir noktadan sızdılar. Justinian üç yolun birleştiği bu noktada Horonon (Adontz’a göre modern Halene köyü, Halenen Hanlar) adını taşıyan güçlü bir kale inşa eder ve bu ana üsten hareketle Tzanika’ya egemen olmaya çalışır. Bu sıralarda o, Hristiyanlığa henüz yeni dönmüş olan Tzanlar içinde Tzanika’daki Şamalinikon’da ilk kiliseyi inşa ettirir. DERSİM-ZAZA VE KÜRT HALKLARININ TARİHLERİNDE BAZI REFERANS NOKTALARI Dersim sentezinin temelinde bu senteze adını veren ve damgasını vuran Mamakan (San, Sin) unsurunun bulunduğuna işaret etmiştim. Khal Mem-Khal Ferat geleneğinden hareketle Mamakan-Part sentezini halihazırdaki bileşimiyle Dersimliler’in tarihinde kararlaştırıcı bir an olarak görüyorum. Partlar’ı Gutiler’le ilişkilendiren bir yazıttan sözetmiştim. Maman (Mamakan) ve Manna (Minni) adları arasındaki ayniyet ise bu sentezin Maman (Mamakan) ayağının Urmiye çevresindeki Mannailer’le ilişkili olabileceğini düşündürüyor. Daha önce işaret ettiğim gibi bazı kaynaklarda Maman ve Manna adlarıyla Medler’in adı arasında da bir özdeşlik kurulmakta, Mamakanlar’la Mannalar’ın Medler’le bir ve aynı halk oldukları savunulmaktadır. Hattiler ve Hurriler çağı Anadolu’sunda da Maman adına çok benzer oluşumlarla karşılaşıyoruz. Kapadokya ve Anadolu’da çok eski tarihlerde yaygınca inanılan Ma adlı tanrıçanın, ayrıca Comana ve Kumanlar (Muzriler?, Kolçiler?)’ın adları anımsanabilir. Benzer adlara Lidyalılar ve Etrüskler arasında da tanık oluyoruz. Mamanlar’ın diğer adı olan Sin (San) sözcüğü de bizi tarih-öncesi veya tarihin başlangıcı kadar gerilere, daha önce değinmiş bulunduğum Sin adlı tapınaklar peryoduna dek götürür. Bu ad benzerlikleri Mamanlar (Sinler)’ın çok daha eski olduklarına veya aynı halkın bazı kollarının daha erken tarihlerde yeralan göç ve istilalarına işaret olabilir. Ama salt ad benzerlikleri yeterli kanıt değildir ve yanıltıcı da olabilir. Bu nedenle özellikle geleneğe ve tarihsel verilere dayanmak, gelenek, arkeoloji ve tarihin buluştuğu zaman ve mekanı esas almak zorunludur. Dikkat çekmem gereken birinci nokta budur. İkincisi, geniş anlamda Urartu, dar anlamda Dersim adını taşıyan coğrafyanın kendisinde yaşanan şekillenmeyi eksene oturtmalıyız. Tam da bu nedenledir ki, Khal Mem-Khal Ferat geleneğinin referans verdiği anı ve mekânı bu coğrafyada çok daha eski olan Dersimliler’in ve uzak geçmişin Gutiler’iyle ilişkilendirilen Partlar’ın değil, ama Dersim sentezinin ortak tarihi için başlangıç olarak kabul etmeyi gerçekçi buluyorum. Başlangıç derken, belirli bir toprak parçası üzerinde uzun kesintiler olmaksızın az-çok devamlılık gösteren bir şekillenme sürecinin başlama momentini kastediyorum. Zaza adı da önceki bölümlerde örneklerini verdiğim gibi çok eski tarihlerde sıkça karşılaşılan bir ad. Records Of The Past’ın XII. cildinde (s. 93-95) yerverilen İnscription Of Prince Nimrod başlıklı bir Mısır yazıtında mezarı Abydos (Mısır)’da bulunan bu Prens Nemrut (Nimrot, Namroth)’un babası ve bir Asur kralı olarak referans verilen Shashanq (Tevrat’ta Shishak)’ın adı da Zaza sözcüğüyle çok benzerdir. Ama Maman (Sin) adı için öne sürdüğüm aynı sebeplerden dolayı, başlangıcının daha gerilere dayandığına inandığım Zazalar’ın bir milliyet olarak şekillenmesinde kararlaştırıcı anın Sasaniler Çağı veya Part-Sasani çağları olduğunu düşünüyorum. Bu dönem Kalmem-Kalferat geleneğinin referans verdiği çağla yaklaşık olarak örtüşür. Kürtlere gelince. Sözlü gelenekleri henüz yeterince bilinmediği veya toplanamadığı için bu konuda daha ihtiyatlı konuşmak gereği duyuyorum. Buna rağmen şu anki veriler çerçevesinde, Kürtler’le Kirtiler arasında kurulan ilişkiyi ciddiye alıyorum ve Kirtiler’in Esas Kürtler olduğunu düşünüyorum. Zazalar’ın ve Dersimliler’in Kürtler için kullandığı Kırdas terimi de sıkça rastlanan –as soneki atılırsa Kirt (Kirti) adının aynısıdır. Kürtler’le en sıkı ve en yakın ilişkideki Dersimliler ve Zazalar Kürtler’in diline de Kırdaski demektedirler. Kürtler’in çok orijinli bir halk oldukları kesin gibidir. Ama Kürtler’e adlarını verenler Kirtiler, dillerini verenlerse Kürtçe ve Paştu (Afganistan dili) arasındaki yakınlıktan ve Heredot’taki ipuçlarından hareketle Paktular (Bohtiler?)’dır denebilir. Xenophon’un sözünü ettiği Karduklar’ın Kürtler’le ilişkileri henüz tartışmalı bir konudur. Böyle olmakla birlikte Kürtler’in bilinebilen ilk yoğunlaşma ve dağılma merkezleriyle örtüşmesi nedeniyle Karduklar’ın ülkesi Kürt tarihi için bir yola çıkış veya referans noktası işlevi görebilir. Eski kaynaklar Kürdistan’ı genelde Ermenistan (Kırmanciye) coğrafyasına dahil bir eyalet olarak göstermiş ve bu tanım en azından 16. yüzyıl başlarına dek egemen olmuştur. Dersim-Zaza’lar ve Kürtler için burada tespit edilen referans momentleri onların tarihlerinin başladığı en ilk anlar değil, ama bu halkların tarihlerinde ve milliyetler olarak şekillenmelerinde belirgin dönemeçlerdir. Bu dönemeçlerden yola çıkılarak bugüne doğru yürümeli, ama kanıtların elverdiği ölçüde geriye doğru da gidilmelidir. Bu çalışmada da böyle yapıldı zaten. Benim vardığım sonuca göre Dersim-Zaza ve Kürt halklarının tarihleri daha gerilerde bir yerde birbirine değer ve kısmen karışmaya başlar. Burası mekân olarak Batı İran’da Urmiye ve Van gölleri arasında kalan Urartu-Manna-Med sahasıdır. Kritik anlar ise Urartu-Man-Med peryodlarının yanısıra, özellikle bu mekanın Kimmer ve İskit istilalarına uğradığı, Med devletinin doğduğu, Frigya, Asur ve Urartu’nun yıkıldıkları anlar, kısacası M.Ö. 7. ve 6. yüzyıllardır. Dersim-Zaza ve Kürt halklarının erken tarihleri ve orijin sorunlarının bazı boyutları tarif ettiğim sahada ve bu karmaşık ve çalkantılı dönemde saklıdır. Henüz karanlıkta kalan bazı noktaların çözümü bu döneme veya dönemece ilişkin efsanelerin çözümünde yatıyor ki, bu efsanelerden biri de birilerinin orijinine ilişkin olduğunu sandığım Azdahak, Zerdüşt ve Kava efsaneleridir. Nitekim, Moses Khorenatsi Azdahak efsanesinin İranlılar'ın orijinine ilişkin olduğunu söylerken, ondan yüzlerce yıl sonra Kürt tarihçisi Şeref Han da Azdahak’a ilişkin efsanenin Kürtler adı altında topladığı toplulukların orijinine ilişkin rivayetlerden biri olduğunu yazmaktadır. Kısacası sözünü ettiğim tarihsel dönemeç, Azdahak, Kava ve Zerdüşt efsaneleri, bazı bilinmeyenlerin keşfi için enine boyuna çalışılması gereken konulardır. Tekrar edersem, bu çalışmalarda mekanda başlangıç sözünü ettiğim halklar stokunun yerleşik uygarlıklara geçtiği Urartu-Man-Med sahası, zamanda başlangıç ise Man-Urartu ve Med krallıkları ve onların üstüne çöken İskit-Kimmer istilaları peryodu olmalıdır. Bu açıklamalardan sonra Dersim sentezini meydana getiren öğelerin ortak tarihine geçebilirim artık. DERSİM SENTEZİNİ OLUŞTURAN ÖĞELERİN ORTAK TARİHİ Şimdi, başlangıcını bilince çıkardığımı düşündüğüm Dersim sentezinin veya Eski Dersimliler’in erken tarihlerinin bir özetini verebilirim. Partlar döneminde Kırmanciye (Ermenistan)’de yazılı kaynakların terminolojisiyle söylersek, Arsakid Monarşisi egemendir (M.S. 54-428). Partlar (Aşkaniler)’ın bu Kırmanciye kolu Arşakuniler (Küçük Arsaklılar) adıyla da bilinmektedir. Kırmanciye (Ermenistan)’deki bu Arsakid Monarşisi, bu araştırmanın vardığı sonuca göre, Dersim Ulusal Efsanesi’nde Khal Ferat Oğulları (Feratanlar) olarak referans verilen hanedanın ta kendisidir. Onu fiili duruma bakarak Khalmem-Khalferat Monarşisi olarak da tanımlayabilirim. Son derece kesin olduğum bu çözümlemenin dayandığı arta kalan kanıtları da ilerleyen sayfalarda göstereceğim. M.S. 387 yılında Bizans ve Sasani devletleri arasında bölünen Ermenistan (Kırmanciye)’ın büyük parçası (beşte dördü) Sasaniler’e düşmüştü. Batılılar’ın ve Ermeni kaynakların yanıltıcı bir terminolojiyle Persarmenia (Pers/İran Ermenistanı) adıyla referans verdikleri bu parça daha doğru adıyla Sasani Ermenistanı’dır. Bu araştırmanın vardığı kesin sonuçlardan biri Sasaniler’le Zazalar’ın aynı olduğudur. Böylece Zaza tarihi için de zamanda ve mekanda kendisinden başlanarak geriye ve ileriye doğru gidilebilecek güvenilir bir referans noktası yakalanmıştır. Ermenistan (Kırmanciye)’ın Doğu Ermenistan olarak da bilinen ve kesin manada M.S. 428 yılından itibaren ‘Sasan Evi’nin yönetimine geçen Sasani Ermenistanı kesimi, Ermenistan’ın Zaza sektörü (Kırmanciye’nin Zaza parçası), başka deyşle Zaza Ermenistanı olarak tanımlanabilir. Eski kaynakların Persarmenians (Sasani Ermenistanlılar) dediği bu parçanın halkı ise bugün Zazalar diye bilinenlerdir. Bu parçanın başkenti Dwin (Dabil) idi. Daha küçük olan Batı Ermenistan ise, Roma veya Bizans Ermenistanı olarak tanımlanır. Bu parçanın başkenti de Karin (Kalikala, Erzurum)’di. Ben Ermenistan’ın bu parçasını Ermenistan’ın Dersim (Kırmanc) sektörü, diğer bir deyişle Dersim Ermenistanı (Dersim geleneği ve dilinde Kırmanciya Dersimi) olarak tanımlıyorum. Bu parçanın yönetimi Dersim Ulusal Destanı’ndaki adlarıyla Khal Mem-Khal Ferat ikilisinin/grubunun elindeydi. Sasani hakimiyetine rağmen, M.S. 428 yılına kadar Sasani (Zaza) Ermenistanı da bu ikilinin yönetiminde kalmaya devam etti. Kırmanciye (Ermenistan)’nin Bizans’la Sasaniler arasında ikiye bölünmesinde Mamakanlar (Mamikonyanlar) ile Bagratidler arasındaki üstünlük mücadelesinin belli bir rolü olduğu ve bu parçaların bu mücadeledeki dengeleri de yansıttığı söylenebilir. Mamikonyanlar (Mamakanlar), benim vardığım sonuca göre Dersim Destanı’nın Khal Mem grubudur. Bagratidler ise, Gilani (Zaza)’lerin bir koludur. Benim görüşüme göre Kırmanclar’la Zazalar arasındaki bugünkü bölünmenin veya farklılıkların temeli, ülkede siyasal birliğin nadiren görülmesi, çok gerilerden beri genelde parçalı ve bölünmüş kalması, farklı güçler tarafından payedilerek yönetilmesidir. Günümüzdeki farklılıkların siyasal nedeni budur. Buna bir de dinsel nedenleri eklemek gerekir. Dinsel-siyasal etkenlerin belirleyici rol oynadığı bu bölünmeler ve mücadeleler, Ermenistan Arsakidleri (Arşakuniler, Kal Ferat Hanedanı) döneminde de devam etmiştir. Khal Mem-Khal Ferat grubu ile Zazalar (Sasaniler) arasındaki mücadeledir bu. Khal Mem-Khal Ferat dediklerim Mamakan-Part ikilisidir. Bugünkü farklılıklarda Kırmanciye’nin Bizans ve Sasaniler arasında bölünmüş kalmasının yanında, Part-Sasani ve Mamakan-Sasani çatışmalarının izlerini de görmek mümkündür. Bizans/Roma Ermenistanı, diğer adıyla Dersim Ermenistanı (Kırmanciya Dersimi), M.S. 390 yılına kadar Arsakidler (sonuncusu Arşak III) tarafından yönetildi. Daha doğrusu fiilen Arsakid (Part, Eşkani, Khal Ferat) ve Mamikonyan ittifakı tarafından yönetildi. Bu ittifak Dersim tarih geleneğinde Khal Mem-Khal Ferat ikili sentezinde bulur ifadesini. Arşak III öldükten sonra ise, bu parça Roma valileri tarafından yönetilmeye başlandı. Sasani Ermenistanı’nda M.S. 390 yılından sonra da bir zaman daha yerliler (Arsakid çizgisi) yönetmeye devam etti. Bunların sonuncusu olan Artaşes M.S. 428/429 yılında tahttan düşürüldükten sonra bu parçayı da marzban adı verilen Sasani (Zaza) valileri yönetmeye başladılar. Böylece M.S. 427/8 yılında Ermeni kaynaklarının bir ‘Ermeni monarşisi’ olduğunu iddia ettikleri Ermenistan’daki Arsakid çizgisi ve monarşisi tasfiye edilir. Yani Ermenistan’da Khal Ferat hanedanının yönetimi (fiiliyatta Khal Mem-Khal Ferat iktidarı) sonbulur. Ermenistan’da doğrudan Sasani (Zaza) yönetimi gerçek manada 427/8 yılından sonra başlar. Zaza (Sasani) yönetimi Kırmanciye’de Arap-İslam istilasına dek devam etti. 640’larda Sasaniler (Zazalar)’in devrilmesini ve Doğu’da Arap hakimiyetinin kuruluşunu takiben ise, ülke Bizans ile Araplar arasında bölündü. Erken ortaçağlara tekabül eden bu dönemde de Kırmanciye’de ve Dersim’de uzun süre Khal Mem hanedanının (Mamanlar’ın, Mamakanlar’ın) yönetimine tanık olmaktayız. Böylece bu araştırmanın en önemli sonuçlarından bir bölümünü antik çağ Dersim-Zaza tarihinin kısa bir özetiyle birlikte burada vermiş bulunuyorum. Ama bu araştırmanın bulguları yukarıda ifade edilenlerden ibaret değil. Ayrıntıları ve diğer bulguları aşağıda tartışacağım. Kırmanciye’de Khal Ferat Hanedanlığı (M.S. 54-428) M.S. 1. yüzyıldan 5. yüzyıla kadar Ermenistan’ı yöneten Arsakid yöneticileri Part orijinliydiler. Partlar’ın Ermenistan’da kurduğu yönetim Arsakid Hanedanlığı diye biliniyor. Destanlarda halklar ve uluslar genelde kişi adında temsil edilir. Bu araştırmanın vardığı sonuç, Dersim geleneğindeki Khal Ferat adının Partlar (Arsakiler, Eşkaniler)’a referans olduğudur. Part adı Dersim rivayetinde Ferat olarak geçmektedir. Partlar’ın Ermenistan’la tamasa gelmeleri Partiya kralı Mithridates II (123-88/87 M.Ö) dönemine rastlar. Büyük Arsak ünvanı taşıyan Mithridates II, M.Ö. 110 yılı dolayında veya bundan birkaç yıl önce yaptığı Ermenistan (Kırmanciye) seferinde, o zamanki Ermenistan kralı Artavasdes’in büyük oğlu Tigranes’i esir edip Part sarayında bir zaman için rehin tutar. Bu olay Partlar’ın Ermenistan (Kırmanciye) sahnesinde ilk görünüşleridir. Bu tarihten sonra Partlar, Ermenistan’da giderek kalıcı ve etkili bir güce dönüştüler. Partiya’nın İrani diller konuşan halklarına dayanarak Ermenistan’ı (Fırat doğusundaki toprakları) ilkin Suriye Selukidleri’nden kopardılar. Sonra da Ermenistan (Kırmanciye) üzerinde Roma ile karşı karşıya geldiler. Bu mücadele Partlar’ın insiyatifi ele geçirmesi ve Ermenistan’da yönetimin Partlar’ın bir kolunun eline geçmesiyle sonuçlandı. Roma ve Doğu Roma (Bizans) ile rekabet kesiksiz devam etse de, Ermenistan yönetimi bazı kısa kesintilere rağmen onların elinde kaldı. Ermenistan’da Part (Arsakid) egemenliği Partlar’ın İran’da Sasaniler tarafından devrilmesinden sonra bile uzun süre devam etti. Bu dönemde Ermenistan (Kırmanciye), Partlar’ın son sığınağına ve Sasaniler’e karşı esas direniş üssüne dönüştü. Böylece Ermenistan (Kırmanciye) asırlarca Partlar’ın yönetiminde kaldı ve onlar tarafından yurt edinildi. Ermenistan’da Part yönetiminin başlangıcı Partiya kralı Vologases (Valarş/Valakş: M.S. 51-80) zamanına dayanır. Vologases’in aynı zamanda bir Magi (rahip, derviş) olduğu söylenen kendi kardeşi Tiridates’i M.S. 54 yılında Ermenistan tahtına oturtması, uzun süredir Part nüfuzu altında bulunan Ermenistan’da asırlarca sürecek olan Part yönetiminin kesin başlangıç momentidir. Ne var ki, Ermenistan’da Arsakidler dönemi henüz yeterince bilinmiyor. Adlar ve tarihler konusunda bir kesinlik yok. Farklı kaynaklarda yöneticilerin adları ve yönetim dönemleri oldukça farklı veriliyor. Bu döneme ilişkin en ayrıntılı açıklamaları M. Khorene’de buluyoruz (Bk. a.g.e., II. kitap). Moses Khorene, kaynak olarak Mar Abas Katina’ya ve Edessa Arşivleri’ne dayanığını söyler. Onun kitabını İngilizceye çeviren Thomson ise, Khorene’nin Edessa arşivlerine dayandığını söylediği kısımlarda gerçekte Eusebius’un eserlerine (Chronicle ve Ecclesiastical History) dayandığına işaret eder. Khorene’nin eseri, önemli olmakla birlikte güvenilir bir kaynak olarak görülmüyor. Ermenistan’da Arsakid peryodu konusunda yazdıkları ise karışıklıklar ve yanlışlarla doludur. Farklı yöneticileri, hatta farklı hanedanlıkları ve dönemleri sık sık birbirine karıştırır. Çünkü o, Ermenistan’da yükselen hanedanlıkları birbirinden ayırmaz veya ayıramaz. Onlar arasında bir devamlılık görür. Khorene’nin verdiği adların da birçoğunu tanımak mümkün değil. Gene de bu döneme ilişkin ayrıntıları onda buluyoruz. Arsakid yöneticilerinin adları ve dönemleri hakkında modern yazarlarda üzerinde fikir birliği sağlanan bir liste henüz mevcut değil. Alternatif listeler var. Bu listelerden biri şu şekildedir: Tiridates I (M.S. 53-100), Axidares (100-113), Parthamasiris (113-114), Parthamaspates (116-117), Valarş I (117-140), Sohaemus (140-178), Sanatruk (178-216), Valarş II (216-17), Tridates II (217-38), Artavazd (252?), Tridates III (286-330), Khosrow II (330-38), Tigranes V (338-51), Arşak/Arsakes II (351-67), Pap (369-74), Varazdat (374-80), Arşak III (380-89), Valarşak (380-86), Khosrow III (386-92), Vramşapuh (392-414), Artaxias IV (423-428). Değindiğim sebeplerle en doğrusu Arsakid peryodu hakkında ilkin tarihsel verilerle sınırlı bir özet sunmaktır. Yukarıda da işaret edildiği gibi Ermenistan’da Arsakid Monarşisi Part kraliyet ailesine mensup Tridat(es) I (53-100) ile başlıyor. Bu nedenle de o, Ermenistan’da Arsakid Hanedanlığı (Kırmanciye’de Khal Ferat Hanedanlığı)’nın kurucusu olarak kabul ediliyor. Sonraki Ermenistan kralları onun soyundan gelmedirler. Tridat I’in krallık tacı Partlar’la Romalılar arasında varılan uzlaşmanın gereği olarak M.S. 66’da onu Roma’ya davet eden imparator Nero tarafından giydirildi. O’nun yazlık başkenti Garni (Gori) idi. M.S. 114-17 yılları arasında Ermenistan Trojan’ın kontrolü altına girdi. Ermenistan kralı Parthamasiris (113-14), imparator Trojan tarafından devrildi ve öldürüldü. Çok geçmeden ülkede eski statükoya geri dönüldü. Valarş I (117-140), kendi adını taşıyan Vagharşapat kentini kurdu. Bu dönemde Alanlar Ermenistan’ı istila ettiler (M.S. 135/136). M.S. 162 yılında Partiya kralı Vologases III (148-92), Roma’ya aldırış etmeden Ermenistan’a girip bir Arsakid’i tahta oturttuktan sonra Suriye’yi istila etti. Ertesi yıl Ermenistan (Kırmanciye) bu kez Roma ordusu tarafından istila edildi (163). Romalılar bu sırada Arsakid kralı indirip yerine Sohaemus’u koydular. Sohaemus (140-178), bir Roma senatörü ve konsülü ünvanı aldı. Tridates II (217-38), Khosrow I diye de bilinir. Sasaniler’in kurucusu Ardaşir (224/6-240)’e karşı Part direnişine önderlik etti ve Ardaşir’in oğlu ve halefi Şapur’un tezgahladığı bir suikastle öldürüldü (252?). Bu olayı takiben Hosrov’un oğlu Tridates kaçıp Roma’ya sığınır ve onun yokluğunda Ermenistan’ı Artavazd adlı biri yönetir. Artavaz, 262 yılında Sasaniler tarafından devrilir ve yerine Şapur’un oğlu Hormizd-Ardaşir atanır. Roma’ya sığınmış olan Tridates, 288 yılında Roma imparatoru Diocletian tarafından Ermenistan’da veya bir parçasında tahta oturtulur. Ermenistan’ın Arsakid krallarından bu Tridates (Tridates III: 286-330), Ermenistan (Kırmanciye)’ın ilk Hiristiyan kralı oldu. Sasani kralı Behram II, Ermenistan tahtına Şapur I’in oğlu Nerseh’i atar. Bir süre sonra Sasani tahtına geçen Nerseh (293-302), 296 yılında Ermenistan’ın Arsakid kralı Tridates’i devirir. Ülkede Sasani-Roma rekabeti aralıksız sürmektedir. Nerseh döneminin sonuna doğru Ermenistan kralı Tridates Hristiyanlığı benimser. Özünde politik bir karar olan bu dinsel tercih ülkenin kaderini değiştirir. Çünkü 312 yılında Roma imparatoru Constantine de Hristiyanlığı benimsediğinden Roma ile Ermenistan iki dindaş ülke haline gelerek dinsel müttefik olurlar. Bu gelişme Ermenistan-Sasani çatışmasını daha da kızıştırır. Kotak adıyla da bilinen Khosrow II (330-38), Dvin kentinin kurucusudur. Sasani kralı Şapur II (309-79), 363 yılında veya bu tarihten biraz sonra ele geçirdiği Ermenistan kralını kör eder, birkaç yıl sonra da onun oğlu Pap’ı öldürtür. Daha sonra Sasaniler’le Romalılar Ermenistan’ı aralarında paylaşmak konusunda bir uzlaşmaya vardılar. Böylece 387 yılında Ermenistan (Kırmanciye) ikiye bölündü. Büyük parçası Sasaniler’e, küçüğü Romalılar’a düştü. Bazı kaynaklarda bu bölünmenin Kerman-Şah ünvanlı Sasani kralı Behram IV (388-89) zamanında ve onun tarafından yapıldığı söylenirse de, bu paylaşımın tarihi 387 olduğuna göre Şapur II döneminde yeralmış olmalıdır. Arşak III (380-89), Roma Ermenistanı’nın son kralı olarak öldü. Arşak/Artaşes III öldürülünce, Romalılar kendi parçalarına bir vali atadılar. Bunun anlamı ilhaktı. Sasaniler’in elindeki parçada ise hala Arsakid soylu kişiler vardı tahtta. Valarşak (380-86), Sasani Ermenistanı kralıydı. Vramşapuh (392-414), Ermeni alfabesinin icadını teşvik eden Arsakid kralı oldu. O’nun oğlu Artaxias/Artaşes IV (423-428) ise, bir Sasani vasalı idi ve Sasani Ermenistanı’nın son Arsakid/Part kralı oldu. Artaxias, 428 ylında kendisini tahta atayan Sasani şahı Behram Gur (420-38) tarafından devrildi ve bu tarihten sonra bu parçaya bir Sasani marzpanı/valisi atandı. Sahak’ın liderliğindeki Ermenistan klerjisi (din adamları sınıfı) Sasaniler’in bu politikasına tepki gösterdi. Bunun üzerine Sahak tutuklandı. Çok geçmeden Ermenistan’da Sasani (Zaza) yönetimine karşı isyanlar patlak verdi. Bunların en iyi bilinenleri ve en ünlüleri Mamakanlar (Dersimliler)’ın öncülük ettikleri iki direniştir. Bunlar 450-51 yılının Vardan Mamikonyan ve 482 yılındaki Vahan Mamikonyan isyanlarıdır. Yukarıda Ermenistan Arsakidler’i konusunda tarihsel verilere dayalı bir özet sundum. Bunlar güvenilir bilgiler olarak görülebilir. Bu bilgilere ek olarak şimdi Moses Khorene’nin anlattıklarına, onun aktardığı rivayetlere ve ayrıntılara değinebilirim. Bu uzunca bölüme ihtiyaç duymamın nedeni, Arsakid peryodunu Dersim tarihi ve bazı Dersim rivayetleri bakımından önemli bulmamdır. Khal Ferat Monarşisi Peryodunun Ayrıntıları (Moses Khorenatsi’de Arsakid Peryodu) M.S. 53/54 yılında Ermenistan’da Khal Ferat Hanedanlığı (Arsakid Monarşisi)’nı kurmuş olan Valarşak (Tridates I), Khorene’ye göre Kırmanciye’de Devletler ve Hanedanlar bölümünde sözünü ettiğim onlarca prensliği oluşturduktan sonra Armavir’de bir tapınak yaparak buraya Güneş ve Ay’ın imajlarını ve kendi atalarının heykellerini koyar ve Yahudi Shambat Bagarat’ın Yahudi dinini bırakması için ona adeta yalvarır, ama sonuç alamayınca onu özgür bırakır (II. kitap, s. 143). Armavir, Surp-Mari (Surmelu, Surmari) olarak bilinen yerdir. Khorene’de Valarşak (Trdat/Tridates I?)’ın başkentinin Nisibis olduğu söylenir. O’nun yazlık başkenti ise bir diğer kaynağa göre Revan güneyindeki Garni (Karni, Gerni, Gori, Gorneae) idi. Çok sayıda çocukları olan Valarşak (Trdat I, Allahverdi)), Khorene’nin aktardığına göre, halef olarak düşündüğü oğlunu yanında tutup, gerisini Tarawn’ın batısında bulunan Haşteank Eyaleti (Palu-Çabakçur bölgesi) ile bu eyaletin sınırındaki vadiye yerleştirmiş ve bu tarihten sonra da Arsakid krallarının halef seçtiklerini yanlarında tutup geri kalan çocuklarını Haşteank eyaletine yerleştirmeleri adet olmuştur (II. kitap, s. 144). Böylece Haşteank eyaleti, yani Palu-Bingöl bölgesi ve çevresi, Arsakid saray ailesi mensuplarının yerleştiği, onların mirasla intikal eden mülküne dönüşür (II. kitap, s. 144). Valarşak’ın Part kralı kardeşi Vologases (Valarş) I döneminde Partiya kuzeydoğudan bir Alan istilasına uğrar (M.S. 72). Kendileriyle ittifak yapan Hırkaniye krallığı üzerinden geçen göçebe Alanlar kuzey İran’a doluşurlar. Partlar’ın Medya (Azerbaycan) satrapı olan Part kralı Valarş’ın kardeşi Pacorus’un ve bunların diğer kardeşleri olan Ermenistan kralı Tridates (Valarşak)’in kuvvetlerini silip süpürürler. Daha sonra Alanlar geldikleri yoldan geri dönerlerse de, bu istila son olmayacaktır. Nitekim M.S. 135/136 yılı dolayında göçebe Alanlar İberya kralı Pharasmanes’in kışkırtmasıyla bir kez daha, ama bu kez kuzeyden Part imparatorluğu topraklarına girer, Azerbaycan, Ermenistan, hatta Kapadokya’ya egemen olurlar. Sonra her nasılsa tekrar geri dönen Alanlar, M.S. 276 yılında (Roma imparatoru Aurelian döneminde) Pontus, Kapadokya, Klikya ve Galata’yı kuzeyden bir daha istila ederler. Bazı kaynakların İskit olduklarını söyledikleri bu istilacılar, diğer bazı kaynaklarda Alan olarak adlandırılır. Bunların da daha sonra bir şekilde ikna edilip geri çevrildikleri kaydediliyor. Ama bu istila dalgalarının geride Alanlar’dan bazı gruplar bıraktığını düşünmek gerekir. Nitekim Khorene’nin aktardığı gelenek de Alanlar’ın, en azından onların bir bölümünün Ermenistan’a yerleştirildiğini söylemektedir. Valarşak (Tridates), Khorene’ye göre Nisibis’te öldü ve yerine oğlu Arşak I geçti. Khorene’de ilk Ermenistan kralı olduğu söylenen Valarşak’tan sonraki Arsakid krallarının adları baba-oğul (birkaç istisna hariç) çizgisinde şöyle verilmektedir: (Valarşak), Arşak I, Artaşes I, Tigran (Tiran), Artavazd, Arşam (Arjam veya Manov), Abgar, Sanatruk, Artaşes, Artavazd, Tiran (Artavazd’ın kardeşi), Son Tigran (Tiran’ın kardeşi), Valarş (Son Tigran’ın oğlu), Khosrov, Saint Trdat, Khosrov II, Tiran, Arşak, Şapuh (?), Pap, Varazdat, Pap’ın iki oğlu Arşak ve Valarşak. Khorene’nin listesinde Sanatruk ve oğlu Artaşes’e kadarki isimler Ermenistan Arsakidler’i, yani Kal Ferat Hanedanlığı çağına ait görünmüyorlar. Yukarıda Khorene’nin Valarşak (Val-Arşak) dediği kişinin Tridat I olması gerektiğini söyledimse de, bu konuda kesin olmadığımı altını çizerek söylemek zorundayım. Çünkü kaynaklar Valarşak’ı Tridat’tan çok önce (M.Ö. 149-127) yönetmiş farklı bir yönetici olarak göstermekte ve Khorene’nin dayandığı Mar Abas Katina’nın da bu aynı çağda yaşadığına işaret etmektedirler. Khorene, Artaşes I’in bir batı seferi yaparak Lidya kralı Croesus’u esir ettiğinden, Artemis, Heracles (Herkül) ve Apollo’nun bronzdan heykellerini Lidya’dan Ermenistan’a getirip Armavir’e ve Vahuni ailesinin öz-yurdu Aştişat’a, Yunanistan (Hellas)’dan getirdiği Zeus, Artemis, Athena, Hephaistos ve Afrodite gibi Yunan tanrılarının imajlarını ise Ani Kalesi (Kemah)’ne yerleştirdiğinden ve başka bazı olaylardan sözeder. Bir bölümü Akamenid kralı Cyrus’un yaptıklarını anımsatan bu olaylar da bu tarihten yüzlerce yıl öncesine aittirler. Zeus’un heykelini Ani Kalesi (Kemah)’ne, Athena’nın büstünü Til’e, Artemis’in ikinci bir heykelini de Erez’e koyduğunu söylediği kendi listesindeki Tigran kısmında da, Khorene, gerçekte bir önceki Artaxiad peryodunda yöneten ünlü Tigranes II (95-55 M.Ö)’yi anlatıyor. Adı geçen tanrıların imajlarının konulduğu söylenen yerlerin kimi bir dönemler Dersim içine düşüyor, bir bölümü de Dersim hudutları civarında yeralıyordu. Edessa Kralı Abgar ve İsa İle İlişkiler Khorene’nin listesinde Tigran’ın oğlu olarak tanıtılan Artavazd da, Thomson’un açıklamasına göre aslında Artaxiad kralı Artavazd II (55-34 M.Ö)’dir. Onu izleyen Manov, Abgar ve Sanatruk ise gerçekte Edessa krallarıdırlar. Ama M. Khorene, Edessa krallarını Ermenistan Arsakidleri (Kal Ferat Hanedanı)’ne dahil göstermektedir. Onun anlatımında Manov (Arşam) Tigran’ın kardeşi, Abgar’ın da babasıdır. Sanatruk ise Abgar’ın yeğenidir. Khorene, o dönemde her yöneticinin iki ada sahip olmasının adet olduğunu yazmaktadır. Khorene’nin Part soyundan olduğunu söylediği ve Ermenistan (Kırmanciye) kralı olarak gördüğü Abgar (Ekber), bir Edessa kralıdır. İlkin M.Ö.4-M.S 7 yılları arasında ve ikinci kez M.S. 13-50 yılları arasında yönetmiştir. Ukama Bar Ma’nu veya Abgar V Ukama adıyla da bilinir. Rivayete göre M.S. 29 veya 32 yılında Hristiyanlığı benimsemiştir. Ermeniler’in ilk Hristiyan ulus sayılmasında Abgar’ın ve Edessa Krallığı’nın bazı eski kaynaklarda Ermeni olarak tanımlanmasının da payı vardır. Abgar’ın adındaki Ukama sözcüğü kara, Bar ise oğul demektir. Edessa/Osrohene krallığı, Selukidler’in Mezopotamya’yı Partlar’a bırakıp Fırat’ın batısına doğru çekildikleri sıralarda M.Ö. 132/131 tarihinde Urfa (Beth Orhaye, Orhai, Ruha, Urhay) ve çevresinde oluştu ve yaklaşık 352 yıl (M.Ö. 132-M.S. 240/242) yaşadı. Bu krallığın yöneticileri ve yönetim dönemleri güvenilir olmakla ünlü Edessa Arşivleri’ne dayanılarak M.S. 540 yılı dolayında yazılan Edessa Kronikleri’nde verilmektedir. Edessa tarihinin ayrıntıları ve Edessa krallarının listesi için J. B. Segal’in Edessa-The Blessed City (1970, s. 15, 3 nolu dipnot) adlı kitabına, ayrıca Enc. Of Islam’ın Orfa maddesine bakılabilir. Bazı kaynaklar Urfa başkentli Edessa krallığını bir Süryani Krallığı olarak tanımlar ve Abgar dahil bütün krallarını da Süryani kralları olarak nitelerler. Bu kaynaklara göre Edessa kralları Hristiyanlığı 200 yıllarına doğru kabul etmişlerdir. Bu krallık ilkin Ermenistan krallarına ve Part İran imparatorlarına, sonra da Roma’ya tabi olmuş, en sonunda Roma imparatorluğuna katılarak son bulmuştur. Khorene, Edessa adının Ermenice olduğunu söylerse de Thomson’un verdiği bilgiye göre bu ad başlangıçta Makedonya’nın başkentinin adıydı ve Urfa (Urha) kentine de Selukidler tarafından verilmişti. Abgar’ı bir Arsakid kralı olarak tanıtan Khorene, onun Ermenistan Arsakid monarşisinin, yani bana göre Kal Ferat Hanedanlığı’nın başkentini Nisibis (Şoba)’ten Edessa’ya taşıdığını söylemektedir. Edessa’dan sözederken Procopius da Abgar’a değinir. Ona göre tüm Edessa kralları Augarus diye adlandırılırdı. Procopius’un anlattığına göre, Abgar (Augarus), kimsenin bir türlü tedavi edemediği bir hastalığa yakalanır. Sonunda Filistin’de “Tanrı’nın oğlu İsa”nın ölüleri bile dirilttiğini duyunca İsa’ya bir mektup yazarak onu Judea’yı terkedip yaşamının geri kalanını Edessa’da geçirmeye çağırır. İsa, Abgar’a bir cevap yazarak gelemeyeceğini iletir, ona sağlık diler. Procopius, kent halkının İsa’nın mektubunu aldıktan sonra Abgar’ın iyileştiğine inandığını yazıyor (Bk. Procopius, a.g.e., I. kitap, s. 369). Khorene de değinir bu aynı rivayete. Khorene’deki versiyona göre hasta olan Ermenistan (Kırmanciye) kralı Abgar mucizelerini duyduğu İsa’nın yardımını araştırır. Bu amaçla iki elçisini Kudüs’e yollar. Bu elçilerle İsa’ya gönderdiği mektubunda gelip kendisini iyileştirmesini ister ve Yahudiler’in saldırısına karşı Edessa’ya gelirse kendisine koruma vereceğini iletir. Moses Khorene, “Abgar’dan Kurtarıcıya Mektup” başlığı altında bu mektubun metnini de vermektedir. Bu iki elçi İsa ile bizzat görüştükten sonra Edessa’ya dönüp Abgar’a gördüklerini anlatırlar. Bunun üzerine Abgar ölüleri dirilten İsa’nın gerçekten de Tanrı veya Tanrı’nın Oğlu olduğuna inanır. Khorene’ye göre İncil’de Abgar’ın bu mektubundan sözediliyor ve bu mektubu gönderenlere Gentileler diye referans veriliyor. Bu sözcük (gen-tile) sözlüklere göre Yahudi-olmayan kişi veya kişiler demektir. Khorene’ye göre İsa’nın talebiyle havari Thomas İsa adına Abgar’ın mektubuna bir cevap yazar. Khorene bu yanıtın metnini de kitabında vermektedir (Bk. a.g.e., s. 169). Abgar’ın kuryesi Anan aracılığıyla iletilen bu mektupta İsa’nın Abgar’ın tedavisi için bir havarisini göndereceği bildirilir. İsa öldükten sonra, Oniki Havari’den biri olan Thomas (İncil’in Türkçe çevirisinde Tomas) Yetmişler’den birisi olan Thaddaeus’u bir havari olarak ve tedavi amacıyla Edessa’daki Abgar’a gönderir. Thaddaeus (İncil’de adı oniki havari arasında anılan Taday olabilir), bir ‘Yahudi’ olan Bagratuniler’den Tobias adlı prense konuk olur. Kendisiyle görüşen Abgar ve tüm Edessa kenti halkı ondan çok etkilenirler. İsa’ya ve Baba (Tanrı)’sına inandığını beyan eden Abgar, ordusuyla gidip İsa’yı çarmıha gerenlerden intikam almak istediğini söyler. Abgar’ı, diğer soyluları ve kentteki hastaları iyileştiren ‘Havari Thaddaeus’, hepsinin itikadını kazanır. Abgar ve tüm Edessa kenti vaftiz edilir. Edessa’da İsa’ya inananlar giderek çoğalır ve putların bulunduğu tapınakların kapısına kilit vurulur. Havari Thaddaeus, bir ipek işçisi olan Adde’yi Edessa’ya rahip olarak atar ve onu Abgar’ın yanında bırakır. Havari Thaddaeus’un kendisi ise Edessa’dan Abgar’ın yeğeni Sanatruk’un yanına gider. Thaddaeus’la birlikte gelmiş olan Simon ise Partiya (İran)’ya gönderilir. İncil’de havarilerden ikisi Simun adını taşır. Bunlardan biri Petrus/Peter, diğeri ‘Yurtsever’ olarak da bilinirler (Bk. İncili Şerif Yahut İsa Mesih’in Yeni Ahit Kitabı, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1976). Roma imparatoru Tiberius’a, Babil kralı Nerseh’e ve kan akrabası Partiya (İran) kralı Artaşes’e mektuplar yazan Abgar, onları, dirilen ve öğretisini yaymak için dünyanın her tarafına havarilerini yollayan İsa’ya çağırır. Kan akrabaları olan Partlar’ın o sıra Partiya (İran)’da bulunan Simon’a inanmalarını talep eder. Ama bu mektup henüz Artaşes’e ulaşmadan Abgar ölür (Bk. Moses Khorene, a.g.e., s. 174). Thomson’un notuna göre M. Khorene bu bilgileri Eusebius’tan almıştır. Yukarıdaki gelenek doğru mudur? Bu konuda kesin konuşamam. Ama gerçek kimliği henüz tartışma konusu olan İsa, eğer tarihsel bir kişilik ise, Abgar’la çağdaş olduğu söylenebilir. Nitekim Thomas Artsruni de İsa’nın Abgar’ın Ermenistan (Kırmanciye) kralı olduğu dönemde ortaya çıktığını ve ona inanan ilk kralın da Abgar olduğunu yazmaktadır (Bk. T. Artsruni, History Of The House Of Artsrunik, M.S. 900, R. W. Thomson çevirisi, 1985). İncil’de İsa’nın Davut-oğullarından, yani peygamber olarak da tanıtılan kral Davut’un soyundan olduğu söylenir. O’nun M.Ö. 40-M.S. 44 yılları arasındaki bir tarihte doğduğu veya yaşadığı tahmin edilmektedir. İncil ise, genel kanıya göre, Milattan sonraki ilk yüzyılda İsa’nın havarileri ve diğer izleyicileri tarafından yazıldı. Değişik kişiler tarafından ve değişik zamanlarda yazılan bu kitapçıkların Milattan sonraki ilk iki yüzyılda biraraya getirilip derlenmesinden oluştuğu söylenmektedir. Bu kitapçıklarda İsa’nın yaşamı, öğretisi, izleyicilerinin faaliyetleri, birçoğu Anadolu’da bulunan ilk Hristiyan toplulukları nerelerde ve nasıl oluşturdukları anlatılır ve bu topluluklarla çeşitli konularda yapılmış yazışmalara da yer verilir (Bk. İncil (Müjde), Yeni Yaşam Yay., 1991; İncili Şerif Yahut İsa Mesihin Yeni Ahit Kitabı, İstanbul, 1976; ve İncil’in İngilizce versiyonları). İsa’nın çarmıha gerilmesinden sonra ağır baskılar nedeniyle İsa’nın havarileri Kudüs’ü terkedip çeşitli yerlere sığınmışlardır. Sığındıkları yerlerden biri de Edessa’ya pek uzak olmayan Antakya ve Tarsus’dur. Bu inanca Hristiyan (Mesihçiler, İsacılar) adı da ilk kez Antakya’da takılmıştır. Bu adla bilinen ilk topluluk, Antakya’daki izleyicilerdir. Mesih sözcüğü Mehdi (gelecek olan, beklenen kurtarıcı) ile eşanlamlıdır. İsa’ya Mesih de denilmiştir. Abgar’dan sonra Ermenistan Krallığı Abgar’ın oğlu Ananun ile Abgar’ın yeğeni Sanatruk arasında ikiye bölünür. Ananun Edessa kralı olurken, Sanatruk Ermenistan tahtına çıkar. Sanatruk, havari Thaddaeus tarafından Hristiyanlığa çevrilmişti. Abgar’ın oğlu Ananun ise babasının inancını sürdürmez, putların bulunduğu tapınakları yeniden ibadete açararak pagan kültlere tapımı devam ettirir. Ananun, Edessa’da havarinin temsilcisi ve Edessa papazı olarak bulunan Adde’yi de öldürtür. Ermenistan’a gelen havari Bartholomew (İncil’in Türkçe çevirisinde Bartalmay) de aynı şekilde Arebanus kentinde öldürülür. Thomson’un dipnotuna göre sonraları Hogeats-Vank adıyla ünlenen Dicle üzerindeki kiliseyi Bartholomew’in kurduğu rivayet edilir. Bir başka gelenek ise, aynı nota göre, havari Bartholomew’i Karin (Theodosiopolis, Erzurum) kenti ile ilişkilendirmektedir. Havari Thaddaeus’un, özellikle Edessa papazı olduğu söylenen Adde’nin Yezidiliğin kurucusu olduğu söylenen Şeyh Adi ile bir bağlantısı olabilir bence. Sanatruk (Sanesan, Sanasar)’un İnşa Ettiği Kent Munzur Kaynağında Olabilir Mi? Sanatruc, Khorene’de Edessa (Urfa ve çevresi) kralı Abgar’ın yeğeni ve Ermenistan’ın Abgar’dan sonraki Arsakid/Part kralı olarak tanıtılır. Faustus’a göre Mtsurn kentini inşa eden veya yeniden inşa eden Sanatruk’tur. Ermeni tarihçilerine göre Mtsurn kral Sanatruk’un başkentiydi. Ama Mtsurn’un adı Ermenice’de sık sık Nisibis kentinin Ermenice adı olan Mtsbin ile birbirine karıştırılır (Bk. Thomson’un dipnotu, a.g.y., s. 178-179). Khorene’nin dayandığı ünlü Mar Abas Katina, Mtsurn’lu bir bilgindir. Nisibis’in Şoba adıyla da bilindiği söylenmektedir. J. G. Taylor’un aktardığı bilgilere göre, eski coğrafyacılar Munzur Nehri’nin Yukarı Ermenistan’da aynı adı taşıyan eyalette (Menzor Eyaleti/Kantonu) yeralan Medzourkh adlı antik kentten çıktığını ve bu kenti Sanadrug’un kurduğunu yazmaktadırlar. Örneğin Byzantium’lu Faustus, bu kenti Ovacık Ovası’nda Mercan ve Munzur’un birleştiği yerde gösterir ve St. Martin de bu kentin Sanadroug tarafından kurulduğunu kaydeder. Taylor’a göre Faustos ve St. Martin’in tarifleri Ovacık ve Munzur ile örtüşür. Taylor, Munzur Nehri’nin bir dağdan çıktığını (ona göre bugünkü Doojik Dağı’ndan) not ettikten sonra, uzun zaman önce bir İran (Pers) kralının Munzur Dağı dibinde bulunan bu nehrin doğduğu yeri (mağarayı) temizlettiğini söyleyen bir geleneğin varlığına da işaret eder (Bk. JRGS adlı periyodik, cilt 38, s. 281-361, J. G. Taylor, Journal Of A Tour In Armenia, Kurdistan And Upper Mesopotamia With Notes Of Researches In The Deyrsim Dagh, 1866). Munzur Efsanesi’ni anlatırken M. Seel de, bir İran kralının Munzur gözesinde kazı yaptırıp efsanenin kahramanı Munzur’un kayıplara karışırken elinde olduğu rivayet edilen kabı bulduğunu ve götürüp Tahran Müzesi’ne koyduğunu söyleyen aynı geleneğe değinmektedir. Öte yandan sözcük olarak İlk Yaradılış (Başlangıcın Yaradılışı) anlamı taşıyan Bundahis’te de Fırat’ın (Eski kaynaklarda bazen Munzur’a da Fırat denir) kaynağının Manuskihar tarafından kazıldığı söylenmektedir (Bk. Ferdinand Justi, Der Bundehesh, Leipzig, 1868; ayrıca çevirisi değişik doğu bilimcilerce yapılan ve F. Max Müller’in edite ettiği 1880 tarihli The Sacred Books Of The East adlı eserin V. cildindeki Bundahis çevirisi, s. 78’e bakılmalıdır). El Beruni’nin Pişdadi (Med?) kralları listesinde Minoscihr adında bir yöneticinin adı geçer. İran’ın Part krallarından biri Sinatruces (76/75-70/69 M.Ö) adını taşır. Yukarıdaki verilerden hareketle Mtsurn teriminin Munzur adının bir şekli olup, Munzur Nehri kaynağında, yani modern Ovacık’ta kurulduğu rivayet edilen antik kent olduğunu düşünüyorum. Sanatruk’un kurduğu veya yeniden kurduğu söylenen kent olmalıdır bu. Dolayısıyla Moses Khorene’nin dayandığı Mar Abas Katina adlı bilgin de gerçekte Munzur (modern Ovacık)’lu olabilir. Sanatruc (Sanadroug) adının bazen Sanesan şeklinde yazılabildiğini de not etmeliyim. Justi’nin İranisches Namenbuch adlı çalışmasında da aynı özdeşlik kurulmaktadır (Bk. Justi, a.g.e., s. 282-83). Sanasar olarak da okunabilecek olan Sanatruk adı, Sin (San) öğesi içermektedir. Khorene, Bagratlar’ın ve Artsruniler’in kumandasında bir ordu toplayan Sanatruk’un tüm krallığı elde etmek amacıyla Abgar’ın oğlu Ananun ile savaştığını, bu savaş sırasında Abgar Evi’ne mensup kadınları Haşteank kentine (Palu-Çabakçur bölgesi) yerleştirip bu evin erkeklerinin tümünü kılıçtan geçirdiğini yazmaktadır. O’nun yazdığına göre Sanatruk, depremde yıkılan Nisibis kentini de yeniden inşa etmiştir. Faustos’a göre Sanatruk’un inşa ettiği kentin Mtsrun olduğuna az yukarda işaret ettim. Ermenice’de Mtsrun ve Mtsbin (Nisibis) adlarının karıştırıldığına da değindim. Khorene, Sanatruk öldükten sonra ülkede yaşanan karışıklıklara ve taht savaşlarına değinir. Bu ortamda Eruand adlı biri tahtı ele geçirip Artaşes hariç Sanatruk’un tüm oğullarını öldürür. Thomson’un notuna göre Khorene’nin Eruand dediği yerde gerçekte Abgar VII’nin oğlu Arbandes’i anlamalıyız. Çünkü Khorene, Arbandes ile Orontidler ailesine mensup Eruand’ı karıştırmaktadır. Abgar VII (Abgar VII bar Ezad/İzat, İzates), Edessa kralı olup J. B. Segal’ın verdiği listede M.S. 109-116 yılları arasında yönetmiş gösteriliyor. Arbandes (Khorene’de Eruand)’in katliamından kurtulabilen Artaşes sonraları Part ordularının desteğiyle Ermenistan’da tahtı ele geçirir. Khal Ferat Hanedanlığını Kim Kurdu? Bazı kaynaklara göre, Ermenistan’ın ilk Arsakid kralı Tridat I, gerçekte Khorene’de Sanatruk’un oğlu olarak gösterilen bu Artaşes (Axedares, Exedares?)’e karşılık düşmektedir. Artaşes’in Tridates I’e tekabül ettiği doğruysa, Tridat I’in babası kaynaklarda Sanatruk değil de, Vonones II (M.S. 50/51) olarak verilir. Ferdinand Justi’nin İranisches Namenbuch (1963) adlı eserinde bu Vonones II’yi Part kralı IV. Ferat’ın bir oğlu olarak veya bir şekilde IV. Ferat ailesine dahil biri gibi sunan bir görüşe işaret edilmektedir (Bk. Justi, a.g.e., s. 412, dipnot 4). Sanatruk’un oğlu olduğu söylenen kişinin asıl adı Artaşes (Yiğit Ardaşes), ünvanı ise Tiridates’tir. Tridates sözcüğü Tir adlı tanrı adından gelme olup, bu tanrının yarattığı anlamını vermektedir. Halk arasında hâlâ rastladığımız Allahverdi adıyla aynı türdendir. Ama burdaki Allah, Tir adını taşıdığı için Tridat adı da Tir adlı Tanrı’nın verdiği (Tir-verdi) şeklinde anlaşılmalıdır. Tir, bir pagan dönem tanrısıdır. Yunan panteonundaki Apollo’nun Emenistan (Kırmanciye)’daki dengidir. Dersim adının başındaki Der unsurunun Tir adıyla ilişkisi olabilir. Part kralı Vologases I’in kardeşi olup onun tarafından Ermenistan krallığına atanan kişinin işte Tiridat (Allahverdi) ünvanlı veya lakaplı bu Artaşes (veya Axedares) olduğuna inanılıyor. Ermenistan Arsakidleri (Khal Ferat Hanedanlığı)’nin kurucusu ve ceddi odur. Tridat (Artaşes?)’ın ilk yönetimi M.S. 53-58 yılları arasına denk düşer. Bir kesintiyi takiben ikinci kez M.S. 63-99 arası yıllarda yönetir. M.S. 72 yılındaki Alan istilası onun zamanına rastlıyor. Bazı kaynaklar Alan istilasının tarihini M.S. 36, bazıları da M.S. 72 yılı olarak vermektedirler. Khorene’nin anlatımında 72 yılı benimsenmiştir gibi. Bu istilaya Alanlar’dan başka halklar da katılmış görünüyor. Ama tümüne birden sadece Alan olarak referans veriliyor. Tüm dağ halklarını (muhtemelen Giller ve Deylemi’ler de dahildi) yanlarına aldıkları söylenen Alanlar, onlarla birlikte Gürcistan’ın yarısını ele geçirdikten sonra hızla tüm Ermenistan (Kırmanciye)’ı istila ederler. Kura Nehri havzalarında ‘Alan ulusu’ ile savaşan Artaşes (Allahverdi)’in ordusu Alan kralının oğlunu esir eder. Bu olayı takiben Alan kralı barış ister. Artaşes (Tridates I?), istilacı Alan kralının kızı Sat’inik’le evlenip savaşı sona erdirir. Alanlar’la dostluk kuran Artaşes onların bir bölümünü Artaz (diğer adıyla Shavarshan) eyaletine yerleştirir. Kendisiyle evlenen Alan kralının kızı Sat’inik’in akrabalarını ise Büyük Kraliçe’nin yakınları sıfatıyla Araveleank’lar (Aravel’ler) adı altında bir Ermenistan evi/prensliği haline dönüştürür (Bk. Khorene, a.g.e., s. 191-195). Araveller, bir Alan aşireti idi, Alan orijinliydi. Böylece, Toumanoff’un da işaret ettiği gibi, geleneğe göre ‘Aravel (Aruel)’ler, Alania/Ossetia adıyla bilinen Alan ülkesi krallarının soyundandırlar. Toumanoff, topraklarının Ayrarat’ta olduğuna işaret ettiği Aravel/Aruel’lerin adının tarihte en son 7. yüzyılda duyulduğunu yazmaktadır. Bu ad, bana Dersim’in Areyli (Areiz) aşiretini hatırlatıyor. Burdaki olaylar Dersim’in Alan ve Areyli aşiretlerinin gelişine işaret edebilir. Areyli aşiretinin adı Türk kaynaklarında bazen Araelli veya Artilli şeklinde geçer. Kirzioğlu’nun aktardığına göre, Alanlar’ın Aorsi adlı aşireti bu sırada Artaz’a, bir diğer Alan aşireti olan Şırak’lar ise Kars-Arpaçay boyuna yerleştirilmişler. Kirzioğlu, Sırak (Sırakene) adlı bölgenin adının bu aşiretin adından geldiğine işaret eder (Bk. Kirzioğlu, Kars Tarihi, s. 154). Khorene, Artaşes’in yaklaşık aynı sıralarda tahta yeni çıkan kendi adaşı Partiya (İran) kralını tanımayarak ona karşı isyan eden Gilan (Gel ülkesi) halkına ve diğer Hazar kıyısı halklarına karşı savaşıp onlardan çok sayıda esir aldığını ve bu esirleri Ermenistan (Kırmanciye)’a yerleştirdiğini yazmakta ve bu esirler arasında Kaspik’lerin kralı Zardmanos’un da bulunduğunu belirtmektedir. Bu esirlerin veya onların bir bölümünün Güney Ermenistan’da Alki’ye yerleştirildiği söyleniyor. Böylece Khorene’ye göre Artaşes Ermenistan’a çok sayıda yabancı nüfus yerleştirmiştir. Thomson, Ermenistan’a yabancıların yerleştirilişinin daha çok Tigran II dönemine uyduğunu not etmektedir. Artaşes (Tridat) ile Axedares’in aynı mı, ayrı mı oldukları net değil. Khorene’deki bilgilere göre, Artaşes’in Ermenistan krallğı Roma imparatorları Trojan (98-117) ve Hadrian (117-138) dönemlerine rastlıyor olmalı. Kronolojiye bakılırsa, Axedares (100-113?), Artaşes’ten sonra yönetmiş başka biri olsa gerektir. Khal Ferat Hanedanlığının Sonraki Yöneticileri ve Başkentleri Khorene’nin aktardığı geleneğe göre, Artaşes (Tridates I)’in Alan kralının kızı Satinik’ten altı oğlu olur. Bunların adları Artavazd, Tiran, Mazhan, Zareh, Vroyr ve Tigran olarak veriliyor. Artaşes ölünce ilkin oğlu Artavazd geçer tahta. Oğulları olmayan Artavazd, halef olarak kardeşi Tiran’ı seçer ve az sonra ölünce de yerine kardeşi Tiran geçer ki, o da Romalılar’a bağlı kalır. Khorene; Abgar dönemini Edessa Arşivleri’ne, Artavazd’dan Khosrov’a kadarki Ermenistan tarihini ise Edessalı tarihçi ünlü Bardaisan’ın kitabına dayanarak yazdığını söylemektedir (Bk. Khorene, a.g.e., s. 213). Bardaisan adı, Daisan’ın oğlu demektir. Daisan ise, Edessa’da bir nehirdir. Bardaisan (M.S. 154-222), Edessa Krallığı döneminde yaşadı. Partiya’dan kaçıp Edessa’ya gelen pagan bir ailenin oğludur. Edessa doğumludur ve Edessa literatürünün devidir. Bir Hristiyan’dı, ama kiliseden kovulmuştu. Kendi adıyla anılan Bardaisani’ler sektini kurdu. Caracalla’nın yönetimi döneminde Ermenistan (Kırmanciye)’a sığındı ve burada iken bir Ermenistan Tarihi yazdı. Khorene, Bardaisan’ın Ermenistan’da sığındığı yerin Ani Kalesi (Kemah) olduğunu yazmaktadır. Oğlu olmayan Artavazd kardeşi Tiran’ı, Tiran ise diğer kardeşleri Tigran (Son Tigran)’ı halef olarak belirler. Khorene’nin listesinde Son Tigran olarak geçen kişinin M.S. 1. yüzyılın başlarında yaşamış III. Tigran olamayacağına işaret eden Thomson, Son Tigran diye referans verilen bu adamın Sohaemus adlı Ermenistan kralı olduğunu tahmin eder (Bk. Khorene’nin kitabına dipnot, s. 208). D. M. Lang’ın verdiği listeye göre Arsakidler’den Sohaemus, M.S. 140-178 yılları arasında yönetmiştir. Bu adı taşıyan bir Sofene kralı da var (M.S. 54-68). Ama Arsakid Monarşisi’nden sözettiğine göre Thomson’un yorumu doğruysa Khorene’nin referansı M.S. 140-78 arasındaki Ermenistan kralı olmalıdır. Zaten Khorene de onun Antoninus Augustus diye de bilinen Roma imparatoru Titus II (M.S. 138-161) zamanında yaşadığını ima ediyor. M.S. 161/162 yılında onun yönetimi kesinti yaşar. Bu kesintide Parthia’lı Pacorus yönetir. Ama M.S. 163 yılında Ermenistan’ı istila eden Roma ordusu Part kral adayını devirip Sohaemus’u ikinci kez tahta oturtur. Babası Tiran ile bu Son Tigran (Sohaemus?)’ın başkentleri Akilisene’de idi. D. M. Lang’a göre Sohaemus, bir Roma senatörü ve konsülü ünvanı aldı. Sohaemus, bir diğer kaynakta yer verilen listede, Emesa’lı olarak gösterilir. Khorene, Tiran’ı anlattığı kısımda, Ermenistan’ın Arsakid Evi (Kal Ferat Evi) halkının topluca Haşteank’ta oturduklarını, onların irsi mülklerinin burada olduğunu tekrarlamaktadır (Bk. II. kitap, s. 205). O’nun anlattığına göre Arsakid Evi’nin burdaki nüfusu zamanla hayli çoğalır ve yine kendilerinden biri olan Ermenistan’ın Arsakid krallarından Tiran döneminde yeni topraklar talep ederler. Bunun üzerine kral Tiran, onlardan bir bölümünü Aliovit ve Arberan eyaletlerine yerleştirir. Aliovit ve Arberan’ın yerleri için Khorenatsi’nin coğrafyasını gösteren gerilerdeki haritaya bakılmalıdır. Artavazd’ın eşlerinden birinin Andzevatsi (Zavazan) adlı bir gençle evlendiğini ve oğulları olmayan Artavazd Evi’nin tüm varlığının da bu adama, ondan sonra da Erakhnavu adında birine kaldığını söyleyen M. Khorene, Tiran döneminde bu evlilik nedeniyle Andzavatsi Evi (Zavazan Evi)’ne ayrıcalık tanındığını, Tiran’ın bu eve devlet hiyerarşisinde Artavazd Evi’nin hakkı olan ikinci sırayı verdiğini, bu evden çok sevdiği Erakhnavu adlı genci Ermenistan ordusunun doğu bölümünün kumandanı yaptığını söylemektedir. Artavazd, Tiran ve Son Tigran’ın kardeşleridir. Moses Khorene’nin anlattığına göre Tiran adlı bu Arsakid kralının kendisi Ekeleatsi (Akilisene)’ye yerleşir ve başkentini de bu bölgedeki Ch’rmes’e taşır. Tiran, 21 yıl boyunca Ermenistan krallığını buradan yönetir. O’nun kardeşi Tigran (Son Tigran)’nın başkenti de burası oldu. Eremyan, Ch’rmes kentinin Erez’in doğusundaki Tsumina olduğunu saptadı (Bk. Khorene’nin kitabına Thomson’un dipnotu, s. 205). Dersim civarında bulunan bu kentin adı da (Tsumina/Ch’rmes) Dersim adıyla bir benzerlik taşıyor. Sanatruk (Sanesan)’un başkentinin Munzur (Ovacık, belki yine Munzur Eyaleti’ndeki Çemişgezek) olabileceğine değindim. Ama kesin konuşamıyorum henüz. O hariç tutulursa, Tiran, Moses Khorene’de başkenti Dersim hudutlarında (belki de içinde) bulunan ilk Arsakid kralı olarak görünüyor. Khorene, bir seyahat sırasında kar fırtınasında ölen Tiran’dan sonra Ermenistan tahtına kardeşi Son Tigran’ın geçtiğini yazmaktadır. Anneleri Alan da olsa bunlar gelenekte Part/Arsacid sayılıyor, öyle tanımlanıyorlar. Thomson’a göre Khorene, burdaki adları Strabo’dan alıp kullanmıştır. Khorene, Son Tigran’ın tek bir cesur iş yapmadan 42 yıl yaşayıp öldüğünü söylemektedir. Khorene’nin Son Tigran dediği bu Ermenistan kralı, yine onun aktardığı bilgilere göre, Peroz (muzaffer, galip) adı/ünvanı ile de bilinen Partiya kralı Valegesos’un (Yunanca’da Valegesos olarak söylenen bu ad, Justi’ye göre İrani dillerde Walagaş’tır) Suriye üzerinden Filistin’i istila ettiği sırada onun adına Akdeniz bölgelerini istila etmişse de, bu seferi sırasında bu bölgelerin prensesi bir Yunan kadın tarafından esir edilmiştir. M. Khorene Romalılar’a sık sık Yunan demektedir. O’nun yazdığına göre sonunda Ermenistan’a boyun eğdiren bu Yunanlı prenses esir ettiği Tigran’ı Rop’i adında kendi akrabası bir kadınla evlendirip serbest bırakır. Tigran, Ermenistan’a döndükten sonra Rop’i adlı bu kadını bırakırsa da, ondan olma dört çocuğuna Ropsean ünvanı vererek onurlandırır. Onları prens yapar ve Arsakidler’e dahil eder böylece (?). Khorene, Son Tigran’ın kendisi esirken onu kurtarmak amacıyla Yunanlılar’la (Romalılar) savaşmış olan evleri prenslikler halinde örgütleyerek ödüllendirdiğinden sözetmektedir. Bu ailelerden bir bölümü Korchek’tendir, bazısı Vchenik (Haykazunk soyundan)’in eski/antik komşularıdır, diğerleri de başka soydandırlar diyen Khorene, durumunu netçe bilemediği için bu evlere tek tek değinemediğini belirtiyor (Bk. M. Khorene, a.g.y). Adontz, Vchenik terimini soy (soydan gelenler) anlamlı Chet olarak düzeltti. Ama Vchenik adının Fırat’ın hemen güneyinde, Erzurum-Erzincan arasındaki Vzhan (Vizhanuni) Prensliği ile ilgisini kuranlar da var (Bk. Thmson’un notu, a.g.e.). Moses Khorenatsi’nin anlatımından Son Tigran’ın da kendinden önceki Tiran gibi Akilisene’deki Tsumina (Ch’rmes)’dan yönettiği anlaşılmaktadır. Ayrıca Rop’i adının Tomanoff’ta Rufa/Rufai olarak okunduğuna dikkat çekmeliyim. Rufai/Rıfai aşiret ve tarikat adıyla ilişkili olabilir bu. Son Tigran’dan sonra yerine oğlu Valarş (Valarş II, Olaş) geçer. Thomson, Moses’in hesabından hareketle Valarş’ın M.S. 180 yılında tahta çıkmış olması gerektiğini tahmin eder. Valarş zamanında kuzey halkları olarak da referans verilen Kaspik’ler (Hazarlar) ile Thomson’un Hun-o-Bulgar olduklarını not düştüğü Basilkler ittifak halinde kralları Vnasep Surhap liderliğinde Kafkasya üzerinden Kura Nehri’ne dek inerek Valarş ile savaşır ve onu öldürürler. Valarş’tan sonra Khosrow (Hüsrev)’u görüyoruz Ermenistan/Kırmanciye tahtında. O’ndan Khosrow I veya Büyük Hüsrev diye de sözedilir (Tridates II: 217-238?). Büyük Hüsrev, İskitler’in Türk olduğunu iddia eden Kirzioğlu’na göre, Dede Korkut Oğuznameleri’ndeki adıyla Salvur boyundan “Valarş (Olaş) oğlu Kazan Han”dır. Valarşak soyundan indiği söylenen Khosrov, Edessalı tarihçi Bardaisan’a dayandığını söyleyen Khorene’ye göre, ilkin kuzeyli halkları dağıtıp babasının intikamını alır, ardından son Part kralı Artavan (Artaban V: 213-27) Sasan oğlu Artaşir tarafından devrildiğinde ordusunu alıp Artavan’ın yardımına koşar. Bu sırada mecburen Romalılar’dan yardım ister. O zamanki Roma kralı Philip (244-249) ona destek için birlikler yollar. Bu birlikleri de alarak Artaşir’in üzerine yürür, onu kaçmaya mecbur edip Asurya’daki bazı yerleri geri alır. Pehleviler (Partlar)’in Sasaniler’e direnen tek kolu olan Karen Pahlav (Karen-Part, Garen-Bahlav)’lara, Kuşanlar ülkesindeki (Partiya, Baktriya, Belh) Pehlevi akrabalarına kuryeler gönderir. Onları birleşip direnmeye ve intikam almaya çağırır. Ama bu tarihlerde Pehleviler’in Suren ve Aspahapet kolları Sasani egemenliğini gönüllü olarak kabul etmiş, direnen tek kol olan Karen Pahlavlar ise katliamdan geçirilmiştir. Artık çok geç kalındığını anlayan Khosrov, bunun üzerine geri Ermenistan (Kırmanciye)’a döner. Sonunda Sasani Artaşir tarafından devrilir ve Artaşir’in teşvikiyle ona karşı isyan edip kendisine sığınmış gibi görünen Suren Pahlav Evi’nden Anak adlı bir akrabası tarafından ailesiyle birlikte öldürülür (Khorene, a.g.y., s. 214, 223-24, 242, 246). Khorene Sasani Artaşir’in Ermenistan’ı istila ettiğini ve bu sırada birçok Ermenistan/Kırmanciye prensinin Bizanslılar’a sığındığını anlatır. O’nun yazdığına göre bu sığınmacılardan biri de Artavazd Mandakuni idi. Burdaki Artavazd’ın Agathangelos’ta Sparapet Artavazd olarak geçtiğine işaret eden Thomson, onun gerçekte bir Mamikonyan (Mamakan) prensi olduğunu, ama anti-Mamikonyan Khorene’nin burada Mamakan adını Mandakuni olarak değiştirdiğini not eder. Sparapet sözcüğü 5. yüzyılda Mamakan Evi’nin soydan geçme ünvanıydı. Mamakan ailesinden Artavazd adlı bu prens kral Khosrov’un bir oğlunu (büyük olasılıkla St. Trdat’tır bu) korumaya alır ki, bunu öğrenen Sasan-oğlu Artaşir Mamakan Evi’nin (Khorene’de Mandakuni) tamamen imhasını emrederek bu aileyi katlettirir (Bk. Khorene, a.g.e). Bu olaylar Agathangelos tarafından da anlatılmaktadır. Öldürülen Khosrov’un yerine bu aileden Sasani (Zaza) yanlısı Anak’ın katliamından kurtulabilen tek kişi olduğu söylenen oğlu Trdat geçer. O’nun da Sasani katliamından Artavazd Mamikonyan tarafından kurtarıldığı anlaşılıyor. Bu tarihten sonra İran’da Sasani egemenliği dönemi başlar. Ama Ermenistan’da Arsakid (Part, Kal Ferat) yönetimi buna rağmen sürer. Khorene’nin Artavazd’dan Khosrow’a kadarki Ermenistan/Kırmanciye tarihi konusunda Bardaisan’a dayandığını söylediğine az evvel işaret etmiştim. Ermenistan prens ve generallerini toplayan St. Gregory’nin oğlu Ermenistan Arkbişop’u Vrt’anes, Bizans imparatorunun da onayını aldıktan sonra Khosrow’un oğlu Saint Trdat’ın Ermenistan tahtına çıkmasını sağlar. Saint Trdat, Tridates III (M.S. 286-330) olarak bilinmektedir. İlk Hristiyan Ermeni kralı olan Saint Trdat (Büyük Trdat), Khorene’nin aktardığına göre Tsopk’ta oturmuş ve Ermenistan’ı oradan yönetmiştir. Tsopk, Sofene’nin Ermenice adıdır ve modern Dersim’e tekabül etmekte veya Dersim’i de (en azından bir kesimini) içermektedir. Hristiyanlığın Dersim ve çevresine girişi, eğer Ermenistan/Kırmanciye kralı olarak da tanıtılan Edessa kralı Abgar veya onun yeğeni olan Mtsurn kenti kurucusu Sanatruk tarafından taşınmadıysa, St. Gregory ve Saint Trdat’la birlikte başlıyor olmalıdır. Part Kralı Dördüncü Ferat ve Çocuklarına İlişkin Gelenek İle Batı Dersim Geleneği Arasındaki Çarpıcı Paralellik Moses Khorene’nin aktardığı geleneğe göre Ermenistan’ı Hristiyanlığa çevirenler Part (Partiya) kralı Arşavir’in halefleri, daha doğrusu O’nun oğlu Artaşes’in ailesi/soyu olmuştur. Dersimliler’in orijini ve Dersim tarihi açısından büyük önem taşıdığına inandığım için Arşavir’e ilişkin rivayeti özetlemek zorundayım. Khorene’nin Arşavir dediği Part kralı kaynaklara göre Dördüncü Ferat (M.Ö. 38/37-M.Ö. 2)’tır. Dördüncü Ferat, Khorene’nin Ermenistan/Kırmanciye kralı ve Arsakid olarak tanıttığı ünlü Edessa kralı Abgar zamanında (M.Ö. 4-M.S. 50) ölür. Khorene’nin aktardığı geleneğe göre kral Arşavir (Dördüncü Ferat)’in yaş sırasına göre Artaşes, Karen ve Suren adlarında üç oğlu ile Koşm (Koshm) adında bir kızı vardır. Babaları Dördüncü Ferat ölünce bu dört kardeş arasında taht üzerinde bir anlaşmazlık ve iç-savaş patlak verir. Tahtı Artaşes ele geçirir. Onu tanımayan ve isyan eden Suren ve Koşm ise meşru Pahlav olarak gördükleri Karen’i desteklerler. Bu anlaşmazlık onların akrabası olduğu ve bu olay üzerine bir ordu eşliğinde Partiya (Belh, Horasan)’ya gittiği söylenen Urfalı Abgar’ın hakemliğiyle çözümlenir. Varılan uzlaşmaya göre yönetim büyük oğul Artaşes’te kalacak ve onun soyundan yürüyecektir. Artaşes (Ardaşes)’in erkek tarafından çizgisi tükenince yönetme sırası ilkin Karen koluna, daha sonra da Suren sülalesine gelecektir. Böylece büyük kardeş Artaşes, III. Artaban ünvanıyla Part hükümdarı olarak tanınır (M.S. 11-40 veya 12-38). Sağlanan anlaşma gereği olarak Artaşes (III. Artaban)’in kız ve erkek kardeşlerinin soyundan gelenler Bahlav (Pahlav) soyadı/ünvanı taşıyacak, yani onların kıralın öz soyundan (sülaleden, kandan Arsaklı) oldukları netçe ortaya konup İran’ın diğer bütün soylu ailelerinden önde geldikleri ve protokolde hükümdardan sonraki ilk yeri tutacakları tescil edilecekti. Böylece Karen kolu Karen-Pahlav, Suren kolu Suren-Pahlav ve bacıları Koşm’un soyu ise, Arşavir (Dördüncü Ferat) tarafından bütün İran orduları Baş Kumandanı (Asbaha-bed, Sipeh-Salar, Sipahi Başı, Leşker-Keş, General) olarak atanmış bulunan Koşm’un kocasının ünvanından hareketle Asbahaped-Pahlav olarak anılacaklardı. İşte Pehlevi ailesinin adları geçen üç kolu (ünlü Part evleri/aşiretleri) geleneğe göre bunlardan doğmuştur. (Bk. M. Khorene, a.g.e., II. kitap, s. 165-166). Böylece bu geleneğe göre Artaşes (III. Artaban)’in yanısıra Karen, Suren ve Koşm evleri de Dördüncü Ferat’ın bu adları taşıyan çocuklarından inmedirler. Partlar’ın tarihiyle ilgili son dönem çalışmalarda, örneğin A Political History Of Parthia adlı eserde, IV. Ferat’ın Olennieire, Cleopatra, Baseirta, Bistheibanaps ve Roma imparatoru Augustus’un hediyesi olduğu söylenen İtalyan köle kız Musa olmak üzere beş karısından ve bunlardan olma Seraspadanes, Phraates, Rhodaspes, Vonones I ve Phraates V (Phraataces, Aphrahat?) adlarında beş oğlundan sözedilir. İlk dördü, İtalyan kadın Musa’nın kendi oğluna taht yolunu açma çabalarının sonucunda, eşleri ve çocuklarıyla birlikte uzun süre Roma’da yaşamış veya orada yaşamak zorunda kalmışlardır. Bunlardan IV. Ferat’ın en küçük oğlu Phraates, elli yıl Roma’da yaşadıktan sonra imparator Tiberius tarafından getirtilip Ermenistan tahtına oturtulmak istendiyse de, henüz yolda iken Suriye’de öldü. IV. Ferat’ın İtalyan karısı Musa’dan olma oğlu Phraates V, M.Ö. 2-M.S. 4 yılları arasında Part krallığı yaptı, fakat kraliçe annesi Musa ile evlenip skandala neden olduğundan çok geçmeden devrildi. IV. Ferat’ın en büyük oğlu Vonones Roma’dan gelerek M.S. 7/8-12 yılları arasında Part krallığı, Part tahtından indirildikten sonra da sığındığı Ermenistan’da Ermenistan/Kırmanciye krallığı yapmış görünüyor. M.S. 15/16 yılında Ermenistan tahtından da indirilmiştir. Tiberius, 35 yılında Ermenistan tahtına otursun diye IV. Ferat’ın yine Roma’da bulunan torunu Tridates III’ü gönderir, ama bu çabalar da sonuçsuz kalmış gibi. IV. Ferat’ın yukarda sayılanlar dışında başka eşleri ve çocukları da olabilir. Ama az evvel özetini verdiğim gelenek hepten doğru olamaz. Çünkü tarihsel verilere göre Akamenidler çağının ünlü yedi evi gibi, Partlar çağı İran’ında da sayıları bazen yedi, bazen daha fazla veya az verilen etkili evler vardı. Bunlardan adları en sık geçenler Suren, Karen, Gew ve Mihran evleridir. Bunların Part kraliyet ailesi ile karşılıklı evlilikler yoluyla akrabalıklar kurması ve karışması gayet doğal. Ama bir bölümünün İran’ın daha eski evlerinden oldukları anlaşılıyor. Kısacası, tüm bu evlerin geleneğin Arşavir adıyla andığı Part kralı IV. Ferat’ın çocuklarından türediği gerçekçi görünmüyor. Bunu destan diline yorumlamak gerek. Ama Dördüncü Ferat, onun dört çocuğu ve bunlardan türeyen aşiretlere dair bu rivayet, Batı Dersim aşiretlerinin kendi kökenlerine ilişkin Şeyhhasan ve Seydan Geleneği’nin (Şeyhasan, onun dört oğlu ve bunlardan türeyen aşiretler şeklindeki Dersim rivayetinin) orijinali veya bir paraleli gibi görünüyor. Genelde Partlar’a referans olduğuna inandığım Dersim geleneğindeki Khal Ferat adı, kişisel bazda Part kralı Dördüncü Ferat’a veya onun soyundan gelen Kırmanciye’deki Khal Ferat hanedanlarından birine, örneğin bunların ilki olan Tiridates’e veya sonuncusu olan Üçüncü Arşak’a referans olabilir. Gew, Suren ve Koşm gibi adlar da Dersim’de aşiret adları olarak karşılaştığımız türdendirler. Khorene’nin anlattığı geleneğe göre, Sasaniler kendilerine karşı direnen Karen (Karen-Pahlav) kolundan tüm erkekleri öldürmüş, bu Karen kırımından sadece Perozamat (Peroz-Amat, Perviz-Amat, Peroz-Geldi) adında biri kurtulabilmiştir. Khorene, Burz (ulu, yüce, yüksek) adında birinden de sözeder. Burz, ya Perozamat’ın diğer adıdır ya da onu Sasani kırımından kurtaran kişinin adıdır. Kuşanlar ülkesine sığınan Burz veya Perozamat akrabalarını toplayıp döner ve savaşır. Moses Khorene’nin aktardığı geleneğe göre Ermenistan’ın büyük evlerinden/klanlarından biri olan Kamsarakan’ların atası/ceddi işte bu Perozamat, daha doğrusu onun oğlu Kamsar’dır. Kamsar, Karen-Pahlav kolundan gelmedir. Bir savaşta başından yaralandığı için kemiği alınmış, bu nedenle de ona Eksik Baş anlamında Kam-Sar (Farsça’da Kem-Ser) denmiştir. Khorene’nin açıklamasına göre, Kam sözcüğü İran dilinde eksik/küçük, Sar ise baş/kafa demektir. Thomson, Kam-Sar adının/lakabının bu yorumunu yanlış bularak bu sözcüğün gerçekte Gönüllü-Lider anlamına geldiğini not ediyor (s. 242). Kamsarakanlar adlarını işte bu Kamsar (Gönüllü Lider)’dan almaktadırlar. Geleneğe göre, Kamsarakan Evi’nin isim babası ve ceddi odur. Kamsarakan adının bir eserde Kamsaryan (Gamsariyan) şeklinde yazıldığını söyleyen Kirzioğlu, Türk destanlarında (Kitab-ı Dede Korkud’ta) Kamsarakan Evi’ne Kal-Baş (Almas), diğer Oğuznamelerde ise Sarı Kal-Baş dendiğine işaret eder, örneğin Garenyan Kamsarakan’ın künyesinin bu destanlarda Ilak Koca Oğlu Sarı Kal-Baş olarak verildiğini yazar (Bk. Kars Tarihi). Dersim geleneğindeki Kalman Sar (Khalman Sar) adının genelde Kamsarakan evine, kişi bazında ise muhtemelen bu evin atası Kamsar ((Kal Baş, Sarı Kal Baş, Gönüllü Lider)’a veya bu aileden bir başkasına referans olduğuna inanıyorum. Ama daha eski olan bu Khalman Sar adı bana öyle geliyor ki geç dönemlere ait olup çok farklı bir anlam taşıyan Kalemamsor (Khalemamsor) adıyla karıştırılmıştır. Partlar’ın bir kolu olup Arşakuniler (Arsak-uni veya Arsar-unik) adıyla bilinen Arsaces III’ün soyundan gelenler bazı kaynaklara göre Kamsarakanlar (Kal Sar, Sarı Kal Baş) olarak da bilinirlerdi. Arşakuniler (Kamsar-akan Evi) benim görüşüme göre Dersimli Khal Faratlar’dır. Arşak III, Khal Ferat Hanedanlığı’nın kurucusu Tridates I (Khorene’de Val-Arşak: M.S. 53-100)’in soyundan sayılmaktadır. Khorene’nin anlattığına göre, Artaşir’in yerine geçen Sasani şahı Şapuh’u da tanımayı rededen Kamsar, kardeşlerinin bile muhalefetiyle karşılaşınca, tüm etrafını ve ailesini birlikte alarak akrabası olan Ermenistan kralı Trdat (286-330)'a sığınır, ya da hapisteki Kamsar’ı ve adamlarını Sasaniler’e karşı savaşı sırasında Ecbatana (Hamadan)’yı ele geçiren Trdat kurtarır ve Hamadan’dan getirtip Şirak (Draşkhanakert) Eyaleti’ne yerleştirir. Thomson’un notuna göre, hem Şirak, hem de Draşkhanakert denen derler Ayrarat Eyaleti’nde idiler ve bu bölgeler çok eskiden beri zaten Kamsarakanlar’la yerleşikti. Khorene’ye göre, Kamsar, burada tüm etrafı ile birlikte Büyük Gregory tarafından vaftiz edilir. Ama yedi gün sonra Kamsar ölür. Bunun üzerine kral Trdat, Kamsar’ın yerine onun büyük oğlu Arşavir’i (Arşavir Kamsarakan) kraldan sonraki en büyük makam olan Ermenistan ordusunun komutanı olarak atar ve Eruand kenti ve eyaletini de vererek onları bir prensliğe dönüştürür, asıl yurtları Pahlav (Belh)’ı artık unutmalarını ister. Bu atamadan Arşavir’in babası Kamsar’ın da St. Trdat döneminde Ermenistan ordusunun komutanı olduğu anlaşılıyor. Kamsar, St. Trdat’ın, Arşavir ise onun oğlu Tiran (Tigran)’ın ordu komutanları olmuş olmalılar. Nerseh Kamsarakan (St. Nerseh), Arşavir Kamsarakan’ın kardeşi, Spandarat Kamsarakan ise Arşavir’in oğludur. Kirzioğluna göre Spandarat kelimesi, kurbancı/kurbanlık demektir. Khorene, Spandarat Kamsarakan’ın Şavarş Kamsarakan ve Gazavon Kamsarakan adlarında iki oğlundan ve Gazovon Kamsarakan’ın da Hrahat Kamsarakan adında bir oğlundan sözetmektedir (Bk. Khorene, a.g.e., s. 286-290, 324). Thomson, Faustos’a göre tarif edilen bölgelerin bu tarihten çok önceden beri zaten Kamsarakanlar’ın elinde bulunduğuna işaret eder. Khorene, bir yerde Kamsarakanlar’la ilgili bu olayları Saint Trdat dönemine, bir diğer yerde de kısmen Tiran dönemine yerleştirir gibidir (Khorene, a.g.y., s. 242). Thomson’un açıklamasına göre Ermenistan kralı St. Trdat, Ermeni prensleri tarafından zehirlenerek öldürülmüş ve T’ordan’da gömülmüştür (a.g.y., s. 251). T’ordan Kemah (Ani)’ta bir yerdir. Faustos, Kemah’ın Hiristiyanlığın benimsenmesinden önceki dönemde de Ermenistan/Kırmanciye krallarının gömüldüğü yer olduğunu yazmaktadır (Bk. Thomson’un notu). Burada Kemah’ın bir vakitler Dersim’in bir parçası olduğunu hatırlatmak gereği duyuyorum. Khorene’nin aktardığına göre Saint Trdat’tan sonra taht üzerinde bir rekabete ve iç-savaşlara tanık olunur. Bu sıralarda yine Arsakidler’den gelme Sanatruk (Faustos’ta Sanesan) adlı biri Paytakaran kentinde taç giyer. Diğer bir taht adayı da Arsakid-soylu olmadığı için Sasani kralının desteğini araştıran Aldznik prensi Bakur’dur. Sanesan da Sasani müttefikidir. T’sopk (Dersim’i veya bir kesimini de içeren bölge) prensi Mar ve Haşteank (Palu-Bingöl) prensi Gag, Ermenistan klerjisi ve prenslerinin temsilcileri sıfatıyla Constantius’un oğlu olan Bizans imparatoru (337-361, çev) ile görüşerek bir Bizans ordusu desteğinde isyanları bastırıp St. Trdat’ın oğlu Khosrow II (330-338, çev)’yi Ermenistan tahtına oturturlar. Khosrov II de, tüm referanslardan anlaşılıyor ki, babası Saint Trdat gibi Tsopk Eyaleti’nde oturmuş ve oradan yönetmiştir. Bu Ermenistan kralı, bazı kaynaklarda Dvin kentinin kurucusu olarak tanıtılıyor ve Kotak adıyla da bilindiği söyleniyor. Sasaniler’e karşı Bizans’la ittifak yaparak yöneten Khosrov II de öldüğünde Kemah (Ani)’taki Tordan’da babasının yanında toprağa verilir. Khosrow II’nin oğlu olan ve Tigran diye de bilinen Tiran (Tigranes V: 338-351) da aynı şekilde Tsopk Eyaleti’nde oturur ve ülkeyi buradan yönetir. O da babası gibi Sasaniler’e karşı Bizans’ın bir müttefikidir. Tiran tahta çıkınca ordunun yönetimi kraldan sonraki en onurlu kişi gibi görülen Arşavir Kamsarakan’a verilir. Sasani kralı Şapuh’un Ermenistan tahtına oturmak üzere bir ordu eşliğinde gönderdiği kardeşi Nerses, Mrul ovasında (Faustus’a göre Satala civarında) Arşavir Kamsarakan tarafından yenilgiye uğratılır (Bk. Khorene, a.g.y., s. 263-264). Bu sıralarda ölen St. Gregory’nin oğlu Arkbişop Vrtanes de Kemah’ın Tordan köyünde gömülür. Hristiyanlığı ve kiliseyi yoketmeye ve kiliselere kendi büstlerini koymaya çalıştığı söylenen Roma imparatoru Julian Caesar (337-361)’ın bir heykeli de Tiran tarafından Tsopk Eyaleti’ndeki saray kilisesine konacakken Vrtanes’in oğlu olan yeni Ermenistan Patriark’ı Yusik (çevirene göre Yusik adı az umut demektir) tarafından parçalanır. Bu olay üzerine fiilen bir Roma valisi konumuna düşmüş bulunan kral Tiran tarafından öldürtülen Saint Yusik, Tordan köyünde babasının yanında gömülür. St. Yusik’ten sonra geride Gregory ailesinden kimse kalmadığı için ondan boşalan patriarklık makamına Aştişat’dan P’arnerseh getirilir (Bk. Khorene, a.g.y., s. 271). Khal Ferat Hanedanlığı Peryodunda Mamakanlar’ın Rolü (Vahan, Muşel, Manuel, Samuel ve Vardan) Daha sonra Ermenistan tahtı Tiran (Tigran V?)’ın oğlu Arşak’a bırakılır (Arshak/Arsaces II: 351-367). O’nun başkentinin kendisinin kurduğu Arşakavan olduğu söylenmektedir. Şapuh (?) ve Pap adlarında iki oğlundan sözediliyor. Sasani kralı Şapuh’un bir generali Bizans seferi dönüşünde Ermenistan kralı Arşak II’ın üzerine gönderilir. Arşak’a muhalif bazı Ermenistan prenslerinin desteğiyle (destekçiler arasında Mehrujan Artsruni’nin ve onun kayınbiraderi Sasani yanlısı Vahan Mamikonyan’ın adı geçer) bu Sasani generali Ani (Kemah) Kalesi’ni zapeder ve orda bulunan tüm kraliyet hazinelerini gaspeder, hatta aynı yerde bulunan Ermenistan krallarının mezarlarını açar, yıkar ve kemiklerine elkoyar. Khorene’nin aktardığına göre sonuçta Ermeni prensleri tarafından talep edilip geri alınan bu kemikler Aragatsi Dağı eteğindeki Alts’k (Aldzk) kentine gömülmüşlerdir. Kral Arşak’ın bu gelişmeler sırasında Kafkasya’ya kaçıp Gürcüler’e sığındığı kaydediliyor (Bk. Khorene, III. kitap, s. 282-83). Roma imparatoru Theodosius I (379-395), babası Arşak’tan sonra Pap’ı oturttu tahta. Faustos’a göre Sasani yanlısı Mehrujan Artsruni’yi ülkeden çıkartıp kontrolü kendi eline alan ve Theodosius’tan Pap’ın Ermenistan kralı yapılmasını talep eden Mushel Mamikonyan olmuştur. Horasan (eski Partiya)’da Sasani kralı Şapuh’la görüşen Mehrujan Artsruni Sasani ordusunu alıp Ermenistan’a döner. Theodosius ise Roma ordusunu gönderdi Pap’ın yardımına. İki ordu yeri henüz saptanamayan Dzirav Ovası’nda karşılaştılar. Anti-Mamikonyan olduğu için onların rolünü kasıtlı olarak geri plana süren (bazen de bunu onlara Mandakuni diyerek yapar) Moses Khorene bu savaşta Ermenistan ordusunun başında Bagratuni Evi’nden Bagarat oğlu Smbat’ın bulunduğunu söylerse de, Faustos’a göre Ermeni ordusunun bu savaştaki kumandanı Muşel Mamikonyan’dır. Khorene’nin yazdığına göre bu savaşta Sasaniler’in safında Lekler ve Aluanklar da vardır. Lekler kendi kralları Şergir (Şer: Aslan, Şergir: Aslan-kapan), Aluanklar ise kralları Urnayr ile birlikte idiler. Lek kralı Şergir, Spandarat Kamsarakan tarafından öldürülür. Sonuçta Dzirav Savaşı’nda Sasani (Zaza) ordusu yenilgiye uğratılıp kaçmak zorunda bırakılır. Vasak Mamikonyan’ın oğlu Muşel Mamikonyan ise Aluank kralının birliğiyle savaşıp onu yaralar. Mehrujan Artsruni bu savaşta ve Khorene’ye göre Smbat Bagratuni tarafından öldürülür. Faustos’a göre ise Mehrujan Artsruni’nin başı Bagarat civarında Muşel Mamikonyan tarafından kopartılır. Smbat Bagratuni’nin bu savaşla bir ilişkisi bulunmadığına işaret eden Thomson, bu örneği Bagratlar’ın yandaşı ve Mamikonyanlar’ın düşmanı olan Moses Khorene’nin sayısız tahrifatlarından sadece biri olarak tanımlar. Bu savaşın sonucu Ermenistan’da Roma yanlısı Pap’ın kontrolünün kurulması olur. Daha sonra Bizans ordusunu Ermenistan’dan çıkartan Pap, kovduğu bu ordunun geri dönen generali Terentius tarafından yakalanıp öldürülür. Son derece cesur bir direniş ortaya koyan Pap’ın Doğu ordusu generali Andzevatsik (Zavazan) prensi Gnel de aynı general tarafından öldürülür (Bk. Khorene, a.g.y., s. 298-300). Pap’tan sonra Ermenistan tahtına yine Theodosius I tarafından aynı Arsakid aileden Varazdat atanır (374-380). O’nun ilk eylemi Khorene’nin ifadesine göre Daranali geçitlerindeki bazı “Süryani (Syrian) eşkiyalar” ile savaşmak olur. Daha sonra Sasani Şapuh’un bir kızına talip olan kral Varazdat ona Ermenistan’da Sasani kontrolünü yeniden kurmayı önerir. Thomson, Faustos’ta bu paragrafın Moses Khorene’dekinden tamamen farklı olduğuna dikkat çekmektedir. Faustos’a göre, kral Varazdat, Manuel Mamikonyan tarafından Ermenistan’dan kovulmuş ve Bizans’a sığınan Varazdat ölene dek orada kalmıştır (Bk. a.g.e., s. 302). M.S. 377/378’den 385/386’ya kadarki aralıkta Ermenistan (Kırmanciye)’ın fiili kralı Manuel Mamikonyan idi. Daha sonra Pap’ın iki oğlu Arşak (Arşak III) ve Valarşak kardeşlerin adları geçer. Khorene, bu ikiliyi Ermenistan tahtına Roma imparatoru Theodosius I’in oturttuğunu yazarsa da, Faustus’a göre onları Ermenistan kralları yapan Manuel Mamikonyan’dı. İlkin Manuel Mamikonyan tarafından başa getirilen Arsaces III (Arşak III)’ü görüyoruz tahtta. Khorene, yeni Ermenistan kralı Arşak III’ün Siunik prensi Babik’in kızıyla evlendiğini söylerken, Faustus Arşak III’ün Manuel Mamikonyan’ın kızı Vardandukht ile evlendiğini yazmaktadır. Siunik prensi Babik ise, Faustos’a göre Manuel Mamikonyan’ın sadık bir arkadaşıydı. Khorene’yi çeviren Thomson’un dikkatimizi çektiği bu noktalar Khorene’nin Mamikonyanlar’a düşmanlığından ileri gelen tahrifatlardır (Bk. a.g.e., s. 303). Arşak III ve Manuel Mamikonyan Dersim’in Khal Mem-Khal Ferat geleneğinde kendilerine referans verilen şahsiyetler olabilirler. Yani Khal Mem adı çok gerilerdeki Urartu kralı Menua’dan çok Mamakanlar’dan daha geç dönemde yaşamış birine, belki Manuel Mamikonyan veya Vardan Mamikonyan’a işaret edebilir. Theodosius öldükten sonra Roma imparatorluğu onun iki oğlu arasında ikiye bölündü. Büyük oğlu Arcadius Doğu parçasını, küçüğü Honorius ise Batı parçasını yönetti (Bk. Procopius, III. kitap). Decline And Fall’da Edward Gibbon’un deyişiyle bu bölünme iki ulus yarattı. İtalyanlar Roma’da, Yunanlılar Bizans’ta yönettiler (Gibbon, a.g.e., cilt III, s. 117). Bu sıralarda Ermenistan krallığı da Bizans (Doğu Roma) ile Sasaniler arasında ikiye bölündü. Ama bu bölünme Thomson’un da işaret ettiği gibi Arcadius zamanında değil, onun babası Theodosius döneminde yeralmıştır. Ancak tam olarak M.S. 387 yılında mı olduğu çok kesin olmayıp tartışmalı bir noktadır. Thomas Artsruni’ye göre Samuel Mamikonyan dahil Hristiyanlığı benimseyen Ermenistan soyluları Bizans parçasını, diğer Ermenistan soyluları ise “Barbar Sasani ırkını” tercih ettiler (Bk. Artsruni, a.g.e., s. 130-135). Samuel Mamikonyan, Vahan Mamikonyan’ın oğludur. O’nun annesi ise Sasani (Zaza) kralı Şapuh’un kızı Ormizddukht idi. Thomson’un notuna göre, Samuel, babası ve annesinin ikisini de öldürmüştür (Bk. a.g.y., s.312). Bu sıralarda Ermenistan (Kırmanciye)’ın iki sektörü arasında karşılıklı geliş gidişler, birinden diğerine göçler yaşanır. Bazı Artsruniler gibi Yunanlılar ile Sasaniler arasında kararsız kalanlar da oldu. Khorene’nin aktardığına göre bu bölünme sırasında Ermenistan/Kırmanciye kralı Arşak III, kendi atalarının krallığı Ayrarat’ı ve Sasani sektörünün tümünü bırakıp yanında başkaları da olduğu halde Bizans (Yunan) sektörünü yönetmeye gider. Böylece Hristiyan Bizans’ın egemenliğini Mazdacı Sasaniler’e tercih eder. Durumu lehine çevirmek isteyen Sasani şahı kendi parçasına Arsakid/Part soyundan ve Hristiyan dininden bir kral (Khosrow) atar ve daha önce Bizans’a bağlanan birçok soylu onun yazdığı mektupların ve yaptığı vaadlerin de etkisiyle Bizans Ermenistanı kralı Arşak’ın hazinelerini de alarak Sasani parçasına geçerler. Böylece ülkenin bölünüşüne paralel olarak Ermenistan Arsakid monarşisi (Khal Ferat Hanedanlığı) de ikiye bölünmüş olur. Faustos’a göre bu bölünme Yunan destekli Arsak ile Sasani destekli Khosrow arasındaki anlaşmazlıktan dolayı gündeme gelmiştir. İki parçanın Arsakid kralları Arsak III ve Khosrow arasındaki savaşta yenilgiye uğrayan Arsak III’ün Ekeleats Eyaleti (Akilisen, antik Hayasa, Sokhmi, modern Erzincan ve Dersim)’ne kaçtığı ve burada hasta düşüp öldüğü kaydediliyor. Lazar ve Faustus Arşak’ın ölümünü anmazlar. Khorene, Arşak’ın kaçışı sırasında, onun çekilişini kolaylaştırmak için Spandarat Kamsarakan’ın oğlu Gazavon Kamsarakan’ın sık sık geriye dönerek Sahak Bagratuni’ye karşı kahramanlıklar gösterdiğine ve böylece Arşak’a zaman kazandırdığına değinir. Arşak öldükten sonra Yunanlılar (Bizanslılar) kendi parçalarına artık kral atamayıp Bizans valileri ile yönetirler. Gene de Gazavon Kamsarakan Khorene’de Bizans parçasının bu sıralardaki Baş Prens’i (prenslerinin başı) olarak görünür (Bk. a.g.e., s. 309). Ama Batı Ermenistan (Bizans Ermenistanı, Kırmanciya Dersimi) artık Bizans devletinin idari/yönetsel yapısına entegre edilmişti. Dersim ve Çevresinde Süryani (Asuri) Varlığı Ermenistan (Kırmanciye)’ın ikiye bölündüğü günlerde cereyan eden bir-iki olaya daha değinmek ihtiyacı duyuyorum. Khorene’nin anlattığına göre bu günlerde Vanandatsi aşiretinin bir bölümü Sasani parçasının kralı Khosrow’a karşı ayaklanır. Vanand, Kars ile Tayk arasındadır. The Bulgarians adlı kitabında Bulgar adının eski Türkçe’de karıştırmak anlamlı Bulgha kelimesinden (belki Bulgur sözcüğüdür bu) geldiğini söyleyen D. M. Lang, Moses Khorene’nin kral Valarşak döneminde (M.S. 4. Yüzyıl sonları) Vkhundur Vund adlı bir reislerinin önderliğinde Ermenistan’ın Basean bölgesine yerleşen bir Bulgar aşiretinden sözettiğine ve ona göre Vanand diye bilinen bölgenin adının bu Bulgar aşiret reisinin adından geldiğine işaret etmektedir. Khorene’nin yazdığına göre, Vanandatsiler, kendi dağlarına ve Tayk mağaralarına sığınıp Ermenistan’ın her iki sektörüne yağma akınları yaparlar. Onlara karşı yürüyen Sasani parçasının ordu kumandanı Sahak Bagratuni bir kısmını öldürür, onlardan arta kalanların çoğu ise Khorene’nin deyişiyle “Dördüncü Ermenistan’da Süryani (Syrian) sınırları üstündeki bazı soygunculara” sığınmak zorunda bırakılırlar. Sahak, onları takip edip Mananalı (Erzincan-Erzurum arasındadır) hudutlarına kadar kovalar (Bk. Khorene, a.g.e., s. 307). Khorene, az evvel de değindiğim gibi, Pap’tan sonra Ermenistan tahtına çıkan Varazdat (374-380)’ın ilk eyleminin Daranali (Taranali, modern Divriği) geçitlerindeki bazı “Süryani (Syrian) eşkiyalar” ile savaşmak olduğunu kaydediyordu. Burdaki Süryaniler neyin nesidir? Khorene Süryaniler terimiyle Kapadoklar’ı mı kastediyor, sözünü ettiği Kapadokya hudutları mıdır? Bu konuda kesin konuşmak mümkün değilse de, bugün halen Dersim’de yaşayan Süryani-Asuri kolonisine referans olabilir bu. Çünkü Khorene’nin Süryaniler’den sözettiği her iki olayda da saha Dersim ve çevresidir. Dersim’de aşiret, bölge, dağ, ırmak ve kişi adı olarak sıkça rastlanan Munzur, bir görüşe göre Asurice bir addır. Kalıntıları Dersim’de hâlâ yaşayan Munzur aşiretinin Asuriler’le ilişkisi konusunda salt bu ada bakarak kesin bir şey söylemek zor. Bu ad Mamakanlar (Saniler)’la ilişkili de olabilir. Öte yandan Suran aşiret adı Süryani demek olabilir de, olmayabilir de. Bu adın Suren-Pahlavlar’la (Surenler) ilintili olması da mümkündür. Ama Batı Dersim’in Aşuran aşireti kesinlikle adı ve sanıyla Dersim’de vaktiyle bir Süryani/Asuri grubunun varlığına işaret eder. Munzur Efsanesi bu gelişin öyküsü olabilir. Asuriler’in Dersim’e gelişleri belki de Süryani veya Süryani-Part karışımı olduğu söylenen Edessa krallığı peryoduna, yani Munzur kentini kurduğu rivayet edilen Abgar’ın yeğeni Sanatruk dönemine rastlıyordur. Dersim’in Munzur rivayeti mümkündür ki bu göç veya işgalle ilişkili olsun. Kırmanciye’nin İki Parçası Sahak Bagratuni’nin ordusuyla Vanandatsiler’i izlemekte olduğu sıralarda, Khorene’nin anlattığına göre, Bizans Ermenistanı kralı Arşak III de kendi hazinelerini Kemah (Ani, Khorene’de Hani) kalesinden Tsop’k topraklarına taşımakla meşguldür. Arşak’ın istekli oldukları halde daha önce Sasani Ermenistanı’na göçmelerini engellediği bazı soylular (Suren Khorkhoruni, Vahan Aravelean ve Aşkadar Dimaksean), bu sırada kolladıkları fırsatı yakalamış oldular. Arşak’ın hazinelerini gaspedip Sasani Ermenistanı’na kaçmaya çalıştılar. Arşak’ın arkadaşı Samuel Mamikonyan büyük bir kuvvetle onların peşine düştü. Böylece adı geçen soylular kaçış fırsatı bulamayıp Mananalı (Doğu Dersim, Mamekiye) Eyaleti’ndeki girişi dar ve önü uçurum olan (derin bir vadiye bakan) ulaşılmaz bir mağaraya sığındılar. Mağaraya giremeyen Samuel Mamikonyan Arşak’a haber gönderip içeriye adam sokmak için demir ipli bidonlar istedi. Bunlar yukarıdan mağaranın girişine sarkıtılıp içeriye girilecekti. Samuel’in askerleri tam bu işle uğraşırken Vanandatsiler’i kovalamakta olan Sahak Bagratuni bir tesadüf eseri orada beliriverdi. Olan biteni farkeden Sahak, gerillaların peşini bırakıp Samuel Mamikonyan’ın askerlerine saldırdı ve onları kaçmak zorunda bıraktı. Ardından mağaraya sığınmış müttefiklerini ve onların gaspettiği hazineleri de alıp birlikte Sasani parçasına ve bu parçanın kralı Khosrow’a gittiler (Bk. M. Khorene, a.g.e., s. 307-308). Burada anlatılanlar Sasani ve Bizans Ermenistanlarını ayıran hudutları ve bu sınırların güncel anlamını tahmin etmemiz açısından da önemlidirler. Örneğin Khorene’nin anlatımından modern Doğu Dersim’e tekabül eden Mananalı Eyaleti (Mamekiye, Khalman Ocağı)’nin ve bugünkü Dersim’in geri kalanının da Bizans Ermenistanı’na dahil olduğunu açıklıkla görebiliriz. Khorene, iki parçayı ayıran hududun Vanand Eyaleti’nden geçtiğini söylemektedir. Khorene’nin kitabında Doğu Ermenistan (Sasani Ermenistanı)’a yer yer Ayrarat Eyaleti olarak referans verilir. Bu parçanın yöneticilerinin karargâhı ise Gelam Gölü (Sevan) civarında gösterilir. Bizans/Roma Ermenistan’ı denen küçük parçanın çekirdeği kabaca modern Dersim topraklarına tekabül etmektedir. Sözcüğün geniş anlamında fiilen tarihi Ermenistan (eski Urartu topraklarına) coğrafyasına referans olan Dersim sözlü literatüründeki Kırmanciye kavramı dar anlamda Dersim (Bizans Ermenistanı)’e denk düşer. Dersim tarih geleneğinde Kırmanciya Dersimi (Dersim Ermenistanı) olarak da tanımlanan parçadır bu. Sasani Ermenistanı ise Sasan Evi’nin egemenlik sahasıdır. Yani tarihi Ermenistan (eski Urartu)’ın Zaza parçasıdır, Zaza Ermenistanı’dır. Gerçek tarihteki bu adlandırmayı isteyen Zazaiye veya Zazaistan (Sasanistan) olarak anlayabilir. Bence Sason ve Zozan adları vaktiyle bu parçayı tanımlayan sözcüklerdi. Bugünkü Dersimliler yalnızca bazı Dersim aşiretlerini Zaza olarak görürler. Bunlar Suro (Suran), Civo (Ciban) ve Yusufan aşiretleridir. Bu aşiretlerin en önde geleni Suranlar’dır. Öyleki bunları hep birlikte Suran grubu olarak tanımlamak mümkündür. Çarekan aşireti de yer yer bu gruba ve Suranlar’a dahil gösterilir. Bu üç veya dört aşiretin ortak geleneği onların Dersim içine Göktepe-Palu tarafından ve daha geç bir tarihte geldikleri yönündedir. Yalnızca bu aşiretlere Zaza deniyor olması, bölünme sırasında bu aşiretlerin Sasaniler’le ve Sasani parçasıyla tavır almalarından ileri gelebilir. Suranlar’ın Suren Pahlav (Suren Evi) koluyla ilişkili olmaları da mümkündür. Ermeni kaynaklarına göre Suren Pahlavlar Sasaniler’e karşı direnişi desteklememiş, aksine onlarla işbirliği yapmıştır. Pehleviler’in Sasaniler’e karşı direnen kesimleri ile Mamakanlar onları bu olay nedeniyle kısmen farklı görüp Zaza olarak tanımlamış olabilirler. Suran grubu ile Zazalar arasında kurulan ilişki belki de Zazalar’la Asuri (Süryani)’ler arasındaki yakınlığa işaret etmektedir. Fotoğrafı tamamlamak için orijinal Kürdistan’ın Onbinler’in geri çekilişinde Xenophon’un Karduçiya, sonraki dönem Ermeni kaynaklarının ise Korduk adıyla referans verdikleri topraklar olduğunu eklemeliyim. Xenophon’un zamanında müstakil bir birim oluşturan bu toprakların Ermenistan’la sınırı Botan Suyu idi. Ama sonraları Korduk (Kürdistan) da Ermenistan’a ilhak edilmiş ve tarihte uzunca bir dönem Ermenistan (Kırmanciye)’ın bir sınır eyaleti gibi görülmüştür. Açıkça görülüyor ki, Dersim-Zaza ve Kürt tarihleri, tarihin büyükçe bir kesiti boyunca Ermenistan tarihi kapsamına giriyor ve özellikle eski kaynaklarda Ermenistan (veya Ermeni) tarihinin birer parçası gibi sunuluyor. O halde bu halkların doğru ve bütünsel bir tarihi de Ermenistan tarihi ve coğrafyası dışında ne anlaşılabilir, ne de yazılabilir. Benim seçtiğim yöntem bu gerçeğin keşfi üzerine oturmaktadır. Bunu yaparken kökeni henüz bilinemeyen Ermenistan kavramının Dersim tarih geleneğindeki Kırmanciye teriminin geniş anlamıyla fiilen örtüştüğüne de işaret ettim zaten. Arshak III (380/387-389), Roma Ermenistanı (Kırmanciya Dersimi)’nın son kralı olarak öldü. Toumanoff, onun son Arsakid olduğuna ve onun soyunun Roma Ermenistanı tarihinde önemli rol oynadığına işaret ediyor. Justinian döneminde Sasani kralıyla görüşenlerin sözünü ettikleri Arsaces odur. Dersim tarih geleneğinde ondan ve soyundan bir şekilde sözedilse gerektir. Valarshak (380-386) ise, Sasani Ermenistanı kralıydı. Daha sonra Ermenistan tahtında Khosrov III (386-392)’ü ve D. M. Lang’ın Ermeni alfabesinin icadını teşvik eden kral olduğunu söylediği Arsakid soylu Vramshapuh (392-414)’u görüyoruz. Vram-Şapuh adındaki Vram sözcüğü Khorene’de Krman olarak da yazılır. Sasani Ermenistanı’nın son Arsakid kralı ise Artaxias IV (423-428) oldu. Khorene’nin anlattığına göre, Ermenistan’ın Sasani/Zaza sektörünün karıştığı bir ortamda klerji ve soyluluğun bazı önde gelenleri Bizans’la ilişki kurarlar. Bunlardan biri Ermenistan’ın o zamanki dini lideri (yüksek rahibi) Saint Sahak, bir diğeri onun torunu (damadının oğlu) Vardan Mamikonyan’dır. Saint Sahak, St. Gregory’nin ailesinden gelmedir. St. Gregory ise, geleneğe göre, Partlar’ın Suren Pahlav koluna mensup bir Pehlevi (Khorene’de Pahlavik)’dir. O’nun Suren evinden olduğu açıktır. Khorene, Vardan’ın Bizans imparatoru tarafından general olarak atandığını yazmaktadır. Burda adı geçen Vardan, Elişe’nin tarih kitabının kahramanıdır. Khorene, Vardan’ın Mamakanlar’dan olduğunu anmaz. Bizans’la ilişki kuranlar ve Bizans imparatoruyla görüşenler arasında “Derjan papazı Gind” de vardır. Gind’in adı bazı kaynaklarda Gnit olarak geçer. Khorene, İstanbul büyük papazı Atticus’un bu sıralarda St. Sahak’a yazdığı bir mektuptan sözeder. Bu mektupta St. Sahak’tan Ermenistan’ın Yunan sektörünün dini otoritesi sıfatıyla “Borborit’ler sektini” ya Hristiyanlığa çevirmesi ya da topraklarından kovması talep edilir. Borborit adı Thomson’un notuna göre Barbarianosk şeklinde bozulmuştur. Borborlar (Barbarlar) diye referans verilen bu sektin Pavlakiler olduğunu sanıyorum. Nitekim Thomson’un kendisi de bu konuda Garsion’un Paulican Heresy kitabını referans vermektedir (Bk. a.g.e., s. 329-331). Bu noktada okuyucunun dikkatini Dersim’in Demenan mıntıkası köylerinden Bor adlı köye ve bu köyün Boruzu (Borlular) adı verilen aşiretine çekmek istiyorum. Birbirine komşu Bor ve Gini köylerinin adları sık sık Bor-Gini şeklinde tek bir ad imiş gibi telaffuz edilir. Hatta Hozat’ın Ağucan ocağının bulunduğu Bargini köyünün adı bile buradan türeme olabilir. Khorene’nin yazdığına göre Bizans’ın talebi üzerine St. Sahak, Borboritler sekti konusunda Vardan’ın kardeşleri Hmayeak ve Hamazaspean Mamikonyan’lara ve Ermeni alfabesinin mucidi Mesrop’a görev verir. Onlardan eğer ikna yoluyla ortodoksluğu benimsemezlerse Borboritler sektini cezalandırmalarını talep eder. Bizans, onlardan zor ve işkence de dahil Borboritler’e karşı her yöntemi kullanmalarını istemektedir. Gregoryenler’in Bizans’ın zorlamasıyla Pavlakiler’e karşı açtığı bir mücadele olmalı bu. Bu tarihten sonra Mesrop’la Vardan’ın iki kardeşinin ve başka din adamlarının Borboritler’e ve diğer heretik sektlere karşı her yanda giriştikleri misyoner faaliyetlere değinir Khorene. Mesrop, onun anlattığına göre, bu amaçla Derjan Bölgesi’ne onların kendi papazı Gind’i, Ekeleats bölgesine ise Danan adlı birini bırakır. Khorene’deki bu adların (Borbor, Gind ve Danan), Bor, Gini ve Demenan adlarıyla aynı olmaları mümkündür. Khorene bu faaliyetliliği Bizans’ta dini otorite makamına Nestorius’un geçtiği veya Nestorius sorunun görüşüldüğü zaman dilimine yerleştiriyor. Nestorius, M.S. 431 yılında 200 kadar babanın (papazın) katıldığı Efes toplantısında yerinden indirilir. Bu toplantıda Ermenistan (Kırmanciye)’ı temsilen kimse bulunmamıştır. Heretik ilan edilen Nestorius yandaşlarının da bu dönemde Ermenistan’da faaliyetleri vardır. Khorene’nin anlatımına göre Sasani kralları bu tarihlerde Ermeni kilisesine karşı Nasturiliğe destek verirler. St. Sahak’ın makamına Surmak adında Bznunik’li bir rahibi arkibişop olarak atarlar. Daha sonra da Sasaniler ondan boşalan Ermenistan baş papazlığına Brkişo adında bir Süryani’yi, üç yıl sonra ise onun yerine Samuel adında bir başka Süryani’yi atarlar. Sasaniler’in bu atamalarının Sasani yandaşı Ermenistan prenslerince de onandığı anlaşılıyor (Bk. Khorene, a.g.e., s. 340-342). Bu veriler bize Ermenistan (Kırmanciye)’da Süryani-Asuri kilisesinin (Nasturi veya diğer kollarıyla) de bir güç topladığını gösterirler. Nitekim Dersim içinde de (Batı Dersim’de) kanıtları var bunun. Khal-Mem Hanedanlığı (Ermenistan’da Arsakid-Sonrası Dönem) Arsak III (380-389) Roma Ermenistanı’nın, Artaxias IV (423-428) ise Sasani Ermenistanı’nın son Arsakid kralları oldular. Böylece M.S. 428’de Kırmanciye’de Part (Arsakid) yönetimi (Khal Ferat Monarşisi veya Khal Mem-Khal Ferat ortak yönetimi) sona erdi. Bizans Ermenistanı (Dersim, Kırmanciya Dersimi) M.S. 389’dan sonra Bizans’a, Sasani Ermenistanı (Zaza Ermenistanı, Zazaniye, Zazaistan) ise M.S. 428 yılından itibaren Sasani imparatorluğuna entegre edilerek Bizans ve Sasani valilerince yönetilmeye başlandılar. Thomson, Ermenistan (Kırmanciye)’da doğrudan ve gerçek manada bir Sasani yönetiminin Arsakid Monarşisi çizgisinin tasfiye edildiği M.S. 427/428 yılından sonra başladığına işaret eder. Böylece M.S. 54 yılından 428 yılına kadar tam 374 yıl Khal Ferat hanedanı tarafından yönetilen Kırmanciye, M.S. 427/428 yılından Sasani imparatorluğunun Arap/İslam istilası tarafından ortadan kaldırıldığı 651 yılına kadarki yaklaşık 224 yıl boyunca Zazalar (Sasaniler)’ın doğrudan yönetimi altında bulunuyordu. Başka deyişle Kırmanciye (Ermenistan) M.S. 54 yılından 651 yılına kadarki altı asırda bir ve aynı halkın parçaları olan Eski Dersimliler’le Eski Zazalar’ın yönetimindeydi. Bu tarihten sonra da özellikle Eski Dersimliler’den Mamakanlar yüzlerce yıl boyunca Kırmanciye (Ermenistan)’nin yönetiminde önemli rol oynadılar. Khal-Ferat Monarşisi (Arsakid Krallığı) tasfiye edildikten sonraki dönemin değişik evlere mensup en önemli Kırmanciye (Ermenistan) yöneticileri ve prensleri yaklaşık bir kronolojiyle şunlardı: Siunia’lı Vasak I (442-451), ünlü 451 direnişinde öldürülen Vardan’ın yegeni Vahan Mamikonyan (485-505), Vard Mamikonyan (505-514), Mzhezh Gnuni (518-548), Siunia’lı Philip (574-76), Varaz-Tirots Bagratuni (628-631), Mzhezh II Gnuni (628-635), David Saharuni (635-38), Theodore Rshtuni (638-655), Hamazasp Mamikonyan (655-658), Gregory I Mamikonyan (662-684), Aşot I Bagratuni (686-690), Nerseh Kamsarakan (689-691), Smbat I Bagratuni (691-711), Aşot II Bagratuni (732-48), Gregory II Mamikonyan (748-50), Isaac/İsak Bagratuni (755-61), Smbat/Simbat II Bagratuni (761-72), Tachat Anjevatsi (780-85), Aşot III Bagratuni (806-826), Smbat III Bagratuni (826-55), Bagrat Bagratuni (830-52), Aşot IV Bagratuni (856-890). Yukardaki listeyi adını kaydetmeyi unuttuğum bir kaynaktan almışım. Bu listeden dönemin Mamikonyan/Mamakan yöneticileri ayıklanacak olursa Mamakan Hanedanı (Dersim Geleneğinde Khal Mem Hanedanı)’na mensup adlar şunlardır: 1. Vardan Mamikonyan (ölm. 450/451) 2. Vahan Mamikonyan (482-505) 3. Vard Mamikonyan (505/511-514) 4. İkinci Vardan 5. (?) 6. Muşel Mamikonyan (?-650) 7. Hemazasp Mamikonyan (655/657-658/661) 8. Birinci Grigor Mamikonyan (661/662-684/685) 9. İkinci Grigor Mamikonyan (748-750). 428 yılında Ermenistan krallığı Sasani imparatorluğuna ilhak edilmişti. Khal Ferat Krallığı tasfiye edildikten sonra, beşinci yüzyıl ortalarından itibaren Ermenistan’ın büyük bölümü Ermeni asıllı olmayan Mamikonyanlar (Dersim Ulusal Destanı’ndaki Domane Khalmemi, Khal Mem Oğulları) tarafından Sasaniler (Zazalar)’e bağlı olarak yönetildi. Bu Mamikonyan Hanedanı (Khal Mem Krallığı)’nın kurucusu bazı kaynaklara göre 451 isyanında öldürülen ünlü Vardan Mamikonyan’dır. Dersim geleneğinde Vardan’ın izlerini aramak gerektiğine inanıyorum. Etnik olarak Mamakanlar’a referans olan Khal Mem adı kişisel bazda belki de ona veya atalarına işaret etmektedir. Vardan’ın prensliği onun yeğeni Vahan (Vassak?) tarafından krallık düzeyine yükseltildi. Görüldüğü gibi, Khal Mem Oğulları (Mamakanlar, Mamikonyanlar), Khal Ferat Krallığı döneminde olduğu gibi, bu krallığın sona ermesinden sonra M.S. 485-750 tarihleri arasındaki 200 yılı aşkın dönem boyunca da Ermenistan’da önemli rol oynadılar. Vardan hariç yukarıda adları sayılan Khalmemler (Mamikonyanlar)’den ilk beş yönetici Sasaniler’in genel valileri (marzpanları) olarak görünüyorlar. Yedincisi Bizans’a, son ikisi veya en sonuncusu ise Araplar’a bağlı olarak yönetmişlerdir. Adları sayılan kişiler bazı kaynaklarda krallar olarak tanımlanmaktadırlar. Diğer Geç Dönem Zaza Monarşilerinden Birkaçı Khal Ferat Krallığı (Ermenistan Arsakid Devleti)’nın sona erdiği 428 yılından sonra Ermenistan’da politik/yönetsel birlik dağılmıştı. Bu dönem yaklaşık 500 yıl kadar devam etti. Nakhararlar denen feodallerin ve sayısız beyliklerin hüküm sürdüğü ve politik bir kaosun egemen olduğu tüm bu dönem boyunca Ermenistan’ın ulusal varlığının devamı dinsel ve kültürel otonominin hedeflenmesi ve başarılmasıyla mümkün olabildi. Bir Ermeni alfabesi ve literatürünün varlığı buna katkıda bulundu. Dil, alfabe ve literatür evrensel düzeyde Ermeniler’i birleştiren ve eritilmeye karşı direnci arttıran bir faktör oldu. 885 yılında Bagarat Evi’nin bir kolu, Aşot V Bagratuni’den başlayarak Ermenistan kralları ünvanını aldılar. Böylece Arsakid yönetimi son bulalı beri ilk kez hem Arap hilafeti hem de Bizans tarafından tanınan yeni bir Ermenistan Krallığı başlamış oldu. Bagratuni ve Vaspurakan hanendanları hakkında aşağıdaki özet bilgi gerekli gibi. Ama kronolojinin pek güvenilir veya kesin olmadığını belirtmek zorundayım. Bagratuni Hanedanı Varaz-Tirots Bagratuni (628-31), Aşot I (686-90 veya 732-750), Sahak (750-55?), Smbat I (691-711 veya 755?-72), Aşot II Msaker (732-48 veya 806-827), İsak Bagratuni (755-61), Smbat II (827-860?), Aşot III Medz/Büyük (806-26 veya 860-890), Smbat III (826-55 veya 890-914), Bagrat (830-52), Aşot IV Demir (856-90 veya 914-929), Abas (929-53), Aşot V (953-977), Smbat IV (977-990). Bagratlar’ın Kars Dalı Muşel (962-984), Abas (984-1029) ve Gagik Abas (1029-1064). Kırmanciye beyliklerinden birisi olan Kuzey-doğu Ermenistan’daki Bagrat Krallığı’nın başkenti ve merkezi Ani idi. 1064 yılına kadar toplam 298 yıl yaşayan bu krallık daima Müslüman Arap halifeliğini tanıdı. Kurucusunun Aşot olduğu kaydediliyor. Sason Zaza Krallığı (Bagratlar’ın Sason veya Taron/Muş Dalı, 817-54) Ani başkentli Bagratuni krallarından II. Aşot’un oğlu ve II. Smbat’ın kardeşi Bagarat, Bagratuni Krallığı’nın güney topraklarında başkenti Sason olan ayrı bir krallık kurmuş, fakat 27 yıllık bir saltanatı takiben 854 yılında Abbasiler tarafından oğulları Aşot ve David ile birlikte esir edilip Bağdat’a götürülmüş, böylece Sason başkentli Güney Bagratuni Krallığı son bulmuştur. Sason krallığı konusunda bu çalışmanın son bölümünde de bazı bilgiler vereceğim. III. Aşot zamanında Ermenistan’da Abbasi hakimiyeti iyice artar. 885 yılında III. Aşot, halifenin genel valisi Ahmed İbni İsa tarafından tekrar tac giymeye mecbur kalmış, bu kralın kardeşi prens Abas ise bir süre Kars’ta hüküm sürmüştür. III. Smbat’a tac giydiren ise Türk emiri Afşin olmuştur. Asıl Bagratuni krallığına 16 Ağustos 1064 tarihinde Selçuklular tarafından son verildi. Vaspurakan (Ardzruni) Hanedanı Gagik (908-36), Aşot-Derenik (936-958), Ebu Sehl Hemazasp (958-68), Aşot-Sahak (968-990?), Gurgen-Khaçik (990?-1003), Senekerim-Hovhannes (1003-1027), Davith (1027-1037), Atom ve kardeşi Ebu Sehl’in müşterek yönetimi (1037-1080). Van Gölü bölgesinde 908’den 1021’e kadar yaşayan Artsruni Krallığı, 1021-1080 arasındaki 59 yılda ise Bizans imparatorluğuna tabi olarak Sivas’ta devam etti ve Selçuklular tarafından ortadan kaldırıldı. Bagratlar’ın Şeceresi Kaynak: Justi, İranisches Namenbuch, 1963, syf. 417-418 Kamsarakan (Arsaruni) Evi’nin Şeceresi Kaynak: Justi, a.g.e., syf. 425 Artsruniler’in Şeceresi Kaynak: Justi, a.g.e., syf. 416 PARTÇA, SASANİCE (ZAZACA) VE ERMENİCE İLİŞKİLERİ Malcolm’a göre Parniler (Partlar)’in konuştuğu dil Persçe’nin bir kuzey diyalekti olup, bazen Arsakid Pehlevi olarak adlandırılmaktadır. Justin, O’nun aktardığına göre, bu dilin Medce ve İskitçe karışımı olduğunu söylemektedir. Partça’yı bir kuzey-batı İrani diyalekt olarak nitelendiren The Cambrıdge History Of İran (3/I), onun Partiya eyaletinin daha eski sakinlerinin dili olduğunu tahmin etmektedir. Adı geçen kaynağa göre Parniler’in kendi öz dilleri ise Doğu İrani Sakalar’la komşuluklarına bakılırsa daha çok Doğu İrani karakteristikler taşıyan Medce ile İskitçe arasında bir şey veya her ikisinin karışımı olmalıydı. Medce konusunda henüz bir fikir birliği oluşmadı. Bir görüşe göre Medce’nin yaşayan baş temsilcisi Paşto adıyla bilinen Afgan dili, bir diğer görüşe göre de Baba Tahir’in kullandığı dil, başka deyişle Goranice (Zazaca)’dir. Paşto dilinin Kürtçe ile çok benzer olduğu dikkate alınırsa, bu tartışma Medce’nin Kürtçe mi, yoksa Zazaca mı olduğuna indirgenebilir. Hem Partlar’ın hem de Sasaniler’in dili genelde Pehlevice olarak tanımlanmakta ve Pehlevice’nin de Dımılki (Gorani, Zazaca) olduğuna işaret edilmektedir. N. C. Debevoise, Partlar’ın Pehlevice denen dili İran’a girdikten sonra benimsediklerine işaret etmekte ve Pehlevice’yi de “Arami alfabe ile yazılan Persçe” olarak tanımlamaktadır. E. G. Browne’ye göre ise Pehlevice denen dilde sözcüklerin önemli bir kısmı İrani değil Semitiktir ve bu sözcükler Süryanice ve Keldanice’ye yakın Arami bir diyalektten alınmadırlar. Bir dilin bir diğerinden ödünç sözcükler alması doğal. Ama bu belli bir sınırı geçmemeli. Örneğin Browne’nin deyişiyle cümlenin genel yapısı, zamirler ve yardımcı fiiller asıl dilin kendisinden olmalıdır. Oysa Browne’nin görüşüne göre Pehlevice’de bu limit aşılmış, Aramice (Süryanice) unsur dilin yapısını değiştirecek denli ona hakim olmuştur. Böylece, onun iddiasına göre, örneğin Sasani yazıtlarındaki Pehlevice’de isimlerin çoğul ekleri, tüm işaret sıfatları, tüm zamirler (şahıs ve işaret zamirleri), 1’den 10’a kadarki sayılar, en temel ve yaygın yardımcı fiiller (olmak, gitmek, gelmek, yemek, istemek, uyumak, yazmak gibi), öneklerin/edatların hemen tümü, hemen hemen bütün zarflar ve bütün bağlaçlar, isim teşkilinde bazı önemli sonekler ve genelde sözcüklerin büyük bir bölümü Aramice’den gelmedirler. Kısacası Browne’nin görüşüne göre Pehlevice’nin ana özelliği İrani ve Semitik öğelerin bir karışımını temsil etmesidir. Kars Tarihi’nin yazarı Kirzioğlu’na göre, Partlar’ın İran’a girdikten sonra 250 yıllarından itibaren benimsedikleri söylenen Pehlevice denen dil İranlı Sasaniler’in diliydi. Ben bu görüşe katılıyorum. Ek olarak, Sasaniler’in dilinin bugün Dımılki (Zazaca, Kırmancki) denen dille aynı olduğunu düşünüyorum. Yani Partlar’ın İran’a ilk geldiklerinde üstlendikleri dil, Pehlevice olarak da referans verilen Sasanice (Zazaca) olmalıdır. Mamakanlar (Tzaniler)’ın hangi dili konuştuklarını bilmiyorum. Onların dili de Zazaca olabilir. Ama mümkündür ki Partlar gibi onlar da Zazaca (Sasanice)’yı sonradan üstlenmiş olsunlar. Bu varsayım doğru kabul edilirse, belki Dersimliler’in neden kendilerini Zaza olarak tanımlamadıkları ve “Zaza name zone Mao” (Zaza, bizim dilimizin adıdır) vurgusu yaptıkları da anlaşılır hale gelir. Ermenice ile ilişkilere gelince... Ermeniler’in bir alfabe benimsemeleri ve yazı diline geçmeleri Sasaniler (Zazalar)’in hakimiyeti altında gerçekleşti. Sasanice’nin devlet dili olduğu veya en azından yönetimde ağır bastığı böyle bir dönemde oluşan ve gelişen Ermeniler’in literatür dili de doğal olarak Sasanice’nin etkisi altında kalacaktı. Adlara ve terminolojiye baktığımızda Ermenice üzerindeki Pehlevice (Partça ve Sasanice) etkileri açıkça görebiliriz. Yüzlerce yıl Part (Khal Ferat) ve Sasani (Zaza) yönetiminde yaşayan Ermeniler’in dili ve edebiyatının bundan etkilenmemiş olması düşünülemez. Ama bunu eşit ölçüde olmasa da karşılıklı bir etkileşim olarak düşünmeliyiz. Bu konularda daha net bir görüş ancak Ermeni ve Zaza dillerinin kapsamlı bir mukayesesi ile oluşabilir. Böyle bir mukayese Ermenice’nin Dersim dili üzerinde ne ölçüde etkili olabildiğine, kaynaklarda Ermeni olarak bilinir hale gelen Mamakanlar’ın ve Partlar (Feratlar)’ın daha önce Ermenice konuşup konuşmadıklarına ya da bu dili ne oranda benimsediklerine de ışık tutabilir. Ermenice M.S. 400 yılına kadar henüz yazı dili haline gelmemişti. Bu tarihe kadar belirli bölgelerde sadece konuşma dili olarak mevcuttu. Bir Ermeni alfabesinin benimsendiği tarihe (M.S. 400) kadar Ermenistan’da yazı dili İran dili idi. Pehlevice ve Sasanice denen Zazaki (Kırmancki) olmalı bu. Dini metinler, tüm literatür, yönetim işleri bu döneme dek İran dilindendi. İran dilinin hakimiyeti, bir Ermeni alfabesinin bulunuşu ve Ermenice’nin yazı dili haline gelişinden sonra da uzun süre devam etti. M.S. 400 yılından sonra bile Ermeni dili Arami ve Yunan karakterlerle yazılıyordu. Ermenistan (Ermeni) yukarı sınıfları, yani Ermenistan’ın kraliyet ailesi, ruhban sınıfı ve soyluları çok dilli idiler. İran dilinin yanısıra Yunanca ve Ermenice konuşurlardı. Ermenice, Hint-Avrupa dil ailesinin ayrı bir şubesi olarak tasnif edilir. Toumanoff’a göre Ermenice denen dil başlangıçta Hayasa veya Urartu dili olabilir. Richard N. Frye, Continuing İranian Influences On Armenian (1966) başlıklı bir yazısında Ermenistan ve Ermenice üzerindeki İrani etkilere (din, dil, hukuk, vd) değinir. Bu İrani nüfuzun Medler ve Akamenidler’le başlayıp Partlar ve Sasaniler’le sürdüğüne işaret eder. Ermeniler Hristiyan olduktan sonra bu etki giderek azalsa da devam etmiştir. Medler’le başlayarak süreklilik kazanan İrani etkinin özellikle dile ilişkin boyutunu irdeleyen Frye, bazı örnekler verir. Frye, İrani dilinin evrimini Eski Medce, Orta Medce ve Medi-o-Partça olarak üç aşamaya bölmektedir. Medi-o-Partça terimiyle Milattan sonraki ilk iki yüzyılın Medce ile Partça’nın bir karışımı olarak tanımlanan dilini kastediyor. O’na göre Ermenice en fazla İrani etkiye Partlar zamanında uğrar. İrani dillerden en çok ödünç kelimenin bu dönemde alındığını söyleyen Frye, Ermenice’ye geçen shen (köy), kari (çok) vd gibi bazı İrani sözcüklere daha çok Doğu İrani diyalektlerde, özellikle Sogdia dilinde rastlanmasını ilginç bulmaktadır (Bk. Yad-Name-Ye İrani-Ye Minorsky, Tahran, 1969, No. 124 içinde s. 80-89). KIRMANCİYE-DERSİM KİLİSESİ VE KLERJİNİN ETNİK KİMLİĞİ St. Gregory, Hayatı ve Şeceresi Kırmanciye (Ermenistan)’yi Hristiyanlığa çeviren ve bir Ermeni mezhebi olarak bilinen Gregoryenliği kuran St. Gregory, iddia edildiği gibi Ermeni değil, ama Part (Pehlevi) orijinlidir. Ya da geleneğin Partlar’ın bir kolu gibi tanıttığı Karen veya Suren evindendir. St. Gregory’nin elinden Hristiyanlığı benimsemiş olan ve keza Ermeni olduğu iddia edilen ilk Hristiyan Ermenistan kralı Tiridates de Ermeni değildir. O da orijinde bir Part (Arsakid)’tır. Kısacası, St. Gregory ve Tiridates, Dersim geleneğinin diline çevirirsek Kal Ferat’lı idiler. Tridates’in Part orijini onu “Ermenistan aydınlanmasının ikinci babası” olarak ve Saint (Saint Trdat) olarak tanımlayan M. Khorene tarafından da kaydedilir. Trdat (Tiridates) adı, tıpkı Ezda sözcüğü gibi Allahverdi demektir. Bana Seyit Rıza’nın torunu tarafından iletilen Dersimli Şeyh Hasananlılar’ın şeceresinin başında birkaç Allahverdi adı vardır. Tabii burdaki Allah, benim düşünceme göre İslam’ın Allah’ı değil, pagan dönemin önde gelen Tir adlı tanrısı olmalıdır. Bazen Ter gibi yazılan Dersim adının baş kısmı (Der) da belki onunla ilişkilidir. Khorene, halkı İsa’nın öğretisine çağıran Tiridates’in Hristiyanlığı Ermenistan prensleri ve soylularına dayatmada oynadığı büyük ve öncü role işaret eder. Bu amaçla Ermenistan’ın uzak parçalarına seferler düzenlediğini söyler. İşin gerçeğini söylemek gerekirse, Gregoryenlik, doğuşunda Arsakidler (Partlar, Pehleviler)’in Ermenistan kolunun, yani Kal Feratlar’ın bir mezhebi ve kilisesi idi. Bir ve aynı kişinin tarihteki adı ile destandaki adının farklı olabileceğine işaret eden Kirzioğlu’nun iddiasına göre, Ermenistan Arsakidleri’nin hayatını anlatan Dede Korkut Oğuznameleri’nde Partlar’a Bayındır Hanlar, Ermenistan’da Gregoryen mezhebini kuran Aziz Kirkor Lusavoriç (Nurlandırıcı Aziz Greguvar)’e ise Korkut-Ata, Bayatlı Kara-Hoca Oğlu Dede Korkud (Bayat boyundan Kara-Khoca/Hoca Oğlu), Oğuzlar’ın Şeyhi, Surenyan Anak-Oğlu Kirkor Lusavoriç, Karenyan-Anak oğlu Kir-Kor gibi adlarla referans verilmektedir (Bk. Kars Tarihi, s. 144, 165). Karenyan, Karen evinden olmak demektir. Kirzioğlu, Anak Bey’i bazen Karen, bazen Suren kolundan gösterir. St. Gregory, daha büyük ihtimalle Suren (Suren Pahlav) evindendi. Agathangelos da, Pehleviler’in hangi kolundan olduğunu söylemese de, St. Gregory’nin Pehlevi orijinine vurgu düşer. Lazar ise, St. Gregory’nin Suren Pahlav’larla kan bağına işaret eder. Moses Khorene, Anak Bey’in oğlu olduğunu söylediği St. Gregory’nin Pahlav eyaletinden (yani sonraki adıyla Horasan’dan) ve Part (Pahlavi) orijinli olduğunu, babası Anak dolayımıyla Pahlavlar (Pehleviler, Partlar)’ın Suren kolundan olduğunu herkesin bildiğini yazmaktadır (Bk. Khorenatsi, a.g.e., s. 228-229, 250). Khorene’nin anlatımında bir karışıklık var. Bir yerde Burdar adlı birinden bahseder. Partiya (İran, modern Horasan)’dan gelerek Kapadokya’nın Kayseri (Caesarea) kentine yerleşen Burdar, burada Sophy adında Hristiyan bir kadınla evlenir. Bir belirsizlik olmakla birlikte bu kadın Nicea Meclisi’ne katılanlardan Edessa papazı Euthalius’un kızkardeşi olabilir. Khorene, Gregory’nin Kayseri’de doğduğunu ve Burdar’ın eşi Sophy’nin de onun ebesi olduğunu yazmaktadır. David adında bir adamın kızı olan Mariam ile evlenen Gregory, bu evlilikten Vrt’anes (Büyük Vrtanes) ve Aristakes adlarında iki oğlu olduktan sonra eşinden ayrılır. Ermenistan (Kırmanciye)’a gelerek kral Trdat’ın yanında Yüksek Rahip olarak görev alır. Saint ünvanı da alan kral Trdat, Ermeni prensleri tarafından zehirlenerek öldürülür ve T’ordan’da gömülür (M.S. 330). Khorene’ye göre Gregory’nin rahipliğe başlaması kral Trdat yönetiminin 17’inci yılına rastlıyor. Sebaste (modern Sivas) kentinde kendi öğretisi için materyal toplayan Gregory, çeşitli halklardan pek çok kimseyi Hristiyanlığa kazanır. (Khorene, a.g.e., s. 228-29, 250). Daha sonra Gregory’nin yerine oğlu Aristakes geçer. Bizans imparatoru Constantin’in emriyle toplanan Nicaea Meclisi’ne katılamayan kral Trdat ve St. Gregory bu toplantıya kendilerini ve Ermenistan’ı temsilen Aristakes’i göndermişlerdir. Bu toplantının amacı bir süre önce öne sürdüğü yeni bir doktrin nedeniyle heretik ilan edilen İskenderiye’li Arius’u ve yandaşlarını mahkum etmekti. Toplantıdan ortodoks bir inançla döndüğü söylenen Aristakes Valarşabat’ta kral Trdat ve babası Gregory ile görüşür, toplantı hakkında onları bilgilendirir. Khorene’nin anlattığına göre St. Gregory bu görüşmeden sonra geri Daranalik dağlarına döner ve bir daha kimseye görünmeden ötedenberi inziva hayatı yaşadığı ve aşık olduğu bu dağlarda ölür. Çobanlar tarafından bulunan ölüsü Garnik adlı birisi tarafından T’ordan köyünde toprağa verilir. Khorene, kral Trdat’ın bu görüşme sırasında Gregory’nin yaşadığı aynı yöredeki (Daranalik dağları) Garni Kalesi’nin inşaasını bitirdiğine işaret eder. Thomson, Gregory’nin döndüğü söylenen Daranalik dağları ile Garni’nin ilişkisi olmadığını not düşüyorsa da, eski Daranalik’e tekabül eden modern Kemah ve Koçkiri yöresinde Gerniler adında bir aşiretin varlığını bildiğim için burada da aynı adı taşıyan bir kalenin olabileceğini düşünüyorum. St. Gregory’nin hayatını ‘Daranalik Eyaleti’ndeki Mane Mağaraları’nda geçirdiğini söyleyen Khorene, bu yerin adının daha önce yine bu mağarada yaşamış olan Saint Rhipsime’nin arkadaşlarından Mane adındaki misyoner bir Hristiyan kadının adından geldiğini söyler. Sonraları St. Gregory de bu aynı yerde üstlenir, inancı yaymak için bu üsten hareketle geziler yapar ve izleyicilerini eğitir. Khorene’nin ‘manevi bir kılıçtı’ dediği ve tüm kötü ve adaletsiz kişilerin düşmanlığını kazandığını söylediği Aristakes, yedi yıl (328-335, çev) Ermenistan Patriarkı olarak görev yaptıktan sonra Life Of Nerses adlı kitaba göre Archilaeus adında “Tsop’k Eyaleti’nden bir Ermeni” tarafından öldürülür. Khorene’ye göre onu öldüren bu adam Dördüncü Ermenistan denen eyaletin valiliğine atanmıştı ve Tsopk Eyaleti’ne giderken yolda karşılaştığı Aristakes’i kendisini ciddi şekilde suçlamış olduğu için kılıçla öldürüp Klikya’daki Toroslar’a kaçmıştır. Aristakes, Ekeleats Eyaleti (Akilisene)’ne götürülüp kendi öz-kasabası T’il’de toprağa verilir. Thomson’un notuna göre St. Gregory ve soyunun mülkiyetinde olan T’il, Nane’nin tapınağının olduğu yerdir. Khorene’nin anlatımından bu yerin Gregory ailesinin öz-yurdu olduğu anlaşılıyor. Böylece eskiden beri misyoner faaliyetin bir üssü olduğu anlaşılan Dersim ve yakın çevresinin Gregory ailesinin vatanı olma ihtimali de güçlü görünüyor. Daha sonra Aristakes’in büyük kardeşi Vrt’anes patriark olarak atanır. Vrtanes’in Saint Grigoris ve Saint Yusik (az umut demek) adlarında iki oğlu vardır. Kendisinden sonra küçük oğlu St. Yusik geçer patriarklık tahtına. Yusik, Ermenistan kralı Tiran tarafından öldürtülür. Grigoris ise Khorene’ye göre kral Trdat’ın öldüğü haberi duyulduktan hemen sonra kendisine çıktığı seyahatte eşlik eden Sanatruk adında biri ile ‘daima inançsız’ olan Aluanklar tarafından Hazar Denizi civarındaki Vatnean Ovası’nda öldürülmüş ve Küçük Siunik’teki Amaras kentine götürülüp orada gömülmüştür. Khorene, bir yerde, St. Yusik’in de ölmesinden sonra St. Gregory’nin ailesinden patriarklık makamına geçecek kimse kalmadığı için ondan boşalan göreve Tarawn Eyaleti’ndeki Aştişat’tan P’arnerseh adlı birisinin atandığını yazarken, bir diğer yerde, St. Yusik’ten sonra oğlu ve halefi Saint Nerses (Büyük Nerses)’in Ermenistan arkbişopu olduğunu yazmaktadır. (Khorene, a.g.e., s. 247, 249-51, 271-73). Bizans (Roma) imparatoru Valens Augustus tarafından sürgün edildiği söylenen Nerses’e sürgünde olduğu sürece Khad adında biri vekalet etmiş ve Nerses sürgün bulunduğu bu sıralarda heretik olarak suçlanan Arius’un yandaşları (Ari’ler) tarafından ziyaret edilmiştir. Daha sonra itibarı iade edilen Nerses, Khorene’nin aktardığına göre, Ermenistan kralı Pap tarafından içkisine zehir katılarak öldürülmüştür. St. Nerses Ekeleats Eyaleti’ndeki Khakh köyünde ölür ve olan biteni gizli tutan kral Pap tarafından T’il kentinde gömülür. Ondan boşalan episkopal tahta onun ailesinden gelen Albianos’lardan Shahak adında biri atanır. Atama yetkisi Batı Ermenistan’daki Kayseri arkbişopuna ait iken bu atama kral Pap tarafından ona danışılmadan yapılır. Shahak’tan sonra Albianos ailesinden Zaven, onu takiben de Faustos’a göre gene aynı aileden olup Shahak ve Zaven’le akraba olan Aspurakes Ermenistan arkbişopu olurlar. O ölünce ise St. Nerses (Büyük Nerses)’in oğlu St. Sahak patriark olur (M.S. 389, çev). Khorene Sahak’ın soyağacını babadan oğula şöyle vermektedir: St. Gregory-Vrt’anes-Yusik-Atanagenes-Nerses-Sahak. St. Sahak’ın kızıyla evli olan Hamazasp Mamikonyan, Sahak’ın talebi üzerine Sasani hükümdarı tarafından Ermenistan ordu kumandanlığına atanır. Elişe’nin tarih kitabının kahramanı ve Hamazasp Mamikonyan’ın oğlu ünlü Vardan Mamikonyan St. Sahak’ın torunudur. Sasani şahı Vram, Sahak’ı yerinden indirip tutuklar ve onun yerine Surmak adında Bznunik’li bir rahibi atar. Böylece çizgide bir kopma görülür. Başlangıçta Sahak’ın yerinden edilmesine sevindikleri söylenen Ermenistan prensleri bir yıl sonra Surmak’ı görevden kovdururlar. Bu defa da Sasani kralı birbiri ardına Brkişo ve Samuel adlarında iki Süryani papazı atar bu göreve. St. Sahak sonunda serbest bırakılmış ve Khorene’nin yazdığına göre Sasani kralı tarafından kendisine birkaç köy verilerek Sasaniler’e karşı isyan etmemesi için ısrarla uyarılmıştır. Sahak’ın talebiyle Sasani kralı (Vram V: 421-439, çev) Mamikonyan evine/ailesine ait mülkleri Sahak’ın torunu general Vardan Mamikonyan’a iade eder ve onları serbest bırakıp geri Ermenistan’a dönmelerine izin verir. İsyan etmemeleri için uyarılanlardan biri de Vardan olmalı. Ama ünlü Vardan isyanı bu tarihten 10-12 yıl kadar sonraya rastlıyor (450-51). Bagrevand Eyaleti’ne yerleşen Sahak, bir süre sonra hastalanınca öğrencileri tarafından Bagrevand’ın Blur köyüne götürülür ve orada ölür (7 Eylül 438, çev). Cesedi kızı Dstrik (Khorene bu kadın için Vardan’ın eşi diyorsa da doğrusu Vardan’ın babasının eşi olmalı gibi) tarafından Tarawn Eyaleti’ne götürülerek kendi öz-köyleri Aştişat’ta gömülür. Tarawn eyaletinden olan Ermeni alfabesinin mucidi Mesrop ise, Khorene’ye göre bu tarihten altı yıl sonra Valarşabat’ta ölmüş ve Vahan Amatuni’nin isteğiyle Amatuniler’in toprağı Awşakan’da gömülmüştür. (Bk. Khorene, a.g.e., s. 290-99, 302-314, 329, 342, 347). Thomson’un verdiği bilgiye göre Mesrop’un ölüm tarihi gerçekte 17 Şubat 439’dur. Pehleviler’in Şeceresi Kaynak: Justi, İranisches Namenbuch, 1963, syf. 423 HRİSTİYANLIĞIN DERSİM’E GİRİŞİ Yukarıdaki özet iki konuda açık bir fikir veriyor. Birincisi, Hristiyanlığın Dersim ve çevresine ne zaman girdiğidir. Procopius ve Agathias’ın anlattıkları Hristiyanlığın Tzanlar’a M.S. 6. Yüzyıl ortalarında Bizans tarafından zorla dayatıldığı yönündedir. Az evvelki veriler ise yoğun bir misyoner faaliyetin hedefi haline gelen Dersim ve çevresinin Ermenistan’da benimsenir benimsenmez Hristiyanlıkla tanıştığını ortaya koyuyor. İkincisi, Hristiyanlığın Dersim’e kimler tarafından taşındığıdır. Yukardaki bilgilerden görüleceği gibi, bu inancın ve faaliyetin başını çeken St. Gregory, onun ailesi ve kral Trdat’ın kendisi bölgeyle bir şekilde ilintilidirler. Kimisi bu bölgedendir, kimi de orayı yurt ve üs edinmiştir ki, pek çoğu da halen orada yatmaktadır. Üzerinde yoğunlaşılması gereken nokta bu figürlerden ve az ilerde ele alacağım Pavlaki önderlerinden hangilerinin Dersim-Kızılbaş inancı ve geleneğinde başka bir kimlik altında yaşatıldığıdır. Bazen Karen evinden olduğu söylenen St. Gregory’nin gerçekte Suren evinden olduğu doğruysa, Gregoryen kilisesi başlangıçta gelenekte Partlar’ın bir şubesi olarak gösterilen Suren evinin elindeydi. Ama bu kilise daha sonraları evlilik yoluyla Mamakanlar (Khal Mem Oğulları)’ın eline geçer. Onu aynı zamanda, hatta esasen bir Dersim (Kırmanc) Kilisesi olarak veya Dersim kiliselerinden biri olarak da tanımlamak mümkündür. Ermenistan’da Hristiyanlığı ilk benimseyen, yayan ve Gregoryen Kilisesi’ni kuranlar geleneğe göre Arsaklar (Partlar)’dı. Bu çalışmada onların Dersim geleneğindeki Kal Ferat grubu olduğunu ortaya koydum. Açık ki, onların doğrudan devamcıları ve bugünkü temsilcileri de Dersimliler’dir. Bizans imparatoru Justininan döneminde (530’lu yıllarda) Tzanlar’ın da Hristiyanlığı benimsedikleri söylendiğine göre, Dersimliler eskiden kısmen pagan (doğa dini, Zerdüştlük), kısmen de Hristiyan idiler. Ermenistan’daki eski paganizm bugün en çok Dersim’de doğaya (güneşe, ışığa, aya, vd) tapım biçiminde yaşıyor. Hristiyanlık öncesi eski doğa dininin ve Zerdüştlüğün yanısıra Hristiyanlığın kalıntıları da (Gağand, kiliselerin ziyaret edilmesi, vd gibi) Alevilik görünümü altında Dersim dininde hâlâ yaşamaktadırlar. Dersim Hristiyanlığının daha etkin kolu ise, öyle görünüyor ki, ifadesini az sonra ele alacağım Pavlakilikte buldu. Etnik Ermeni diye tanıtılan Ermenistan klerjisi de (din adamları zümresi, rahipler tabakası) gerçekte bir tabaka olarak esasta Part (Pehlevi, Arsaklı, Dersim’de Feretanlı) veya Suren evindendi. Çünkü bu zümre, genelde Suren Pahlavlar’dan St. Gregory Evi’dendir. Ermenistan’da Arsakidler denen dönemin, yani Dersim geleneğinin terminolojisiyle ifade edersek Khal Ferat Monarşisi peryodunun bütün Ermenistan kralları, klerjinin çekirdeği ve esası, soyluluğun ve askeri kastın ise en üst kesimi veya dikkate değer bir bölümü Pehlevi (Arsak, Eşkani, Part, Feratan) ve geleneğin Pehleviler’in birer şubesi saydığı Karen, Suren vd gibi evlerden idiler. Pehleviler’in yanında ve onlardan hemen sonraki en etkin öğe, hatta fiiliyatta onlardan daha güçlü ve daha etkin diğer öğe ise Mamakanlar’dı. Mamakanlar, tekrar tekrar vurguladığım gibi Dersim geleneğinin Khal Mem grubudur. Kısacası, Ermenistan (Kırmanciye) ve Dersim klerjisinin çekirdeği etnik olarak Khal Mem-Khal Ferat ikilisinden bileşiyordu. Ermenistan’ı Hristiyanlığa çeviren Ermenistan Arsakidler’inin Zerdüştlüğü hiç bir zaman tamamen benimsemedikleri, görünürde Zerdüşt olsalar da en azından Sasaniler’e kıyasla diğer inançlara karşı daha toleranslı ve hoşgörülü davrandıkları kaydedilir. Belki biraz da bu nedenledir ki Sasaniler Partlar’ı ve Ermeniler’i gerçek İranlı saymamışlardır. Kızılbaş-Alevi geleneğinde İslami-Şii bir kılık içinde hâlâ yaşamakta olan bir çok ünlü din büyüğü orijin olarak büyük bir olasılıkla Khal Mem-Khal Ferat ikilisine mensupturlar. Örneğin, Dersim adlı kitabın yazarı Andranik, Dujik Baba Dağı zirvesindeki mezarın St. Sarkis (Khekr)’e ait olduğunu yazmaktadır. M. Seel, A Journey In Dersim adlı gezi notlarında Kızılbaşlar’daki Hızır-İlyas (Hıdır-Ellez)’ın Ermeniler’in St. Sarkis dedikleri figür olduğunu ve üç günlük Hızır orucunun onun için tutulduğunu söylemektedir. St. Serkis, Ermeni olarak bilinen kiliselerin en büyük saint’idir. Taylor; Injeyrga’da Surp Minas’a, Eyrgan’da Surp Aratoon’a adanmış kiliselerden de sözeder. Dersim’in kalbindeki Halvori Vank, Taylor (1866) ve Andranik (1888/1901) tarafından Surp Carabet Katedrali (St. Garabet, St. Karpet) olarak tanımlanmaktadır. M. Seel (1911), Ermeni takvimine göre 890 veya 911 yılında inşa edildiğine işaret ettiği Surp Garabet Vank’ın Baptist St. John’un Manastırı olduğunu kayd etmektedir. Aynı yazar Nazimiye (Kızıl Kilise)’nin Dere Ova adlı yerleşmesinin adını orada bulunan Der Ohan Manastırı’ndan aldığını da not eder. Dersim’de Ermeni diye tanımladığı Mirakyanlar’dan sözeden Andranik, Der-Ovanner (Der Ohan)’i Mirakyanlar’ın esas kurucusu ve önde gelenlerinden biri olarak tanımlar. O’na göre Dere Ova Mirakyanlar’ın ilk yerleşim yeriydi ve etrafa buradan dağıldılar. Mirakyanlar’ın diğer önde gelenlerinin veya reislerinin adları Antranik tarafından Çoğur, Ekız, Havloru (Halvori) ve Torud olarak sayılmaktadırlar. Bunlardan Çoğur, bugün Çukur adıyla bildiğimiz Alan aşiretinin köyü, Torud hala aynı adı taşıyan ve bazen Torum da denen Rutan aşiretinin köyü, Havlor ise Halvori’dir. İlginçtir ki Dersim halkı da Torut köyü halkının Ermeni asıllı olduğunu söylemektedir. Fakat ben ‘Ermeni’ nitelemesinden en başta ve özellikle kaynaklarda Ermeni diye tanımlanan Dersim’in eski sakinlerini, yani Eski Dersimliler’i anlıyorum. Antranik’in dediklerine bakılırsa Koznkex (Canik-Mazgirt arasında), Çukur, Dere Ova, Halvori, Vank, Türüşmek ve Torut gibi yerleşmelerin eski sakinleri kendi seyahati sırasında adaklarını taşlara yaptıkları, ne kiliseleri ne de papazları olduğu halde hâlâ Hristiyan olan Mirakyanlar’dı. Antranik, Osmanlılar’a karşı 19. Yüzyıl Dersim direnişlerinden sözettiği yerde Mirakyan-Alan ve Mirakyan-Hıran ittifaklarına da değinmektedir. Antranik’in Mirakyan dedikleri kimdir? Bu adın çevirisinde bir yanlışlık veya eksiklik olabilir belki. Çünkü ben Dersim’de bu adda bir aşirete rastlamadım. Antranik’in Mirakyan derken kastettikleri belki de Alanlar’dır. Ama Alanlar’ın bu adla bilindiklerini hiç duymadım. Onların tarihin gayet iyi bildiği ve Kırmanciye istilaları da kayda geçmiş olan ünlü Alan kavminden olduklarını sanıyorum. Mirakyan adının doğrusu belki de Mihran (Mihrakan)’dır. Mihran Evi Rey’li ve Part orijinlidir. Sasani generali ünlü Behram Çupin bu evdendi. Onların adı Rey kentinin adından gelmedir. 6. Yüzyıl sonuna doğru Arran (Albania)’da bu evden gelen yeni bir hanedanlık doğmuş ve bu hanedanlığın yöneticileri İranşah (Eranşah) ünvanı taşımışlardır. Bu evin en son prensi Waraz-Trdat, M.S. 821/822 yılında kendi akrabası olan ve Bizans’a (Pontus’a) sığınan ünlü isyancı Babek’in adamı Nerseh (Arapça’da Narsi) tarafından öldürülmüştür. Nerseh de, Part orijinliydi. Kaynaklar Nerseh ve adamlarının Bizans ordusu eşliğinde Dersim ve çevresine dek akınlarından sözetmektedirler. TARİHTE KOMÜNİST GELENEK Dinin egemen olduğu, yani kilise ve devletin birleşik olduğu toplumlarda politik ve toplumsal isyan hareketleri de zorunlu olarak dini sektler formuna bürünmüşlerdir. Sanayi-öncesi toplumlarda (19. yüzyıl öncesinde) ortak, genel bir olgudur bu. Sanayi-öncesi çağın komünistik hareketleri de muhalif (heretik) dini sektler ile bağlantılı oldular. Kısacası 19. yüzyıl öncesinde Komünizm dini sektlerden ayrılamaz bir gelenekti. Asya’da komünistik gelenek ilkin Sasaniler (Zazalar) altında ve Manes’le birlikte M.S. 3. yüzyılda ortaya çıktı. Zerdüşt papazları tarafından derisi yüzülüp diri diri yakılan Manes’ten sonra komünzm bayrağını yine Sasani İranı’nda 5. yüzyılda ortaya çıkan Mezdek (498?-530) devraldı. Zındık sözcüğü Mezdek’e mensup olanlar için kullanılmıştır. The World History’nin işaret ettiği gibi, İran’da komünist bir geleneğin izi en azından Mezdek (Mazdak)’in başlattığı dinsel görünümlü devrime dek gerilere götürülebilir. Mezdek’in öğretisini benimseyen Sasani (Zaza) hükümdarı Kobad (488-531)’ın şahsında komünizm tarihte ilk kez iktidara taşındı. The History Of World Civilisation eserinin yazarı Herman Schneider’in ve The Assassins adlı kitabında da F. A. Rıdley’in dedikleri gibi, Kobad döneminin Sasani/Zaza devleti İran’da komünizmi hayata geçirmeyi deneyen ilk geniş-ölçekli devlettir. İran’da yukarıdan bir devrimle kurulmaya çalışılan komünizmin iktidarı mülk sahibi sınıfların bir isyanıyla devrilene kadar yaklaşık kırk yıl sürdü. İç-savaştan yenilgiyle çıkan komünistler (Mezdekiler) kırımdan geçirildi ve liderleri Mezdek rivayetlere göre diri diri gömüldü. Bayrakları ve giysilerinde kırmızı renk kullanan Mezdekiler ve ondan etkilenen sonraki dönem sektleri/hareketleri Surkhalaman (kırmızı bayraklı halk) ve Surkhjamagan (kırmızı elbiseli halk) gibi adlarla anıldılar. Bir görüşe göre Kızılbaş adının orijini budur. İlkin Pavlakiler döneminde, daha sonraları da Erdebil postuna Şeyh Haydar’ın oturduğu Safeviler peryodunda Dersimliler de kollektif şekilde Kızılbaş olarak tanımlanmışlardır. Böylece Yakın Doğu’da başlangıcı Sasaniler/Zazalar çağına (M.S. 226-641) dayanan ve bir şekilde zamanımızda bile devam etmekte olan dinsel görünümlü komünistik bir gelenekle karşı karşıyayız. Ama bu geleneğin görünümü, yani zorunlu olarak büründüğü dinsel kılıf bugün onun özü gibi sunulmakta ve geleneğin kendisi Alevilik adı altında tanınmaz hale getirilerek bir dine ve dinsel cemaate dönüştürülmektedir. Sasaniler peryodunda resmi İran dini Zerdüştlüğün baskısı altında olan Manesçi ve Mezdekçi komünist muhalefet, İran’ın Araplar tarafından fethini takiben bu kez İslam dininin ağır baskılarına hedef oldu. Arap peryodunda Manes ve Mezdek’in dinsel-esinli komünistik doktrinleriyle aşırı Şii görüşler birbirine karışmaya başlar. Bu türden kombinasyonlara örnek olarak yalnızca en ünlü sektler ve isimler sayılacak olsa bile ortaya hayli uzun bir liste çıkar: 750 Abbasi devriminin önderi Eba Müslim, işkenceden ve ölümden kaçmak için 779 yılında kendisini alevlere atarak intihar eden ve Çarşaflı Peygamber olarak da bilinen El Mukanna, 837 yılında götürüldüğü Bağdat’ta linç edilen isyancı Babek, İsmaili Yediler sektini yeniden örgütleyen profesyonel devrimci Abdullah Qaddah (ölm. 874), Enel Hak dediği için derisi yüzülen ünlü Hallacı Mansur, Hamdan Karmat, Deylem’in Alamut’unda Plato-More ve Campenella’nın ütopyalarını hayata geçirmeyi deneyen ve kutsal kitaplardaki cennet tanımına uygun bir toplum kurmaya çalışan profeyonel devrimci tipinin bir diğer tipik örneği Hasan-ı Sabbah, Babai önderleri Baba İshak ve Sarı Saltuk, ünlü Fazlullah Hurufi ve bir Hurufi olduğu için çok sevdiği Mansur gibi derisi yüzülen Nesimi, Simavnalı Şeyh Bedrettin vd. Tüm bu isimlerin ve onların adıyla bağlantılı sektlerin düşünce ve esin kaynaklarından biri Frank Ridley’in de işaret gibi Manes ve Mezdek’le başlayan komünistik gelenektir. Zincirin başka halkaları da var. Bunlardan bir bölümüne aşağıda daha ayrıntılı olarak değinmekteyim. Pavlakiler Manesçi akımın başta gelen kollarından biri olan ve Pavlakiler (Paulikanlar) adıyla bilinen hareket, M.S. 6./7. yüzyıl ile 10./11. yüzyıl arasındaki Dersim ve Zaza tarihi bakımından büyük önem taşımaktadır. Bizans imparatorluğunun doğu sınırları üzerinde yaşayan ve kendi doktrinlerine sağlamca bağlı olan Pavlakiler savaşçılıkları ile Bizans devleti için büyük bir sorun oldular. History Of The Byzantine Empıre (1952) adlı kitabın yazarı A. A. Vasiliev, Pavlaki hareketinin M.S. 3. yüzyılda Samosatalı Paul tarafından kurulduğunu ve 7’inci yüzyılda reforme edildiğini düşünmektedir (Bk. Vasiliev, a.g.e., s. 383). Samosata (Samsat) ve Adıyaman 1954 yılına kadar Bizans çağında olduğu gibi Malatya’ya bağlı yerleşmelerdi. Iwanov, bu harekete adını verdiğini düşündüğü Samsatlı Paul’un başlangıçta Antakya papazı olup M.S. 269/272 yılında bu görevden alındığını ve kovulduğunu yazmaktadır. Buna göre o, Manes’le çağdaştır. Antakya ve çevresinde bir Süryani/Asuri mezhebi olan Nasturilik güçlüydü. Pavlaki (Paulikan) adının orijini ve kurucusunun kimliği konusunda değişik görüşler var. Bu sözcüğün Paul adlı bir kurucudan ileri geldiği ve Paul’un İzleyicileri anlamı taşıdığı yaygın bir görüştür. Hareketin isim babası olduğu iddia edilen Paul, bir teze göre Pavlaki kilisesinin üçüncü başı olan bir Ermeni’dir. O’nun da Samosatalı olduğu söyleniyor. Konuya ilişkin en eski kaynak olarak bilinen Sicilyalı Petros’un yazdıklarına dayanan bir diğer teze göre de, Pavlaki (Paulikyan) adının kaynağı, hatta kurucusu Havari Paul olmalıdır (Bk. Gibbon, a.g.e). Sicilyalı Peter, 867 yılında Pavlakiler’in Efes’i zaptetmeleri üzerine 869 yılında Bizans tarafından Pavlakiler’e elçi olarak yollanmıştır. Barış çabaları sonuç vermeyen Sicilyalı Peter, elçiliğinin avantajlarından yararlanarak Pavlakiler’in doktrini üzerine History Of The Manichees adında bir kitap yazmıştır (Bk. The Cambrıdge Medieval History, IV, s. 191-192). Pavlaki adını bilinmeyen bir yerli öğreticiyle ilişkilendirenler de var E. Honigmann’ın imzasını taşıyan Enc. Of Islam’ın Malatya maddesinde Araplar’ın Pavlakiler’e “al-Bailikani (al-Bayalika)” dedikleri kaydedilmektedir. Bu adlandırma Pavlaki adının kökeninin Paul değil de Bal (Balan, Palu, Palan) olabileceğini akla getirmektedir. Bu çalışmanın görüşü bu adın en büyük olasılıkla bir aşiret adı olarak da karşılaştığımız Bal sözcüğünden (veya Belh adından geldiği sanılan Pahlav kavramından) türetildiği yönündedir. Bektaşi Tekkesi postnişinlerinden bazılarının adlarında karşılaştığımız Bali veya Balım gibi ünvanlar ya da adlar da aynı kökten gelebilir. M.S. 660-880 yılları arasındaki dönemi işlediği bölümde Pavlakiler’e değinen The Decline And Fall Of The Roman Empıre (1737-94) adlı eserin yazarı Edward Gibbon da Pavlakiler’in adlarını St. Paul’dan aldıklarını düşünür, ama Pavlakiler’in kendilerinin bu görüşleri reddettiklerini ve kendi gerçek kurucularının Silvanus (Constantine Mananali) adlı biri olduğunu söylediklerini de kaydeder. O’na göre hareketin kendisi büyük ihtimalle bu adı kullanmıyordu (Bk. Gibbon, a.g.e., cilt 6, 54. Bölüm, s. 110-129). Armenia-Cradle Of Civilisation adlı eserin yazarlarına göre de bu hareketin kurucusu M.S. 6./7. yüzyılda yaşayan ve sonraları Silvanus (Sylvanus) adını almış olan Constantine Mananali’dir. Mananali, Dersim (Doğu Dersim)’in bir diğer adı olan halk dilindeki Mamekiye (Kalmem Ocağı)’nin Ermenice kaynaklardaki şeklidir. Uzun sözün kısası, Pavlakiler’in anavatanı Ermenistan (Kırmanciye)’ın Bizans sektörü, başka deyişle Dersim ve çevresiydi. Bu hareketin kurucusu Constantine (Silvan), bir Dersimli (Mamekiyeli)’ydi. Onların esas üsleri de Dersim (özellikle Doğu Dersim ve Divriği) ve Malatya’da bulunuyordu. Başkentleri Divriği (Tefrike) idi. Ama Pavlaki sekti Anadolu’da genişçe yayılabildi. Onlar Kapadokya, Pontus, Lycaonia ve Frigya gibi bölgelerde de varlardı. Divriği, en önemli kalelerinden biriydi. Pavlaki önderlerinden Chrysocheir liderliğindeki Divriği direnişi bu kent imha edilerek bastırılabildi. Pavlakiler’le onların bir kolu olan Tondrakiler’in Dersimli (Eski Dersimliler) olduklarını düşünüyorum. Enc. Of Islam’ın Yezidilik maddesinin yazarı Th. Menzel şöyle demektedir: “Yezidiler kendilerine Dasin, Dasni, Daseni (çoğ. Dawasin, Duasin, Dawashım) derler...Süryaniler arasında Yezidiler’e Dasnaye, Ermeniler arasında ise Yezidiler’e Tondrakiler ve Pavlakiler (Polikyanlar) adı verilir”. (Bk. Menzel, a.g.y). Dersimliler’le Zazalar ve Yezidiler arasındaki akrabalığa daha önce zaten değinmiştim. Pek çok araştırmacı Dersim ve Yezidi inançları arasındaki paralelliğe de işaret etmektedirler. Bu paralelliğin kökleri öyle görünüyor ki Pavlakiler ve Tondrakiler döneminde ve daha gerilerde yatmaktadır. Eski kaynaklarda yer yer Çıra Söndürenler (sonraları Türkler tarafından Mum Söndürenler denmiştir) veya Güneş’in Çocukları (Ermenice’de Arevorti) olarak referans verilenler de Dersimli, Zaza ve Yezidi adlarıyla bilinen topluluktur. Antranik, Dersim adlı kitabında (1901) iki cinsin de katıldığı gece toplantılarından dolayı Kızılbaşlar’a aynı zamanda Çıra Söndürenler dendiğini kaydetmektedir. Özetle, bugünkü Kızılbaşlar ve Yezidiler çekirdek olarak eskiden Pavlaki, Tondraki, Çıra Söndüren veya Güneşe Tapanlar gibi adlarla bilinenlerdir. Bu toplulukların Müslüman olmadığı veya Müslümanlar tarafından daha çok Hıristiyan olarak görüldükleri de bilinen bir şeydir. Menzel’in sözleri de Pavlaki ve Tondrakiler ile Dersimliler arasında kurduğum ilişkiyi doğrulamaktadır. Sincar Yezidileri’nin Dicle kuzeyindeki bir ülkeden geldiklerine ilişkin bir geleneklerini aktaran Mark Sykes’ın, hemen sonra Sincar Yezidileri’nin fizik bakımından Dersimliler’e benzediklerini söylemesi de dikkate değer bir gözlemdir (Bk. M. Sykes, The Kurdish Trıbes Of The Ottoman Empıre, 1908. Türkçesi için bk. Dış Kaynaklarda Kırmanclar-Kızılbaşlar ve Zazalar, Desmala Sure Yayınları, 1995, s. 112-140). Hristiyanlığın Ermenistan’da yayılması Mazdacı ve Manesçi güçlü bir muhalefetle karşılaştı, kısa sürede ve kolay gerçekleşmedi. Ermenistan’da ve Bizans imparatorluğunda devlet dini haline gelerek dönüşüme uğrayan resmi Hıristiyanlığa karşı ilk/erken Hırisyanlığın ilkelerine dönüşü savunan Pavlakiler, Tevrat’ın tümünü, kilisenin yazılı ve sözlü geleneklerini, kilise yaşlılarını ve Hac’ı reddettiler. Bu nedenle de Bizans ve Ermeni Ortodoksları tarafından büyük bir tehdit olarak görülüp acımasızca cezalandırıldılar. Kilise, Pavlaki sektini Manikyan (Manesçi) olarak tanımlıyordu. Haçlılar, hemen her yerde (Suriye, Filistin vd) karşılaştıkları Pavlakiler’in adını Publicani şeklinde bozdular ve sonraki çağlarda Avrupa’da onların bu ad altında bilinmesine neden oldular. Gibbon, Manesçi heretikler olarak tanımlanan Pavlakiler’in iki prensibi savunduklarını, Zerdüşt ve İsa’nın doktrinlerini uzlaştırmaya çalıştıklarını yazmaktadır. Peter Siculus, George Mon. ve diğer kaynaklara dayanan Gibbon, Pavlakiler’in yedi öğretmeni olarak Constantine Mananali (Silvanus), Simeon (Titus), bir Ermeni olan Gegnesius (Timotheus), Joseph (Epaphroditus), Zacharias veya Shepherd (çoban), adı Ermenice olan ve Kirli takma adıyla tanınan Baanes (Vahan) ve Sergius (Tychicus)’un adların verir. O’nun aktardığına göre Pavlakiler’in altı kilisesi ise Silvanus ve Titus tarafından Colonea civarında kurulan Makedonya, Timotheus tarafından kurulan Mananalis (Achaia), Epaphroditus ve Zacharias tarafından kurulan ve yeri belirlenemeyen Philippians, Laodiceans (Argaus), Ephesians (Mopsuestia) ve Clossians idiler (Bk. Gibbon, a.g.e., s. 112, dipnot). Geleneğe göre halkın arasına ilk çıktığında Manes’in yanında Simeon ve Zakko adlarında iki havarisi vardı. Bu iki havari Pavlakiler’in yedi önderi arasında anılan Simeon ve Zacharia ile aynı olamazlar mı? Kronolojik açıdan bir problem olmakla birlikte, kronolojinin pek net olmadığını belirtmek zorundayım. Mani’nin bir diğer havarisi Addai (Addi) ile Yezidiler’in Şeyh Adi’si arasında kurulan ilişkiye ise daha önce değindim. Mani’nin Sasani hükümdarı Şapur (240-70) eşliğinde Romalılar’la savaşlara katıldığını ve Roma imparatorluğunun sınır kesimlerini ziyaret ettiğini de önceki bölümlerde not etmiştim. O’nun bu seyahatleri sırasında Dersim’e uğraması ve buraya kendisinin adı geçen havarilerini bırakmış olması mümkündür. Pavlakiler’in kurucusu Dersimli Silvanus’un faaliyeti Part (Arsaklı) orijinli ve Erzurum (Karin)’lu olduğu söylenen Heraclius evinden Konstans II (641-668) ve Constantine IV (668-685)’ün dönemlerine rastlıyor. Eskiden beri Zerdüşt dininin yerettiği Pontus ve Kapadokya’da başarılı bir faaliyet yürüten Constantine (Silvan), kendi taraftarlarını çabuk arttırdı. Gnostik ve İconoklast sektlerin kalıntıları ve Kırmanciye (Ermenistan) Manesçileri onun doktrinleri etrafında birleştiler. Pek çok katolik unsuru da etkili tartışmalarıyla kendi inancına çevirdi. Pavlakiler’in kurucusu Constantine kendi karargahı olarak vaktiyle Pontus’un bir bölgesi olan Colonia (Konak, Kulehisar/Koyul Hisar veya Kara Hisar) çevresini seçti. Gibbon, Colonea’nın Pontus’un zaptından sonra Pompey tarafından kurulduğunu tahmin etmektedir (Bk. E. Gibbon, The Decline And Fall Of The Roman Empıre, s. 116). Hristiyanlığın ve Ermeni kilisesinin gücünü zayıflatan Arap-İslam hakimiyeti peryodu genelde muhalif ve isyancı sektlerin büyümesine elverişli bir ortam yaratmıştı. Pavlakiler bu dönemde özellikle güçlendiler. Araplar’ın faaliyetine hoşgörü gösterdiği Mamekiyeli Silvanus, 27 yıllık bir misyondan sonra yaşamını Yunanlılar (Bizanslılar)’ın bir saldırısında yitirir. Coloneia’ya onu ve hareketini ezmek amacıyla askeri ve adli yetkilerle donatılmış üst düzey bir Bizanslı yönetici gönderilir. Bu yönetici acımasızca üzerlerine gittiği Pavlakiler’in kitaplarını yakar, bu kitapları okuyanları ölümle cezalandırır. Silvanus ve yandaşları birçok yönden Manes (Mani)’in izleyicileri olmuş, bu nedenle Manesçi olarak da tanınmışlardır. Mamekiyeli Silvanus’tan sonra hareketin başına Simeon geçer. Kendilerini cezalandırmak için gönderilen Justus isimli birinin Simeon tarafından kazanıldığı kaydedilmektedir. Justinian II (685-695) Pavlakiler’in adını ve anısını yoketmeyi amaçladıysa da bunu başaramadı. Ama daha sonraları Theodora’nın askerlerinin kısa bir sürede dağlarda yüz-bin kadar Pavlaki’yi katlettiği kaydedilmektedir. Simeon’dan sonra da hareketin başına Isaurian evinden Leo III döneminde (717-741) yaşadığı tahmin edilen Gegnaesius veya babası Paul (?) geçer. Vasiliev’in de işaret ettiği gibi çeşitli milliyetleri bir yerden diğerine taşımak Bizans devletinin geleneksel iç-politika metotlarından biriydi. Örneğin Ermeniler ve Dersimliler (Pavlakiler) Balkan yarımadasına, Slavlar ise Anadolu’ya, özellikle Orta Anadolu’ya taşınmıştır. Pavlakiler’in kitlesel halde doğu sınırlarından Trakya’ya taşınması 8. Yüzyılda imparator V. Constantine ve 10. Yüzyılda da John Tzimisces (Çemişgezekli John) tarafından gerçekleştirilir. 750’lerde yaptığı Ermenistan seferi sırasında Arap-Bizans sınır şeridindeki Malatya ve Erzurum (Theodosiopolis) kentlerinde Pavlakiler’in büyük sayıda mevcut olduklarını gören Leo III’ten sonraki Bizans imparatoru Constantine V Copronymus (741-775), ceza olarak onları ‘Fırat havzaları’ndan İstanbul’a ve Trakya’ya yerleştirir. J. B. Bury’nin yazdıklarına inanılacak olursa bu sürgünü yapan V. Constantine bile kalben bir Pavlaki olarak görülmüştür. İşte bu iskan ile birliktedir ki, Pavlakiler’in doktrini Avrupa’ya taşınıp tanıtılmış olur. Trakya Pavlakileri, Kırmanciye (Ermenistan)’deki yoldaşlarıyla bağlantılarını gizli yollardan sürdürmüş, cezalandırmalara karşı direnişlerini orada da devam ettirmiş ve Bulgaristan’daki faaliyete destek vermişlerdir. P. K. Hitti’nin Arap Ghassan orijinli olduğunu söylediği sonraki Bizans imparatorlarından Nicephorus I (802-811)’in Pavlakiler lehinde biri olduğu, Michael I (811-13)’in ise Eklesiyastikler tarafından onları cezalandırmaya zorlandığı kaydediliyor. O’nun başlattığını Ostrogorsky’nin bir Ermeni olduğuna işaret ettiği halefi Leo V (813-820) devam ettirir. Özellikle Theophilus (829-842) ve onun karısı olduğu anlaşılan Theodora gibi Hristiyan yöneticilerin dinsel muhalefeti cezalandırdıklarına işaret eden J. B. Bury, A History Of Eastern Roman Empıre (1912) adlı eserinde zafer gibi sunulan Pavlakiler’in cezalandırılmasını 9’uncu yüzyılın en büyük politik felaketlerinden biri olarak tanımlar ve bundan sadece Theodora adlı imparatoriçenin değil, Theophilus’un da sorumlu olduğunu yazar. Kirmanşah merkezli bölgede Babek’in Azerbaycan’da başlattığı harekete paralel olarak ayaklanan ama yenilen Hurremi liderlerden “Kürt Narseh” (Nasır, Narsi, Nerseh, Barsis), arta kalan yandaşları ile birlikte 833 yılında Bizans’a sığınmış, Bizans ordusuna yazılarak Abbasiler’e karşı Babek’i destekleyen ve kendisine koruma veren imparator Theophilus’un 837 veya 838 yılında Müslüman Abbasiler ve onların müttefiki Pavlakiler üzerine yaptığı Zibatra (Sezopetra, Doğanşehir), Malatya, Elazığ ve Dersim seferlerine katılmıştır. Doğanşehir, eskiden Akçadağ’ın bir ilçesiydi ve Akçadağ ise Arga ve Karaesios gibi adlarla bilinirdi. Böylece bu olaylarda her ikisi de paralel inançlara sahip görünen Babekiler (Hürremiler) ve Pavlakiler karşı karşıya gelmiş görünüyorlar. Bazı kaynakların Kürt dediği Nerseh, Part (Kal Ferat) orijinli olup büyük ihtimal Reyli Mihran evindendi. Enc. Of Islam’ın E. Honigmann tarafından kaleme alınan Malatya maddesinde 838 yılında Bizans ordusunun Malatya üzerine yaptığı seferde kenti Malatya emiri ile bir Türk olduğu söylenen ve Babekiler’i bastırmakla görevlendirilen ünlü kumandan Afşin’in birlikte savunduklarına işaret edilir. Theophilus, Armeniakon ve Anatolikon temalarının dağlık kesimlerinde Arap sınırları üzerinde Kleisurai (Dağ Geçitleri) adı verilen üç yeni idari ve askeri birim oluşturmuştu (Charsianon, Kapadokya ve Selukya). Bunlar tema sisteminde daha küçük ölçekli askeri birimlerdi. Ostrogorsky’e göre küçük askeri sınır bölgeleri (garnizonları) idiler. En tehlikeli isyancıların uzun süre cezalandırılıp provake edilen dini sektler olduğunu, bu durumdaki çaresiz sektlerin kutsal bir dava uğruna artık korku nedir bilmediğini, intikama yönelerek bunu sonraki kuşaklara da aktardıklarını söyleyen Gibbon, Ermenistan (Kırmanciye) ve ona komşu bölgelerde patlak veren 9. Yüzyıl Pavlaki isyanlarını (845-890 arası) bunun bir örneği olarak gösterir. Bağımsızlıklarını koruyabilen Malatya kuzeyindeki Arguvan (Argaus) dağlarının Pavlakileri onun yazdığına göre bu dağları bir intikam üssüne dönüştürdüler. Bizans’ın daha ağır bir cezalandırma seferini ise Carbeas ayaklanması izler. J. B. Bury’nin yazdığına göre, ‘Karbeas’, imparator Theophilus (829-42)’un yönetimi zamanında veya daha erken bir cezalandırma sırasında Anatolik Theması (Anadolu Eyaleti)’nın generali altında bir görevde bulunan Pavlaki inançtan biriydi. Pavlakiler’e karşı başlatılan saldırılar üzerine kendi inancından beş-bin adamıyla ayaklanan Karbeas (Gibbon’da Carbeas), anti-Hıristiyan olarak tanımladığı Bizans’a bağlılığı tanımadığını ilan eder ve başına geçtiği beş-bin yandaşını Kapadokya ötesindeki bölgeye götürdükten sonra onlarla birlikte Malatya’nın Arap emiri Omar’ın hizmetine ve koruması altına girer. Karbeas’ın babasının asıldığı haberi üzerine bu kaçışa karar verdiği söylenmektedir (Bk. Bury, a.g.e., s. 276-86). Gibbon’un dayandığı kaynaklarda Karbeas ayaklanması ve kaçışı Theodora’nın cezalandırma hareketine bağlanmaktadır. Ama Bury’nin dikkat çektiği M.S. 845-46 tarihli bir belge ‘Karbeas ve O’nun halkının’ doğuda Araplar’ın koruması altına zaten girdiklerini göstermektedir. Bu aynı belgeye göre imparator Theophilus tarafından Koloneia (Kara Hisar?) bölgesine atanan Kallistos, kendi subaylarından Pavlaki inancı paylaşan bazılarını bu inancı bırakmaya zorlamış, ama Karbeas Pavlakileri’ne bağlı kalan bu subaylar Kallistos’un esir edilip halifeye teslim edilmek üzere Samarra’ya gönderilmesini sağlamışlardır. Bury, sözü geçen 845-846 tarihli bu belgeye dayanarak Karbeas’ın kaçış olayının Theophilus (829-42)’un yönetimi döneminde veya ondan bir süre önceki Michael I (811-13) ile onu izleyen Leo V (813-20) dönemlerinde yeraldığını yazmaktadır. O’nun görüşüne göre Malatya’nın kuzey ve batısındaki bölgelerde büyük ihtimalle Karbeas öncülüğündeki beş-bin kişinin göçü öncesinde de Pavlakiler mevcuttu. Daha sonraları bu bölgelere sürekli olarak Pavlakiler’den yeni sığınanlar oldu. Böylece Bury’e göre o tarihlere dek Bizans savunmasına hep büyük katkı yapmış olan Pavlakiler, bu tarihten sonra kendilerinin üç ana kenti olan Argaus (Malatya kuzeyindeki Arguvan/Argawan), Tephrike (daha kuzeydeki Divriği) ve Amara (Abara, modern Manjilik yakınındaki Emerli)’da Bizans devletinin çok korkulan düşmanlarına dönüştüler (Bk. akt. Bury, a.g.e., s. 277-78, dipnot). Adı geçen kalelerin üçü de Honigmann’ın yazdığına göre Pavlakiler’i Bizans’a karşı koruyan Malatya emirinin desteği ile Karbeas tarafından kurulmuşlardır. Karbeas’ın korumasına girdiği veya ittifak yaptığı Arap emiri (açık ki Malatya emiri Omar’dır), Gibbon’un yazdığına göre, Carbeas’ı halife ile tanıştırır ve bu ittifakın da katkısıyla Carbeas Bizans’a karşı daha da güçlenir. Sivas (Sebastea) ve Trabzon arasındaki dağlarda Divriği (Tephrice) kentini kuran ve surlarla çeviren de Carbeas’tır. Böylece Pavlakiler burada bir tür devlet kurmuş görünmektedirler. O’nun döneminde Divriği ve çevresindeki dağların “İncil ile kılıç kullanmayı uzlaştıran korkunç bir halk” olarak tanımlanan Pavlaki firarilerle dolduğuna ve bunların Muhammedciler’e katıldığı veya onlarla ittifak yaptıklarına işaret edilmektedir. Kocası Theophilus’un politikasını daha da acımasızca yürüten İmparatoriçe Theodora, ortodoks danışmanlarının yönlendirmesi altında Pavlakiler’e “ya yanlışlarınızı bırakır ya da yeryüzünden yokedilirsiniz” mesajı veriyordu. Hemen ardından yapılan seferlerin amacı onları yoketmekti. Böylece büyük bir Pavlaki katliamı başladı. Binlerce kişi öldürüldü. Kurbanlar kılıçla biçiliyor, çarmıha geriliyorlardı. Bu katliamdan kaçabilenler sınırlar-ötesinde sığınak aradılar. Bizans devleti Pavlakiler’in mülklerine de el koydu (Bk. Bury, a.g.e). İmparatoriçe Theodora’nın tahttan düşüşünden hemen sonra Pavlakiler’in Bizans’ın düşmanlarıyla aktif bir işbirliğine girdikleri görülür. Sonraki Bizans imparatoru Michael III de (842-867), babası Theophilus ve annesi Theodora’nın Pavlakiler’e karşı izledikleri imha politikasını aynen sürdürür. Onun döneminde ordunun baş komutanlığına getirilen dayısı Petronas, 856 yılında Samosata, Amida ve Divriği üzerine akınlar düzenler. Karbeas ise Malatya ve Tarsus kentlerinin Müslüman emirleriyle (Malatya emiri Omar ve Tarsus emiri Jafar İbn Dinar) birlikte Bizans sınırlarına yapılan baskınlara aktif olarak katılmakta, onlara yardımcı olmaktadır. Birkaç yıl sonra dayıları Bardas ve Petronas’ın yanısıra artık yirmi yaşına varmış bulunan Michael III’ün kendisi de bizzat savaş alanında görünmeye başlar. Bardas’ın yönlendiriciliğinde Pavlakiler’e karşı bir seferinde Samosata’yı kuşatır. Ama Samosata surları dibinde sert bir Pavlaki lider olarak tanınan ve hep Malatya emiriyle birlikte olduğu söylenen Carbeas tarafından ağır bir yenilgiye uğratılır (859). Kampı ele geçirilen ve birçok subayı esir edilen Michael III kaçmak zorunda kalır. Bu savaşa Carbeas’ın müttefiki olarak Araplar (Müslüman)’ın da katıldığı ve onunla aynı bayrak altında dövüştükleri söylenmektedir. Michael III, 859-861 yılları arasındaki bir tarihte bu kez Malatya emiri Omar üzerine bir sefere çıktı. Babası Theophilus’un Sac-oğullarından Azerbaycanlı emir Afşin (Afşin Haydar, ölm. 841) tarafından ağır bir yenilgiye uğratıldığı Dazimon (Dazmana, modern Tokat) ovasında kamp kurdu ve Malatya Emiri Omar’ın gelişini bekledi. Beklenmedik bir yoldan gelen Omar’ın kuvvetleriyle Dazimon ovasında yapılan savaşta Bizans ordusuna kök söktürüldü ve zafer kazanmış olan general Omar, Sinop’a dek yürüdü. Bu olayın tarihi 860, 861 veya 862 yılı olarak tahmin edilmektedir. 863 yılında emir Omar yeniden aynı bölgeye gelerek Armeniac Teması’na girer, Karadeniz kıyısına dek giderek Amisus (Samsun) kentini zapteder. Daha sonra Ankara üzerinden batıya yönelen Omar’ın kuvvetleri Poson adlı yerde Bizans ordusunun sürpriz bir saldırısında ağır bir yenilgi alırlar. Omar’ın kendisi de bu savaşta öldürülür. O’nun oğlu ise esir edilir. Sonraki süreçte Bizans’ın insiyatifi eline aldığı görülür. J. B. Bury’nin yazdığına göre her yıl Bizans topraklarına akınlar yapan Arap (Saraken) kumandan Ali ibn Yahya da bir süre sonra öldürülür (863). Ali İbn Yahya, 860 yılında Pavlaki lider Karbeas’la birlikte Bizans topraklarına bir akın yapmıştır (Bk. Bury, a.g.e., s. 282-84). Geçerken de olsa Malatya kenti ve emir Ömer üzerine birkaç şey söylemem gerek. Malatya, ilk kez Iyad bin Ghanim’in Simsat’tan gönderdiği Habib bin Maslama al-Fihri tarafından zaptedilir. Ama çok geçmeden Bizans tarafından geri alınır. Muaviye, Suriye ve Cezire valisi olduktan sonra Habib b. Maslama’yı yeniden Malatya üstüne yollar ve o ikinci kez zapttettiği bu sınır kentinin savunması için bu kez bir garnizon bırakır. Malatya bu tarihlerden sonra Bizans (Rum Diyarı)’a karşı düzenlenen Arap askeri seferlerinin karargahlarından biri haline gelir. Fakat sonraki yıllarda da Malatya’nın Bizans’la Araplar arasında el değiştiğne tanık oluyoruz. Her el değiştiğinde halkının etnik kompozisyonu da hayli değişim geçirmiştir. Çünkü terkedenler ve yerleştirilenler olmuş sürekli. Daha sonra Halife Ömer Malatya’ya Bani Amir b. Şa’şa’a aşiretinden al-Harith’i kente vali olarak atar. Kente yönelik Bizans saldırıları hiç eksik olmaz. Emeviler’in devrilmesiyle sonuçlanan iç-savaş sırasında bundan yararlanan Bizans kenti kuşatır ve yıkar. Malatya halkı kenti terkeder. 750 Devrimi’ni takiben Bizans ordusunu yenilgiye uğratan Abbasiler 755 yılında Malatya’yı geri alırlar. Horasan, Suriye ve Mezopotamya’dan getirilen takviye birlikler yerleştirilir kente (757). Yeniden inşa edilen kentte bu sırada bir cami de yapılır. Böylece Malatya Abbasiler’in Bizans’a karşı seferlerinin üssü haline gelir (Bk. Honigmann, Enc. Of Islam, Malatya md). 830’larda Malatya emiri Ömer’in adını duyarız. Malatya konusunda verdiğimiz az önceki bilgiler de daha çok bu aşamaya netlik kazandırmak içindi. Özellikle bu emirle birliktedir ki, bir bölümü Malatya’nın kuzeyi ve batısında yaşamakta olan Pavlakiler’le Müslüman Araplar (Abbasiler) arasında Bizans’a karşı bir ittifakın oluştuğunu görürüz. Pavlaki lider Karbeas ile hep birlikte olduğu ve Karbeas’ı halife ile tanıştırdığı da söylenen Malatya emiri Ömer’in dönemi bazı bilinmezlerin (Dersim’e Malatya üzerinden girdiklerini rivayet eden bazı toplulukların ve bazı ocakların orijini gibi) çözümü için üzerinde durulması gereken bir evredir. Çünkü Battalname, Danişmendname, Saltukname ve Veli Baba Menakıbnamesi gibi birbirinden esinlendikleri anlaşılan destanların hepsinde onun adı anılmaktadır. Veli Baba’da ondan Ömer bin Abdullah (Ömer ibn Abdullah el Akta) diye sözedilir. Artukname de diyebileceğimiz Danişmendname’de ünlü Danişmend Ahmet’in annesinin Emir Ömer’in kızı olduğu söylenir (Bk. İrene Melikoff, La Geste De Melik Danışmend, Paris, 1960). Melikoff, Danişmendname’nin Fransızca çevirisine düştüğü açıklamada Emir Ömer’in Battal Gazi romanında geçen Emir Ömer bin Numan olduğuna işaret eder. Daha tam söylenirse bu ad Ömer bin Numan bin Ziyad’dır. Saltukname’de ise Emir Ali’nin Malatya Beyi Emir Ömer’in neslinden olduğu söylenir. Ama bu konuyu şimdilik burada bırakmak zorundayım. Amacım üzerinde daha derinliğine çalışılması gereken rivayetlerin referans verdiği bir döneme ve bazı isimlere dikkat çekmekti. Carbeas’ın yerine geçen Chrysocheir (Chrysocheirus), daha büyük bir intikama hazırlanır. 867 yılında Müslüman (Arap) müttefikleriyle birlikte Basil I’in yönettiği Bizans’ın kalbine dek sızarak sarayın birliklerini tekrar takrar yenilgiye uğratır. Bu tarihte Efes (Ephesus)’i ele geçiren Chrysocheir, Efes (Ephesus) Katedrali’ni eşeklerin ve atların ahırına dönüştürür. Böylece 9. yüzyılda Kırmanciye’den Batı Anadolu’ya akan Pavlakiler Bizans devleti için büyük bir tehdide dönüşürler. Babasının Ermeni olduğu söylenen Mekedonya doğumlu imparator Basil I (867-886) esirleri kurtarmak için Chrysocheir’le barış yapmak zorunda kalır. Ama daha sonra anlaşmayı bozarak Pavlakiler’in topraklarına saldırır (871-872), kendisine karşı direnen ‘Pavlaki ülkesini’ yakıp yıkar. O’nun Fırat’ın doğusuna kadar gittiği düşünülüyor. Divriği’yi kuşatan Basil, onların gücünü, silah ve hazırlığını farkedince umutsuzluğa kapılıp İstanbul’a geri çekilirse de kılıçtan geçirilen Pavlakiler’in lideri Chrysocheir’in başını birlikte götürüp tahtın önüne bırakır (872/875). Chrysocheir’in ölümünü takiben Pavlakiler’in gücünün kırıldığı söylenmektedir. Çünkü Bizans imparatorunun ikinci seferi sırasında onların Divriği’yi boşaltarak sınır kesimlerdeki bölgelere sığındıkları görülür. Böylece boşaltılmış olan Divriği yakılıp yıkılır. Ama bu tarihe kadar Pavlakiler’in Bizans ve Arap imparatorluklarını ayıran sınır olan Malatya’dan Tarsus’a kadarki uzun koridorda, yani Toros ve anti-Toros dağlarında bir tür otonom devlet halinde varoldukları anlaşılmaktadır. Onların konumu Bizans Akritailer’i denen uç beylikleri (sınır baronları) ile veya Malazgirt Savaşı sonrasında beliren Gazi beyliklerle kıyaslanabilir. Pavlakiler’in kendileri de bir dönem için Bizans Akritailer’i içinde görev yapmış olabilirler. Malatya’dan Tarsus’a uzanan bu bölgede Avasım adı altında bir sınır (serhad) eyaleti oluşturulmuştu. Bu eyalet Adana ve Maraş’ı da içeriyordu. Hitti, bu kordonu Müslüman kaleler hattı olarak tarif eder. Avasım sözcüğünün de iç (güney) kaleler hattı anlamına geldiği (Thughur denen dış/kuzey toprak hattına karşıt manada), çevreleriyle birlikte bu koridordaki kaleleri kapsadığı söylenmektedir. Harun Reşit tarafından teşkil edildiği söylenen Malatya’dan Antakya’ya kadarki bu eyaletin yönetiminin Pavlakiler’de olduğu anlaşılıyor. Ağucan ocakları vd gibi Zeyd-soylu olduklarını söyleyen ocaklar tam da bu koridorda/kordonda yeralmakta ve merkezleri eski Pavlaki karargahlarıyla örtüşmektedir gibi. Üsleri ellerinden alınsa da yüz seneden daha uzun bir süre kendi inançlarını ve özgürlüklerini savunan ve Bizans sınırlarında büyük sayıda varolan Pavlakiler’in dağlarında bağımsızlık ruhu yaşamaya devam eder. Pavlakiler, Bizansla savaşan Arap-İslam kuvvetleriyle ittifaklarını da sürdürürler. Basil, daha sonra Araplar’ın ana üssü konumundaki Malatya’yı zaptetmek isterse de bunu başaramaz (Bk. Gibbon, a.g.e, cilt 6, 110-129). Abbasi devletinin çözülme sürecine girdiği ve Eski Dersimliler’in bir parçası olan Pavlakiler’in de Bizans katliamları ve yığınsal sürgünlerle büyük kan kaybına uğradıkları bu dönemin sonrasında Bizans’a karşı mücadelede bu kez Hamdaniler öne çıkar ve Bizans’ın baş sorunu haline gelirler. Bizans’a karşı mücadele bayrağı 932-962 yılları arasındaki otuz yıl boyunca Hamdaniler’dedir. Bu otuz yıl Bizans-Hamdani savaşlarıyla geçti. Bu çalışmanın görüşüne göre bu savaşlar sürecinde Dersimliler (özellikle bu süreçte Dersim’e yeni gelenler) aktif olarak olayların içinde olup ağırlıkla Hamdaniler’le birlikte idiler. Bu noktada dayandığım kanıtları ileriki sayfalarda açacağım. 970’lerin başlarında Çemişgezekli Bizans imparatoru John Zimisces (969-976), Chalybian dağlarından Trakya’nın Haemus dağı vadilerine sürgün olarak daha büyük bir Pavlaki nüfus yerleştirince Trakya’daki Pavlaki kolonisi daha da çoğaldı ve güçlendi. Zimisces’in Ermenistan (Kırmanciye)’dan Trakya’ya Pavlakiler ve Jacobitler’den koloniler yerleştirdiğini Anna Comnena da anlatır. Gibbon, Scylitzes’ten naklen, bu sürgünün Pavlakiler’in Bizans’ın doğu eyaletlerinde Araplar’la kurdukları çok tehlikeli görülen ittifak nedeniyle Antakya Patriarkı Thomas tarafından önerildiğini yazmaktadır. Bizans imparatoru Tzimisces’in hesabı Pavlakiler’i Tuna (Danube) çevresinde bölgeye sık sık akınlar yapmakta olan kuzeydeki İskitler’e karşı bir barikat olarak kullanmak, böylece kendilerinden kurtulunmak istenen bu iki gücü birbirine kırdırıp bir taşla iki kuş vurmaktı. Ama sonuç Bizans için tam bir hayal kırıklığı oldu. Çünkü Pavlaki görüşler Balkanlar’da Bogomilizm adı altında beklenmedik bir hızla gelişti ve çok geniş bir alana yayılıp güçlendiler. Trakya Pavlakileri Trakya kapılarını ve Philippopolis kentini ellerinde tuttular. Philippopolis, Pavlakiler’in Balkanlar’daki merkezi haline gelmişti. Onları bu kente ve çevresine yerleştiren doğudaki kalelerini ve üslerini ellerinden alan Çemişgezekli Bizans imparatoru Tzımisces olmuştu. Jacobit sürgünler onların müttefikiydi. Pavlakiler Makedonya’da ve Epirus’ta da kalelere ve köylere sahiplerdi. Pek çok yerli Bulgar onlarla aynı inancı savunuyordu. Bulgaristan, Hırvatistan ve Dalmatya (Dımıli adıyla kıyaslayın) çevresinde 13. yüzyıl başında Pavlakiler hâlâ varlardı. Gibon’un yazdığına göre 18. Yüzyıl sonunda bile Haemus Dağı ve vadilerinde Yunan din adamları tabakasının Türk yönetiminden daha çok baskı uyguladığı bir Pavlaki kolonisi mevcuttu. Gibbon, kendi çağının bu modern Pavlakiler’inin kendi orijinlerine ilişkin anıları ve hafızalarını yitirdiklerine işaret etmektedir. Gibbon’un bu tespiti Anadolu için de bir o kadar doğrudur. Çünkü bu çalışmanın görüşüne göre, Anadolu tarihinde Babailer adıyla bilinen hareketin de, bazı kaynaklarda Babai çevreden gelen biri olarak tanıtılan Bektaş’ın adını taşıyan Bektaşilik tarikatının da öncelleri Pavlakiler’dir. Babai ve Bektaşi cereyanlarının Pavlakilik’le bağlantıları hem aynı coğrafyada ortaya çıkmış olmalarından hem de görüşlerinden kolaylıkla görülebilir. Dikkatle ele alınır ve objektif bir gözle irdelenirlerse Alevi geleneklerinde de muhalif ve Komünistik bir Hristiyan ‘sekt’ olarak bilinen Pavlakiler’in izleri (anıları ve öyküleri) görülebilir. Günümüzde ister Anadolu’da ister Balkan ülkelerinde olsun artık yanlış ya da doğru daha çok Alevi-Bektaşi adıyla bilinen hareketin orijininde, bu çalışmanın vardığı sonuca göre, varlığını aşırı Şii bir görünüm altında sürdüren ve bir dereceye kadar bu görüşlerden etkilenmiş de olan Pavlakilik ve onun bir varyantı olan Bogomilizm yatmaktadır. Pavlakilik ve Bogomilizm akımlarının kökeninde ise esas olarak eski İran dini Zerdüştlük içinden çıkma Manes ve Mezdek gibi önderlerin öğretileri vardır. Ama Türk kökenli ve dede ünvanlı Alevi aydınlar da kullanılarak bu gerçekler hasıraltı edilmekte ve Alevilik hemen bütün zamanlarda kendisinin celladı rolünü oynamış ve bu rolü tarihsel kayıtlara geçmiş bulunan Türklüğe maledilmektedir. Hem Türkmenler’in önemli bir bölümünün bu inançlara kazanılması sonucunda, hem de Türkçe kullanımının yaygınlaşması ile Kızılbaş-Alevi geleneğinin zamanla kısmen Türkleşmiş olması bu geleneği Türk orijinli gibi tanıtan gerçek-dışı görüşlerin azçok yandaş bulmasına imkân tanımaktadır. Tondrakiler 830 veya 840 yılında Pavlakiler’den Smbat Zarehavantsi Manazkert (Malazgirt) civarında bulunan Apahunik’te misyonerliğe başladı. O’nun karargahı Tondrak köyü idi. Bu sebeple Pavlakiler’in bu kolu Tondrakiler (Tondraketsi) adıyla bilindi. Zarehavantsi’nin Sasani İranı’da ortaya çıkmış olan Manes ve Mazdek gibi ilk komünist liderlerin öğretilerini, eski Yunan filozoflarını ve ilk Pavlakiler’i iyi incelediği kaydedilmektedir. Manesçi bir arkaplana sahip olan Tondrakiler de Pavlakiler gibi sosyal-devrimci bir protesto hareketi oldular. Devlet, kilise, klerji ve soyluluğa karşı köy yoksulları ve kent proletaryası için bir odak yaratan isyancı Tondrakiler, Sovyet ve Ermeni tarihçileri tarafından günümüz komünizminin manevi ataları olarak tanımlandılar. Smbat Zarehavantsi, kendi hareketine karşı ortak bir cephe oluşturan Ermeni feodalleri ile Ermenistan’ın Arap emirleri ve yöneticilerinin bir genel saldırısında yakalanıp öldürüldü. Ama Ermenistan ve Kafkas Azerbaycanı’nın geniş bölümünü sosyal protesto ile sarsan Tondrakiler hareketi 10. yüzyılda da varolmaya devam etti (Bk. D. M. Lang, Armenia: Cradle Of Civilisation, s. 182-184 ve The Armenians: A People In Exile, s. 164-165). Bogomiller Tüm üslerini ve merkezlerini yitiren ve binlercesi katledilen Pavlakiler, Balkan ülkelerine yerleştirilerek dağıtıldılar. Fakat onlar Kırmanciye, Bizans ve Trakya’da yeniden gruplaştılar. Trakya’nın yerli ve Kırmanciye (Ermenistan)’li nüfusu içerisinde adeta yeniden dirildiler. Bu dirilişin başını 10. yüzyılda yaşamış Bogomil isimli bir Bulgar papazı çekiyordu. Pavlakiler hareketini onların doktrinlerini kısmen reforme ederek Bulgaristan’a sokan rahip Bogomil’di. Bizans yazarları bu nedenle onun izleyicilerini Bogomiller olarak adlandırırlar. Böylece Pavlakiler hareketi Balkanlar’da Bogomilizm olarak tanındı. Bogomiller de Pavlakiler gibi düalist idiler. Yani dünyayı iyi ve kötü iki prensibin yönettiğine, yeryüzündeki her şeyi bu ikisi arasındaki çatışmanın tayin ettiğine inanıyorlardı. Tüm Hiristiyan kilise düzenini, dışsal ve biçimsel tapımı red ediyorlardı. Onlarınki hem politik iktidara hem de kiliseye karşı bir isyandı (Bk. Ostrogorsky, a.g.e). İlkin Makedonya’da ve 10. yüzyılda görünen Bogomil muhalefeti de sosyalist özellikler taşıyan radikal bir hareketti. Bazı Makedonya tarihçilerine göre, Bogomolizm, ezilen Makedonya serflerinin Bulgar imparatorları Simeon ve Peter’in feodal dayatmalarına karşı bir tepkisiydi. Bu görüşe göre Babuna Dağı çevresindeki Bogomila köyleri halkını isyana çeken rahip Bogomil bir devrimciydi ve arkasında sisteme karşı ezilen köylülerin hazır desteğini bulmuştu (Bk. Fred Singleton, A Short History Of The Yugoslav Peoples, Camb. Uni. Press, 1985). Bogomiller, 11. ve 12. Yüzyıllarda Sırbistan, Bosna-Hersek, hatta Dalmatya’ya yayıldılar. Bosna ve Hırvatistan’da Ostrogorsky’nin deyişiyle adeta ikinci bir vatan buldular. Dahası Bogomilizm Bosna’da devlet dini haline geldi ve uzun süre de öyle kaldı. Bosnalılar’ın çoğunluğu 14. yüzyılda dahi hâlâ Bogomil idi. Bulgar çarları, Sırp yöneticileri, başta Alexius Comnenus (1081-1118) olmak üzere Bizans imparatorları ve Bizans kilisesi bu hareketin şahsında büyük sorunlarla karşı karşıya geldiler ve ortak bir tehdit olarak değerlendirdikleri Bogomilleri birlikte bastırmaya giriştiler. Onları ezmek amacıyla Macar kralları Papalığın izniyle Bosna ve Hersek’i zaptetmeye kalkıştılar. Özellikle Hırvatistan ve Dalmatya kralı Kalman’ın zamanında (1095-1116) Macar baskısı ağırlaştı. Bosna-Hersek halkında ayırıcı bir ulusal kimliğin oluşmasında efsanevi Ban Kulin (1180-1204) altında bir Bosna devletinin kuruluşu önemli rol oynadı. İlk ayırıcı Bosna karekterli devletti bu. Kulin, ikinci bir adım atarak Bogomolizm’i destekleyince Papalık müdahale etti. Macar seferlerinin baskısı altında ölümünden az önce geri adımlar atmaya zorlandı. Bogomilizm 14. Yüzyıl boyunca Bosna’da yeniden canlandı. Heretik Bosna kilisesi varlığını sürdürdü. Hıristiyan Avrupa’nın Osmanlılar tarafından tehdit edildiği 15. Yüzyılda Bogomiller Osmanlılar’dan yana tavır aldılar ve onlardan pek çoğu sonunda İslam’ı benimsediler. Böylece muhalif Bosna Bogomil kilisesi görece hızlı yürüyen bir süreçte parça parça İslam tarafından emildi. Fred Singleton’un aktardığı bir Osmanlı istatistiğine göre 1489’da Bosna nüfusunun yalnızca % 18.4’ü Müslüman iken, 1520-1530’larda bu oran % 46’ya, yeni inşa edilen Sarajevo’da ise % 100’e çıkar. En büyük artış Bogomiller’in az olduğu kentlerde görüldüğünden Bogomiller’in yığınsal halde din değişip İslam’a döndükleri sanılmıyor, ama Bosna Bogomil Kilisesi giderek kaybolur ve Slav dili konuşan yerli bir Müslüman aristokrasi oluşur. Modern Bosnalı Müslümanlar’ın büyük çoğunluğunun din değişen eski Bogomiller’in soyundan oldukları tahmin edilmektedir. Arnavutlar’daki din değişimi ise cizye adı verilen ve Hıristiyanlar’a ağır yükler getiren ayrılıkçı vergi sisteminin etkisiyle 17. Yüzyılda gerçekleşir. (Bk. F. Singleton, a.g.e). Bu özet bilgiler Balkan Aleviliğinin ve Şeyh Bedrettin hareketinin temelinde Sarı Saltuk Baba tarafından devam ettirildiğine inandığım Pavlaki-Bogomil geleneğinin yattığını bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadırlar. İsmen de olsa İslami olarak tanımlanan Bektaşilik ve diğer Alevi tarikatlar, bu sayededir ki Arnavutluk da dahil olmak üzere Balkanlar’da hazır izleyiciler buldular. Sarı Saltuk’un mirası da dahil, muhalif Hrıstiyan saintler ve mitler giderek Bektaşi mitolojisine asimile edildiler. Balkanlar’da Bektaşiliğin özellikle Osmanlı garnizonlarının bulunduğu Kruje, Elbasan, Gjirokaster, Fraşeri ve Tepelene gibi kentlerde ve daha çok Yeniçeriler arasında yayıldığı kaydedilmektedir. Zamanla bir Bektaşi kenti olarak tanınan Kruje civarında 1400 yılından önce kurulmuş Sarı Saltık Manastırı vardı. Arnavutluk Bektaşiler’i ibadetlerinde Dersim diliyle hayli benzerlikler gösteren Arnavut dilini (Tosk lehçesi) kullanmışlar. Osmanlı sarayına karşı Arnavutluk’taki halk çıkışlarını destekleyen Bektaşiler, giderek Arnavut ulusçuluğunun sözcüleri haline gelir ve daha da güçlenirler. TC’nin kuruluşundan hemen sonra Bektaşiliğin dünya merkezi Anadolu’dan Arnavutluğun başkenti Tirana’ya taşınır adeta ve 1929’da Arnavutluk’ta legal bir sekte dönüşür. 1930’ların ortalarında Arnavutluk’ta 200 bin Bektaşi bulunduğu tahmin ediliyor. Bu rakam o tarihteki Arnavutluk nüfusunun beşte-biridir. 1939 İtalya işgali sonrasında Bektaşi ulusçuluğu tekrar öne çıkar. 1941’de Bektaşi lider Salih Niyazi Dede 1912 yılındaki bağımsızlık ilanının yıldönümü olan 28 Kasım günü öldürülür. Bu olayın da etkisiyle 1942 yılında direnişe katılan Bektaşi gerillaların sayısında artışlar görülür. Arnavutluk ulusal hareketinin tarihinde anlamlı bir rol oynamış olan Bektaşi yurtseverliği Arnavutluk Komünistleri tarafından da onaylanır. Örneğin, kendisi de bir Bektaşi ailenin çocuğu olan Enver Hoca’ya göre pek çok Bektaşi geleneksel olarak Arnavutluk’un kurtuluşu için dövüşmüşlerdir. 1947 yılında bir suikastte öldürülen Bektaşi postnişini Mustafa Faja Marteneshi, Enver Hoca’nın kendisinden övgüyle sözettiği pro-Komünist bir direnişçi liderdi (Bk. Raymond Hutchıngs, Historical Dictionary Of Albania, 1996, s. 37-39). Farklı örneklere rastlansa da Osmanlılar’ın Balkanlar’da din değiştirmeleri için Hrıstiyanlar’a karşı genelde zor kullandığı sanılmıyor. Dinsel topluluklara ‘Millet’ diyen Osmanlılar onların herbirini kendi dini liderlerinin yönetimine vermiştir. Ortodoks ve Roman Katolik ayrımı yapılmaksızın çoğunluğu ortodoks olan Balkan Hristiyanları Milet-i Rum kategorisi altına yerleştirilmiş ve bu sistem ortodoks kilisesine Sırp, Makedon ve Bulgarlar arasında uzun Türk egemenliği peryodunda yaşama imkanı tanımıştır. Osmanlılar’da zor kullanımı 15. yüzyılda başlayıp 17. yüzyıl sonlarına kadar devam eden ve devşirme adıyla bilinen Hristiyan çocukların Yeniçeriler’e katılmak üzere toplanması sisteminde görülür. Bu sistemi savaş esirlerini köleleştirme şeklindeki eski Osmanlı pratiğinin bir devamı gibi görenler var. Balkanlar’da devşirme sisteminin yükü çoğunlukla Ortodoks inançtan Slavlar’ın omuzuna düşer (Singleton, a.g.e). Osmanlı imparatorluğunun çöküş sürecine girdiği 19. Yüzyılda Balkan milliyetçilikleri yükseldiğinde din adamları sınıfının Balkan ulusal hareketlerinde önemli rol oynadıkları görülür. Hem dini hem de politik bakımdan ağır Bizans baskısı altındaki Bogomiller de özellikle Basil II Bulgaroctonus (976-1025) tarafından fethedilen Bulgaristan’da Bizans’a karşı politik Slav ulusal muhalefetinin sözcüleri haline gelmişlerdir. Bogomiller’in istilacı Patzinaklar (Peçenekler)’la Kumanlar’a karşı Bizans topraklarını savunmak şöyle dursun, onları Bizans’a karşı savaşmaya çağırdıkları kaydedilir. Vasiliev’in ‘Türk’ dediği, ama Anna Comnena’nın İskitler olarak adlandırdığı Patzinaklar (Peçenekler)’a karşı mücadele Bizans’ın tüm gücünü adeta tüketti. İmparator Alexius Comnenus aşağı Tuna üzerinde Silistre (Dristra, Durostolus)’de onlar karşısında ağır bir yenilgi aldı ve az kalsın kendisi de esir düşüyordu. Patzinaklar’ın kesin zaferini önleyen şey Kumanlar (Cumanlar)’la aralarında anlaşmazlık çıkması oldu. 1090/1091’de Patzinaklar İstanbul’a dek gelerek kentin surlarına dayandılar. Bogomiller Bizans (İstanbul)’ın kendisinde de değişik adlar altında varoldular. Bizans imparatoru Alexius I Comnenus (1081-1118) zamanında Bogomilizm başkent İstanbul da dahil Bizans imparatorluğu sathında o kadar güçlü ve yaygındı ki, adı geçen imparator bu harekete karşı mücadeleyi ve onu imha etmeyi Bizans devletinin tek görevi ve baş sorunu olarak gördü. Bogomil lider Basil ve yandaşlarını ateşe verdi. Alexius Comnenus’un onları İstanbul’un yanısıra Bulgaristan’da da bastırma çabalarına rağmen Bulgaristan’da Bogomolizm bir üç-yüz yıl daha yaşayabildi. Alexius’un Pavlaki-Bogomil hareketine karşı mücadelesini ve onların üstesinden nasıl geldiğini onun yaşam öyküsünü yazan kızı Anna Comnena The Alexiad adlı kitabında anlatmaktadır. O’nun anlattığına göre babsı Alexius 1083 yılında onları kendi ordusuna alarak tasfiyeyi planlar. Çevre liderlerine ulaşmak için çeşitli vaadlerle dolu mektuplar yazar. Mosynopolis kentinde onlarla buluşarak kişisel olarak tanıma ve tartışma ortamları yaratır. Sonunda hepsini yakalatır, mülklerine el koyar, hapse ya da sürgüne mahkum ettirir. İşkenceler yoluyla o zamanki Bogomil lider rahip Basil’in ve on-iki havarisinin adlarını tespit ettikten sonra, Basil’e ulaşmak için daha ustalıklı bir senaryo düşünür. Onun taraftarı olmak istediğini ileterek saraya getirtir. Karşısında tam bir dalkavuk gibi davranarak bütün fikirlerini ifşa ettirir ve aldığı notları kanıt gösterip işkencelere tabi tutar. Prenses Anna, Basil’in tüm bunlara rağmen yılmadığını, fikirlerinde ısrar ederek direndiğini ve yakılarak öldürüldüğünü de aktarmaktadır. A. Comnena’nın kitabına düşülen bir dipnotta Bogomil adının Slav dilinde tanrı demek olan Bog ve dost/arkadaş anlamlı mile veya acıma/merhamet anlamlı milevi sözcüklerinin bir kombinasyonu olduğu görüşüne de yerverilir (Bk. A. Comnena, The Alexiad, E. R. A. Sewter çevirisi, 6. Kitap, s. 184; 14. Kitap, s. 463-68; 15. Kitap, s. 497-500). Geçerken not etmeliyim ki, Bogomil adına ilişkin bu açıklama Bektaş adına da ışık tutabilir. Bu iki sözcüğün bir ve aynı adın varyantları olması bile mümkündür. Aslında Bog teriminin Slavca değil de, Bağin, Bakur, hatta Bağdat adlarında tanık olduğumuz aynı anlama gelen İrani Bag terimiyle ilişkili olduğuna inanıyorum. Böylece Bektaş adının Bag (Bog) ve Daş öğelerinden bileşen tanrı dostu (tanrı yoldaşı/oğlu veya tanrı dengi) anlamına gelebileceğini düşünüyorum. Bulgaristan’dan Bosna’ya ve Sırbistan’a, sonra da İtalya ve Fransa gibi Batı Avrupa ülkelerine yayılan Bogomil doktrinler bu ülkelerde (özellikle güney Fransa’da) büyük alt-üst oluşların kaldıracı oldular. Ama orijini Doğu’nun Manesçi-Pavlaki akımında yatan Avrupa’daki bu düalist doktrinler değişik adlar altında biliniyorlardı. İtalya’da Cathari, Fransa’da Poblicanlar (yani Pavlakiler) ve Albigensiler gibi (Bk. Vasiliev, a.g.e., s. 383). Ostrogorsky’nin de dediği gibi çeşitli adlarla bilinen tüm bu sektlerin hepsi Ermenistan (Kırmanciye) dağlarından Güney Fransa’ya dek yayılan tek bir ve aynı hareketin değişik adlar altındaki ifadeleri oldular (Bk. Ostrogorsky, a.g.e., s. 268- 69). Gibon’a göre Pavlakiler’in Avrupa’nın kalbine dek sızmaları Tuna yolunu izleyerek hac için Kudüs’e gidip dönen Fransız ve Alman kervanlarıyla gizli bir kimlik altında giriş, Adriyatik kıyısıyla olan yoğun ticaretinden yararlanarak Venedik’e sızma gibi birkaç farklı yoldan gerçekleşmiş olmalı. Pavlakiler değişik isimler (Albigeois, vd) altında özellikle Fransa’nın güney eyaletlerinde güçlenmişlerdir. 13. Yüzyılda Rhone havzalarında onlara karşı Fırat çevresindeki nefrete benzer tepkilerin doğduğu ve kılıç ve ateşle cezalandırıldıkları kaydediliyor. Bunun üzerine arta kalan Pavlakiler ya kaçmış, ya da Katolikliği kabule zorlanmışlar. Batı’da sonraki yüzyıllarda tanık olunan reformasyon hareketi üzerinde Pavlakiler’in önemli etkilerinin olabileceği tahmin ediliyor. Bogomiller, Sasani İranı’nda M.S. 3. Yüzyılda Peygamber Manes ile birlikte başlayan bin yıllık bir devrimci geleneğin Avrupa’daki ilk temsilcileri oldular. Güney Fransa’da 13. Yüzyılda görünen Albigensler bu geleneğin bir devamıydılar. Güneş-Oğulları Kırmanciye’de Arevordiler (Are-Vortik, Güneşin Çocukları) adı verilen bir diğer Dersim sekti vardı. Bazı araştırmacılar onları “Ermeni Zerdüştlerinin kolonileri” olarak görür ve ateşe-tapanlar olarak tanımlarlar. 14. Yüzyıl otoritelerinden biri onlar hakkında şöyle demektedir: “Dilleri ve doğumlarıyla Ermeni olan bazıları var ki, güneşe taparlar ve bu yüzden de Güneşin Çocukları olarak adlandırılırlar. Ne yazıları ne literatürleri var. Ateş Tapınağı’nın reisi Magi Zerdüşt’ten öğrendiklerini gelenek yoluyla kuşaktan kuşağa aktarırlar. Güneş ne yana giderse ona o yönde taparlar. Ölülere kurban sunar, Ermeni papazlarına vergi öderler. Onların şefi Hazrbed (Binlerin Reisi) olarak adlandırılır. Bunlar yılda iki-üç defa kadınlı-erkekli, oğul-kız çok karanlık bir yerde toplanırlar” (Akt. D. M. Lang, The Armenians-A People In Exile, s. 165-166). Tarihsel Bağlantılar ve Devamlılık (Modern Kızılbaşlar’la İlişkiler) Bu çalışmada Eski Dersimliler’in kaynaklarda Ermeni olarak tanımlandığını bütün yönleriyle defalarca ortaya koydum. Ermeni olarak tanımlanan Pavlakiler gibi, yine Ermeni oldukları iddia edilen güneşe ve ateşe tapanlar da Eski Dersimliler’den başkaları olamaz. Nitekim eski kaynaklarda Pavlakiler ve Are-vortikler için söylenenlerin toplamının Kızılbaşlar (Dersimliler) için Osmanlılar peryodunda ve sonrasında aynen tekrarlandığına tanık olmaktayız. Kars Tarihi’nin yazarı Kirzioğlu bu noktada bağlantıları gayet iyi yakalamakta ve özetle şunları söylemektedir: “Ermeni kilise tarihlerinde Mananalı (Doğu Dersim) ve Taranali (Divriği) adlı iki yerde dinsiz sayılan Pavlikyan ve Tondraklılar’dan çok şikayet olunur (bk. Çamcıyan’ın Ermenistan Tarihi’ndeki M.S. 655, 717 ve 1394 yılları vakaları bölümüne). Yine Çamcıyan’ın aktardığına göre, güneşe taptıkları için bunlara Are-vortik (Güneş-Oğulları) denilir. 717 yılında Abbasi emirlerine dayanarak Hiristiyanlığı hiçe sayıp güneş ile aya tapınıp büyüler yaptıkları, hava perilerini çağırdıkları söylenir. Bugün de Dersim Zazaları, yani Kızılbaş-Alevi’ler güneşe tapınıyorlar. Kızılbaşlar’da doğacılık halen yaşıyor. Ermenistan’daki eski putperestlik bugün en çok Dersim’de ve güneş ve aya tapım biçiminde yaşıyor”. (Bk. Fahrettin Kirzioğlu, Kars Tarihi, s. 131). Erdebilli Şey Safi’nin (1252-1334) torunlarının dedelerinin adıyla Safili (Sofiyan-i, Şeyh Safaviyan, Erdebili) diye anıldıklarına işaret eden Kirzioğlu, şunları da ekler: “Safili Şeyh Haydar (1470-88) Erdebil’de şeyh postuna geçince eski atalarının koyu sünni mezhebini bıraktı, aşırı Şii mezhebi benimseyen Karakoyunlular’ın inançlarına eğilim gösterdi. Hayderi-tacı denilen on-iki dilimli kızıl-sarıklı bir kavuk seçti kendi müritlerine. Bu yüzden de Şeyh Haydar’dan itibaren Safevi Erdebil Tekkesi müritlerine Kızılbaş (Farsça’da Sürkh-Ser) dendi. Ama bu ad, daha önceleri zaten Divriği ve Dersim’deki Pavlikyanlar, Güneşoğulları (Are-vortik) ve Eleşgert’teki Tondraklılar için kullanılmaktaydı. Sonraları bu aynı adın Şeyh Haydar’ın müritleri için de kullanıldığını görüyoruz. Babek zamanında (816-38), Kırmızı Elbise giymelerinden dolayı Batıniye’nin kollarından biri olan Babekiye/Hürremiye tarikatına da İslam Ansiklopedisi’ne göre Mukhammere denirdi” (Bk. Kirzioğlu, a.g.e., s. 499). Böylece Manes ve Mazdek hareketleriyle başlayıp Dersim ve Anadolu’da Pavlakilik, Yezidilik, Babailik ve Kızılbaşlık adları altında gulat adı verilen aşırı Şii görüşlerle de karışarak günümüze kadar devam eden dinsel görünümlü komünistik bir sosyal ve politik gelenekle karşı karşıyayız. Dersim ve çevresi, Ermenistan’da ve Bizans’ta Hıristiyanlığın benimsendiği M.S. 4. Yüzyıl başlarından itibaren ilkin resmi Hristiyanlığa ve daha sonraları da resmi İslam’a muhalif sektlerin üssü ve sığınağı olmuştur. Bu nokta oldukça açıktır. Eski pagan inançlarında ısrar edip Hıristiyanlığa karşı direndikleri için baskı görenler, Hıristiyan bir görünüm altında eski inançlarını veya komünistik idealleri savunan muhalif sektler, 7’inci yüzyıl ortalarından itibaren de İslam’ın terörü nedeniyle İran, Mezopotamya ve diğer komşu ülke ve bölgelerden kaçan heretik öğeler ve topluluklar için, hasılı kalleş ve dönek ilkesiz resmi dünyaların cezalandırdığı bütün bu ve benzeri cereyanlar için Dersim ünlü ütopyalardaki adayı temsil etmiştir. Bu, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde de işlemeye devam ederek günümüze dek ulaşan bir ırmaktır. İşte Dersim’i Dersim yapan ve onu bugün bile kendisini kuşatan dünyadan açıkça ayırt eden biraz da bu tarihsel süreçtir. Bu durum Dersim’de hoşgörüsü de eksik olmayan bir muhalif ve devrimci geleneğin oluşumuna katkıda bulunarak Dersimli kuşakların alnına adeta bir yazgı imiş gibi tarihsel bir siyasal kimlik kazımıştır. Bu nedenledir ki Dersim, bu satırların yazarını yalnızca bir ulus olduğundan dolayı değil, aynı zamanda ve en başta sosyalist ütopyayı gerçeğe dönüştürmede devrimci bir gelenek ve bir devrimci potansiyel olarak, bir zaman ve mekân olarak da meşgul etmiştir. Şİİ-ALEVİ DÜŞÜNCELERİN DERSİM’E GİRİŞİ VE GELİŞMESİ Kaynakların Ermeni olarak tanımladığı Eski Dersimliler’le asıl Ermeniler’i özellikle 6./7. Yüzyıldan itibaren dini inançlarına bakarak da kabaca ayırt etmek mümkündür. Ermeniler genelde Hristiyanlığın Gregoryen mezhebine bağlı iken, bu aynı mezhebe bağlı Dersimliler de olmakla birlikte, onların ezici bölümünün Pagan, Pavlaki-Yezidi ve Güneşe Tapanlar olarak tanımlanan kesimlere dahil oldukları söylenebilir. Bunlardan bir bölümünün sonraları ismen de olsa Şiiliği benimsediklerini sanıyorum. Şeklen bile olsa Hıristiyan olarak bilinen Pavlakiler’le Müslüman Araplar (özellikle Şii olarak bilinen Abbasiler) arasında başta Malatya olmak üzere Avasım adı verilen Bizans-Arap sınır şeridinde kurulan kontakları ve işbirliğini uzunca anlattım. Bu kontakların Emeviler peryodunda yeralan Battal Gazi’nin seferleri kadar gerilere dayandığı menkıbelerden ve şecerelerden kolaylıkla görülebilir. Dersimliler destanlara konu olan bu sınır savaşlarında başından beri yeralmış görünmektedirler. Ama Müslüman ve Arap kesimlerle ilişkiler özellikle Abbasiler döneminde gelişir ve pekişir. Kendilerini Battal Gazi, Zeyd ve Malatya emiri Ömer gibi isimlerle bir şekilde ilişkilendiren ocakların ve boyların referans verdikleri de daha çok bu dönemdir. Kısacası sözkonusu kontaklar ve ittifaklar sonucunda karşılıklı evliliklerin de katkısıyla Pavlakiler’in bir bölümünün özellikle Şiiliğin değişik varyantlarıyla temasa gelerek zamanla kendi etkinliklerini Şii bir görünüm altında devam ettirdikleri ve böylece bu görüşleri İç Dersim’e de taşıdıkları tahmin edilebilir. Öyle görünüyor ki en eski Alevi ocaklarının bir bölümü başlangıçta Pavlaki olup daha sonra Şiiliği benimsemiş olanlardır. Bu ocakların Avasım adı verilen sınır kordonunda ve özellikle Pavlakilere ait karargahlarda veya çevresinde bulunmaları bir tesadüf olmasa gerek. Anadolu’da kurulan ilk Alevi ocakları bunlar olmalıdır. Bu ilk ocakların din savaşı (kutsal savaş) görünümü altında yürütülen Bizans-Arap sınır koridorundaki savaşlar ve seferlerle sıkıca ilişkili oldukları kesindir. Bizans’la Araplar’ın sınırında Malatya’nın yanısıra Erzurum da önemli bir sınır kalesiydi. Malazgirt savaşı sonrasında bir kez daha Bizans-Arap savaşları peryodundakine benzer bir durumla karşılaşırız. Bazı ocaklar da bu döneme ait olsalar gerek. Bir de Moğol istilası önünden gelen tarikat liderlerinin kurduğu ocaklar olmalı. Şii (gulat) görüşlerin Dersim’e tek kanaldan girdiğini sanmıyorum. Farklı dönemlerde farklı kanallardan sızdıklarına inanıyorum. Urfalı Matthew’in 972-973 yılı altında anlattığı enteresan bir olay, Dersim içinde 10. Yüzyıldan itibaren bir Hristiyan-Müslüman (Şii) kutuplaşmasının varlığını göstermekte, Şiiliğin Dersim’e ulaştığı bir başka, belki de ilk kanala ışık tutmaktadır. O’nun yazdığına göre bu tarihte Müslümanlar’ın elindeki Amida’yı kuşatan Roma generali Melias orada hezimete uğratılır. Hemen not etmeliyim ki, bu tarihlerde Amida (Diyarıbekr), Musul’un Hamdanid emiri Ebu Tağlib tarafından kontrol edilmektedir. Matthew’in burada Müslüman dedikleri de Hamdaniler’dir. Bu hezimet üzerine Çemişgezekli Bizans imparatoru Tzimisces’in bizzat kendisi büyük bir orduyla bir sefere çıkar. Bu seferi sırasında ‘Sasan Evi’ (Zaza) kuvvetlerinin saldırısına uğrasa da, yoluna devam ederek Bağdat dolaylarına kadar pek çok kenti ve kaleyi yerle bir eder. Hemen sonra Amida’ya gelir. Urfalı kronikçinin yazdığına göre Amida kentini bu tarihte müslüman emir “Hamdan’ın bacısı” olan bir kadın yönetmektedir. Çevirene göre Hamdan denirken kastedilen büyük ihtimal Musul’un Hamdanid emiri Ebu Tağlib’dir. O’nun bacısı olan Amida yöneticisi ise diğer kaynaklardan biliyorum ki Cemile adında bir kadındır. Bu kadın da Matthew’in kaydına göre Tzimiskes’in kendisi gibi eskiden Khozan, o sıralarda ise Ch’mshkatsakk (Çemişgezek) olarak bilinen aynı bölgedendi ve Tzimiskes ile bu kadın arasında vaktiyle bir gönül ilişkisi olmuştu. Matthew’e göre bu nedenledir ki Tzimiskes Amida’yı zaptetmekten vazgeçip geri döner. Tzimiskes’in Amida’dan ayrıldıktan sonra Kudüs üzerine yürüdüğü, kendisine karşı gelen Mısır Fatımi kuvvetlerini yenilgiye uğratıp Fenike ve Filistin’e yöneldiği ve büyük zaferler kazandığı kaydediliyor. Matthew, Hamdan’ın bacısı dediği kadının Çemişgezekli (Hozanlı) olduğunu söylediği yerde, o dönemde Müslümanların pek çok bölgeyi yönettiklerine işaret eder. (Bk. Armenia And The Crusades Tenth To Twelfth Centurıes, The Chronicle Of Matthew Of Edessa, İng.’ye çev. Ara Edmond Dostourian, 1993, Armenian Heritage Series). O’nun bu sözleri, o tarihte (M.S. 972/973) Dersim’in, en azından Çemişgezek veya Hozan denen bölgenin (Batı Dersim), onun deyişiyle ‘Müslümanlar’ın yönetiminde, daha doğrusu Hamdanidler’in yönetiminde bulunduğuna yorumlanabilir. Herhalükarda Matthew’in kaydı en azından 10. Yüzyıl sonlarında Dersim’de Hamdanidler’in varlığına ışık tutuyor. Hamdanidler ise o tarihte Şii, daha doğrusu Nuseyri (Alawi) idiler. Alevi adının kaynağı onların adlarından biri olan Alawi sözcüğü olabilir. Böylece Aleviliğin Dersim’e ulaştığı farklı, belki de ilk önemli kanal hakkında önemli bir ipucu ediniyoruz. Aleviliğin Dersim’de yaygınlaştırılması ve egemen kılınması ise Kureyş, Mansur, Derviş Gewr, Sarı Saltuk, Ağuçan, Derviş Cemal, Seyit ve Şeyh Hasan’ın adlarını taşıyan ocaklar dolayımıyla gerçekleştirilmiştir. Bu sürecin pekişmesinde Safeviler’in rolü oldukça önemlidir. Anasayfaya geri dön (I. + II. Bölüme gider) (IV. Bölüme gider)

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol